25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 KASIM 2011 CUMARTESİ 14 Herkesi Kurtaran Torun Katılma ve katlanma C HP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Zaman gazetesine, Dersim isyanı diye bir şey olmadığını, ordunun durup dururken 1938’de soykırıma varan bir operasyonla insanları öldürdüğünü, Atatürk’ün de Dersim’de yapılan harekâttan haberdar olduğunu söylemişti. Hüseyin Aygün’ün açıklamalarını okuyanlar, şu anlamı çıkarmışlardı: Atatürk, soykırımdan haberdar, hatta onu düzenleten bir diktatördür. Hüseyin Aygün aradı ve kastının bu olmadığını uzun uzun anlattı: Efendim... Dersim arada bir parlayıp sönen bir meseleymiş. Ne yazık ki, medya da Atatürk’e dair kısımlarını öne çıkarma hastalığına kapılmış. Demecinde, buna dair bir cümle varmış, ama nedense oraya buraya çekiliyormuş. Konuşmasının tamamı da yazılı olarak Zaman’da çıkmamış. Demeci, Atatürk’ü hedef almak için vermemiş. Kişi olarak Atatürk’le çok barışık biriymiş. Dersim’i tartışmak, bu konuda hâlâ kapalı olan arşivlerin açılmasından yana tutum almak, bu konuda “tarafsız” olan Cumhurbaşkanı’nı göreve davet etmek, Devlet Denetleme Kurulu’nun bu konuda da araştırma yapmasını istemenin ayrı şey, Atatürk’ü eleştirmek başka bir şeymiş. Ama onun bir önder olarak Cumhuriyet devrimiyle bütün ulusa sağladığı imkânları, 20. yüzyılın başında yaptığı devrimlerin anlamını değerini kıymetini tespit ve teslim etmek ayrı bir şeymiş. Cumhuriyetin bir kazanım olduğu, Atatürk’ün yarattığı değerlerin bugün varoluş nedenimiz olduğunu inkâr etme gibi veya bu düşünceye zarar veren herhangi bir hedef gütmediğini özellikle belirtmek istemiş... Hüseyin Aygün, Abdullah Gül’ü “tarafsız” bulup onunla birlikte “Atatürk’ün emriyle Dersim’de bir soykırım yapıldığı”nı kanıtlama çabası içinde olabilir... Kendi bileceği iş... Ancak bizim asıl öğrenmek istediğimiz soru ortada duruyor: Atatürk’ün kurduğu CHP’de, Atatürk’ün koltuğunda oturan Kemal Kılıçdaroğlu, Hüseyin Aygün’ün bu çabalarına katılıyor ve katlanıyor mu? Semineri” düzenlemiş, İlköğretim Müfettişi Etem Gürsu’yu öğretmenlere bilgi vermek üzere görevlendirmişti. Gürsu, seminerde öğretmenlere “Derslerde öğrencilere ‘Atatürk kimdir?’ diye soruyorum. Onlar da ‘Atatürk bizi düşmandan kurtardı’ diyorlar. Öğretmenler yıllardır derslerde Atatürk’ün herkesi kurtardığını anlatıyor. Sizin yere göğe sığdıramadığınız Atatürk beni kurtarmadı. Ben 55 yaşındayım. Ben doğmadan 20 yıl önce ölen birisi beni nasıl kurtarır?” demişti. Seminerdeki bir öğretmen şikâyetçi olunca, Gürsu hakkında dava açılmış ve kendisi bir yıl hapse mahkum olmuştu. Gürsu, cezası ertelendiği için hapse girmedi, dahası ödüllendirildi; Afyon onya Milli Eğitim K Müdürlüğü, 2005’te “Müfredat Tanıtım Milli Eğitim Müdürlüğü Eğitim Denetmenleri Başkanlığı görevine getirildi. CHP’li Levent Gök de, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e sordu: “Adı geçen kişinin Atatürk’e alenen hakaret suçundan mahkum olduğundan haberiniz var mıdır? Haberiniz yeni oldu ise bu kişiyi bu görevde tutmakta ısrarlı olacak mısınız?” Yanıt şimdiden bellidir: Ta 1990’larda “Cumhuriyet kavramının aslında artık kendisi için çok fazla bir mana ifade etmediğini” açıklamış bulunan ve bu söylemini bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşama geçiren Ömer Dinçer, olan bitenden haberdardır ve bu tür kişileri görevde tutmakta ısrarcıdır. Çünkü yeni kurtarıcılarımız, yere göğe sığdırılamayan “Abdülmecit’in torunları” başımızdadır! Efsanelerimiz... Anneeeee, “Beşik kertmesi” ne demek? Tövbe! ??? Niye yalan söyleyeyim, benim oğlana pek çok beşik kertmesi girişimi oldu. Bizimkisi “görmemişin oğlu olmuş” durumu... Yıllar sonra kavuşulan tek çocuk, tek de torun... Kertme işlemi keyifle yürütüldü, eş, dost ve akraba tarafından. Düğün dernek oldu mu trafik karışırdı, TIR devrilmiş gibi zincirleme kaza hali... Çünkü bizim oğlan aynı anda dört beş kızla birden beşik kertmesi! Laf aramızda, bu beşik kertmesi lafı açıldı mı cinlerim tepeme çıkardı, feodal düzenin kalıntısı bir tür şiddet bu da çünkü. Oğlan anlamasın diye kaş göz ederdim. Böyle böyle 12 yaşına kadar idare ettik. ??? Ali Püsküllüoğlu sağolsun, Anadolu söylencelerini yeniden yazıp Efsaneler adlı bir kitapta toplamış. Kitap bizim oğlanın Türkçe dersi zorunlu okuma listesine girmiş. Üstelik sınavda 30 puan! Kitabı şöyle bir karıştırınca aldı mı beni bir telaş. Video oyunları kuşağı bu kitabı nasıl anlamlandıracak? Önce Yeşil Başlı Ördekler’i okuduk. Hazin bir sevdalanma öyküsü. Delikanlıyla kavuşamayınca kız kendini sulara atıp intihar etmiş, arkasından da bunu gören delikanlı “Ömrümde bir kez sevdim, onu da göl aldı, artık bu dünya neyime gerek!” demiş ve de kendini kaldırıp atmış göle. Kitaptan alıntıya devamla, “Gel zaman git zaman gölde iki ördek çıkmış ortaya, biri erkek, biri dişi. Derler ki; işte bu iki ördek, göle kendini atan sevdalılardır”... Bu kendini “kaldırıp” göle atma konusu intihara özendirme resmen. Keşişleme bakışımla oğlana gözümü diktim, ama o kahkahalarla gülüyor. Çok komikmiş bu öykü! Çocuklar şiddetle aralarına mesafe koymayı çabuk öğrenir. Ama şiddetten arınabiliyorlar mı? Terör, cinnet cinayetleri ve savaş! Şiddet insanı iğrendirir, ama aynı zamanda da çeker... ??? Ayrıca bir Turhal efsanesi var ki, şiddetin ve ırkçılığın her türlüsünü içeriyor: Vaktin birinde Turhal’da bir Rum beyi varmış. Onun da güzel bir kızı. Kız bir Türk delikanlısıyla “mercimeği fırına vermiş”. Bizim oğlana bir de bu mercimeği fırına vermek meselesini açıklamak gerekti, ama asıl konu başka: “Bu sevda öyle koyulaşmış ki, delikanlı ‘dinime gir’ demiş, kız hemen öyle yapmış. Delikanlı ‘Yaptırdığın kilise cami olsun’ demiş, kız hemen kabul etmiş. O sırada kızın babası yolculuktan dönmüş, başlamış kızını dövmeye. Kızla delikanlı kaçmışlar, ama zalim Rum beyi ikisini de öldürtmüş... Ve onların kanlarının damladığı yerde ossaat bir su fışkırmaya başlamış ki, ne su! İşte derler, Turhal’ın şimdi içmekte olduğu su o sudur.” Söylence burada bitti. Benim oğlan sordu: “Anneee, bu vampir öyküsü mü? ??? Dayak ve kanlı cinayetten kaçtık, geldik Ağrı Dağı efsanelerine... Küçük Ağrı, Büyük Ağrı’nın bacısıymış... Bu da yetmez, Kafdağı’nın beşik kertmesi nişanlısıymış... Bizimki yine sordu: “Anneeee, beşik kertmesi ne demek?” Sabrım taşmıştı. “Bırak o kitabı” dedim, “sınavı da, 30 puanı da boşver”. Çok zor bu memlekette şiddetten arınmış birey yetiştirmek çoook. sayesinde Dersim konusunu çözeceğine inanan Hüseyin Aygün’e bir mektup gönderdi: “Tunceli Milletvekili Sayın Hüseyin Aygün’ün bilmesi gerekir ki, tarihe ait olayları, kendi tarihi koşulları ve atmosferi içinde değerlendirmek gerekir. Bilimsel, sağduyulu yaklaşım böyle yaklaşmayı gerektirir. Atatürk, raştırmacıyazar Muzaffer Ayhan Kara, köşemiz A aracılığıyla; Abdullah Gül’ün Aygün’e mektup Cumhuriyeti yerleştirirken, hatta daha Kurtuluş Savaşı sırasındaki birçok ayaklanmayı, isyanı da bastırmak zorunda kaldı. Bunların içinde Batı bölgelerindeki (Adapazarı, Düzce, Yozgat vb.) dini referanslı topluluklarınki de vardı. Sadece Dersim’de Zazalara ya da DoğuGüneydoğu’da Kürt aşiretlerine karşı isyan girişimlerini bastırma harekâtı yapılmadı. Birtakım gerçeklerin bilinmesi başka, bilerek ya da bilmeyerek kaşınması başkadır... Allah aşkına; Atatürk ile birlikte olan İsmet Paşa’ya, CHP’ye; çok partili dönemde başka partiler de varken neden onca sarıldı Tuncelililer, Dersimliler?.. Sizce hata mı (!) yaptılar yoksa?.. Sayın Aygün, sizi düşünmeye, insaflı olmaya ve biraz da kendi dar pencerenizin dışına çıkıp olaylara öyle bakmaya davet etmek istiyorum. TBMM’de CHP’yi temsil edenlerin CHP’ye, onun kurucuebedi liderine, üye ve taraftarlarına ters düşmemesi, saygılı olması beklenir.” Doğru bdülmecit, A Baltalimanı Antlaşması ile Osmanlı’yı sömürgeciliğe teslim etmiştir. Söyledikleri doğrudur, dedeleri Abdülmecit’tir. Bedelli Askerlik ve Vicdani Ret SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Askere gitmeyene iş, kız verilmeyen, askerliğin vatan borcu kabul edildiği, hatta milletin “asker” sıfatıyla tanımlandığı (asker millet) ve otuz yıldır terörden temizlenemeyen bir toplumda, bedelli askerlik konusunda da vicdani ret meselesinde de bu kadar sancı çekilmesinden, bu konuların uzun uzadıya tartışılmasından daha olağan bir şey olamaz. Pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi askerliğin başındaki “zorunlu” ifadesinin kaldırılması, bunun, vicdani bir mesele olarak kabul edilmesi ve bu anlayışın yasalar tarafından onanıp uygulanması, ülkemizdeki askerlik sisteminin geleceği açısından önemli bir adım olacaktır. Askerlikte gönüllülük esasına geçilmesi çağın gereklerine uymak açısından da önemlidir. Vicdani reddi “densizlik” olarak görmekten ziyade, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi askerliğin yerine alternatif kamu görevleri belirlenmeli ve zorunlu askerlik yapmayı geçerli gerekçeler üzerinden reddeden vatandaşlar bu hizmetlere kaydırılmalıdır. Askerliği, bir yurttaşlık görevi, vatan sevgisi emaresi olarak kabul etmeyenlerin, eline silah almayı vicdanen reddedenlerin hainlikle suçlanmadığı, ceza almadığı bir sistem, tarihte sayısız kereler gerçekleşen meydan muharebelerinden bu yana teknolojik anlamda ciddi mesafeler kat edilen, üstelik birçok ülkenin profesyonel ordu sistemini kullandığı bir çağda daha doğru ve geçerli olacaktır. Zaten silahı bilgisayar başında oynadığı oyunlardan ve oyuncaklardan ya da resimlerden, izlediği dizi ve filmlerden başka bir yerde görmemiş gençleri zorla silah altına almak; ahlaki inancının, siyasi görüşünün, fikrinin askerliğe karşı çıktığı, fiziki rahatsızlık bulgusu olmasa da kendini ruhen askerlik yapmaya uygun hissetmeyen kimseleri mecburi “vatan sevgisi” uğruna dağlara ya da savaş meydanlarına göndermek, birkaç aylık süre içinde öğrendikleri teknikler ve savaş becerileri asla yeterli olamayacağı halde silahla doğup büyüyen, savaşla yatıp kalkan gerillaların karşısına çıkarmak ne kadar mantıklı ve doğru olabilir… Üstelik askerlik görevinin “kutsallığının” zorla benimsetilmesi yerine, bunun kabulünün kişinin kendi vicdanına bırakılması söz konusu kutsallığı şahlandıracaktır. Öte yandan yasalaştırılmaya hazırlanan bedelli askerlik elbette toplumdaki adalet duygusunda karıncalanma lara sebep olabilir. Bedelli askerlik sistemine göre belirlenen yaş aralığında olup, yasal olarak açıklanan parayı ödeyebilen herkes imtiyazlı sınıfına girerek askerliğini 28 gün olarak yapıyor. Bu parayı ödeyemeyecek durumda olanların ise elinde askere gitmek veya asker kaçağı olmak gibi iki seçenek kalıyor. Bu da belirlenen yaş aralığı arasında olanlar ve olmayanlar ile belirlenen maddi bedeli ödeyebilenler ve ödeyemeyenler arasında, gönül tellerimizi titreten bir Anadolu türküsünden kopup gelen “zenginim bedel verir, askerim fakirdendir” sözlerindeki eşitsizliğin doğmasına yol açıyor. Adalet duygusu da bu noktada çıkmaza giriyor. Çözüm, adalet duygusunun zedelenmesinin önüne geçmek yolunda olgun düşünce ve olgun davranışı şiar edinmekte bulunabilir. önerci cinayetlerini tanıyoruz Almanya’da işlenen dönerci cinayetlerinin basına yansımasından sonra olayın derinlemesine araştırılmasıyla birlikte istihbarat bağlantılı bir neoNazi örgütüne ulaşıldı. Araştırmalar devam ettikçe örgütle ilgili yeni belgeler de ele geçirildi. Son olarak, içinde ırkçı karşıtlığıyla bilinen siyasi liderlerin, Türk ve İslam kuruluşlarının temsilcilerinin isimlerinin yer aldığı 88 kişilik bir infaz listesi ele geçirildi. Şifreli olarak “Heil Hitler” sloganıyla süslenmiş olan liste ve Türklerin hedef olduğu cinayetlerde gizli servis bağlantısının belirmesi, Türkiye’yi de harekete geçirdi. Şimdilerde Dışişleri Bakanlığımız davaya müdahil olmak için başvuru yapmaya hazırlanıyor... 50 yıl önce binli rakamlarla tahmin edilen Almanya’daki Türk misafir işçi sayısı bugün milyonlarla ifade ediliyor. Bu büyük göç hareketinin iki ülke için sağladığı ekonomik faydalar bir kenara, genel olarak farklı toplumsal yapılardan gelen milletler arasındaki yaşam tarzı, inançsal ve kültürel farklar, ırkçı örgütlerin zenofobik damarlarını harekete geçiriyor ve bu hasta beyinler suçsuz günahsız insanları faşist kafalarının kurbanı ediyorlar. Sonra bu katillerin bazı devlet örgütleriyle ilişki içinde oldukları ortaya çıkıyor. Meğerse yıllar boyu işlenen cinayetler istihbarat teşkilatı tarafından seyrediliyor ve başarılı bir şekilde kamufle ediliyormuş… Nasıl, senaryo oldukça tanıdık değil mi? sadik.celik.gorus@gmail.com D ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1/ Kaynar su 1 da haşlanıp üzerine yağ 2 gezdirilen mı 3 sır unu yeme 4 ği. 2/ Büyük 5 kent serserisi... Mayhoş bir 6 içecek. 3/ Tar 7 la faresi... Pey 8 gamberleri Hud’u dinle 9 medikleri için Tanrı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 tarafından yok edi 1 H A V A C I V A len kavim. 4/ Hol 2 İ T A L İ K N B landa’nın plaka 3 N İ L P L A K A imi... İri ve uzun ta4D S E I T E R neli bir üzüm cinsi. 5/ Ürdün’ün baş 5 İ D B O Ğ A S I kenti. 6/ Meşin kes 6 B A R E M B Ö N Y A R A mek için kullanılan 7 A M E R 8 L A T A R K araç... Yapma, etme. 7/ Şeftali, kayı 9 P A L A N D I Z sı gibi meyvelerin çekirdeklerinin sert kabuğu... Kemiklerin yuvarlak ucu. 8/ Balçık... Petrolden damıtılan bir ürün. 9/ Kedi ya da köpek yavrusu... Asal gazlar sınıfından bir element. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Buzdolabı gibi metal eşya üzerine yapıştırılan, üzerinde resim ya da yazı bulunan, mıknatıslı etiket... Kuzu sesi. 2/ Briçte, atılan bir kâğıtla eşine oynamasını istediği kâğıdı belirtme... “İnsan bir misali / Seni eken biçer bir gün” (Karacaoğlan). 3/ Ticaret eşyası... İstenç yitimi. 4/ Gebelikte kimi yemeklerden tiksinip olmayacak şeyler için aşırı istek duymak. 5/ Tarsus ilçesi yakınlarında ünlü bir yayla. 6/ Akdeniz’de, İspanya’ya ait turistik bir ada... Çanakkale’nin bir ilçesi. 7/ Satranç benzeri bir oyun... Kars’ın doğusundaki ünlü eskiçağ kenti... Demir elementinin simgesi. 8/ Karadeniz’in kuzeyindeki iç deniz... Japon müziğine özgü telli bir çalgı. 9/ Halk dilinde şeftaliye verilen ad. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear