23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 MART 2008 CUMARTESİ 20 Ayrıcalık AKP kurucularından Ali Coşkun, partide bir grup akil adamın saf dışı bırakıldığını savunarak Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam”lığa doğru kaydığını dile getirmiş... Doğru bir tanı. Çünkü, AKP’nin kapatılması filan önemli değil artık, ikinci kez Erdoğan’ın siyasal yaşamını kurtaracak “kişiye özel” anayasa değişikliği peşindeler. Yani, genel başkanlarına “ayrıcalık” istiyorlar. Anımsayınız, 2003 başında hukukla oynanmış, anayasa kişiye özel değiştirilmiş, Siirt’te kişiye özel seçime gidilmiş, böylece Erdoğan önce milletvekili yapılmış, sonra da Başbakanlığa getirilmişti... Anayasa Mahkemesi kararlarını anımsatan hukukçu dostlarımız, benzer bir süreçte olduğumuza dikkat çekiyorlar: “Bir kez daha kişisel kurtuluş için hukuk ihlal ediliyor, hem de hukuk kullanılarak. Bir kişinin ya da onunla birlikte tebaasının çıkarı için feda edilen ise demokratik, laik hukuk devleti. Hukuk devletinde, anayasanın da yasaların da genel, soyut ve nesnel olması gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin de belirttiği gibi, ‘Yasaların genelliği ilkesi, özel, aktüel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli bir kişiyi hedef almayan, aynı statüde olan herkesi kapsayan kuralların getirilmesini zorunlu kılar.’ ‘Hukuk devleti, yasaların kamu yararına dayanması ilkesini de içerir. Buna göre, özel çıkarlar için veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralı konulamaz’. Hukuk, anayasa ve yasa kuralları kişilerin inanç ve çıkarları için değiştirilemez, kişilere ayrıcalık tanımaz. O zaman dayatma ve baskı aracı haline gelir.” Pembe Kravatlı İmamın televizyonuna çıkıp Başyazarımız İlhan Selçuk’un gözaltına alınması konusunda eveleme geveleme yorumlar yapan pembe kravatlı bir kişiden söz etmiştik. Haluk Ergüven, bize gönderdiği elektronik mektupta, o kişinin kim olduğunu çok merak eden okurlarımız için bir ipucu vermiş: “Yazıları bir harika. Örneğin, şöyle bir şeye benziyor: 27 Nisan’daki emuhtıra ile başlıyor olabilir gibime geldiğini söylesem, belki yanlış yapmış olmayabilirim diye düşünmekten kendimi alıkoyamadığımı açıklamayı demokrasinin bir gereği gibi görmüş olabilirim. Hatta gözaltına alınmış oldukları söylenen kişilerin olup olmadığı, eğer varlarsa kimler olduğu bir yana, eğer böyle bir şey varsa bunun bir misilleme olduğunu, bunu iddia edenlerin varlığı karşısında olup olmadığımızı yeteri kadar netlikle bilmememize rağmen, böyle bir inanç içinde olup olmadığımı söylemek için zamanın çok erken olduğunu düşünmeye başlayacağımı söylemem anlamlı değil mi?” SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Sertifika Gerek Yeni Şafak’ta, Star’da, Taraf’ta döktürenler var. Doğrusu, Ergenekon soruşturması üzerine yaptıkları son çalışmalarla Ortadoğu ve Balkanlar’ın yetiştirdiği ender dedektiflere ve de falcılara taş çıkartırlar. O ne enerji, o ne derin bilgi, o ne ufuk açıklığı, o ne müneccimlik efendim! Hık demiş, 12 Eylül’ün meşhur DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) grubundan düşmüşler adeta... Bu böyle kalmamalı. Döktüren gazeteciler; Taraf gazetesi yazarı, eski Polis Akademisi öğretim üyesi Doç. Dr. Önder Aytaç’ın gözetiminde hızlandırılmış bir kurstan geçirilmeli ve birer “polislik sertifikası” ile onurlandırılmalı... Gerilim Bilisizlik, tabansız özgüvenle bastırılmış yetersizlik, kuşkuculuk, kabarmış bencillik, ne oldum deliliği, tepeden bakma, sepet efendimciliğe düşkünlük... Hepsi bir araya geldiğinde işler kötüye gidiyor, doğal olarak... Gerilim ta içinde, istese de düşüremez ki... Değişen Türkiye’nin Cinayeti Böylesi hiç olmamıştı.... Okur mektupları genelde yazdığım yazılar ardından gelir. Bu henüz yazılmamış bir yazının öncesinde geldi: “Lütfen bu cinayeti yorumlar mısınız?” diyor bir “Sağnak” okuru... Kızı tarafından boğazı kesilerek öldürülen Prof. Dr. Olcay Tiryaki Aydıntuğ’un trajedisi Türkiye’yi dumura uğrattı. Sokakta, evde, konu komşu, eş dost; bu kan dondurucu olayı konuşuyor... Siyasi konjonktürün tozu dumana katan karanlık kriz ortamı bile; korkunç cinayetin gündemdeki yerini gölgeleyemedi. Ana katili genç kız, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi... Eğitimli, birikimli bir ailenin kızı.... Ana baba profesör... Akıl fikir almaz vahşetle yan yana getirmekte zorlandığımız bu tablo karşısında insan ister istemez: “Kapı komşumuz olabilecek bir aileden nasıl böyle bir canavar çıkmış?” demekten kendini alıkoyamıyor. KırmızıBeyaz Milli takımın yeni formasını Beyaz Rusya maçında sahada gördük ve yadırgadık. Uçuk kaçık bir şey. Milli takımın ruhunu, bayrağımızın rengini geri istiyoruz, hemen! Emekli maaşlarında düşme olacak mı? Olacak... Sağlık hakkında kısıtlamaya giden hükümler korunacak mı? Korunacak... En büyük kazanım olarak gördükleri ne? Emeklilik için aranan 9 bin gün, 7 bin 200 güne düşürülmüş. Ya emeklilik için getirilen 65 yaş? Olduğu gibi duruyor. Türkİş’in başına oturtulan ekibi yakından tanıyanların dedikleri çıktı: “AKP’nin sosyal güvensizlik reformuna tabandan yükselen tepkiyi yumuşatmak için eyleme ‘evet’ diyecekler, sonra AKP ile anlaşıp biriki ödün kapmış gibi görünüp durumu kurtara Danışman Şaşkınlığı Eski milletvekili Zeynep Damla Gürel’in bir “sosyal demokrat” olarak Abdullah Gül’ün danışmanlığına getirilmesi, kimilerinde şaşkınlık yaratmış. Çılgın ya da şaşkın olmak hoş bir durum değil. ABD’den ithal Kemal Derviş kontenjanından CHP’ye gelip onunla birlikte partide ulusal politikalara karşı muhalefetçilik oynayan, uluslararası bağlantıları bilinen Arı Hareketi Derneği yöneticisi Zeynep Damla Gürel şimdiye değin kendi görev yolundan şaştı mı hiç? Şaşmadı. O zaman şaşanlara şaşmalı. Eriyen Haklar caklar...” Olan, işçi ve çalışanların haklarına oldu. SBF öğretim elemanı Dr. Serdar Şahinkaya’nın bir makalesinde yazdığı gibi: “Türkiye’de 1980 yılında başlayan iktisadi ve mali sistemin yeniden yapılandırılması süreci, 1990’lı yıllarda, devletin yeniden yapılanması tartışmaları ile birlikte yeni bir aşamadan geçmiştir ve izlenen neoliberal kökenli iktisat politikaları, devletin ‘sosyal’ niteliğini törpüleyerek zaman içerisinde yok etmiştir.” Haklar gibi, devletin nitelikleri de bir bir eritiliyor. Laiklik, hukuksallık, sosyallik... Bir yanda ‘töre’, öte yanda ‘yabancılaşma’ Her toplumun kendine has belli bazı ‘’cinayet tipolojileri” vardır. Anglosakson dünyasına özgü “seri katil cinayetlerine” mesela, bizde sık rastlanmaz... Hırsızlık, miras, para pul cinayetleri ötesinde gazetelerde en sık okuduğumuz cinayet türleri bizde kıskançlık, namus ve töre üzerinedir. Yani “feodaliteye”, “feodal dünyaya” ait, “feodal değerlerin” ürünü olan cinayetlerdir bunlar. Hele hele “aile içinde işlenen cinayetler” söz konusu olduğunda; bu şablonun dışına çıkıldığı pek görülmez. Olcay Tiryaki Aydıntuğ cinayeti ise çok farklı. Bu “farklı profil” duyduğumuz “şoku” kat be kat arttırıyor. Aydıntuğ cinayetinin anatomisi; gelişmiş postmodern toplumların “yabancılaşma öykülerine” benziyor: dağılmış aile düzeni, sevgisizlik, ilgisizlik, yalnızlık, depresyon, kimlik bölünmesi ya da parçalanması... Ben tabii kriminoloji, psikoloji ya da sosyoloji uzmanı değilim. Ama bu cinayet karşısında toplum olarak şöyle bir noktaya geldiğimizi fark ediyorum: Türkiye’nin bir kesitinde hâlâ “töre cinayetleri” işlenirken; bir başka kesitinde de “yabancılaşma cinayetleri” boy gösteriyor. Feodal ve gelişmiş toplum patolojilerinin artık yan yana, iç içe yaşadığı, kesiştiği bir ülkede yaşıyoruz... ‘Hepimiz İlhan Selçuk’uz’ ‘Bizleri Susturamayacaksınız’ İ. GÜRŞEN KAFKAS Toplumsal gelişmemizin güvence altına alınması, aydınlanmamızın ışığı olmaktı suçu. Kadın hakları, çağdaşlaşmamız, laik demokratik yapımız, Atatürk ilke ve devrimlerinin ulusal değişimimizdeki yeri ve önemiydi yazılarının ana gündemi. Ümmetçi olmayı kabullenemiyor, her türde tabulara karşı koyuyordu yazılarıyla. O, aydınlanma fenerini tutuyordu karanlıklara karşı... 83 yaşında düşünceleriyle dipdiri, üretken ve söylemleriyle yirmi beşlerde bir delikanlıydı sanki. İlhan Selçuk, askeri darbeler döneminin de burukluğunu yaşamıştı. Cumhuriyet’in 85. yılında aydınlığa durmalıydı karanlıklar. Ne yazık ki karanlıklar egemen oladurdu. ??? Türban, dini kadrolaşma, eğitim sistemindeki çıkmazlar zinciri, cemaatler, tarikatlar gençlerimizi, halkımızı gerdi ve karşı karşıya getirdi. Siyasi erk ulusal birliği, bütünlüğü sağlayacakken ayrışımın, parçalanmanın, huzursuzluğun ve tedirginliğin kaynağı oldu. AKP yönetimi, “toplumu değiştirebileceğini sanan hayalciler” oldular. Bilmelidirler ki, “Atatürkçülük ölmez bir hedef, yükselen bir şereftir” bilinci milyonların yüreğine işlenmiştir. Bugün ulusal olarak “Uzun ince bir yoldayız” deyişinin mimarı Âşık Veysel’in ölüm yıldönümüydü. O, yaşamı tüm acımasızlığıyla tanımlıyordu. Bıçak sırtında ve tedirgin bir yaşam halkımızın gündem konusu. Ülkemizin ekonomideki büyük sorunları, terör belası, eğitimdeki çıkmazlar, hukuksal tedirginlikler, üniversitelerdeki ayrışımlar ve cemaatlerin teolojik (dini) baskılarıyla uğraşılacakken aydınlar tutuklanıyor, sorgulanıyor, sinirler geriliyor. Devleti yönetmek böyle mi oluyor?.. İnönü’nün “Suçluların telaşı içindeler” sözü bugün de tarihin bir tekerrürü oldu. “Dinin siyasete alet edilmesi alışkanlığı, siyasi yaşamımızın bugününü hazırladı.” Binlerce genç Doğu ve Güneydoğu’nun dağlarında, bayırında canı pahasına “önce vatan” diye haykırarak savaşıyor, şehit oluyor. Anneler göz yaşlarını yüreklerinin derinine akıtıyorlar. ABD ve AB, ulusal bütünlüğümüze egemen. İç ve dış borçlar, teslimiyetçiliğimizin ana hatlarını çiziyor. Bütün bunlar irdelendiğinde, yazıldığında suçlu olunuyor. Tıpkı İlhan Selçuk’un yazdıkları gibi... Aydınlanma, karanlığı daha karartmak yerine önce çıra aydınlığı ve sonra da güneşe ulaşmanın yolunu göstermek en büyük suç... İyi ki ülkemizde idam cezası kaldırıldı. Yoksa suç büyük, sonu idam da olabilirdi!.. İlhan Selçuk, yazılarındaki dokundurmalarıyla her girdiği gönülde yeniden doğdu. Siyasi erkin sınır tanımaz kadrolaşması, devlet kurumlarında sosyal ve kültürel alanda derin muhafazakârlaşmak ve tavanı ele geçirme tutkuları, bürokrasiyi kendi doğrultularında işlerliğe yöneltmek AKP’nin hedeflediği rota. İlhan Selçuk bütün bunları gördü, araştırdı ve yazdı. Onun yüreğine kök salmıştı aydınlanma, çağdaşlaşma ve yenileşme. Karanlıklara, gericiliğe göz yumamıyordu. Ulus, bugün bir trajedi yaşıyor. Geleceğimiz gölgeli, düşsel ve gizemli sahnelere gebe. Ülkemizin akıl ve bilime dayalı imajının 19. yy’a dönüşümü düşündürücü ve kabullenilemezdir. Yurtdışında da bu olumsuzluklarımız siyasi çıkmazımızın projeleri olarak her gün gündemin birinci sırasında. Laik demokratik yapımızı tersine çevirerek sorun yaratanlar tarihi bilmeyenlerdir. Onlar, laik demokratik devlet yapısı yerine, teolojiye sarılarak şeriat beklentisindeler. Geleceği böyle biçimlendirmeyi hedefliyorlarsa yanılıyorlar. Türkiye; Malezya, İran, Afganistan’a dönüşmeyecektir. ??? Atatürkçülük yüreğimize kök salmıştır. Onu oradan sökemezler, atamazlar. Binler, on binler gösteri, karşı duruş ve tepki dolu etkinlikleriyle gündemdedirler. Onlar “Susmayacaklar, susturulamayacaklar, sindirilemeyecekler”. Çünkü onlar, Atatürk’ün çağdaş, yenileşmeci, aydın bireyleridir. Çağdaş, değişken, gelişken ve farklılaşmaya yönelik biçimlenmemizin karşısında durulamayacaktır. Ülkemiz insanı gerilimden uzak, diyaloğa açık kapılarda buluşmalıdır. Kapısı kapalı tutulan dine dayalı sırlar aralanmalıdır. Ülke olarak nereye sürükleniyoruz!.. Kendini bilen herkesin, her kesimin kafası karışık. Kamplaşmalar, hesaplaşmalar nereye kadar. Yaşamını ülkesinin daha iyiye, doğruya ve güzele gitmesi için adayan bu “yazın çınarı”nı bu yaşında ve sağlık sorunları varken üzmek anlaşılmazdır. Bu nedenle ülke insanı olarak haykırıyoruz, sesimizi duyurmak için tüm duvarları yıkarak “Hepimiz İlhan Selçuk’uz” diyoruz. Türkiye geleneksel yapısıyla konuksever ve büyüklerine saygılı bir toplumdu. Büyüklerimizi, aydınlarımızı, değerlerimizi, sanatçılarımızı korumak bu ulusun temel özelliğidir. Bu önemli özelliklerimizi paspaslayanlara yazıklar olsun diyorum. Karanlığın, gericiliğin örtüsü gözümüzün de mi örtüsü oldu! 21. yy. bilişim çağıdır. Düşünce özgürlüğünün, üretkenliğin, yeniliğin, çağdaşlaşmanın akıl ve mantıkla çözüm dönemidir. İlhan Selçuk bu gelişme ve yenileşmenin yol göstericisiydi. İzinden gidilerek aydınlığın yolu bulunmalıydı. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Başkalaşan toplumsal doku Batı toplumlarında zaman zaman görüyoruz: Bebeklerini öldüren anneler çıkıyor. İtalya’da bir anne çok ağlayan bebeğini çamaşır makinesine attı mesela. Bir başkası, üç yaşındaki oğlunun kafasını dağıttı. Yakından izlediğim İtalya örneğinde, her yıl bu hikâyelerden bir ya da birkaç tanesi basına yansıyor. Haberin yanındaki fotoğraflara bakıyorsunuz. Hayalinizdeki “canavar” portresiyle bağdaştıramıyorsunuz. Herhangi bir üniversite kantininde benzerlerine kolaylıkla rastlayabileceğimiz Başak Aydıntuğ örneğindeki gibi tıpkı; kuaförde, metroda, markette rastlanan türden sıradan yaşamlardan çıkmış, “görünürde” sıradan kadınların resimleriyle yüz yüze geliyorsunuz... Böyle büyük “şok” yaratan her cinayetin ardından Çizme’de medya, hukukçular, sosyologlar, psikologlar, kriminoloji uzmanları “toplum adına çekilen kaygı verici fotoğrafı” çözümlemek uğruna uğraşıyor: günlerce, hatta bazen aylarca seferber oluyorlar.... “Modern zamanların” damgasını taşıyan bu feci cinayetlerin ardında ”uyuşturucu bağımlılığı” ya da “şizofreni” gibi kişisel patolojiler yoksa eğer hemen her zaman çok derin bir “yabancılaşma olgusu” çıkıyor... İletişimsizlik, iletişimsizliğin getirdiği yalnızlık, yalnızlığın yol açtığı bir “gerçekten kopma” duygusu, yakın çevrenin beklentiler çıtasıyla baş edememek filan derken “kapı komşunuz olabilecek insanlar” canavarlaşıyor. Kanlarından, canlarından olan en yakınlarına, öz benliklerine, en kutsal ve en derin değerlerine bile yabancılaşabiliyorlar. “Rasgele bir gerekçe” bakıyorsunuz, uzayan bir çocuk ağlaması ya da Aydıntuğ örneğinde gördüğümüz türden üst perdeden yapılan bir anakız tartışması; böyle feci bir cinayete çanak tutabiliyor günün birinde. Ürkütücü. Aydıntuğ cinayeti, değişen ve başkalaşan toplumsal dokumuzun alarm zilidir. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 9 (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 29 Mart www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 1/ İçine peynir 1 ya da kıyma konularak sac üze 2 rinde pişirilen bir tür börek. 2/ 3 Otlak... Bir şey 4 den kalan kötü 5 iz. 3/ İflas... “ sesleri sönüyor 6 perde perde / At 7 lılar kayboluyor 8 güneşin battığı yerde” (Nâzım 9 Hikmet). 4/ İlave... Dik 1 2 3 4 5 6 7 8 olmayan, meyilli. 5/ Bu 1 MÜ D E R R İ S naltma, tedirgin etme... 2 A V A R O T E Bir nota. 6/ Bir işi yap3 B E L K I S T tırabilme gücü... YalvarR İ ME ma, yakarma. 7/ Bir et 4 E Z A N L N A R kinliğin geçici olarak 5 Y A P A Ş durdurulduğu süre... 6 İ M UN A Mora dönük canlı kırmı 7 N A R zı renk.. 8/ Asıl, esas, 8 T A K A T U K doğru. 9/ “Gözümüze 9 H A B A N E R A kara toprak / Dolmadan bir sürelim” (Karacaoğlan)... Sarp geçit. 9 L A L A N G A YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kuşbaşı et ve pirinçle yapılan bir börek... Ateş. 2/ Asya’da bir ülke... Türlü nedenlerle başarılı olamayan kimse. 3/ Cahit Külebi’nin bir şiir kitabı... Alışverişte satıcının alıcıya yaptığı indirim. 4/ Defa, kere... Tarla sınırı. 5/ Yaprağı taflan yaprağına benzeyen, kabuğundan siyah boya yapılan ve ormanlarda yetişen yabanıl bir ağaç... Uzaklık işareti. 6/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Yatak doldurmaya yarayan yün, pamuk, kıtık gibi şeyler. 7/ Kürkü değerli memeli bir hayvan... “Avizeağacı” da denilen ve süs bitkisi olarak yetiştirilen bir ağaççık. 8/ Altından sopa gösterilir... Tanrı. 9/ Katar’dan yayın yapan bir televizyon kanalı. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear