25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 KASIM 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 olmadığına kanıt sunar. Çünkü tarih öncesi, çoktanrılı dinlerde ve putperest ritüellerde varken, tam da bu dinleri ve tapınma biçimlerini günah sayan, mücadele eden ve yıkan tektanrılı dinler tarafından da benimsenmiştir! Ama üç tektanrılı dinden ne yazık ki bir tek İslamiyet kurban ritüelini 21.yüzyıla taşıdı, yalnızca İslamiyette kurban ritüeli bir “agora” bayramı olarak kutlanıyor, hâlâ. İşte tam burada anımsatmak gerekir ki, Van’daki deprem felaketinin yası, CHP’nin de haklı olarak altını çizdiği gibi 29 Ekim kutlamalarını iptal ederek tutulmazdı. Cumhuriyet Bayramı, ulusal birliğimizi anımsayıp kutladığımız bir törendir. Ama zaten AKP muktedirleri de Van depreminin yasını nasıl tuttuklarını, 29 Ekim’i kutlamaktansa düğün dernek kutlamakla göstermişlerdir. Bu düğünlerde Van’ı düşünerek hıçkıra hıçkıra ağladıklarına ve altın taktıkları gelinleri, damatları depremzede yerine koyduklarına kuşkum yok da… Asıl Kurban Bayramı’nın iptaliyle tutulabilirdi Van felaketinin yası ve yakışırdı. Çünkü insan ve çocuk kanlarının kurumadığı bir yeri hayvan kanıyla sulamak, ölüm kokusu taşıyan havaya öldürülen hayvanların kokusunu salmak nasıl bir arınmadır, hangi yürek kaldırır, hangi vicdan sızlamaz? Ama sanırım benim yürek dediğim yürek de azınlık, vicdan da azaldı, her yerde. Kurban Bayramı, bir depreme eşlik etsin etmesin, kimi yerde katlanarak süren, adeta katliama urban ritüeli, tektanrılı dinlerin K icadı değildir. Hatta hiçbir dinin semavi çiftleşmede “kirletilmiş” addeden zihniyet, elbetteki temizlikten “kan dökmeyi” anlayacak, zaten “öldürmek” yerine de “temizlemek” diyecektir... ??? Bu ülkede her gün, ortalama üç dört kadın öldürülüyor. Çoğunun kasap bıçağıyla “temizlendiği” düşünülecek olursa, öldürülüyor yerine “kurban ediliyor” demek, daha doğru. Daha geçen hafta Bursa’da, Dilek Tuncer adındaki genç kadının, ayrılmak istediği eşi Adem Tuncer tarafından 26 yerinden bıçaklanması yetmedi, boğazı da kesildi... Bıçak ustası olmaya gerek yok, korku filmi seyircileri bile bilir: Bir insanı 26 kez bıçaklamak, fiziki bir performans gerektirir. Böyle bir performans gösterebildikten sonra başlıbaşına ustalık işi kelle kesmeye kalkışmak, ancak ve ancak bir kasaplık marifetidir. Acaba işsiz güçsüz Adem Tuncer, sizce böyle bir deneyimi nasıl edinmiş, bıçağı böyle kullanmayı nerede öğrenmiş ve cinayet işlemek için neden bu yöntemi seçmiştir? Yanıtınızı duyar gibiyim. Bir toplum düşünün ki, her 100 kadından 16’sına tecavüz edilsin. Her 4 kadından 1’ine dayak atılsın. 10 hamile kadından biri şiddete uğrasın. Çocuk gelinler mal olarak alınıp satılmakla kalmayıp, ensest ilişkiye de zorlansın. Zaten günde de üç/dört kadın öldürülsün. Düşünün ki böyle bir toplumda, kadınları korumak için kurulamayan timler, kaçan kurbanlık hayvanları yakalamak için kuruluyor. Tersi de olabilirdi! Neyse ki Türkiye’de kadın kurbanların, kurbanlık hayvanlar kadar bile değeri yok. “Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil , doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Kan, Kadın ve Kurban Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Habercilik Bu mudur? Haber 31.10.2011 tarihli Posta gazetesinden. Yazı işleri, yer olarak baş sayfadaki “Kahraman Anne” manşetinin üzerini uygun görmüş. Gazetenin Doğan Haber Ajansı’ndan aktardığı haber şöyle: “Adana’da özel bir anaokulunda çocuk bakıcısı olarak çalışan Seda Konuk (26) ile kırtasiye işleten iki yıllık eşi Serhat Konuk’un arası bir süredir kötüydü. Kadın boşanmak istiyor, ama adam kabul etmiyordu. Seda Konuk kendisiyle aynı anaokulunda servis şoförü olarak çalışan Mert Güngör (24) ile aşk yaşamaya başladı. Sevgilisini sürekli eve alıyor ve sevişiyorlardı. İki sevgili önceki akşam yine seviştikten sonra yatakta çıplak olarak keyif sigarası içmeye başladı. Bu sırada işten eve erken dönen koca Serhat Konuk eşi ile sevgilisini o halde görünce çıldırdı. Mert Güngör çıplak halde pencereden atlayarak kaçtı. Kardeşinin hastaneye götürdüğü Seda Konuk’un ilk sorusu, ‘Sevgilim iyi mi’ oldu.” (DHA) ??? Cemaat eşantiyonu olarak bedelsiz dağıtılan Zaman bir yana bırakılacak olursa Posta yaklaşık 470 binlik tirajıyla ülkemizin en çok satan gazetesi olma özelliğini taşıyor. Yukarıdaki haberi okuyunca bu gazetenin çok meraklı bir okur kitlesi olduğunu düşündüm. DHA’nın muhabiri de aynı merakla izlemiş olayı. Bu aşk kaçamağının içinde yer alan bir görgü tanığıymışçasına en ince ayrıntıları bile kaçırmamış. Öyle ki kadının sevgilisini “sürekli” eve aldığını, “sürekli” seviştiklerini, sevişme sonrasında da yatakta, birlikte “çıplak” olarak keyif sigarası içtiklerini bile not etmiş. Hiçbir şeyi atlamamış. Vallahi bravo! Yalnızca bir yerde duraksar gibi oldum, kadını hastaneye götüren kardeşinin o sırada orada ne işi olduğunu doğrusu çözemedim. Neyse! Şimdi gelelim haberin bir başka yanına... Kimin kimle, nerede ne yaptığını merak eden bir toplum olduğumuz doğru. Kafası ülkenin yaşamsal sorunlarına basmayan, hayatlarını belirleyen olayları algılamaktan yoksun bireylerin beyincikleri ancak “kim, kiminle, ne” sorularının söz konusu gazete haberinde olduğu gibi başkalarınca verilmiş yanıtlarını anlamaya yetiyor. İyi de Posta’nın tüm okurları, algı kapasiteleri sınırlı, ülke sorunlarına ilgisiz, potansiyel röntgencilerden mi oluşuyor? ??? Yukarıdaki haberi bir kez daha okuyalım. Görüyoruz ki olayda yer alanların tümü erişkin/yetişkin insanlardır. Bunların özel hayatlarını nasıl sürdürdükleri, neler yaptıkları kimi ilgilendirir? Bir yazı işleri müdürünün bu tür bir haberin gazetesinde yayımlanmasını onaylamasındaki “mesleki kaygı” nedir? Gazete “uygunsuz/aykırı” bir olayda yer alan herkesin adının, soyadının, yaşının, mesleğinin açık olarak belirtilmesinden ne umabilir? Tiraj kaygısı mı? Öyleyse bu davranışın basın/gazeteci ahlakıyla (etiğiyle) bağdaşır bir yanı olabilir mi? Eğer haberde ayrıntıya önem veriyorsan otur, Deniz Feneri davasındaki kaşkarikoları araştır ya da yayıncı, yazar Dr. Ragıp Zarakolu’nun, Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın KCK davasından içeriye alınmalarındaki “arka planı” aydınlat. Gazetecilik yap, AKP’li belediyelerdeki üstü örtülü yolsuzlukların örtüsünü kaldır. Gücün bunların adlarını, sanlarını sayıp dökmeye değil de ancak bir çocuk bakıcısı, bir kırtasiyeci, bir de servis şoförünün kirli çamaşırlarını ortaya saçmaya yetiyorsa kendine “gazeteciyim” deyip de gazetecileri utandırma! ??? Bu tür gazetecilik bir yanıyla günümüz Türkiyesi’nin acıklı bir fotoğrafıdır. Bu ülkede ahlaksal değerlerin ne ölçüde altüst olduğunun, medyanın olayları değerlendirmesinde ölçütlerin nasıl değiştiğinin kanıtıdır. Türkiye büyümesine büyüyor da toplumunun ahlakı aynı oranda küçülüyor. Yazık! dönüşen bir bayram, Türkiye’de ve dünyada... ??? 21. yüzyılda başta ABD ve Çin, hâlâ pek çok ülkede ölüm cezası var. Ancak “agora”da, yani halka açık meydanda “kelle keserek” infaz, yalnızca İslami şeriat ülkelerinde sürüyor ve bendeniz, bu tür suçlu infazıyla kurban ritüeli arasında ilişki yoktur diyecek kafanın alnını karışlarım! Agorada idamlık kellesi vurmak, meydanlarda parklarda koyun, koç, deve boğazlamak ve zaten boğazı kesilmeden öldürülen hayvan etine “haram” demek, aynı “kan akıtma” TEMİZLİĞİNİN türevleridir. Tarih öncesinden günümüze, tüm dinler tarihi kanla yazılmış, Tanrılar adına çok kan dökülmüştür. Ancak Kurban Bayramlarında Tanrı’ya kan sunmak ve ruhani yüceliği kan akıtarak aramak kadar, sözde günahları “kanla temizlemek” nedense yalnızca İslamiyette kalmış ve artarak sürmektedir. Tüm İslam ülkelerinde ve Türkiye’de, nedense namus kanla yıkanıp temizlenir. Üstüne ve uğruna kan dökülmeyen namus, kirlidir. Töre cinayetleri kanla namus temizliği değil de nedir? Ya aynı törelerde, zifaf gecesi sabahında sergilenen kanlı çarşaf? Helal çiftleşmede dökülen kanı temiz namus diye gösteren, kan dökülmezse gelini haram Bakan İdris Naim Şahin, PKK’nin bomba yüklediği ve polisin patlatmak zorunda kaldığı “O katırın hesabını nasıl verecek?” diye meraklanıyor, “Katırın suçu ne?” diye soruyor. Ben de kendisine soruyorum: Her bayramda döve döve bıçağın altına sürülen, kaçınca pompalı tüfekle kovalanıp öldürülen, canlı canlı ayağından asılan kurbanlık hayvanların suçu ne? Sayın Bakan, işkenceyle öldürülen kurbanlıkların hesabını kime kesiyorsa, PKK katırının hesabını da ona sormalı. Çünkü aynı kolda uzayan bir elin beş parmağı, birbirini tanır. ürkiye’nin iç T derinlik işlerine bence en yakışan KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr ‘Yazıh’ Baku’ya da Kars’a da... Bu yazımı Azerilerin de ganacağı dilde sunuram. Baku’nun ve Kars’ın gözel insanları, analarıyla danıştıhları kimi* ohusunlar; başlarına gelen felakete çare arasınlar diye… Bu felakete Türkiye’de bizler “emlak rantı saldırısı” deyirik. Azerbaycan’da ne deyirler bilmirem ama eşittim ki Bakulü me’marlar da şehrin teze* siluetinden narahattılar... Baku’yla Kars’ın gedim* binalarındaki ortah zerafet dillere destan iken, şehre saygısız teze tikintileri* ile de ortah kaderlerini yaşıyırlar. toplum için de anlamı olan bir şehirdir.” Leyla Tavşanoğlu’nun 12 Ekim’de Cumhuriyet’teki megalesinin adı da “Ah Kars, Vah Kars”dı... Çünkü Leyla Hanım, Baku’dakileri ohşuyan* avlulu taş binaların, bizde “apartman” denilen uca* tikintiler uğruna yıhıldıhlarını yazır. Yıhılmayanlar da harabe kimiymiş, her yanlarını otlar gaplamış. Ahan Tavşanoğlu’nun yazdıhlarından bir neçe satır: “Kars Çayı boyunca yürürken Ruslardan kalma, bir zamanlar inanılmaz güzellikte olduğunu tahmin ettiğim yalılar da birer iskeletten ibaret(...) Anlaşılan o ki Türkiye’deki toprak rantı kapma açgözlülüğünden Kars da fazlasıyla nasibini almış.” Kars’ta 2000’lerin başlarında menim de gatıldığım bir plan çalışması yapılmıştı. 300’den fazla tarihî binanın ve avlulu taş evlerin “eski eser” gaydıyla muhafaza edilmesine gerar verilmişti. Ortaylı’nın Baku üçün yazdığı kimi bu şeherimizde de restorasyonlar başlamış, eski binalar otel, konservatuvar, kültür merkezi kimi gayelerle gurtarılmıştı. İndi ne oldu ki hem Baku’da, hem de Kars’ta iki şeherin de birbirlerine benzeyen tarihî memari şahsiyetlerini yoh eden teze tikintilere ne dur deyen var; ne de durduran... Men deyirem ki madem “iki devlet, bir millet”ih, Azerbaycan Me’marlar İttifagı ile Türkiye Mimarlar Odası evvel Baku’da, ahırında da Kars’ta bir araya gelsinler; iki devletin böyühlerine şu cür* seslenen bir beyanname yayımlasınlar: “Baku da Kars da hem bizim, hem insanlığın ortak mirasıdır. Bu iki akraba kentin acımasız emlak rantı yapılaşmasına karşı korunması, tek milletin iki devletten acil talebidir.” kimigibi; teze gedim=kadim/eski; teze tikintiler=yeni binalar; neft=petrol; ohşuyan=benzeyen; uca=yüksek; şu cür=şöyle ‘Ah Kars, Vah Kars’ ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com İşte teze Baku! Yıllar evvel Baku’ya gettiğimizde, Şehitler Hıyabanı’ndan şehre bahmanın gözelliğiyle de tanışmıştık. Şirvanşahlar zamanından (1415’inci yy) galma “içeri şeher” ile 19’uncu yy’da neftin* ilk zenginliği ile tikilmiş san’at ürünü binaların yarattığı siluet hele gözümün önündedi... Keçen ay Baku’ya geden İlber Ortaylı’nın 16 Ekim’de Milliyet’te çıhan yazısı ile fotoğrafına bahtığımda ise üreğim daraldı. O ahlımdan çıhmayan tarihî şeher manzarasının yerini çirkin tikintilerin aldığını gösteren fotoğrafın altında yazırdı ki, “gökdelenler ufku kaplamış.” İlber Ortaylı eynen şunları yazmış: “19’uncu yy’ın Baku’su ustalıkla restore edilmiş ve ortaya zengin bir Avrupa başkenti çıkmış(...) Lakin birçok tarihî olayı ve anıyı barındıran, biriki katlı avlulu binalardan oluşan eski Baku’nun konut mahalleleri gökdelen tehdidi altında.” Hocamız “tarihî mahalleleri gözünün yaşına bakmadan yıkıyorlar” deyir ve bahın nece ders verir: “İşte bu ölçüyü kaçırmaktır. Baku, Azerbaycan dışında birçok Baku’ya acımırlar BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 1/ Türk halk mü 1 ziğinde bir uzun hava türü... Kenar 2 süsü. 2/ En küçük 3 izci kuruluşu... Ya 4 hudilerin üç temel 5 yazı dilinden biri olan ve “Yahudi 6 Almancası” da 7 denilen dil. 3/ Ta 8 ban... Gözleri görmeyen. 4/ Haber 9 ci... Utanma, hayâ. 5/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Köy muhtarı yardımcı 1 F İ L D E K O Z sı... Uzaklık işareti. 6/ Bir 2 O Y A M İ L E T nota... Trabzon’un bir il 3 R İ NG A A K A çesi... Bir gösterme sıfa4M D A Y A N A K tı. 7/ Ergenlik sivilceL A T A si... “Ay doğar düşer 5 İ D O L K T / Kar yağar beyaz düşer” 6 K A N E Ş 7 A Ğ R A Y S U (Türkü). 8/ Antil Denizi’nin doğusunda bir ada 8 A L İ N A Z İ K 9A R A Ç L AMA devlet. 9/ Özeleştiri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türk halk müziğinde kullanılan dokuz telli saz... Telefon sözü. 2/ Dikilitaş. 3/ Adı hemen akla gelmeyen ufak ve değersiz şeyler için kullanılan sözcük. 4/ “ şey: aşk ve şiir / Bunlar kuşkuyla çiftleşir” (Cemal Süreya)... Bir işi yaptırabilme gücü. 5/ Eski dilde göz... Romanya’nın plaka imi... Rütbesiz asker. 6/ İlgi eki... İnsan gözünün algıladığı ışık şiddeti. 7/ Bir hedef tahtasına küçük okların fırlatılmasıyla oynanan oyun... Kalkan ve zırh gibi korunma aracı. 8/ Gümüş... Kalınca ve açık samanrenginde, yarı mat bir kâğıt türü. 9/ Erkek hizmetçi... Nuri Bilge Ceylan’ın bir filmi. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear