23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 30 TEMMUZ 2011 CUMARTES 6 HABERLER CHP’li Tarhan: Arkadaşlarımız İngiltere’ye izleyici olarak gitti. Bahçeli: Bölünmeye mazeret oluşturuluyor Ankara’da IRA tartışması ‘Yasakçı bir anlayış’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, AKPCHPBDP milletvekillerinin de katıldığı bir heyetin “IRA modeli incelemesi” gezisiyle ilgili olarak “Arkadaşlarımız izleyici olarak geziye katıldı. Her türlü oluşum incelenebilir, ancak bu o modelin uygulanacağı ya da model alınacağı anlamına gelmez” dedi. Tarhan, dün parlamentoda gazetecilerle sohbet ederken IRA modelinin incelendiği geziye CHP’lilerin de katıldığının anımsatılması üzerine “orada sürecin nasıl geliştiği konusunda gözlem yapılacağını, onun dışında sonuç yaratıcı bir etkisi olmadığını, CHP’lilerin de izleyici olarak geziye katıldıklarını” söyledi. MHP sözcülerinin “CHP’lilerin geziye katılması şer ittifakı” sözlerinin aktarılması üzerine de Tarhan, “Çok yanlış bir değerlendirme. Her türlü oluşum incelenebilir, ancak bu o modelin uygulanacağı ya da model alınacağı anlamına gelmez” dedi. MHP lideri Devlet Bahçeli, “IRA modeli”ni inceleme gezisi ve “demokratik özerklik” tartışmalarına, “Türkiye’nin bölünmesi için mazeret oluşturuluyor” sözleriyle tepki gösterdi. AKP ve CHP’nin tavrını da eleştiren Bahçeli, yaptığı yazılı açıklamada, Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümetini de bölücülüğe karşı kararlı ve ödünsüz olmaya çağırarak “PKK açılımına son verildiğinin ve İmralı canisiyle görüşmelerin kesildiğinin ilanı da bir an önce yapılmalıdır” görüşünü dile getirdi. Eski CHP milletvekillerinden Onur Öymen de “Heyet gönderilmesinin arkasında acaba IRA sorununun çözümü için İngiltere ve İrlanda arasında, 10 Nisan 1998 tarihinde imzalanan Belfast Antlaşması mı yatıyor?” sorusunun altını çizdi. Öymen, “Bu anlaşmanın 1. maddesi, Kuzey İrlanda halkının istediği takdirde bu bölgenin İngiltere’den ayrılıp İrlanda Cumhuriyeti’ne katılabileceğini öngörüyor. Umarım ki, bu ziyaretten sonra, Belfast Antlaşması ile simgelenen Kuzey İrlanda modelinin Türkiye için örnek olamayacağı, herkes tarafından anlaşılır” dedi. Değersizleşme Norveç’teki akıl almaz katliam insanlığın zihnini uzun süre işgal edecektir ve etmelidir de. İnsanlık caniliğin pek çok türüne tanık oldu. Fakat bir tek kişinin böylesine bir planlama yaparak uygulamaya koyması ve hedeflediği sonuca ulaşması pek de görülmüş şey değil. Yaşadığımız dünyada bu caniden bir kahraman yapılması da şaşırtıcı olmaz. Hem de sadece düşündaşları tarafından değil, belki onlardan daha çok, çarpıcı haber ve para dışında herhangi bir ahlaksal değere sahip olmayan medya tarafından… Zaten bu yazı biraz da bununla, daha doğrusu bunu da içeren genel bir değersizleşme olgusuyla ilgili. İnsanın değersizleşmesi olgusuyla… Akıl almaz katliam bana “Kuzuların Sessizliği”ni anımsattı. Aynı kibirli, kendini beğenmiş, yaptığı iş üzerinde titizlikle çalışan, psikopat katil… Ve kuzu kuzu boyun eğmeseler de, ona karşı koymaktan aciz, zavallı kurbanlar… Avukatının söylediğine göre bu kadarını kendisi de beklemiyormuş. Sonuç onu bile şaşırtmış. Gerçekten de şaşılacak şey. Adadaki katliamı öğrendiğimde aklımdan geçen ilk düşünce, bu kadar genç insanın, silahlı ve ne kadar profesyonel de olsa, bu caniye nasıl karşı koyamadıkları, onu nasıl olup da etkisizleştiremedikleri oldu… Bu olgu da bir bakıma, bu yazıda irdelemek istediğim konudan çok bağımsız değil… Norveçli caninin, bu ülkede ve genel olarak Batılı dediğimiz ülkelerde yükselen ırkçı, faşist, yeni Nazi hareketlerin, akımların, partilerin bir ürünü olduğunda kuşku yok. Bunu hemen herkes söylüyor. Zaten bu konuda tezleri olan birinden söz ediyoruz… Fakat benim asıl üzerinde durmak istediğim, o hareketleri de doğuran arka plan. Bence asıl onu irdelememiz gerekiyor. Bu arka plan, aklı başında herkesin bildiği ve yazıp söylediği gibi, kapitalist emperyalist sistemdir. Dünya kapitalizminin işi tıkırında olsa, Batılı dediğimiz toplumlarda az ya da çok refah içinde yaşamaya alışmış kitlelerin yaşam standartları bakımından tehlike çanları çalmasa, yabancı düşmanlığı böylesine yükselişe geçmezdi. Batılı işçi, emekçi, orta tabaka insanı, üstelik başka yaşama biçimlerine ve farklı inançlara sahip yabancıların gelip ekmeklerine ortak olmasını artık istemiyor. Üstelik bu yabancılar tehlikeli insanlar… Batılı dediğimiz insan bunları düşünürken, ait olduğu ülkelerin bu yabancıların ülkelerini yüzlerce yıl talan etmiş olduğunu, bu yabancıların köle olarak çalıştırılıp sömürüldüğünü, onların yoksul kalmış olmalarında ve bu günkü Batı düşmanlıklarında başlıca sorumlunun yine Batı ülkelerinden başkası olmadığını aklına getirmiyor. Şimdi beni ilgilendiren asıl konuya, insanın değersizleşmesi, daha doğrusu değersizleştirilmesi olgusuna gelmek istiyorum. Kapitalist sistem için insan tüketici olmak dışında bir değere sahip değil. Bu insanın üretici olarak bile fazla bir değeri yok, çünkü makine onun yerine üretiyor… Burada çok ilginç bir paradoks söz konusu: Değersizleştirilen insan, benzerlerinin oluşturduğu sürünün bir parçasıdır… Fakat aynı zamanda da kendini benzersiz zanneden, kibirli, aşırı bireyci bir zavallıdır… Çifte bir yabancılaşmadan söz ediyorum… Sistem bakımından, topluluğun (sürünün) sıradan bir parçası, fakat kendini benzersiz zannettiği için de toplumcu olamayan, zavallı, yapayalnız bir birey… Bu çelişkili durum bence, günümüz insanının, özellikle de Batılı dediğimiz insanın kimlik özetidir… Norveç’teki akıl almaz katliamın arka planında bunları da görmemiz gerek… Kapitalist emperyalist sistem insanı değersizleştirdi… Hümanist ve toplumcu değerleri yok ederek insan tekini hem bir sürünün değersiz ve kimliksiz bir parçasına, hem de kendini benzersiz zanneden, kendine tapınan, zavallı, yapayalnız bir bireye dönüştürdü… Hümanist ve toplumcu değerlerin yok edildiği bir dünyada günün birinde böyle bir bireyin ortaya çıkarak dünyaya kendince bir düzen vermeye kalkışması çok da anlaşılmaz bir şey değil… Sapkınlığın bireysel, kişisel kökenleri olduğu kuşkusuz. Norveç’teki caninin özel yaşamı irdelendiğinde bunun ipuçları görülebilecektir… İdeolojik açıklamalar da kuşkusuz gerekli ve açıklayıcıdır… Fakat asıl sorumlu, insanı değersizleştirip sürüleştirirken aynı zamanda da sapkın bireyselliklere ortam hazırlayan kapitalist emperyalist sistemin kendisidir… Bu sistemin, insanlığı bugüne kadar yaşanmış olanlardan çok daha büyük yıkımlara sürüklemekte olduğundan kuşku duymamak gerekiyor… Sancar: Yöntemleri tartışmak gerekiyor LONDRA (AA) Demokratik Gelişim Enstitüsü adlı düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen ve çeşitli siyasi partilerden milletvekilleri ile gazetecilerin katıldığı Britanya programı sona erdi. Programa katılan Prof. Dr. Mithat Sancar amaçlarını, “çatışma çözümü üzerinden anayasa yapım süreçlerini ve Türkiye’de Kürt sorununa nasıl bir yolla, yöntemle çözüm bulunabileceğini, bu tür sorunları yaşayan ülkelerin deneyimlerini doğrudan gözlemleyerek kendi aramızda tartışmak” olarak özetledi. Sancar, “Mesela Kuzey rlanda sorununun Türkiye’de Kürt sorununa benzemediğini hemen hemen herkes çok rahat söyleyebiliyor, ama bu sorun çözülürken nelerin doğru, nelerin yanlış yapıldığı, bunlara ilişkin tecrübeleri dinlemek şüphesiz fikir veriyor, ufuk açıyor. Yoksa Türkiye’ye Britanya modeli uyar mı, uymaz mı, o ayrı bir mesele, bunu tartışabilmek için öncelikle sorunun çatışmalı olmaktan çıkarılmasının yol ve yöntemlerini tartışmak gerekiyor” dedi. AKP, CHP ve BDP’den milletvekillerinin bulunduğu heyet, 5 gün boyunca sırasıyla Londra, Belfast ve Edinburgh’da, özellikle “çatışmaların çözümü” konusunda uzman kişilerle bir araya geldi, toplantılara katıldı. YARGISEN’ N MAHKEME TARAFINDAN KAPATILMASINA STÖ’LERDEN TEPK ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıçlar ve Savcılar Sendikası’nın (YargıSen) mahkeme tarafından kapatılması sivil toplum örgütlerinin tepkisini çekti. Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu, kararla ilgili “Demokrasinin yapı taşlarından olan sendikal örgütlenmelere karşı olan bu tutum ve kararlar, demokrasinin gereklerinin anlaşılamadığını göstermektedir” dedi. Prof. Dr. Feyzioğlu yaptığı yazılı açıklamada, “Yargının verdiği karardan daha üzücü olanı ise idarenin sendikal özgürlüğü doğrudan hedef alan, yasakçı bir anlayışla kapatma davasını açmış olmasıdır. Bu durum ısrarla ‘ileri demokrasi’den söz eden siyasi iktidarın, bırakınız ileri demokrasiyi, demokrasinin asgari şartlarını daha içine sindiremediğini göstermektedir” görüşünü kaydetti. Feyzioğlu, “Çalışan insanların örgütlenmesinden, bir ve beraber olmasından, demokratik bir düzende korkulmaz” diye konuştu Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Başkanı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı da kapatma kararının ülkedeki rejimin niteliği konusunda herhangi bir çekinceye yer bırakmayacak yeni bir kanıt oluşturduğunu vurguladı. Yargı mensuplarının demokratik örgütlenme haklarından yoksun bırakılmalarıyla, yargının bağımsızlığı konusundaki önemli bir kalenin daha yıkılmış olacağını dile getiren Işıklı, “Mevcut anayasanın demokrasiyi güvence altına alan hükümlerinin çiğnenmesini memnuniyetle karşılayanların, daha demokratik bir anayasa değişikliğinden yana olmalarının içtenliğine inanmak olanağı yoktur” dedi. YARSAV: Gözdağı Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Yönetim Kurulu da sendikanın dar bir hukuki siyasi yorumla kapatıldığını belirterek şu görüşleri dile getirdi: “Siyasi irade gerek anayasa değişiklikleri, gerekse HSYK’nin kararnameleri ve kararları yoluyla yargıyı hizaya sokma, kendi yargısını oluşturma çabalarının önünde en büyük engel olarak gördüğü örgütlenmiş yargıç ve savcıları tasfiye sürecine girmiştir. Örgütlenme öncüsü olan yargıç ve savcılar cezalandırılarak ve tıpkı YARSAV’a kuruluş aşamasında yapıldığı gibi YargıSen için de kapatma davası açılarak ülkemizin aydın hâkim ve savcılarına gözdağı verilmiş, örgütlenme Prof. Dr. özgürlüğü engelleFeyzioğlu nerek hukukun özgür sesi kısılmak istenmiştir.” Öymen: Örnek olamaz Yargı 90’ı görmüyor Anayasa’nın “iç hukukta çelişki olduğunda uluslararası sözleşmeleri dikkate alın” diyen 90. maddesindeki değişiklik sözde kaldı AL CAN ULUDAĞ ANKARA YargıSen’in kapatıldığı davada gündeme gelen Türkiye’nin taraf olduğu antlaşmaların iç hukukun üstünde olduğunu belirten “Anayasa’nın 90. maddesi”, mahkemeler tarafından bir türlü dikkate alınmıyor. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili davalarda, avukatlar 90. maddenin işletilmesini isterken, yargıdan ise olumsuz yanıtlar geliyor. Bunun en dikkat çeken örneği Hrant Dink’in yargılandığı davada yaşandı. Kararlarıyla içtihat oluşturan Yargıtay, 90. madde yollamasıyla AİHS’nin ifade özgürlüğüne ilişkin maddesine yapılan atıfı kabul etmedi ve Dink’in “Türklüğü aşağılamak” iddiasıyla aldığı 6 aylık hapis cezası onadı. “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma”ya ilişkin Anayasa’nın 90. maddesi 2004’te değiştirildi. 7 Mayıs 2004’de TBMM’de kabul edilen değişiklikle, Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” cümlesi eklendi. Maddenin gerekçesinde ise “Uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıka cak bir uyuşmazlık hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90’ıncı maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir” denildi. Yargıç dikkate almadı Bu değişikliğin, Türkiye’deki birçok yargılamayı etkilemesi ve çelişkileri gidermesi bekleniyordu. Ancak umulan olmadı. Son olarak YargıSen’in kapatıldığı davada, Başkan Ömer Faruk Eminağaoğlu, sendikal örgütlenmeyle ilgili uluslararası sözleşmeleri anımsatarak, Anayasa’nın 90. maddesinin gözetilmesini istedi. Yargıç ise bu savunmayı dikkate almayarak, sendikayı kapattı. Anayasa’nın 90. maddesinin en çok gündeme geldiği ifade özgürlüğü davaları ile tutukluluk kararlarında itirazlarda bir sonuç alınamıyor. Mahkemeler, Türkiye’nin taraf olduğu AİHS’nin sanık lehine olan maddeleri yerine, Türk yasalarındaki kısıtlayıcı düzenlemeleri esas almakta ısrar ediyor. Ergenekon davasındaki birçok tutukluluğa yapılan bu yöndeki itirazlar da reddedildi. AYM ‘90’a uyun’ dedi Anayasa Mahkemesi ise 2008’deki bir iptal kararında, Anayasa’nın 90. maddesi kapsamında uluslararası sözleşmelerin iç hukukta uygulanması yönünde içtihat yarattı. Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde AİHS’yi imzaladığı ve sözleşmenin iç hukukumuzun bir parçası olduğuna dikkat çekti. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear