23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 19 MART 2011 CUMARTES 16 Üretimin Üzerinde Temellenme 9 şçi Toprak Altında kömür sahasında göçük olmuştu geçen ay. Zonguldak maden kazasındaki işçiler için “güzel öldüler” diyen Çalışma bakanının ülkesinde, 9 işçi toprak altında, hâlâ... 2 yakınının bedenine ulaşmayı bekleyen Murat Tontuş ile konuştuk. Enerji Bakanı’nın geçen hafta sonunda Kahramanmaraş’a geldiğini, “Yarın orada çalışma yapacağız” dediğini, ama bırakın çalışmayı, yöreden “sinek bile uçmadığı”nı Termik Santralı’na AfşinElbistan kömür sağlayan aktardı bize: “Siyasete döndü işler. Millet, koltuk sevdasına düştü. Unutuldu insanlarımız, üstlerinde sular göllenmeye başladı. Kaymakamlığa gittik. ‘Bizden çıktı bu iş’ dediler, ‘Şirket çıkaracak, Enerji Bakanlığı ilgilenecek’ dediler. Hiçbir gelişme yok. Düşünün, seçim öncesinde böyle ilgileniyorlar. Bir de seçim sonrasını görün siz: Tahminimiz, hiçbir şey yapılmaz. Kemiklerimizi bile vermezler bize...” İnsanın, hele işçiyse, yaşarken bile değeri yok ki, toprak altında kalınca olsun... Aile sigortası, AKP’nin kömürmakarna dağıtımına karşılık bir sosyal devlet önermesi gibi gözüküyor. Ancak, sosyal devlet daha çok üretimde harcanan emeğin korunması ve hakları üzerinde temellenir. Sosyal devlet, kendisini öncelikle insanların yaşamlarını refah içinde sürdürebilecek bir iş olanağına kavuşturmakla görevli sayar. Örneğin, sosyal devlet ilkesini neredeyse tüm hükümlerine yedirmiş, ancak piyasacı kafanın eseri olan 12 Eylül darbesiyle ortadan kaldırılmış 1961 Anayasası’nın “Sosyal ve İktisadi Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümü “çalışma hakkı”nı önceler: “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, iktisadi ve mali tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı destekler; işsizliği önleyici tedbirleri alır.” 1961 Anayasası, devlete asli görevini, iş bulma görevini verdikten sonradır ki; dinlenmeyi, sendikayı, sosyal güvenliği, sağlık ve eğitim hakkını, çiftçinin korunmasını düzenler. Yani, sosyal devleti, işin, üretimin üzerinde temellendirir. öncesi kadınlara ve CHP, seçim çıkarıyor. sigortası” yoksullara yönelik “aile tasarımını öne rakamlarla yüzde 11 yüzde 12’de tıkanıp kalmış olan işsizliğe nasıl bir çözüm bulacağını açıklamak zorundadır. CHP, köyden kente göçmüş ailenin sokakta dolaşan delikanlısı için, üniversiteden mezun olmasına karşın annesinin dizi dibinde oturmaktan başka bir şey yapamayan kızlar için, yüksek lisansını bile tamamlamış, ama o birikimini topluma aktarma olanağını bulamayan on binlerce genç için ne yapacaktır? CHP, soruna “Patronun nasıl gözüne girilir? Nasıl iş bulunur?” teknikleri ile değil, somut kalkınma önerileri ile yaklaşmak zorundadır. Çalışmayanlara karşılıksız 600 lira vermek için devleti devreye sokmayı tasarlayan CHP; yeniden kamucu, devletçi bir ekonomi programını topluma sunmaktan kaçınmamalıdır. İşsizliği, dolayısıyla gericiliği de, kültürsüzlüğü de, kadın düşmanlığını da yeşerten lumpenliği önlemenin tek çaresi; aynı zamanda örgütlü emekçi sınıfı anlamına gelen akılcı, toplumcu ve ulusal çıkarları gözeten üretime dayalı planlı kalkınmadır. CHP, seçim öncesinde böylesi bir programla yola çıkar mı? Kadrosundaki piyasacılar yine ağırlık koyarsa, çıkmaz... Kamu Alacaklarının Yapılandırılması “Torba Kanun” diye ünlenen ve vergiler, sosyal güvenlik primleri ya da başka nedenlerle devlete borçlu olan kişi ve kuruluşlardan yükümlülüklerini zamanında yerine getirememiş ya da yerine getirmekte güçlük çekmekte olanların, devlete olan borçlarının yeniden yapılandırılması için yasal olanaklar yaratmış olan, 13 Şubat 2011 tarihli ve 6111 sayılı kanun, 25 Şubat tarihli ve 27857 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Birçok kanun, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile birçok Bakanlar Kurulu Kararı’nda ve yönetmeliklerde değişiklikler getiren, “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” başlığını taşıyan bu kanunla ilgili çalışmaların uygulayıcıları ve yükümlüleri uzun süreler uğraştıracağı anlaşılmaktadır. Sözü geçen kanun, Vergi Usul, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi Kanunları, Gümrük, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, Sosyal Sigorta Primleri gibi devlet gelirlerinin en önemli kısmını sağlayan vergi kanunlarının yarattığı vatandaş yükümlülüklerinde önemli değişiklikler yapmaktadır. Bu değişiklikler, zamanında devlete ödenememiş bulunan devlet alacaklarının yasal takipten kurtarılması, ertelenmiş ya da gecikmiş yükümlü borçlarının, yeniden taksitlendirilmesi, bir bölümünün ortadan kaldırılması (affedilmesi), bazılarında da yüksek oranlı indirimler yapılması olanaklarını yaratmıştır. Kanunda sayılan koşulları yerine getirdiği kanıtlanabilen yükümlüler için, getirilen yararlar ve para tutarları oldukça yüksektir. 126 asıl ve 18 geçici maddeden oluşan bu kanun da kendinden öncekiler gibi, önceki yükümlülük kanunları ile getirilmiş olan ağır devlet borçlarını hafifletmek ve ödenebilir tutarlara indirmek amacını gütmektedir. Kanunun ayrıntılı hükümleri ve uygulama koşullarını incelemek, bu yazının sınırlarını aşacaktır. Biz burada, şu gerçeğin altını çizmek istiyoruz: Devlet alacaklarının indirilmesini sağlayan önceki yeniden yapılandırma kanunları gibi bu kanun da, vergi sistemimizde önemli bozuklukların olduğunu kanıktlamaktadır ve sistemin bozuklukları, düzeltilmelidir. 56 yılda bir, vergiler, sosyal sigorta ve benzeri yükümlülükler nedeniyle ortaya çıkan devlet alacaklarını, vatandaşlarca ödenebilir duruma getirebilmek için bu kadar geniş kapsamlı ve ayrıntılı düzeltme ve indirimler yapmak zorunda kalıyorsak, bizim vergi ve öteki vatandaş yükümlülükleri ile ilgili sistemimizin bozukluğu için başkaca bir kanıta gerek yoktur. Daha önce konunun uzmanları tarafından da türlü yollardan belirlenmiştir: Yüksek oranlı ve büyük tutarlarda devlet alacağı yaratan kanunlarla, yükümlülerle devleti yargı organlarında uğraştırmak yerine, daha iyi bir sistem içinde ve daha adil bir vergi düzenini kurarak sonuca gitmenin daha akla yakın (rasyonel) olacağını sanıyoruz. Bozuk vergi sisteminin yarattığı yükümlülük tutarlarının tahsili için yıllar boyu yükümlüleri kovalamak yerine, vergi sistemimizi iyileştirmenin, daha kolay ve daha verimli bir yöntem olduğuna inanıyoruz. Çünkü yüksek yükümlülükler yarattıktan sonra bunları affetmenin ya da kanundaki terimiyle, “yeniden yapılandırmanın”, bu yüksek yükümlülükleri zamanında ve gecikmeden yerine getiren ve asıl desteklenmesi gereken yurttaşlara büyük haksızlık yarattığı kabul edilmelidir. Üstelik bu yöntem, zamanında ve gecikmeden yükümlüklerini yerine getiren insanlarımızı da yükümlülüklerini zamanında yerine getirmemeye ve kamu borçlarını geciktirme yoluna başvurmaya yönlendirmektedir. Sözü geçen “Torba Kanun” uygulanırken, vergi ve sosyal sigorta yükümlülükleri sistemlerimizdeki bozuklukların da gün yüzüne çıktığını hesaba katarak Maliye Bakanlığımız, bir büyük araştırmaya başlamalı ve sistemlerimizin bozukluklarını gidermek için girişimlerde bulunmalıdır. Böyle bir araştırmanın yapılabilmesi için, ülkemizde yeterli gücümüz ve olanaklarımız vardır; yeter ki, çabalarımızın, bu yöne yönlendirilmesi konusunda siyasi irade ve kararlılık, sistemimizi yönetenlerce ortaya konabilsin. İnsanlara iş bulunmadıkça, dengeli kalkınma sağlanmadıkça, toprak işlenmedikçe; sivil topluma özgürlük tanımak gibi, yerel yönetimlere özerklik vermek gibi, Kürtçeyi seçimli ders yapmak gibi öneriler toplumun sorunlarını çözmede çok havada kalır. Seçim öncesi peşpeşe halka verdiği “sözleri” açıklayan CHP, resmi televizyon programında “medyatik”leri izlemiş. Bunlardan sakallı ve dilbilimci olanı “anlam, söylem” gibi sözcükleri kendisinin bulduğunu söylemiş ve eklemiş: “Bundan gurur duymuyorum, tersine utanıyorum.” Sevgi Özel, doğru mu söylüyor Derneği Başkanı DilSevgi Özel, geçenlerde bir Utanç diye araştırmış. Anlam ve söylem sözcükleri, Türk Dil Kurumu’nun 1935 baskılı “Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu” ile “Osmanlıcadan Cep Kılavuzu” adlı iki yapıtında varmış. Yani, “anlam” ve “söylem” sözcüklerini bulduğunu, ama onlardan utandığını söyleyen sakallı dilbilimcimiz henüz doğmamışken... Jülide Gülizar borazanı oldu. TRT, iktidarın beyin Habercilik gitti, ayartma makineleri geldi. İnsanımız da, soluduğumuz havamız da, dilimiz de kirlendi. Spiker diye, kokoşlar türedi. Kadınlarımızla birlikte Cumhuriyetimizi kapattılar, cemaatlerini açtılar. Jülide Abla ne yapsın? Öldü! Iska Tayyip Erdoğan Recepki: manası ıskalanan dedi “İstiklal Marşı, bir marş olmamalıdır.” İyi de, “Ben memleketimi pazarlamakla mükellefim” sözünü ne yapacağız? Iskala gitsin... Deprem ve Kapıdaki Nükleer Felaket SADIK ÇEL K K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK behicak@yahoo.com.tr Japonya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşıyor. Yetkililer ülke genelinde depreme verilen kurban sayısının on binlerle ifade edileceğini belirtiyor. Görüntüler felaket filmlerine ilham verecek nitelikte. Depremin vurduğu bölgeler acı ve korkunun hüküm sürdüğü hayalet şehirler gibi. İnsanların yüzlerine baktığımızda gördüğümüz şeyin adı endişe… Üzerine bir de nükleer tehdit… Büyük felaketlerin ilk anda insanları içine sürüklediği gerçek dışılık ve boşvermişlikten kendimizi sıyırdığımızda somut birtakım gerçekler ile belki de alınması gereken dersler de belirginleşmeye başlıyor. Japonya’da yaşanan 9.0 şiddetindeki deprem felaketi ve arkasından gelen tsunami ülkede yer alan nükleer santrallardaki reaktörlerde art arda patlamalara yol açıyor, malum. Tehlike her geçen saat daha da büyüyor. Sızıntıların önlenememesi durumunda uzun yıllar devam edecek bir felaket senaryosunun ekranlara geleceği belirtiliyor. Teknolojinin, insan hayatına doğrudan ve dolaylı olarak hükmettiği; toplumları, düzenli yaşamlarını sürdürebilmeleri için kendisine muhtaç ettiği; daha da önemlisi bunu yapabilme gücüne eriştiği böylesine gelişmiş bir çağda, ismi teknolojiyle birlikte anılan bir ülkede bulunan nükleer santrallar doğa karşısında yenik düştü. Güvenlik tehdidi insanları yerlerinden yurtlarından ediyor. Ortada bir gerçek var; teknoloji ne derece üstün, ileri olursa olsun doğa onun karşısında hep bir adım önde olacaktır… 9.0 şiddetindeki sarsıntı bize imkânsız denilen şeylerin aslında mümkün olduğunu gösterdi. Japonya’da şahit olduğumuz manzaralar karşısında, MersinAkkuyu’da yapılması planlanan ve son aşamaya gelinen nükleer santralla ilgili olarak Enerji Bakanlığı tarafından yapılan “bizim tasarımımız 3’üncü nesil” açıklaması gerçekten içimizi rahatlatabilecek mi acaba… Üstelik deprem fay hattı Akkuyu’nun neredeyse yanı başından geçiyor. Sismik hareketliliğin son derece yüksek olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve depremle ilgili altyapı ve inşaat kalitesi ile güvenliği, halkın bu konudaki bilinçlenme düzeyi Japonya’ya göre çok gerilerde. Bu durumu, Japonya’da geçen hafta yaşanan büyük depremde onca insanın arasında kendini camdan atan tek kişinin bir Türk vatandaşı olduğu gerçeği çok trajik bir biçimde kanıtladı. Ve biz bu ülkede fay hattının kucağına nükleer santral bırakmayı planlıyoruz… Son olayla birlikte İsviçre nükleer santral inşa etme projesini durdurdu ve güvenlik standartlarını tekrar ele alacağını açıkladı; Almanya nükleer sant ralların süresini uzatan kararı askıya aldı. Merkel, “Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız” dedi ve kademeli olarak nükleer teknolojiden tamamıyla(!) vazgeçeceklerinin altını çizdi. Çin Devlet Konseyi nükleer santrallara onay verilmesi sürecini şimdilik durdurdu. Başbakanımız Erdoğan ise “Riski olmayan hiçbir yatırım yok. Yani o zaman evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir” dedi. İnsanların büyük kitleler halinde radyasyondan etkilenmesi, kansere yakalanması, radyoaktif etkinin nesilden nesile geçmesi, sakat doğan insanlar, nesiller boyu tehdit altında kalacak olan insanlıkla tüpgaz patlamasını aynı kefeye koymak ne kadar doğrudur acaba… Nükleerle kumar oynamayı mı deneyeceğiz, yoksa bu konuda gerçekten “bir şeyler olmuş gibi” davranacak mıyız, bunu zaman gösterecek. İnsan yine de endişelenmeden edemiyor. Çünkü bugün şahit olduğumuz gibi; modernleşen, sanayileşen, zenginleşen dünyanın doğaya verdiği zarar insanlığa, doğa anadan gelen ve modernleşme ile teknolojinin gücünü hiçe sayan bir hiddetle geri dönebiliyor. Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Puancı doktorlar Bu yılki 14 Mart Tıp Bayramı Ankara Garı’nda toplanarak Sıhhiye Meydanı’na yürüyen binlerce sağlık çalışanının “eşit, parasız, ulaşılabilir sağlık hizmeti özlemi”ni dile getirdiği ve “sağlığın ticarileşmesine, taşeronlaşmasına karşı” gerçekleştirdiği eylemle hafızalarımızdaki yerini aldı. Özellikle eleştirilen performans uygulamasına göre bir hastanın muayenesi ve tetkikler için ayrılan süre 5 dakika civarında. Zira sistem her 10 dakikada bir yeni hasta girişi yapıyor. Yoğun iş yükünün doktorlara kazandırdığı ödül ise daha çok puan ve daha çok ücret (ki doktorlar bakanlıkça açıklanan rakamların da gerçeği yansıtmadığı görüşünde). Seslerini duyurmak için bir araya gelen 30 bin sağlık çalışanının endişesi, “hastalara ihtiyaç duydukları ideal süreyi ayıramama, yanlış tanı koyma oranlarında görülebilecek artış, abartılı tanılarla yapılabilecek gereksiz ameliyatlar” gibi başlıklar altında toplanıyor. Sağlık çalışanları, “hastaları birer puan makinesi olarak görmek istemiyorlar”. Ne de olsa söz konusu olan insan sağlığı; insana ve yaşam hakkına duyulan sorumluluğun bilincinde olan doktorlar endişeli. “Sağlık da dahil tüm yaşam alanlarının piyasalaştığını” ve “insan olmaktan, vatandaş olmaktan müşteri olmaya yükseldiklerini” düşünüyorlar. Ne hekimlerin ne de hastaların bunu hak etmediğini de… sadik.celik.gorus@gmail.com BULMACA HARB SEM H POROY SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Arkası kabarık, 1 oturacak yeri geniş olan koltuk... Bir 2 cetvel türü. 2/ Ba 3 yağı, sıradan... Otu 4 ran, bir yere yerleşen. 3/ Küçük ço 5 cukları uyutmak 6 için söylenen tür7 kü... İki tarla arasındaki sınır. 4/ Ya 8 dırganacak yönü ol 9 ma, tuhaflık. 5/ Bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ilimizin merkezi. 6/ Çıplak vücut resmi... Önemli ta 1 N A B U C C O F rihsel olgu. 7/ İşe, eyleme 2 A Ş U R E K İ R dayanan... “Göl sanırdık 3 L I Ğ P R A F A ne zaman dalsak göz 4 D R A O P A N lerine” (F.N.Çamlıbel). 8/ 5 Ö T A N A Z İ K Hitit... “Acıbalık, gör6K A A T E P O dek” gibi adlar da verilen İ T L A F bir balık. 9/ Temel, esas... 7 E P E 8N A D A N İ L O Bir şeyin kenarı... Eski 9 S A L A NG A N Mısır’da güneş tanrısı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Başı değişik biçimlerde bağlamak için kullanılan büyük mendil. 2/ Yapılan iş, icraat... “Dalavere, hile” anlamında argo sözcük. 3/ Uskumru iriliğinde bir balık... Derebeylik Japonyası’nda en aşağı sınıfı oluşturan halk. 4/ İtalya’da bir kent. 5/ Kışa kadar saklanabilen sarı renkli bir üzüm cinsi. 6/ Bir nota... Üye... Dolma yapmak için hazırlanan karışım. 7/ Lodosa verilen bir başka ad. 8/ Boyaların inceltilmesinde kullanılan kimyasal bileşimlerin genel adı... Kaynağı antik çağlara dayanan kirişli bir çalgı. 9/ Hayvanlara vurulan damga... Hamağı yatılabilir konuma getirmek için başucuna ve ayakucuna konulan ağaç. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear