01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 2011 PAZAR 14 illiyet gazetesinin Umur Talu yönetiminde müthiş M bir atak yaptığı, üretken gazetecilere yer açtığı, dolayısıyla hepimizin deli gibi haber kovaladığı bir “altın çağ” idi. Cumhuriyet’ten Milliyet’e geçeli 3 yıl olmuştu. Fransa muhabiri olarak dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın eşi ve “Kürt hamisi” Danielle ile röportaj yapmak için can atıyordum. Mucize, 1994 yılının Şubat ayında gerçekleşti. Türkiye’de “Madam” diye anılan Danielle Mitterrand, aynı gün iki Türk gazeteciye röportaj vermeyi kabul etti: Yazılı basından bendeniz ve görsel basından Mehmet Ali Birand. Röportajın yapılacağı gün Birand’a oranla bir avantajım vardı: Saygıdeğer meslektaşım yalnız kendisinin röportaj yapacağını sanıyordu, oysa ben onun varlığından haberliydim. Meslek rekabeti gereği, elbette ne yapıp edip Birand’ın önüne geçmek zorundaydım. Çünkü, Danielle Hanım’la konuşan ‘ilk’ Türk gazetecisi olmak istiyordum bir, arkaya kalırsam kadının yorulup daha az konuşacağını biliyordum, iki. ??? Randevuya tam bir saat önce gittim, uslu uslu beklemeye başladım. Hesabım doğru tutmuştu. İlk gelen olduğum için, ilk görüşen de ben oldum ve hanımı öylesine yordum ki televizyon röportajına sıra geldiğinde konuşacak hali kalmamıştı, Birand’a çok az zaman ayırdı, hiçbir önemli soruya yanıt vermedi ve ben de başarılı meslektaşıma ‘tatlı’ bir kazık atmış oldum. Son soru, bana yönelikti ve: “Öcalan’ın hayatından endişe ediyor musunuz? Türkiye’de adil yargılanması mümkün mü” biçimindeydi. Umduğumu yanıtladım ve Apo’nun yaşamının güvencede, Türkiye’nin tüm dünyaya adil yargılama yaptığını göstermek zorunda olduğunu söyledim. Röportaj bitmişti. ??? Ancak korumalarıyla birlikte uzaklaşan Danielle Mitterrand ansızın geri dönüp yanıma geldi. “Size bir şey söylemek istiyorum!” dedi, “Buyrun!” dedim. “Mesleğinizi harika biçimde yaptığınızı kabul etmek zorundayım. Ama artık kamera karşısında değiliz. Lütfen gerçeği söyleyin bana: Anlattıklarınıza kendiniz de inanıyor musunuz?” Tüm TV çalışanları ve ızbandut gibi korumalar şaşkınlıkla bizi izliyordu. “En azından sizin kendi anlattıklarınıza inandığınız kadar Madam!” diye gülümsedim. “Adyö!” bile demeden uzaklaştı Madam. İkinci raunt bitmişti. Hakem Türkiye’ydi artık. Ya beni haklı çıkaracaktı ya da Türkiye’de demokrasi ve adalet olmadığını savunan Madamı. Danielle Mitterrand’la bir daha karşılaşmadım. Ama Türkiye’ye beslediği husumet ne olursa olsun, doğru ya da yanlış ülkülerin peşinde, inandığına sonuna kadar sahip çıkıp cesaretle savunmasını hayranlıkla izledim. Geçen hafta başında dünyamız sıradışı bir dava insanını, Kürt halkı anaç bir avukat, Türkiye de yaman bir savcı yitirdi. “Düşmanın ne kadar ço ksa, zaferin de o kadar büyü k olur!” ATİLLA Cesur Bir Hasmın Ardından Danielle Mitterrand ile anlaşmamız gereği, üç gün boyunca yayımlanacak röportajın her bölümünü önce kendisine fakslıyor, imzalı onayını alınca gazeteye geçiyordum. Bu önlem bile, aramızın bir daha düzelmemecesine bozulmasını engellemedi. Röportajın bir yerinde, ne yapıp edip Danielle Hanım’a, “PKK’ye de dünyadaki tüm terör örgütlerine karşı olduğum gibi karşıyım!” dedirtmiş, üstelik imzalı onayını da almıştım. Ancak Milliyet kuşkusuz haklı olarak tümcenin ‘PKK’ye de karşıyım’ bölümünü manşete çekince, Madam küplere bindi ve bin dereden bin su getirerek “yok öyle dememiştim, yok çerçevesinden çıkarmışsınız, çarpıtmışsınız, kesmişsiniz” diye günlerce köpürdü. Ve yazarınızın adı Madam’ın ‘ifrit’ olduğu kişiler listesine yazıldı, çaresiz. ??? Danielle Mitterrand ile ikinci raunt, yine şubat ayında, Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN ürkiye’nin ithal etmediği bir “insan” T kalmıştı, AKP hükümeti Abdullah Öcalan’ın yakalandığı 16.2.1999 günü, Fransız kanalı LCI’den gelen bir telefonla çaldı. Ana haber bültenine birlikte konuk edilecektik. Konu elbette PKK liderinin ele geçirilişiydi. Ancak Madam, karşısındaki muhatabın ‘ifrit’ gazeteci olacağını öğrenince tartışma yapılmamasını koşul koymuştu. Yani o kendisine yöneltilen soruları yanıtlayacaktı, ben bana sorulanları. Ama aramızda konuşmayacaktık! Madam Mitterrand, televizyon platosuna altı sivil polisle geldi. Merhum cumhurbaşkanının dul eşi olarak devlet tarafından korunuyordu. Nezaketle selamlaştık, platodaki yerlerimizi aldık ve kararlaştırıldığı üzere, birbirimizi muhatap almadan konuştuk. bu eksiği de “doktor ithalatı”yla gideriyor! Neymiş efendim? ABD’den Almanya’ya, İran’dan Pakistan’a, tüm ülkelerden binlerce doktor CV bırakmış, ithalatın ihale edildiği aracı kuruma. Sanırsınız ki Amerikalı, Fransız, Alman doktorlar gelecek... Yalan! Türkiye’de dünyanın en ağır, en uzun eğitimini alarak yetişen pırıl pırıl doktorlar, günde bazen 14 saat karşılığından ayda 1250 ila 1500 TL’ye talim ettiriliyor. Bu koşullarda, bu talime ancak Afganistan, Pakistan ve İran’dan ya da Batı ülkelerine kapağı atıp orada dikiş tutturamayanlar gelir. Türk doktorların hakkını yiyip, ne derdimizi Türk doktorlar kadar iyi anlayacak ne de daha iyi tedavi edecek olan ithal doktorları sömürmeye hazırlanan bu zihniyetten, insanlığım ve yurttaşlığım adına utanıyorum. Server Tanilli’nin Ardından Sevgili Hocam, Seni perşembe günü uğurladıktan sonra caminin avlu kapısının karşısındaki tahta banklardan birine oturdum, kalabalığın dağılmasını izledim. Seni uğurlamaya gelenlerin büyük çoğunluğu yaşlı, orta yaşlı insanlardı, okurların, dostlarındı. O birbirinden değerli kitaplarını en çok gençler okusun diye yazdığını bildiğimden doğrusu hüzünlendim. Sen iyi ki görmedin, hocam. Ama herhalde tahmin etmişsindir. Senin bir şeyi bilmen, bilebilmen için ille de görmen gerekmezdi ki. Sana bunları neden anlatıyorum ki? Son on iki yılının büyük bölümünü Türkiye’de geçirdin, gelişmelere birlikte tanık olduk, 1980’li yıllarla birlikte estirilmeye başlayan neoemperyalist rüzgârların eğitim sistemimizi nasıl iğdiş ettiğini, vardığı sonuçları gördük. Bu eğitim sisteminin hedefi küresel emperyalizme hizmet edecek yeni kuşaklar yetiştirmekti. Başardılar. Ortak hedefi “daha fazla tüketmek” olan, bu hedef yolunda “her şeye razı” ve beyinleri senin yazdıklarını anlayamayacak ölçüde darlaştırılmış bir gençlik yetişti. Ama gençlik içinde sayıları az da olsa düşünen, hayatı irdeleyen, başka bir Türkiye’nin ve dünyanın özlemini duyan, bunun için savaşım veren genç insanlar da var. Başlarına gelmeyen kalmasa da çoğalacaklar, çoğalıyorlar. Azınlık hep “azınlık” kalmayacak, gün gelecek çoğunluğa dönüşecek. Hayatın akışını kim tersine çevirmeyi başarabilmiştir ki? ??? Geçenlerde fotoğraf albümlerime bakarken, bir fotoğrafımıza rastladım. 80’li yılların ortası olmalı. Hamburg’da bir lokantada sen, Dursun Akçam, Akın Birdal, ben bir masanın başındayız. Seninle o akşam tanışmıştık hocam, daha doğrusu karşılaşmıştık, yoksa yazılarımızdan tanıyorduk birbirimizi. Çok sevinmiş, sohbetine hayran kalmıştım. Tekerlekli sandalyedeydin. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda “Uygarlık Tarihi” dersi verdiğin dönemde, 7 Nisan 1978 günü bir faşistin silahlı saldırısına uğramıştın. Belinden aşağısı tutmuyordu. Strasburg’a gelmiştin, orada yaşıyor, üniversitede ders veriyordun. Ne yalan söyleyeyim, o akşam uğradığın saldırıdan da söz etmeni bekledim. Bu konuda tek sözcük çıkmadı ağzından. Mağduriyetleriyle övünen “kahramanlardan” değildin, sana olan saygım, sevgim daha da arttı. ??? Aradan yıllar geçti. Bir gün İlhan (Selçuk) Abi, “Yahu” dedi, “Server Tanilli’nin onur yazarlığına TÜYAP ne der?” “Ne diyecek, ‘onur duyarız’ der” dedim. Konuyu Yönetim Kurulu Başkanımız Bülent Ünal’a açtım, o da hiç duraksamadan, “Hemen!” dedi. TÜYAP 1999 yılında senin onur yazarlığını kutladı. Onca yıl sonra Türkiye’ye ilk kez bu vesileyle gelmiştin. Fuardaki imza kuyrukların hepimizi heyecanlandırmış, gözlerimizi yaşartmıştı. Sonrasında kitap fuarlarının ayrılmaz bir parçası oldun; İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da onlarca konferans verdin, açık oturumlara katıldın, on binlerce kitap imzaladın. Birçok insan yüreklilik, korkusuzluk nedir, gerçek bir aydınlanma savaşçısı nasıl olur/olmalıdır, seni dinleyerek, yazdıklarını okuyarak öğrendi. Bu topluma pek çok şey verdin, Hocam. ??? 1 Mayıs 2009 sabahı 31 yıllık aradan sonra Taksim Alanı’na akan emekçilerin ve emekten yana kitlelerin en önünde sen vardın tekerlekli sandalyenle. Sağlığının bozulduğu, acılar çektiğin günlerdi. Ne var ki hiçbir acı senin devrimci direncini kırmadı. Mustafa Balbay’la dayanışmak için Silivri’ye de gittin elinde pankartınla. Sevgili Hocam, seni Attilâ İlhan’ın “Uygarlık Tarihi”ni DGM yargıçlarının önünde savunurken haykırdığın dizeleriyle selamlıyorum. “O sözler ki kalbimizin üstünde/ Dolu bir tabanca gibi/ Ölüp ölesiye taşırız/ O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan/ Uğrunda asılırız.” Üzerinden yıldızların ışıltısı hiç eksik olmasın. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Yetkisi Alınınca Suskun; ‘Sorumlusun’ Denince Öfkeli rım. İlk seçim kampanyasına da destek için katılmıştım… Çünkü Turan, 80’lerden sonra Gökova’ya heyula gibi çöken ‘termik santral’a’ karşı yöre köylüleriyle birlikte ilk direnen; bir Ören çocuğu olarak beldesini ve yöresini termik zehirlenmeden korumak için militanca çaba gösteren çevreci bir arkadaşımızdı. Bugüne kadar da o unutulmaz direnişiyle kazandığı güven sayesinde her seçimi kazandı. Üstelik farklı partilerden aday olarak... Ne var ki Altaylı’ya tepkisi yanlış ve haksız. İnşaatları elbette TUS’u üstlenen uzmanlar kontrol ederler ama bunun yerine getirilmesini sağlamak ve denetlemek de tartışmasız belediyelere aittir. Eğer bir belediye yönetimi, sadece yasal kural yerine gelsin diye mimar ve mühendislerin imzasını ruhsata attırarak inşaat izni verebiliyorsa, aynı inşaat denetimsizlikten çöktüğünde “benim kabahatim yok” nasıl diyebilir? O belediyede sicili tutulmayan, hatta belki o kentte bile yaşamayan “göstermelik TUS” imzası atan kadar attıran da sorumludur. Kaldı ki dere yatağında; ya da olması gerekenden daha yüksek inşa edilmiş veya kaçak katlar eklenmiş yapıların baş sorumlusu bunlaBir “plan tadilatı”! Parkı küçültüp ra izin veren, göz yuman, hatAVM’ye yer açanlar kimler? ta özendiren ye“Ey kızgın başkan! Son rel yöneticilerdir. KHK’lerle ne imar yetkiniz kaldı, Sözü yine belediyelerin imar ne ruhsat, ne de oturma izni... Ör yetkilerine el konulmasına getirneğin cennet beldenizi cehen mek istiyorum... Çünkü Kazım neme çevirebilecek bir inşaata Turan aynı zamanda “sosyal deimar olanağı vermediğinizde, 3 ay mokrat”tır. Yani yerel yönetimlesonra imarı, ruhsatını hatta iskâ rin, kent halkı adına üstlendiklenını bakanlık verebilecek. Peki, ri sorumluluklara sahip çıkmasıbuna neden sesinizi çıkartmı nı savunması gereken bir düyorsunuz? Hükümete demokra şüncenin temsilcisidir. Bir kez dasinin beşiği olduğunuzu neden ha hem Turan’a, hem de tüm beanımsatmıyorsunuz? Hatta böy lediye başkanlarımıza soruyolesi bir imar darbesine bile ses rum: siz kalan birliklerinize neden yük“İmar yetkilerinizi kim bilir hanlenmiyorsunuz?” gi rant projeleri uğruna elinizden Kuşkusuz bu sorum, aynı za alan KHK’ye neden tepki gösmanda ülkemizdeki 3 bini aşan termiyorsunuz? Şu ‘suskun’ betüm belediye başkanlarına... Kent lediye birliklerini bu konuda nehalkının demokratik temsilcileri den eleştirmiyorsunuz? Hatta olarak, kentinizi mahvedebile gerekirse TBMM önünde yasal cek inşaatlara bakanlıkça izin izinleri alınmış bir gösteriyle, verilmesini sağlayan yeni dü ‘kentimizin sahibi halkımızdır; zenlemeye neden seyircisiniz? onları biz temsil ediyoruz; rant projeleri uğruna elinizi kentimizöstermelik “TUS”lar den çekin’; niye demiyorsunuz?” Gökova Körfezi’ndeki antik Tabii bunu yapmayı hak edeCeramos ile iç içe yaşayın bilmek için, aynı rant projelerine Ören’in başkanı Turan’ı 90’lı yıl önce sizin “dur” demeniz gerelardaki başkanlığından beri tanı kiyor. Hasretle bekliyoruz... “İnşaatlardan belediye başkanları değil, teknik elemanları sorumludur. Belediyeler Birliği uyumasın; bizi suçlayanları uyarsın…” Bu serzeniş Milas ’a bağlı Ören’in Belediye Başkanı Kazım Turan’a ait. 2930 Ekim tarihli Haber Türk’teki köşesinde “inşaatlardan belediye başkanları da sorumlu tutulmalıdır” diyen Fatih Altaylı’ya sert tepki gösteren Turan, Altaylı’ya ve basına ilettiği uzun açıklamasında özetle diyor ki; “Bir belediye başkanı ilkokul mezunu bile olabilir veya benim gibi mühendis… İnşaatları ise Teknik Uygulama Sorumluluğunu (TUS) üstlenen mimar ve mühendisler denetler. Depremde çöken binalardan TUS’lar yerine başkanları sorgulamak bilgisizliktir. Belediye birlikleri ve dernekleri, bu haksız suçlamalara neden susuyorlar?” (Devrim gazetesi 2 Kasım 11) Fatih Altaylı bu öfkeli başkanımıza yanıt verdi mi izleyemedim; ancak okuduğumda ister istemez aklıma şu geldi; ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] G 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Hasattan sonra 1 tarla ya da bahçelerde kalan ürünle 2 ri toplama. 2/ Cen 3 net ile cehennem 4 arasında bulunduğuna inanılan yer... 5 Müsavi. 3/ Şarap... 6 Düdenden daha ge7 niş olan çukurluklara verilen ad. 4/ 8 İlaç... Temel ağırlık 9 birimi. 5/ Cehen1 2 3 4 5 6 7 8 9 nem... Kütahya’nın Simav ilçesinde bir kaplıca. 1 K Ö P R Ü Ç A Y 6/ Bayındır, mamur... İs 2 R N İ Ç İ R İ K rail’in plaka imi. 7/ Güney 3 A C İ Z L A V İ Amerika yerlilerinin ok 4 K E R E B İ Ç M larına sürdükleri çok güç 5 A L İ U N İ S lü bitkisel zehir... Orhan 6 T İ K O G E L E Hançerlioğlu’nun bir ro7 O K A Z Y O N C manı. 8/ Süryani takviR A Z İ L İ minin sekizinci ayı... “Bü 8 A K A K ve” de denilen kan emici 9 K A N T bir sinek. 9/ Toprağa sokulan dal parçasıyla ağaç yetiştirme yöntemi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Düşük ökçeli ve hafif bir kadın ayakkabısı... Yoz beğeni, zevksizlik. 2/ Bitkisel kökenli bir yiyecek ya da içeceğin damakta algılanan hoş kokusu... Bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri. 3/ Kent... Ceylan. 4/ Bağışlama... Arap abecesiyle yazılan ve ancak büyüteçle okunabilen yazı türü. 5/ Kale hendeği... Utanç duyma. 6/ Akdeniz’in batısında görülen bir rüzgâr... Vilayet. 7/ Önem ya da değer bakımından gitgide yükselen basamakların her biri... “Selam” anlamında Latince sözcük. 8/ Balçık... Briçte, karşı tarafa en çok bir löve vererek yapılan oyun. 9/ Soyundan gelinen kimse... Alçak enlemlerde esen düzenli rüzgâr. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear