23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 AĞUSTOS 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 ngiliz gazetesi The Telegraph’tan en kötü 10 yeniden çevrim filmi Taklitler aslını yaşatır Kültür Servisi Ünlü yapım şirketi Lionsgate Stüdyoları’nın, 1980’lere damga vuran ‘İlk Aşk İlk Dans’ (Dirty Dancing) filmini yeniden çekeceği haberinin ardından, sinema dünyası ikiye bölündü. Bir grup, filmin yeni versiyonunun orijinalindeki ‘büyü’yü yakalamasının çok zor olduğunu söylüyor. Diğer kesim ise yeni filmin yönetmenliğini orijinal filmin koreografisini yapmış olan Kenny Ortega’nın üstlenecek olmasından dolayı filme güveniyor. Bu polemikler devam ederken İngiliz gazetesi The Telegraph, eleştirmenlerin gazabından kurtulamayan, Hollywood’un en kötü 10 yeniden çekim filmini listeledi. Sapık (Psycho): Yönetmen Gus Van Sant’ın 1998 tarihli yeniden çevrim ‘Sapık’ı, sinema eleştirmenleri tarafından Alfred Hitchcock’un 1960 tarihli kült filminin yanında “zaman kaybı” olarak nitelendirilmişti. Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes): Tim Burton’ın 2001 tarihli yeniden çevrim filmi, orijinal filmin 20 katı bir maliyetle çevrilse de, eleştirmenleri etkileyemedi. Charlie’nin Çikolata Fabrikası (Charlie and the Chocolate Factory): Başrollerinde Johnny Depp ve Helena Bonham Carter’ın yer aldığı yine bir Burton çevrimi olan film, kullanılan özel 1980’lere damga vuran filminin lk “ lk Aşk Dans” (Dirty Dancing) tekrar çekileceği haberinin ardından sinema dünyasında yeniden çevrim filmleri gündeme geldi. efektlerle bile orijinalindeki cazibeyi yakalayamadı. Swept Away: Lina Wertmüller’in orijinaline imzasını attığı filmin, Guy Ritchie tarafından yeniden çekiminde başrolde Madonna yer aldı. Eleştirmenler bu filmi Madonna’nın en kötü perfomansı olarak nitelendirdi. Kadınlar (The Women): Seyircilerini bolca güldüren 1939 tarihli orijinal filme kıyasla 2008 yılındaki yeniden çevrim, Meg Ryan, Annette Benning ve Debra Messing’in yer aldığı güçlü kadrosuna rağmen ne seyircileri ne de eleştirmenleri güldüremedi. İstila (The Invasion): Don Siegel’ın 1956 tarihli “The Invasion of the Body Snatchers” filminin 1978 ve 1993 yıllarında yapılan iki yeniden çevrimi olumlu eleştiriler almıştı. Fakat başrollerini Nicole Kidman ve Daniel Craig’in üstlendiği 2007 tarihli film, orijinalinden farklı olarak mutlu sonla bitmesi ve zayıf oyunculuklarıyla oldukça eleştirildi. Stepford Kadınları (The Stepford Wives): Ira Levin’in romanı “The Stepford Wives”, 1975 yılında bir gerilim filmi olarak sinemaya aktarılmıştı. Başrollerini Nicole Kidman ve Matthew Broderick’in paylaştığı 2004 yapımı yeniden çekim, öncüfeminist olarak nitelendirilen orijinal filme kıyasla ucuz bir eğlencelik olarak nitelendirildi. Suikastçi (The Assassin): Luc Besson’un cinsiyet kalıplarını yıkan 1990 tarihli Fransız gerilim filmi Nikita’nın, repliklerine kadar birebir kopya edilerek Amerikan versiyonunun gösterime sokulması eleştirilmişti. Alfie: 1960’ların çapkınını 21. yüzyıl New York’una taşıyan yeriden çekiminde başrolü üstlenen Jude Law performansıyla eleştirilmişti. Lanetli Ada (The Wicker Man): Paganlığın bir adayı nasıl ele geçirdiğini anlatan filmin yeniden çevrimi, eleştirmenler tarafından ilk filmdeki gerilimi yansıtmaktan çok uzak bulunmuş, neredeyse komedi olarak nitelendirilmişti. Doğrular, Yanlış Tartışılırsa... Geçen haftaki yazımı şöyle noktalamıştım: “Evet, tek parti dönemi muradına ermiş, bir ‘aydınlar çevresi’ dağıtılmıştır. Ama onlardan geriye çok değerli bir miras, filizlenme aşamasında bulunan bir gelenek kalmıştır: Bilgiye, bilgilenmenin rehberliğindeki tartışmalar ile ulaşma geleneği. Böyle miraslar, sonradan doğru sahiplenildiğinde, hiçbir karartma girişiminin engelleyemeyeceği, sürekli ışık yuvalarına dönüşür. Peki, böyle bir sahiplenme gerçekleşti mi? Haftaya birlikte göreceğiz.” Görmeye çalışalım. Ama önce hazır şu ‘bilgiye bilgilenmenin rehberliğindeki tartışmalar ile ulaşma geleneği’nden söz etmişken, ülkemizde eleştirel düşüncenin tanıdığım en büyük ustalarından olan rahmetli Beklan Algan’a bir atıfta bulunmak istiyorum. Tatlı bir söyleşimiz sırasında söz ‘tartışma’ kavramına geldiğinde, şöyle demişti bu tiyatro düşünürü: “Bana öyle geliyor ki, şimdilerde ‘tartışma’ sözcüğünü biraz rastgele kullanır olduk! Bir tartışma merakının olduğu kuşkusuz. Ama henüz sorun kılıfındaki herhangi bir konunun çözümlenmesini bütünüyle tartışmadan beklemek, bana biraz tuhaf ve yetersiz geliyor. Çünkü bana göre, çözüm alternatifleri önce bilginin rehberliğinde ortaya çıkarılmamış bir konunun doğrudan tartışmasına girmek, bir sonuca götürmez. Hatta daha da tehlikelisi, çoğunlukla yanlış bir sonuca götürür!” Bu görüşün daha da açıklığa kavuşması için, Beklan Hoca ile üzerinde durmuş olduğumuz bir konuyu örnek göstermek istiyorum. Diyelim ki, ‘kültürel kimlik’ kavramını biraz –yalnızca ‘biraz’ mı??– ‘sorunlu’ gördük – hep öyle değil miydi? Ya şimdi, hâlâ öyle değil mi?; o zaman, genel alışkanlık doğrultusunda kavramı hemen tartışma masasına yatırmak, doğru bir yol hazırlığı mıdır? Yoksa bu yola çıkmazdan, yani kavramı tartışma aşamasına geçmezden önce yapılması gereken(ler) şu mudur: Bu tartışmaya kaç kişi niyetli isek, önce hepimizin oturup kendi başına konu ile tanışması, zaten tanışıyorsa, biraz daha iyi, örneğin üzerinde az çok daha sağlam konuşacak kadar tanışması, ‘kültürel kimlik’le ilgili olası ağırlık noktalarını bir kenara not etmesi, bu bağlamda bir tartışmada ne gibi sorular gündeme getirilebilir, bunun ‘gündeminin’ çıkartılması, bütün bu noktalara ilişkin olarak saptanabilecek bilgi eksikliklerinin hangi kaynakların yardımıyla giderilebileceği üzerinde kafa yorulması. Fazla uzatmayarak bir ‘evet’ diyelim – yani evet, bu işin yol haritası budur. Herkesin tartışma masasına çantasında, cebinde, kafasında vb. bu türden malzeme ile gelmesidir. İşte o zaman, ‘kültürel kimlik’ masaya yatırıldığında, sürecin sonunda ortaya, ‘bence’ diye başlayan cümlelerin kısırlığını geride bırakabilen sonuçlar çıkabilir. Bu sonuçlar, ‘kültürel kimlik’ kavramını o anda somutluğa kavuşturamasa bile, ‘doğru’ somutlara götürebilecek yolları gösterebilir. Geçen haftaki yazımda, M. Şehmus Güzel’in ‘Abidin Dino’ kitabından şöyle bir alıntı yapmıştım: “Kimi düşünürün, kimi sözleri ya da çevirisindeki bir yanlış sözcük, ortalığı birbirine katabiliyor. Ankara’nın, sıfırın çok altında, buz kesen gece yarılarında, taksilere binilip, kimin evinde çevrilen kitabın asıl metni varsa, oraya cümbür cemaat gidilip ciltler karıştırılıyor, cümle bulunuyor haklı haksız ayırt ediliyor dostça…” – Evet, buz kesen gece yarılarında üşenilmeden evlerden çıkılıyor, doğru’nun bulunduğu kaynaklara ulaşabilmek için yollara düşülüyor. Yeter ki ‘tartışıyoruz’ derken hiçbir araştırma temeline oturtulmamış ‘bence’lerin tuzağına düşülmesin! Beklan Hoca’nın artık ‘yapılmadığından’ yakındığı, işte buydu. Zaten yapılsa idi, şimdilerde örneğin ortalığa ‘oyuncu’ yerine aslında çoğunlukla bunca ‘oynatılan’, ‘yazar’ yerine çoğunlukla bunca ‘yazıcı’ ya da ‘ressam’ yerine çoğunlukla bunca ‘çizici’ ya da ‘boyacı’ çıkar mıydı? 1 2 3 4 5 1 Stepford Kadınları (The Stepford Wives) 2 Charlie’nin Çikolata Fabrikası (Charlie and the Chocolate Factory) 3 Sapık (Psycho) 4 Nikita 5Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes) Kopan ve Günday’ın kitapları Arapçada Kültür Servisi Yekta Kopan’ın “Bir de Baktım Yoksun” kitabı ile Hakan Günday’ın gelecek yıl sinemaya da uyarlanacak “Azil”i Arapçaya çevrildi. Kalem Ajans tarafından temsil edilen Yekta Kopan ve Hakan Günday’ın Bir de Baktım kitapları Mısır’da, Yoksun Mısır’ın bağımsız yayıncılarından Etrac tarafından yayımlandı. 2010’da Yunus Nadi ve Haldun Taner Öykü Ödülü de alan Yekta Kopan’ın “Bir de Baktım Yoksun” kitabını Maikel Samuel ve Yusuf Doğan, Hakan Günday’ın “Azil”ini ise Rahem Azil Sayed Arapçaya çevirdi. stanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali Kültür Servisi “İstanbul Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali” için bugün Türkiye’nin dört bir yanından belgeselciler İznik’te bir araya gelecek. Üç günlük izleme kampında, 29 Eylül 3 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilecek festivalde gösterilecek filmlere karar verilecek. 14.’sü düzenlenen festivalin bu yılki teması ise “DarAlanlar.” Yaklaşık üç aylık süreçte yönetmen Mustafa Ünlü başkanlığındaki festival komitesi tarafından izlenen filmler arasından ön elemeyi geçenler, İznik’teki izleme kampında, belgesel sinema alanında çalışan profesyoneller, akademisyenler, yönetmenler ve sinema emekçilerinden oluşan bir grup tarafından değerlendirilecek. Festivalde, bu yıl ilk kez, çocuklara özel bir bölüm de olacak. “Çocuklar için Belgeseller” bölümünde, tüm dünyadan yönetmenlerin, 715 yaş grubuna yönelik hazırladıkları ve gerçek öyküleri konu alan filmleri gösterilecek. yakını, gözaltı sırasında vergi konusunun hiç gündeme gelmediğini belirtti. Açıklamaları yapan yakını, sanatçının, gözaltında tutulduğu şartları “bir insanın karşı karşıya kalabileceği en zor durum” olarak nitelendirdiğini ve çok kez “ölüme yakın olduğunu” hissettiğini aktardı. Ai Weiwei Belgeselciler znik’te buluşuyor Weiwei’nin esaret günleri Kültür Servisi Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin, 80 günden fazla tutulduğu gizli bir polis karakolu nezaretinde yaşadıkları ortaya çıkmaya başladı. Basına açıklama yapması yasaklanmış olan Weiwei’nin BBC’ye açıklamalarda bulunan bir yakını, Weiwei’nin kafasına çuval geçirildiğini, hücresinin içinde dahi sürekli muhafızların kontrolü altında olduğunu ve iradesini kırmaya yönelik baskı altında tutulduğunu söyledi. Çin’in en önde gelen sanatçılarından olan ve Çin Komünist Partisi’ni açıktan eleştiren Weiwei, nisan ayında vergi yolsuzluğu gerekçesiyle gözaltına alınmıştı. Ancak Weiwei’nin C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear