23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
8 MART 2008 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Hesaplaşma İçime sordum. Dedi ki: Amerikaca onanmış 1980 yılının bir eylül sabahının ardından, şimdilerde Amerika’ya sığınmış emekli vaizler aranıp aranıp bulunamazken; ağabeylerimizin kardeşlerini döve döve öldürdüler. Büyüklerimizi, küçüklerimizi, arkadaşlarımızı içeri attılar. Saçma sapan soruşturmalar açtılar. Masumların ahını aldılar. İnsanların gelmişini, geçmişini fişlediler... Atatürk’ün gazetesini, Atatürk’ün partisini, Atatürk’ün Dil Kurumu’nu kapattılar. Yine önümüz karanlık, arkamız gece. Yine sağımız boğazlaşma, solumuz anlaşmazlık. Geçmişimiz kan, geleceğimiz dizginsiz sinsilik... Sorarım size: Güçlerin güçleri hep bize mi yeter? SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Gel de Gülme İşgal edilmiş ülkenin işbirlikçi aşiretçisinin yandaşı, işine gelenin okkacısı, işgalci başının oyuncağından rahatsızsın... Ülke işgal etmiş ülkeden, işgal edilmiş ülke topraklarına girmek için rica, minnet izin isteyeceksin. İşgalci başı, yarım ağız “Eh haydi, senin gül hatırın için bir giriver, göreyim” diyecek, gireceksin. Tam, okkacı oyuncağın ümüğünü tutmuş “Sen kime efeleniyordun bakayım” diye sıkacaksın; işgalci başı “Hop” diyecek, “Yeter” diyecek, “Çekil” diyecek. Ülkesinin işgal edilmesine gıkı çıkmamış, işgalci başı ile iş tutmada mahir mandacı da öbür yanda, atacak kendini yerden yere, “Ya benim yanağımdan da makas alırlarsa” diye başlayacak ağlaşmaya... Kayıtsız koşulsuz olanını kayıt altına alsan da, ödüne ödün derler bu gökkubbe altında... Çaresiz, işgal edilmiş ülkeden, işgalci başının kullandığı oyuncağı şöyle bir sallayıp bırakacak, “Sözüm söz olsun, iki gözüm önüme aksın. Bak, affettim” diyeceksin. İşgal edilmiş ülkenin başına işgalcilerce atanmış adamı “devlet adamı”ndan sayıp kabul edecek, pışpışlayacak, sırtını sıvazlayacak, şımartacaksın... Sonra... Çuvalcının Almanya’da ‘Türban Duvarı’ Münih’e “Emma kasırgasıyla” vardık. İnsanı hani havalara fırlatan, zembereğinden boşalmış gibi gerisin geri yere savuran “lunapark trenleri” vardır ya... Münih’e böyle indik. Almanya’yı birbirine katan “Emma” bizi, gökte yakaladı. HDFSosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu Bölge Başkanı Necip Şahin, alandan şehre giderken yol boyu anlattı: Havaalanları kapatılmış, otoyollar kesilmiş, insanlara “evden çıkmayın!” komutları verilmiş. Kırk yılın bir başı Almanya felç olmuş. O güne de biz denk gelmişiz. Zeynep Oral ve benimle birlikte bir üçüncü konuşmacı vardı: Psikoterapist Zuhal Bilir Meir. Kırk yıldır Almanya’ da yaşayan Zuhal Hanım konuşmasında, Türk toplumunun yürekler acısı tablosunu gözler önüne serdi. Türkiye’deki sorunların Almanya’da yaşananlarla paralellik arz etmesinin yanı sıra, Bilir Meir’in analizi, AB ülkelerinin Türkiye’yi neden “hazmedilmesi zor ülke!” ilan ettiklerini; Kopenhag kriterleri yanı sıra Türkiye için neden “hazmetme kapasitesi” gibi ek bir “kriter” getirdiklerini açıklamaya yetiyor. parlattığı “Git düşmanın ile görüş” çuvaldızını bile bile kürsülere tırmanıp “Siyasi sorumlu olarak biz bağımsızız. Bağımsız karar aldık. Bağımsızca uyguladık ve döndük” diyeceksin... Karga karga “Gak” diyecek, “Çık şu duvara bak” diyecek. Çıkıp bakacaksın duvara ki, arkanda bir karga sürüsü: Hem kanat çırpıyor, hem gülüyor... 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in sağduyusu ile TBMM’ye geri gönderilmiş olan Vakıflar Yasası, AKP’nin karşıdevrim inadı ile çıkarıldı. İşte, Cumhuriyet ilkeleri açısından mutlaka yürürlükten kaldırılması gerektiğini savunan demokratik kitle örgütlerinin gözüyle Vakıflar Yasası’nın götürdükleri: Vakıflar Yasası’nda değişiklik yapılmasını dayatan AB, Lozan cemaatlerine şu anda hukuki varlığı olmayan ve fiili varlıklarını kiliselerle sürdüren Protestan, Katolik, vb. yeni cemaatler eklenmesini, her türlü mezhep ve tarikata hukuki kimlik verilmesini istiyor. Böylece gerçekte Lozan’ı geçersiz sayıyor. Böylece Türkiye’yi “cemaatler devleti” bataklığına doğru itiyor. Yeni Vakıflar Kanunu, Cumhuriyet tarafından kurulması yasaklanmış olan “ırk ve din Karşıdevrim yasası esasına göre kurulmuş vakıf” dünyasını ihya etmektedir. Cumhuriyet hukuku yurttaşlık esası üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet, yurttaşlar arasında dinsel ya da ırksal ayrıma dayalı hiçbir hukuksal düzenlemeye izin vermez. Yeni yasa, din ayrımı esasına dayalı eski vakıfları, sanki Cumhuriyet hukukuna göre oluşmuş vakıflarmış gibi kabul ederek, doğrudan doğruya hukuk sistemimizin içine sokmaktadır. Yeni Vakıflar Kanunu ile Hıristiyan azınlık vakıfları, Lozan Antlaşması’ndan ve Osmanlı’dan kalma “eski vakıf statüsü”nden kaynaklanan bütün bağlarından kurtarılmaktadır. Yurtdışında örgütlenmelerinin önü açılmakta, böylece bu vakıfların diyaspora ve lobilerin siyaset aracı haline getirilmelerine olanak sağlanmaktadır. Bu kanunla sınırsız mal edinebilen, yurtdışından sınırsız bağış alabilen ve mallarını birbirine devredebilen Hıristiyan azınlık vakıfları, İstanbul’da Vatikan benzeri Ortodoks Patrikhanesi devletinin altyapısını oluşturacak duruma getirilmişlerdir. Bu, Türkiye’nin üniter laik yapısına ve ulusal birliğine yönelik ciddi bir tehdittir. Türkiye’de, 2002 yılından bu yana ısrarlı bir biçimde sürdürülen yabancı vakıflara serbestiyet, bu yasayla tamamlanmıştır. Bu yasa, Türkiye’yi, bir avuç Batılı devlet ve şirketin vakıf kılıklı sözde sivil örümcek ağına hesapsızca teslim etmektedir. Yabancıların vakıf kurarak, va kıf yöneterek ya da fon aktararak Türkiye siyasetine doğrudan müdahil ve hâkim olmalarına yasal zemin sağlanmıştır. Kurulacak paravan vakıflarla siyasal partilerin dış fonlardan beslenmesinin önü tamamen açılmıştır. Yasa, en temel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine ve yabancılaştırılmasına yol açmaktadır. Yerlisi yabancısıyla ortaklaşa hareket etme yetkisi verilen vakıflar, en temel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine hizmet edeceklerdir. Mal edinme, işletmeşirket kurma, ortaklık yapma yetkileriyle donatılmış vakıflar, ülkemizde en temel kamu hizmet alanlarına yayılacaklardır. Okullar ile hastaneler, yani eğitim ve sağlık alanı ilk hedefler olacaktır. Yeni Vakıflar Kanunu, yalnızca laik devletin değil, aynı zamanda sosyal devletin tasfiyesine hizmet etmektedir. Ve medyadaki Türk kadını... Sorunlar ‘80’lerde, “ikinci kuşakla” baş göstermiş. “Münih İstasyon çevresi Türklerin merkeziydi!” diye anlatıyor Bilir Meir: “Alt katlara camiler, ülkü ocakları inşa edildi. İslama dönüş böyle başladı! Kızlar, her şeye rağmen bugünkünden moderndi. Böyle bir başörtüsü olayı yoktu. İnsanlar camilere, cumaya gitmeye başladılar. Türklere oralarda bir kimlik veriyorlardı: Sen Türksün. Senden iyisi yok!” Derken ‘89’da Berlin Duvarı düşüyor. Almanya’lar birleşiyor. Almanlar Doğu Almanya’nın sorunlarına eğilirken; “gurbetçileri” boşluyor. Tüm projeler, ilgi, finansman kaynakları Doğu’ya akarken; süreçte “yabancı düşmanlığı” patlak veriyor. Solingen, Mölln yangınları örneğin, bu döneme rastlıyor. 90’larda arkadan “üçüncü kuşak Türkler” devreye giriyor. “90 sonrası gelenlerde” diyor Zuhal Hanım; “Türkiye’deki dinin yükselişi bire bir hissediliyor. Gelenler, ‘Türkiye’den ithal gelin’ getiriyor. Tek kelime Almanca konuşamayan bu yeni Türk gelinler, evde kaynananın hizmetinden çıkmıyor. ‘İzin almadan’ dışarı burunlarını uzatamıyorlar. Almanca kurslarına gidemiyorlar. Dizi bağımlısı, evlerde saatlerce Türk TV’leri izliyorlar...” “Modern köle” konumundaki bu “ithal gelinlerin” artmasıyla, Alman medyasında “ezilen, zoraki evliliklerle başgöz edilen, geleneğe, töreye kurban edilen Türk kadın profili” yayılıyor. Dünya Kadın Hakları ve Türk Kadını İ. GÜRŞEN KAFKAS Toplum içinde kişi hürriyetlerinin sınırı, bu hürriyetlerin toplumun gönenci ile ilişkisi önemli konulardır. Birey, aile, toplum ve ulusun yaşamı bir bütünün dilimleridir. 1857 yılında New York’ta tekstil işçisi kadınların daha fazla ücret, insani koşullar ve eşit hakları ileri sürerek ağır çalışma saat ve koşullarını, ücret düşüklüğünü protesto amacıyla greve gitmeleri başlangıçtır. Bundan 151 yıl önce kadınların hak arayışı ve ezilmişliğe başkaldırı yaşanmıştı. 59 yıl sonra Kopenhag’da “Sosyalist Enternasyonal” toplantısında uluslararası boyutta, bir kadınlar gününün duyurusuna karar verilir; ancak kesin bir tarih belirlenemedi. 1917 yılında, iki milyon askerini savaşta kaybeden Rusya’da kadınlar, yönetimin politikasını protesto amacıyla ayaklandı. Kadınların protestoda kararlı direnişi, Çar’ın kadınlara “seçme hakkını” tanımasıyla sonuçlandı. Tarih 8 Mart’tı. Kadınlar gününün aranan kutlama günü bulunmuştu. Bir yıl sonra 1918’de Edebiyatı Umumiye dergisinde Nezihe Muhiddin’in “Karanlık Yollar” öyküsü yayımlanır. Bu öykü, Türk kadın haklarının arayışının başlangıç kıvılcımıdır. Nezihe Muhiddin saygın bir kadın ve iyi eğitim almış bir konuşmacıydı. Dünyada ve ülkemizde nüfusun yansı kadınlardan oluşuyor. Fakat, en yoksul, eğitim almamış ve hatta okuma yazma bilmeyenlerin çoğunluğu da yine kadınlardır. Kadın, daha alt ücretlerle çalıştırılıyor, siyasette yönetim erkinde, taşınmaz mal edinmede, sosyal güvencede geri planda tutuluyor. “Hiçbir asil, edebi ve büyük netice yoktur ki, içeriğinde kadın varlığı bulunmamış olsun” diyen Atatürk’ün bu sözü “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” özdeyişini destekliyor. Önemli olan, Türk kadınını çalışmalarımıza ortak yapmak, yaşamımızın zenginliğini onlarla yürütmek olmalıdır. Toplumumuzun gelişmesi, ilerlemesi ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesi için kadının kişilik haklarını kazanması; ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal yerinin belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında, yönetim alanında yapılan düzenlemelerin yanında toplumun sosyolojik yapısı ve kadın haklarında da yaptırımlara gidildi. Bunun için ulusumuzun çağdaş ve uygar toplumların seviyesine gelmesini engelleyen dine dayalı yasalar yerine, toplumsal ve ekonomik gelişmeyi sağlayacak yaptırımlara yer verildi. “Ulusal Boyutta Kadın Hakları” düzenlemelerinde kadınlarımızın öncelikle 1924’te Tevhidi Tedrisat, 1925’te KılıkKıyafet ve 1926’da Medeni Kanun’la okumayazma, giyimkuşam ve toplumsal verilerle ilgili, yasal statüleri eşitlendi. Bundan sonra Türk kadını, 1930’da belediye meclislerine, 1933’te köy ihtiyar heyetine ve 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme seçilme hakkına kavuştu. Bu yasal düzenlemeler iç açıcıydı. Önemli olan düşünceyi, duyguyu şeffaflaştırmaktı. Dün annemiz diye sarıldığımız, bugün eşimiz, yaşam arkadaşımız, sırdaşımız diye sevdiğimiz, sonra canım kızımız diye övünerek bağrımıza bastığımız “kadın”; her hakkı, hukuku ve değeriyle erkekle eşleşmelidir. Toplumsal kalkınmada önce insan diye düşünülmelidir. İnsan kavramında erkekkadın birbirini bütünleyen, ailenin temeli olarak vardır. Kadına tanınan haklar göreceli unsurlar değil, kalıcı, bağlayıcı ve dayanağı olan fonksiyonlar olmalıdır. Medeni ve çağdaş toplumun gereği budur. Dinî ve ideolojik etkenler, kadını ikinci sınıf bir varlık olmaya itmemelidir. İstiklal Savaşı yiğitlerinden Adile Çavuş, Mersin’de Atatürk’ü görünce eğilerek elini öpmek ister. Atatürk: “Türk kadınının yeri aşağılarda değil, her zaman omuzlardadır” der. Toplumumuzun temeli kadındır. Türk kadını, çocuğuna verdiği ak süt kadar ak, berrak ve sıcak sevgisi, ona vereceğimiz değerle taçlandırılmalıdır. Verilmesi gerekenler bir lütuf veya hatır değil, toplumun unuttuğu bir görev ve değerdir. 8 Mart Kadınlar Günü siyasal, kültürel ve sosyal etkinliklerle sivil toplum örgütleri ve kurumlarca hatırlanacak ve kutlanacaktır. En önemli olan siyasal, toplumsal, kültürel ve sosyal alanda yetişmiş aydın kadınlarımızı görmektir. Yönetim erkimizin beşiği olan Millet Meclisi’nde sayısal varlıklarını, her basamaktaki yönetimde de yerlerini almaları gerekmektedir. Kadınlarımızı siyasisosyal çıkmazın gerisine itmek değil, onları 21. yy’ın çağdaş, medeni ortamında gururumuz olarak görebilmeliyiz. Eli öpülesi Türk kadını, analık hakkı ile her zaman yücelerdedir. Ülkemizin coğrafi yapısı, Doğu’nun İslami mistisizmi ile Batı’nın yenileşmeci ve bilim ağırlıklı farklılığı arasına sıkışmıştır. Etno kültürel ve sosyo ekonomik başkaldırılar siyasilerin yanlış yönlendirmesi ile çıkmazdadır. Atatürk’ün çağdaş, bireyci, yenileşmeci ve eşit haklarla donanımlı “Türk kadını profili” türbana bulandı. 21. yy, 19. yy’a ötelenir oldu. Cumhuriyetin kazanımlarından olan her alanda gelişme ve değişim karanlıklara itilir oldu. Kutsal Türk kadını aydınlıkçı bakışa doğru ilerliyorken, bu geriye dönüş ve baskıcı tavır İslam dininin çıkara dayalı kullanılmasındandır. Kızlarımız ve kadınlarımız ailemizin ve ülkemizin aydınlık yüzüdürler. Onları rahat bırakalım... 8 Mart Kadınlar günü ve her günleri kutlu olsun... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Bu böyle yürümez!’ Yıllar, Alman ve Türk toplumları arasında köprü kuracağına, tersi oluyor: Uçurum derinleşiyor. Kimlik, kök arayışındaki kadınlar arasında dindar olsun, olmasın “kapanma” artıyor! “Yükselen değer türbanla edinilen yeni kimliği” anlatırken Bilir Meir, “Misal” diyor: “...‘Mini etek giydiğim yıllarda Almanların gözünde sıradan bir yabancı; herhangi bir Türk kızıydım!’ diyenler var. Önceki yaşamında dinle kadının alakası yok. Dini, kapandıktan sonra keşfediyor. Türbanla kazanılan yeni kimlikle çevrenin ilgi odağına dönüştüğünü anlatıyor; ilgi aldığını söylüyor!” Dindar olmayan da yani, “Müslümanlık” adına bir tavır ve bir kimlik kazanmış oluyor! “Dinle kazanılan kimlik” ilkokula dek inmiş. “Son gelişme de bu” diyor Bilir Meir: “Çocuğa sınıf arkadaşlarını soruyorsun; ‘3 Müslüman, 2 Hıristiyan arkadaşım var!’ diye yanıt veriyor...” Ahmet, Mehmet, Hans gitmiş... Yerine yalnız Müslümanlık ve Hıristiyanlık kalmış! Bir nevi eski Yugoslavya gibi yani... Dönüş yolunda Emma dinmişti. Ama Avrupa semalarında başka fırtınaların hız aldığını düşünmek beni çok daha fazla rahatsız etti. Uçakta HürriyetAlmanya baskısında çıkan Kerem Çalışkan’ın “Arkadaşlar, bu böyle yürümez!” yazısını okudum. “Türk kökenli gençlerin yaklaşık yüzde 50’si iyi bir eğitim ve meslek eğitiminden yoksun” diyordu Kerem de. Yoksulluk, işsizlik, mesleksizlik, kayıt dışı çalışmak Türklere mahsus... Bu böyle yürümez gerçekten. Avrupa’da bu ırkçılık, Türkiye’de bu aymazlık varken; “Emma”dan çok daha tehlikeli başka kasırgalarla savrulabiliriz... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 8 Mart www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ortaoyununun 1 sergilendiği genellikle oval biçimli 2 alan. 2/ Mevki, ma 3 kam... Ulaşılmak istenen hedef. 3/ 4 Gümüş... Binek 5 hayvanlarının sır 6 tındaki oturmalık. 7 4/ Bulgur, soğan, domates, biber gi 8 bi şeylerle yapılan 9 ve çiğ olarak yenen 1 2 3 4 5 6 7 8 9 bir yiyecek. 5/ El ve yüz 1 E ŞME K A Y A hareketleriyle gösterme... E S E D İ Y E Bir nota. 6/ Japonya’da 2 Ğ V A N 11921868 yılları arasında 3 R A H İ M L A babadan oğula geçen aske 4 İ L İ N E K R A K AM ri diktatörlük kurumu... Ha 5 K A R S E R İ M va ve gaz akımları oluştur 6 O T İ T A P makta kullanılan aygıt. 7/ 7 C U R A Kimi yemeklerin üzerine 8 A R İ F A N E İ dökülen bir çeşit terbiye... 9 A T Ş E L E K Genelev işleten kadın. 8/ Bir soru sözü... “Göl sanırdık ne zaman dalsak gözlerine” (F. N. Çamlıbel)... Satrançta bir taş. 9/ “Korkak, ürkek” anlamında yerel bir sözcük... Duvar içine yapılmış küçük ve kapaksız dolap. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kadınların genellikle başlarının arkasına taktıkları ek saç... Çıplak vücut resmi. 2/ Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad... Kısa çorap. 3/ Soğuğun etkisiyle ya da bükülme sonucu bel bölgesinde beliren ağrı. 4/ Tarla sınırı... Bezekçilikte kullanılan yeşil ve pembe dalgalı bir çeşit sedef. 5/ Yemişlerin yenen bölümü. 6/ Pencere çerçevesi... Donuk renkli. 7/ Türlü bitkilerin yaprak ve kabuklarıyla kokulandırılmış acımtırak bir içki... Bir nota. 8/ Bir şeyde herhangi bir ayıp ya da kusur bulunmadığını bildirmek. 9/ İntikam... Ağzı geniş tek kulplu su kabı. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear