14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 MAYIS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 bana Algı yanlışı mı yapıyorum, mı mı öyle geliyor, siz farklı düşünüyorsunuz bilemiyorum: Sandık başına gitmeye bir ay kala, Türkiye’de bir genel seçim heyecanı göremiyorum, ben… Parti liderleri memleket turunda esip gürlüyor ve meydanları coşturuyor, görünüşte. Ama nokta atışı bu toplantılar dışında ne seçim havası var, ne de rüzgârı. Politika konuşmaya zaten bir süredir korkan insanlar, seçimlerden söz etmiyor. Taksi şoförleri bile suskun. Nedense (!) hepsi muhalif partilere yönelik kaset komploları, iktidarın bu kasetlerden çekip kaba ete şırınga ettiği “genel” yaşam vurguları, PKK’nin Kastamonu’da iktidar partisi konvoyuna saldırısı ve BDP’nin tehditleri dahil seçim malzemesi yapılan her şey, Türkiye’nin zaten alışık olduğu gündem başlıkları. Bu başlıkları Meclis grup toplantılarından çıkarıp meydanlara taşımak, elbette seçimlere özel bir önem katmıyor. İktidarın davulculuğunu yapanlar dahil, medyaların meydanlara gösterdiği ilgi, gündelik yaşama yansımıyor, kamuoyunda bir titreşim yaratmıyor. Demokrasilerde, seçim heyecanını tıpkı herhangi bir yarışta olduğu gibi kazanmak umudu belirler. Rakipler kendi başarıları, tribünler de favorilerine dair umut beslerken ortak bir heyecan çekerler. İşte bu ortak heyecan eksik, Türkiye’nin önündeki seçimlerde. Saha ile tribünler arasında elektrik akımı yok. Sahadaki coşku, medyanın amigoluğuna rağmen tribünlere ulaşamıyor. Sönük geçiyor seçim hatta olağanlaştığı açıktır. Ülkede en küçük bir trafik anlaşmazlığı, ateşli ateşsiz silahlı çatışmaya dönüşebiliyor. Bursaspor Beşiktaş maçının iptalinden, aynı gün Gaziantep ve Antalya’da oynanan iki maçta çıkan olaylara, barut fıçısı yığınlar var. Ellerinde döner bıçakları, tornavidalar, satırlar… Tutuşmak ve fitili tutuşturmak için bir kıvılcım bekliyorlar. Yer yer toplu cinnete dönüşen bu gerginlik sürerse, toplumsal bir cinnete tırmanması işten değildir, sevgili okurlarım. Karl Jaspers, “psişik salgın” diye de tanımladığı toplu cinnet belirtilerini, “Histeri krizleri yayılır, intihar eğilimleri girişimlere ve yanılgılar saptantılara dönüşür” diye sıraladıktan sonra, cinnet salgınındaki en önemli rolü, cinnetin bulaştığı kişiler çoğaldıkça pekişen topluluk aidiyeti ve sürü iradesine yükler. Dünya Sağlık Örgütü ise CİM 10 sınıflandırmasında toplu cinneti “Genelinde kronik olup taciz ve üstünlük temalı çılgın fikirlerin (delires) paylaşımı”, diye açıklar. Bu açıklamaya göre toplu cinnete kapılan bireyler, çoğunlukla “primer psikotik belirtiler” gösteren dominant yönderlere hayranlık besler ya da boyun eğerler. Quentin Debray, etkin bireylerin edilgin bireylere bulaştırdığı cinnet salgınını, “psikotik tutku ile nevrotik tutku”nun buluşmasına bağlar. Bizim ellerde her ikisinden de bolca var. Şimdilik ucuz ya da bedava mal yağmalarında, linç girişimlerinde, futbol maçlarında buluşuyorlar. Ya yarın? “Tartışmada hakaret, haksız olanın gerekçesidir.” NICOLAS DE CHAMFORT Yanardağın Üstünde Fotoğraf : ALİ ARİF ERSEN kampanyası, çünkü halkın ışığı sönük. Ama sönük demek, sakin demek değil. Hem de hiç değil! Toplumun ezici çoğunluğu geleceğe ilişkin umutlarını öylesine yitirdi ki, ne iktidarın iktidarda kalacağı, ne de değişeceği olasılığı dinamoyu çalıştıramıyor, ışığını yakamıyor. Türkiye, patlamadan önceki tehlikeli durgunluğa bürünen bir yanardağı andırıyor. Yanardağın üstünde ürkütücü bir sessizlik var, altı fokur fokur... Annesi ya da babası öldü, rezil şifreli sınavları kazanamadı diye canına kıyan çocuklardan, birbiri ardına yaşamına son veren doktorlara, intihar eden edene. Ülkedeki intihar oranı, ansızın üçe beşe katlandı. Üstelik, salt benim çevremdeki iki örnek, Kuruçeşme’deki gazete bayinden Ömerli’deki kır lokantası sahibine, hepsi basına yansımıyor. Bazıları çocuk, çoğu genç yaşta bu intihar furyası, umutsuzlukta dibe vuran insan sayısının giderek çoğaldığını gösteriyor. Öte yandan, mutsuzluğunu başkasına yönelik vahşete dönüştüren ve acısını sorumlu olsun olmasın “öteki”nden çıkaran canilerin sayısı da yadsınamayacak ölçülerde arttı. 15 yaşındaki kıza göz koyup, vermeyen babasıyla birlikte öldüren sapıktan, üçüncü sayfalara artık sığmayan benzeri cinayetlere, kadınlara yönelik ve önlenemeyen şiddet de eklenince, azgelişmiş bir toplum kesitinde vahşetin ne kadar yaygınlaştığı, eden” türden 76 adet “büyük günah” vardır ki, sonuncusu: “Müslümanları gizlice izlemek ve mahremlerini açığa çıkarmak” diye tasvir edilir. Ulemaya sormak isterim: Nedense hepsi iktidar muhaliflerinin mahremiyetini gizlice kaydedip yayınlayanlar günah mı işliyor, yoksa mahremi açığa çıkan muhalifler “gayrimüslim” ve gammazlamak sevap mı sayılıyor? Eğer ulemanın yanıtı kasetçilerin günahkâr olduğu yönündeyse, “76. büyük günah” kendilerini nasıl, ne zaman, nerede helak edecek, vallahi çok isterdim görmek. Yok sevap işledikleri kabul görürse, herhalde ödülleri de ya dünya ya da ahrette “genel yaşam” sürmekten helak olmaktır! Kuran’da ayetlerle anlatılan günahlar arasında, “insanı helak Yurtsuzlaşma Yurtlanma Selanik Kitap Fuarı’nda “İstanbul Hikâyeleri” adıyla Yunanca yayımlanan kitabımı imzalarken, 100’ün üzerinde kitapseverle bire bir konuşma olanağım oldu. Çoğu 1924 Nüfus Mübadelesi’nde Yunanistan’a göç ettirilen Anadolu’daki Osmanlı Rum tebaasının çocukları ya da torunlarıydı. Önemli bir bölümü İstanbul’a yakın zamanlarda turist olarak gelmiş, fakat Niğde, Tokat, Trabzon, Ordu gibi ata yurtlarını görmemişti. Konuşmalarımız sırasında biri dışında hiçbirinin Türkiye’ye ya da Türklere karşı olumsuz bir bakışı yoktu, tam tersine Türkiye’den bir Türk ile tanışmaktan, onun öykülerini kendi dillerinde okuyacak olmaktan hoşnuttular. Aralarında beni evlerine davet edenler, küçük armağanlar verenler bile oldu. İlginç şeyler de yaşadım Iason Books standında; örneğin, yaşı 60’ın üzerinde bir kadın kitapsever, Irini Beltsi birden “Adalar Sahilinde Bekliyorum” şarkısını Yunanca söylemeye başladı, ardından da Türkçesini… İlgiyle dinlediğimi hatta Türkçesine alçak bir sesle eşlik ettiğimi görünce Selanik’e 60 kilometre uzaklıktaki bir kasabadan geldiğini, amatör bir şarkıcı olduğunu anlattı. Ertesi gün de otelime gelerek doldurduğu iki CD’yi armağan etti bana. Diyeceğim o ki, mübadillerin ikinci, üçüncü kuşaklarının bizdeki yaygın kanının tersine Türkiye’ye karşı önyargılı olduklarını söylemek doğru değil. Onlar yurtsuzlaştırılan atalarının, ninelerinin çektiği ekonomik, toplumsal ve kültürel acıları, sıkıntıları çekmemişler. Örneğin, Selanik’in Kalamaria kıyılarındaki çamurlu barakalarda yıllarca yaşamak zorunda kalmamışlar. Yurt özlemi çekmemişler. Yunanistan’da doğmuşlar, orayı yurt bellemiş, sevmişler. Türkiye’yi yalnızca merak ediyorlar. “Megaloidea” (Büyük Yunanistan Düşü) gibi birtakım ırkçı, faşist çevrelerin sapkın beyinlerinde dolaşan kötücül düşüncelerden çok uzaklar. Bilindiği gibi mübadillerin tümü Anadolu kökenli Ortodoks Rumlar; İstanbul, Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada (Tenedos) Rumları 1924 Antlaşması’nın dışında tutulmuş. Onlar ise 67 Eylül 1955 yağma olaylarının, 1964 yılında Yunanistan uyruklu Rumlara uygulanan zorunlu göç ettirme kararının ve 1974 Kıbrıs Harekâtı’nın mağdurları; dolayısıyla onların yurtsuzlaşma acıları mübadillere göre çok daha taze, fakat onlarda da Türkiye’ye, Türklere karşı olağanüstü bir “husumet” görülmüyor. Ne var ki başlarına gelenlerden ötürü kırgınlar ve kırgınlıklarının üstesinden gelmeye çabalıyorlar. Bir insanın doğup büyüdüğü, atalarının, ninelerinin kök saldığı, mezarlarının bulunduğu topraklardan kopmak zorunda kalması doğal ki birtakım psikososyal sorunları da beraberinde getiriyor. Birkaç da sığınmacı Kürt kitapseverle tanıştım fuarda. Bunlar öyle uzun boylu “örgüt bağlantısı” olan insanlar değil. Gündüz jandarma, gece PKK baskınlarından bezmişler. Adamlar silahlı, gece köyü basıp ekmek, yemek, giysi istiyorlar köylüden. Verseler bir türlü, vermeseler kurşunu yiyecekler kafalarına, can korkusundan veriyorlar. Sabah jandarma basıyor aynı köyü, “terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlamasıyla toparlanıp cezaevine konuyorlar. Ne kadar anlatsan, ne kadar dil döksen nafile, kulaklar sağır, bir yolunu bulup kaçıyorlar. Yoksa beş yıl, sekiz yıl yatacaklar. Serüvenlerini anlatırken, gözleri doluyor. Kimisi Yüksekovalı, kimisi Diyarbakırlı, kimisi Vanlı. Kader denen şey bu işte, sen daha Ankara’yı, İstanbul’u, İzmir’i görmeden Selanik’e gel, burada yurtlan! Çoğunun eşleri Yunan, çoluk çocuğa karışmışlar; çocukların Dilan, Şilan, Baran olan adlarının yanına bir de İrini, Maria, Kosta adlarını koymuşlar. Kitap imzaladığım Diyarbakırlı bir sığınmacı okuruma gelecek hafta Diyarbakır’da olacağımı söyleyince gözleri ışıldadı, “Benim için Sıtkı Usta’da fıstıklı bir kadayıf yer misin?” dedi. Diyarbakır’a gidince ilk işim bu olacak. Ben Türk olmaktan mutluyum, ama Yunan’ı, Rum’u, Kürt’ü ve Türk olmayan başka herkesi kardeş bilince mutluluğum daha da artıyor. Bunu Selanik’te bir kez daha anladım. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr Tolga Çandar’la... Ege türkülerini, sadece o güven verici sesiyle değil, duruşu ve bakışıyla da tam bir “Egeli” kimliğiyle seslendiren Tolga Çandar’ımız, olağanüstü bir aksilik yaşanmazsa artık CHP milletvekili olacak. Muğla, aday belirlemek için CHP’nin önseçim yaptığı iller arasında. Geçen önseçimde ancak 6’ncı olabildiği için milletvekili seçilemeyen Tolga, bu yıl “birinci” sıraya yükseldi… Aynı önseçimde 1’inci sıradan milletvekili olan aday ise şimdi 6’ncılığa geriledi. Bu ilginç ‘Gerizler başından...’ O unutulmaz çevre eylemlerimizden birinde, Bodrum Kalesi’ndeki “Koruma Planı Korunmalı” paneline Tolga da eşlik etmiş; konserine şöyle “damardan” girdiği; “Gerizler başından hoplayamadım, Döküldü cephanelerim toplayamadım, Düşman gavi geldi haklayamadım” türküsüyle başladığında, herkesi öyle bir heyecan sarmıştı ki sıra panele geldiğinde konuşmacılardan biri şunları söylemişti: “Bu kez haklayacağız Tolga; Bodrum’u yağmalayanlara engel olacağız.” Aradan en az 25 yıl geçti, “vekil” adayımıza dedim ki: “Türkün haklı çıktı; yağmacıları haklayamadık; Bodrum’da betonlaşmayan yer kalmadı; siyasetçi kimliğinle ne yapacaksın?” Rant sevdalılarının değil, o emek ve özveri dolu etkinliklere katılan bilim insanlarının görüşlerini egemen kılacak bir imar düzeni için elinden geleni yapacağını belirtti; ardından şunları ekledi: “Emperyalist çıkarların ‘eşbaşkan’lığının yapılmadığı; halkımızın tertemiz dini duygularının sömürülüp siyasete alet edilmediği; Kürt sorununun parlamentoda ve demokrasiyle çözüldüğü; darbelerin yaşanmadığı; işsizliğin, yoksulluğun ortadan kaldırıldığı; tarikatların perde gerisinden ülkeyi yönetmediği; emperyalizmin soysuz ve yoz kültürlerine hizmet etmek yerine, öz kültürüne sahip çıkarak çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaştırmayı hedefleyen kültür politikalarına sahip bir Türkiye istediğim için aday oldum.” Onu dinledikçe, türkülerini de duyar gibiydim; hele ki “Çökertme”yi: “Çökertme’den çıktım da Halilim / Aman başım selamet, Bitez de yalısına varmadan Halilim / Aman koptu kıyamet, Arkadaşım İbram Çavuş / Allahıma emanet...” Sen de emanet ol Tolga... Yolun açık olsun... (Bu akşam 20.30’da Ulusal Kanal’daki İmar Dosyası’nda Tolga Çandar’la beraber olacağız; ekran başına bekleriz...) HARB SEM H POROY “yer değişikliği” için eminim ki Muğlalılar şunu söylüyordur: “Bizim oğlana yazık edilmişti; şimdi hak yerini buldu gari...” BULMACA SEDAT YAŞAYAN ‘Çalgıcı’nın zaferi Kadim dostumu kutlarken sormadan edemedim: “Bu nasıl oldu?” “ Bence delegeler sert söylemle siyaset yapan hiçbir adayı bu kez yeğlemediler. Hatta ‘Muğla’yı bir çalgıcı mı temsil edecek’ diyeni liste dışın bıraktılar.” Aslında bu özlem her yerde geçerli değil mi? Halkımız politikada kavga ve gerilimden bıktı. Durmadan bağıran, kükreyen değil; konuşan, anlatan siyasilere hasretiz. Nitekim Tolga da sazındaki, sözündeki sanatçı duygularını parlamentoya taşımaya aday… Diyor ki: “Önseçim sürecinde diğer adaylar için olumsuz tek söz söylemedim. Sanatın ve siyasetin, dünyayı insanca algılamanın, o düşlerini kurduğumuz adil, yaşanılır, güzel dünyayı yaratmanın aracı olduğunu anlatmaya çalıştım.” Nitekim bu düşleriyle eline aldığı sazını, sadece müzik ortamlarında değil, görkemli ‘Cumhuriyet Mitingleri’nde de ülkeye yürekten bağlılığıyla çalmış; yurda sevdalı ezgilerimizi yüz binlerle paylaşmıştı. Tıpkı, 80’lerde Mimarlar Odası’nın “Bodrum Betonlaşmasın” etkinliklerindeki gibi... HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N hetiyatrosu@mynet.com KASTAMONU İLİ ABANA İLÇESİ KADASTRO HAKİMLİĞİ‘NDEN ESAS NO: 2011/1 Davacı Bozkurt Orman İşletme Müdürlüğü tarafından davalılar İsmail Ata ve diğerleri aleyhine mahkememize açılan Kadastro Tespitine İtiraz davasının yargılaması sırasında verilen ara karar gereğince; Dava konusu Kastamonu ili Abana ilçesi Çayırcık Mahallesi 284 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespiti itirazı davasında mahkememizin 14/07/2008 tarih 2007/1 esas 2008/33 sayılı kararı Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 05/07/2010 tarih 2010/8140 esas 2010/9569 karar karar sayılı ilamı ile dava konusu belgesizden tespit edilen 1 ve 2 parsellerde eylemli biçimde orman olup zilyetlikle kazanılabilecek yerlerden olmadığı gibi önceki hükümle Orman Yönetimi lehine usulü kazanılmış hak kapsamında kaldığından BOZULMASINA karar verilmiş olup, mahkememizde 2011/1 sayısıyla esas alarak 28/01/2011 tarihinde yargılamasına yeniden başlanmış, kadastro tespitine itiraz davasının yapılan yargılaması sırasında tüm aramalara rağmen tebligata yarar adresi tespit edilemeyen davalılar İsmail Ata, Nihat Ekmekçi, Ahmet oğlu İsmail, Mustafa oğlu Mehmet, Mustafa oğlu Nuri, Hasan kızı Şaziye, Mustafa Kızı Havva, Ahmet kızı Zehra, Mehmet oğlu Mehmet’e ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiş olup, aleyhine açılan davanın duruşmasının yapılacağı 28/06/2011 günü saat 09.00’da mahkememiz duruşma salonunda hazır bulunması, tüm delil ve belgelerini mahkememize göndermesi veya ibraz etmesi, duruşmaya gelmediği veya kendisini vekil ile temsil ettirmediği taktirde yargılamaya yokluğunda devam edilerek karar verileceği hususu davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. (Basın: 30693) YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı ordusunda teğmene eş rütbe. 2/ Meşrubat... Mora dönük canlı kırmızı renk. 3/ Yelkenli ya da motorlu bir yarış teknesi... Yemek. 4/ Satrançta bir taş.... İsrail’in para birimi. 5/ Kara batmamak için ayağa takılan bir çeşit örgülü ayaklık... Satrançta özel bir hareket. 6/ Eli açık, cömert, yiğit... Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullanılan test. 7/ Mağaraların tabanında, kireçli suların damlamasıyla oluşan kolonlardan her biri. 8/ Isparta, Burdur ve Denizli’nin dağ köylerinde dokunan bir tür kumaş. 9/ İskambillerle oynanan bir oyun... Yapısına girdiği sözcüğe “hava, gaz” anlamı katan yabancı önek. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Osmanlı ordu 1 sunda albaya eş rütbe. 2/ Şalvarın üs 2 tüne giyilen ve ön 3 de uzun iki parçası 4 olan giysi... Kuzu sesi. 3/ Takımlar 5 grubu, küme... Bir 6 görevde geçirilen 7 süre. 4/ Bir elçiliğe bağlı uzman... Kü 8 çük erkek kardeş. 5/ 9 Yaşar Kemal’in 1 2 3 4 5 6 7 8 9 bir romanı. 6/ Türk müziğinde bileşik bir makam... 1 F İ L İ G R A N Osmanlı devletinde iki 2 Ü R Ü N E P İ K alaydan oluşan askeri bir 3 T O P İ K İ L İ lik. 7/ Yaklaşık on iki bin 4 Ü N S A Y A N yıl önce Pasifik’e gömül 5 V İ Z İ T E A G düğüne inanılan, insanlı6V İ Y E L İ K ğın ve uygarlığın anayur7 E V R A T L İ F du sayılan kıta... Afri8 T A L E G A T O ka’da bir ülke. 8/ Gemici, R OMA N işçi gibi kimselerin eğ 9 N Ü lenmek için gittikleri içkili ve danslı yer... Rütbesiz asker. 9/ Ekolojide, bir canlının varlığını sürdürebildiği yaşama ortamının en küçük birimi... Taşıtların hasarlarına karşı yapılan sigorta. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear