01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
19 ŞUBAT 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 ‘HAREMDE 1001 GECE’ ‘Doğan, Türk şiirinde yenidenaydınlanma döneminin fiili eleştirmeniydi’ Mehmet H. Doğan’ı kaybettik Kültür Servisi Yaklaşık iki aydan beri yoğun bakımda bulunan Türk şiirinin en önemli eleştirmenlerinden Mehmet H. Doğan önceki akşam yaşamını yitirdi. Doğan, 22 Şubat Cuma günü Güzelbahçe Yalı Camii’nde kılınacak öğlen namazının ardından Yakaköyü Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 1931 Adana doğumlu Mehmet H. Doğan, 1951’de Harp Okulu’nu, 1953’te Uçuş Okulu’nu bitirdi. 195157 yılları arasında Hava Kuvvetleri’nde pilot olarak görev yaptı. 1959’da ABD’de İngilizce öğretmenliği eğitimi aldıktan sonra İzmir’e yerleşti. 196070 yılları arasında Hava Kuvvetleri’nde İngilizce öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra, kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 1970’te Ege Üniversitesi’ne İngilizce okutmanı olarak atandı. 1977’de emekliye ayrılarak kendini bütünüyle edebiyata verdi. Edebiyata genç yaşta (194546) şiir ve öyküyle başlayan Doğan’ın ilk şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. 1967 yılından sonra şiir üzerine denemeeleştiri yazılarına ağırlık verdi. İngilizce ve Fransızcadan otuzdan fazla çeviri yaptı. Tekrarın Tekrarı adlı eleştiri kitabıyla TDK 1974 Eleştiri Ödülü’nü kazandı. 19922001 yılları arasında Adam Sanat Şiir Yıllıkları’nı hazırladı. 2002’den sonra YKY Şiir Yıllıkları’nı yayımlamaya başladı. Yapıtları: Denemeeleştiri: Tekrarın Tekrarı (1973), Birikime Dayanmak (1979), Şiirin Yalnızlığı (1986), Çağının Tanığı Olmak (1993), Yazıdan Bakmak (1993), Şiir ve Eleştiri (1998), Şiir Bugün (2001), Türk Şiirinden/Son Okumalar (2008Mart’ta çıkacak).İnceleme: 100 Soruda Estetik (1975, 2003). Antoloji: İkinci Yeni Antolojisi (1969), Hece Taşları (1997), Yüzyılın Türk Şiiri 19002000 (3 cilt, 2002), İkinci Yeni Şiiri (2008Mart’ta çıkaDoğan, Tekrarın Tekrarı adlı eleştiri kitabıyla TDK 1974 Eleştiri Ödülü’nü kazandı. 19922001 yılları arasında Adam Sanat Şiir Yıllıkları’nı hazırladı. 2002’den sonra YKY Şiir Yıllıkları’nı yayımlamaya başladı. cak). Anı: Şimdi Uzaklardasın (1998), Alçak Uçuş (2003). Çeviri: (Başlıca) Gerçekçilik Açısından Kafka (Roger Garaudy, 1965), Gerçekçilik Açısından Picasso (Roger Garaudy, 1966), Büyük İhanet (Albert Kahn, 1966, 1974), Gerçekçilik Açısından SaintJohn Terse (Roger Garaudy, 1967), Bir Köpeğin Araştırmaları (Franz Kafka, 1969), Yalnız Bir Avcıdır Yürek (Garson McCullers, 1973, 1991), Yanılsama ve Gerçeklik (Christopher Caudwell, 1977, 1988), Marksizm ve Biçim (Fredric Jameson, 1997), Yanlış Okumalar (Umberto Eco, 1997). Fazıl Say İsviçre’de Kültür Servisi Tanınmış piyanist ve besteci Fazıl Say’ın “Haremde 1001 Gece” başlıklı keman konçertosunun dünya ilk çalınışı, 20 Şubat akşamı İsviçre’nin Luzern kentinde gerçekleşecek. John Axelrod yönetimindeki Luzern Senfoni Orkestrası’nın yorumlayacağı konçertonun solisti, genç kuşağın en yetenekli keman sanatçılarından Patricia Kopatchinskaja. Konserde ayrıca Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” uvertürü, Haydn’ın mehter müziğinden esinlenerek yazdığı “Askeri” adlı 100. Senfoni’si ve Fazıl Say’ın KemanPiyano Sonatı seslendirilecek. Konserin biletleri haftalar önce tükenmiş bulunuyor. Luzern Senfoni’nin 2000 koltuklu konser salonunda iki gün üst üste verilecek konsere Avrupa basını geniş ilgi gösteriyor. Müzik eleştirmenleri, yapıtın adının “Haremde 1001 Gece” olmasını, Fazıl Say’ın Doğu ile Batı arasında kurduğu köprünün göstergesi olarak niteliyor. Avrupa’nın tanınmış bir müzik kurumunun bir Türk bestecisine konçerto ısmarlamasının, bu köprünün Batı’daki ayağını oluşturduğunu düşünen Say ise geleneksel çalgılarımızın da yer alacağı orkestranın çalacağı konçertosunu, Türk basınının ve sanat eleştirmenlerinin izleyeceğini belirtti. Yapıt 2008 yılı içinde birçok Avrupa ülkesinde ve Japonya’da, aralık ayında ise İstanbul’da seslendirilecek. (www.fazilsay.net email: [email protected]) İİRİN EN ÇALIŞKAN ELEŞTİRMENİYDİ’ Enver Ercan: Mehmet H. Doğan’ı en verimli olduğu 1980’li yılarda tanıdım. Şiirin, Memed Fuat’la birlikte en çalışkan eleştirmeniydi. Özenli ve kapsayıcı bir tutum sergilediği; en önemlisi de bir beğenisi olduğu için kendinden önceki kuşaklar gibi kendinden sonraki kuşaklar da ne dediğini ve ne diyeceğini merak etti. Yapıtlarının, şiirseverlerin kitaplığında mutlaka yeri oldu. Eleştirel denemeleriyle, incelemeleriyle, antoloji ve yıllıklarıy ‘Ş la özellikle 1980 kuşağı ve sonrasının ufkunu açtı. Onu hep sevdik ve saydık. Şiir dünyamız için büyük bir kayıp. Doğan Hızlan: Mehmet H. Doğan, bir şair kadar yaşamını şiire adamış bir şiir eleştirmeniydi. Şiiri, şairleri izlerdi. Yıllardır yaptığı yıllıklar, bugün bile başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır. Türk şiiri üzerine yazmak isteyenler, üç ciltlik “Yüzyılın Türk Şiiri (1900 2000)” kitabını mutlaka okumak zorundadırlar. Şiir üzerine eleştirileri, denemeleri, şairlere yararlı olmuştur. Onun yazdıkları, bilgili şiir okurlarının artmasını sağlamıştır. Şiiri, edebiyat kuralları dışında topumsal çevresiyle de değerlendirmiştir. Hiç kuşkusuz Türk edebiyatı, özellikle Türk şiiri için önemli bir kayıp. Ataol Behramoğlu: Mehmet H. Doğan’la aramızda çok ciddi görüş ayrılıkları vardı. Özellikle onun “Politika”da yazdığı, benim “Militan” dergisini çıkardığım 1970’lerde bu görüş ayrılıkları kıyasıya bir çatışmaya dönüşmüştü. Mehmet H. Doğan’ın benim de içinde bulunduğum bir şiir an layışını hiçbir zaman doğru değerlendirememiş olduğunu düşünüyorum. Buna karşılık o çalışkan ve hiç kuşkusuz değerli bir edebiyat adamıydı. Özellikle de C. Caudwell’dan “Yanılsama ve Gerçeklik”, Aristoteles’ten “Retorik”, R. Gauraudy’nin bazı yazıları başta olmak üzere, çevirileriyle de edebiyat ortamımızın ufkunun genişlemesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Kemal Özer: Mehmet H. Doğan, çeşitli yönleriyle son 50 yıllık edebiyat yaşamımızda etkili olmuş bir yazar ve çevirmen. 1960’larda tanıdığımda şiir de yazıyordu ve dergilerde yayımlıyordu. Sonradan yalnız şiir üzerine değerlendirmeler yapmayı sürdürdü ve bu alanda yazdıklarıyla Türk şiirinin gelişim çizgisinde değerlendirmeleriyle, tartışmalarıyla, yaptığı seçkilerle etkili oldu. Çeviri yoluyla kazandırdığı yapıtlar da, kuramsal ve düşünsel alanda belirleyici olacak niteliktedir. Bütün bunları içine alan kapsamlı bir değerlendirmeyle ele alınmayı hak ettiğini düşünüyorum. Yücel Kayıran: Mehmet H. Doğan, Türk şiirinde yenidenaydınlanma döneminin fiili eleştirmeniydi. Mehmet H. Doğan, 70’li yıllarda Türk şiirinde ortaya çıkan bunalım ve kriz döneminden aydınlığa çıkış sürecinin eleştirmeniydi. Bu bunalım, 60’lı yılların sonunda hissedilmişti ve şiir eleştirisi dolayısıyla eleştirmen gündemden ve Türk şiiri ortamından kendini geri çekmişti. 70’li yılların bitip 80’li yılların başladığı dönemdeyse eleştiri ve eleştirmen, Mehmet H. Doğan’ın şahsında bu bunalım dönemine müdahale edecekti. Mehmet H. Doğan, işte, Türk şiirini bu bunalım sürecinden çıkması için şiir ortamına müdahale eden eleştirmenin adıdır. Romancıların başının büyük dertte olduğu ortada. İnternet denen dünya, herkesi yazar yapabiliyor, herkesin kendi yaşamını roman olmaya aday görmesine olanak sağlıyor Ölen kitaplar mı yoksa bugünün formu mu? ENVER AYSEVER omancıların başının büyük dertte olduğu ortada. İnternet denen dünya, herkesi yazar yapabiliyor, herkesin kendi yaşamını roman olmaya aday görmesine olanak sağlıyor. Olayın içerik ve biçim olmak üzere karmaşık boyutları var. Amerikalıların yüzde 81’i kendilerinin bir romana konu olabileceğini düşünüyor. Üstelik bugün bilgisayar başına geçen bir kişi hızla yaşamöyküsünü bir kurgu bütünlüğünde yazabilir. Bunu blog denilen sanal âlemdeki kendine özel bölümde yayımlayabilir. Hatta dahası kendisi ya da dileyen, bu yazılanları basılı biçimde okuyabilir. Yani artık kitap sanal olarak da okur karşısına çıkma olanağına sahip. Dileyen basılı olarak da okuyabilir. Üstelik bir sav, eğer Tolstoy bugün yaşasaydı, terörsavaş ikilisinden oluşan günümüz dünyasının ve ardındaki lider ve siyasiler ilişkisinin gerçekliğinden daha gerçek bir kurgu yapamayacağı yönünde. Yani çağın gerçeği, romancının gerçekliğini sollamış olarak benimseniyor! Eğer yazınsal olanın salt bir öykü anlatmak olduğunu düşünürsek bir diyeceğimiz olamaz. Ancak ya yazınsal haz, zihinsel etkinlik için ne demeli? R ? Çağın gerçeği, romancının gerçekliğini sollamış olarak benimseniyor! Eğer yazınsal olanın salt bir öykü anlatmak olduğunu düşünürsek bir diyeceğimiz olamaz. Ancak ya yazınsal haz, zihinsel etkinlik için ne demeli? Kimileri internetin varlığıyla birlikte kitaplar kadar, okurların da tehdit altında olduğunu savunurken; kimileri de değişen bu biçimin ölmekte olan ve işlevini yitiren edebiyata ve özellikle romana büyük katkı yaptığını söylüyor. “Kitapları kurtarmak için, önce kitapları öldürmek zorundayız” diyen Jeff Jarvis, kitabın modası geçmiş bir iletişim biçimi olduğunu söylüyor. Kitabın kutsallaştırılmasının, daha çok biçimsel bir tabuya yönelik olduğunun altını çizmeyi ekliyor. Kitap kokusunun, kâğıtla kurulan ilişkinin donuk ve cansız bir iletişim olduğunu söylüyor. “Araştırılan, bağlanılabilen internete şükürler olsun ki, kitaplar artık önceden olduklarından daha fazlası” diye ekliyor. Ekitap sürecinin okurlar için yepyeni açılımlar sağlayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Dünyanın en büyük sanal mağazası Amazon yeni bir ürünle okurlara ilginç olanaklar sunuyor. Kindle adlı araçla elektronik kitap okumak kolaylaşıyor ve basılı kâğıdın duygusunu da içermesiyle kimi alışkanlıklarımızdan vazgeçmeden, bu yeni alana uyum sağlamamız kolaylaşıyor. kolaylık sağlayacak yenilikler sunuyor. Bir romancı memnun olmadığı bir paragrafı yapıtından çıkarmak için, en azından bir sonraki baskıyı bekliyordu eskiden. Oysa Kindle; yazarın değişikliklerini anında okura yansıtıyor. Editörün gözünden kaçan bir yanlışlık, anında düzeltilebiliyor. Böylelikle yaşayan yapıtlar dönemi başlıyor. Tüm bu değişim, gelişim için kimilerinin sandığı gibi ‘basılı kitapların sonu oldu’ demek o kadar kolay değil. Belki bu yeni ürün ve gelecekte yaratılacak olan başkaları bir dolu gelişmeyi yaşama katacak. Ancak pek çok okur için basılı kitaplar seçkin, saklanılacak bir ürün halini aldı bile şimdiden. TKİN OKUR İlk bakışta irkiltici gibi duran bu yaklaşım, beraberinde etkileşimli okur (interaktive) kavramını da getiriyor. Yani sanal ortamda bir roman yazmak, eski deneyimlerden farklı sonuçlar verebiliyor. Etkin katılımıyla okur, yazara yön verebiliyor. Kahramanlar ve olaylar hakkında tayin edici bir rol oynayabiliyor. Dahası çoklu sonlar yaratmak olanaklı. Dileyen aynı romanı mutlu bir sonla bitirme olanağına sahipken, dileyen mutsuz bir sonu yeğleyebilir. Ya da gerçekçi başlayan bir roman, gerçeküstü bir sonla tamamlanabiliyor. Belki tüm bu olup biteni anlamak için kavramlar üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor. Karşı karşıya kaldığımız durum bir olanak mıdır, yoksa bir tükeniş midir? Düşünsel, sanatsal olan; yerini kolaycı lığa ve oyuna mı bırakıyor. Üstelik herkesin kendi dünyasını bu denetimsiz alana sokması mümkün. Postmodern sürecin bir tür ölçütsüzlük çağı olarak görülen yaklaşımına teknolojik gelişme el veriyor. Kimin sanatsal olanı yarattığı, kimin aklına geleni yazdığı önemli olmaktan çıkıyor bir bakıma. Eğer bir metin okurla buluşuyorsa ve alıcısı artıp beğeniliyorsa, üzerinde bir denetim ve eleştiri olmadığı için yolu açık demektir. Ansiklopedilerde yaşanan hızlı çöküş, roman sanatına da etki edecek midir? Artık kimse evinde ansiklopedi bulundurmuyor. Bilginin her gün tazelendiği internet ortamı her sorunun yanıtını bulmaya olanak sağlıyor. Aynı akıl yürütme bizi, kâğıda basılı malzemenin donuk olduğu sonucuna kolaylıkla taşıyabilir. Günlük basılı gazetelerin olayları ancak ertesi gün okura duyurma mahkumiyetini göz önüne alırsak, neden internet gazetelerinin ilgi gördüğünü kolaylıkla kavrarız. Aynı şey sanatsal yaratı için geçerli midir? Artık yazar, okurla eşitlikçi bir ilişkiye mi girmiştir? Bu sorular daha uzun süre sorulacak. Asıl sorun ise ortaya çıkan durumun gerçekten roman tanımına uygun olup olmadığı yönünde. Romanların modern insanın karmaşık ruh yapısını irdeleyerek, bir ayna işlevi görmesi, büyük kitleler tarafından sevinçle karşılanmıştı. Kişinin düş dünyasının da katıldığı, ancak çok daha derinlemesine inen bu yeni tür, hemen herkeste bir karşılık bulmuştu. İç içe geçmiş pek çok şeyden söz açmak gerek. Hem bir öykü vardı, hem drama, hem dil hazzı, hem farklı türlerle etkileşim olanağı, hem de okura kendi düş dünyasında katkı yapma talihi sunmuştu bu yeni tür. Bu biçim çok sesli, çok boyutlu olmasıyla öne çıkıyor; insanı, insanlığı, toplumsal yapıları, siyaseti anlamak için en keyifli yol olarak hemen fark ediliyordu. Önce gerçekçi romanlar, ardından politik kurmacalar, derken yazarın Tanrılıktan istifa etmesi, hepsi romanın kendi gerçeği içinde bir devinimle ilerlemeyi sağlıyordu. Ancak tüm bu olup bitenler, hep bir yazarla ve onun arayışlarıyla ilintiliydi. Oysa değişen durum, okurun da başkaldırısına tanıklık edeceğimize işaret ediyor sanki. Belki her şeyden önce yazar ölüyor! OMAN İNSANLIĞIN SERÜVENİNDEKİ İŞLEVİNİ TAMAMLADI MI? Bu soruya benim bir romancı olarak olumlu yanıt vermem söz konusu değil. Ancak karşımıza çıkan hipermetin kavramı ve bunun romanların yerini alacağı savıyla başa çıkmamız gerekli. Hipermetinler aslında yazınsal olanın yerini görsel ve işitsel katkılarla bilgisayar dünyasına taşımak demek. Yani bir bilgisayar oyununda gibisiniz. Bir senarist var ya da siz de senaristlerden birisiniz ve diyelim ki Hamlet olmak istiyorsunuz; bu sanal dünya size o olanağı sağlıyor. Üstelik siz Hamlet’ken, Don Kişot’la dostluk kurma olanağına sahipsiniz. Bu durumu edebiyatın kurtuluşu olarak görenler var. Forbes yazarlarından Maureen Farrell bu ortaya çıkan durumun ölmekte olan edebiyata yaşam olanağı sunduğunu yazıyor. İnternet ve okuryazarlık arasındaki karamsar ilişkinin tersten bir yorumu olarak sunuluyor tartışma ortamına bu görüş. Oysa “Kitaplar insanlığın basılı tarihidir” diyen Barbara W. Tuchman’a kulak vermemiz gerekir. Eğer bu yeni tür, yeni bir iletişim ve sanat türüyse bile, herhalde buna roman demek olanaklı değildir. Milan Kundera’nın “Eğer romanın gerçekten ortadan kalkması gerekiyorsa, bu onun gücünün tükenmesi yüzünden değil, kendisine ait olmayan bir dünyada bulunması yüzündendir” saptamasına hak vermemek elde değil. Belki yeni kurulan dünya roman kadar, yazara ve romanı okuyan kişiye de ait bir dünya olmayacak. Söz konusu olan tükeniş belki de uygarlık tarihine dair daha derin bir sorunun göstergesi. BİTTİ ÖLÇÜT SORUNU SEÇKİN BİR ÜRÜN OLARAK KİTAP E APANAN KİTAP EKLERİ 2000 yılında NY Times’ın eski editörlerinden Charles McGrath gelen tehlikeye dikkat çekiyor. Geçen yıl Amerika’da ülke genelinde gazetelerin kitap ekleri kapandı ya da sayfa sayıları azalıdı. Giderek sanal ortama taşınan günlük gazetelerin sırtında bir kambur olarak duruyor bu ekler. McCrath bu gerçeği önceden haber veriyor. Ancak erime durmuyor. Yine geçen yıl Atlanta Journal Constution’ın ünlü kitap editörlerinden Teresa Weaver’in işine son veriliyor. Ülkenin kültür/sanat/edebiyat ortamındaki bu daralmaya ünlü yazarlar sert tepkiler veriyorlar. Richard Ford, Salman Rüşdi gibi yazarlar kaygılarını dile getiriyorlar. Aslında kitap eklerinin başına gelenler okurların bir başka eğilimini de ortaya çıkarıyor. Eskiden okurlara ışık tutan eleştirmenler, bugün okuryazarların ilgisini çekmiyorlar. Yerlerini yine okurlara bırakıyorlar. Amazon gibi büyük kitap siteleri, satışlarını yaptıkları kitapların altlarına yorum için bir yer hazırlıyor. Okurlar buraya girerek, diğer okurlarla görüşlerini paylaşıyorlar. Dünyanın iki uç noktasındaki kitapsever, birbirinin ne düşündüğünü bu yolla öğrenmiş oluyor. Bir tür arkadaş tavsiyesi taşıyan bu yöntem, eleştirmenlerin iktidarını ellerinden alıyor. Okur, kendi gibi olanın görüşlerini öğrenerek tercih yapıyor. Bu da karşılıklı etkin bir iletişim biçimini ortaya koyuyor. Tam da herkesin kendini yazar sayması ya da yaşamını bir kitabın konusuna layık görmesi gibi durum doğuruyor. 2004 yılında National Endowment For Arts tarafından 17.000 kişi üzerinde yapılan araştırma, Amerikan nüfusunun büyük bölümünün okumakla ilgilenmediği gerçeğini ortaya koyuyor. Nüfusun yüzde 53’ü, geride kalan bir yıl içinde şiir, roman, öykü türünden bir eseri okumadığını söylüyor. Aynı araştırma 1982 ile 2002 yılları arasında okur sayısının aynı kaldığını ortaya koyuyor. Nüfus artıyor, yayınlar çoğalıyor, ancak okur sayısı sabit kalıyor. Okuyanlar da içeriği eğlenceli olan, daha hoşça zaman geçirmeyi sağlayan kitapları tercih ediyor. Üstelik okumanın bireysel bir eylem olduğunu ve kişiyi asosyal kıldığını düşünenler de var. Kimse ‘Beni rahat bırak okuyorum, görmüyor musun?’ diyenlerle bir arada olmak istemiyor. Belki değişen eleştirmen tipi de bununla ilintili. Eleştirmenlerin tercihi yerine, okurun okura önerileri, eğlenceli olanı bulmayı kolaylaştırıyor. İTAP BİÇİM DEĞİŞTİRİRKEN Çağın hızlı, devinimli yaşam biçimi kitaplar üzerinde de beklenmedik bir biçim değişiminin olmasına neden olur mu? Bu yönde olumlu ve olumsuz kanaat bildirenler var. Ekitap denen kavrama şiddetle karşı çıkanlar, acaba bir muhafazakâr tutum içindeler mi, yoksa okuma, düşünme eylemi ile kitap formu arasında gizil bir ilişki mi var? K EN İYİ ÖYKÜ ANLATMA YÖNTEMİ HANGİSİ? ELEŞTİRMENİN ÖLÜMÜ Bu yeni araç doksan bin kitabı içinde barındırabiliyor. Ayrıca yüzlerce dergi ve gazeteye anında ulaşabiliyor. İçinde iki sözlük bulunduran Kindle, kolay taşınabilir olması nedeniyle de çekici. Kindle’ın en önemli özelliğiyse kitapların altını çizerek okuma alışkanlığı olanların bu geleneği sürdürmelerine olanak sağlaması. Ekalem aracılığıyla dilediğiniz satırın altını çizebiliyorsunuz. Kindle, yazarlar, okurlar, editörler için R OKUMAK ‘OUT’ Son bir söz... ilgisayar önünde uzunca zaman harcamaya alışık çocuklar için, kitap pek çekici bir nesne olarak görünmüyor kuşkusuz. Tıpkı akşamları ellerindeki uzaktan kumandayla sürekli daha ilgi çekici, daha heyecanlı, daha cazip olanı arayan ebeveynleri gibi, onlar da hız tutkunu bir haldeler. Daha fazlasını, farklısını aramak, tatminsiz kişilerden oluşan toplumlar yaratıyor. Eğlence sektörünün değişken ve sonsuz olanaklarıyla kitapların başa çıkabilmesi için, onlarla bu yeni kuşak insanların doğru dürüst tanıştırılması gerek. Bu o kadar kolay olmasa gerek. Okumakla düşünmek arasındaki ince ve hassas çizgiye artık gereksinim kalmadı mı, orasını kestirmek güç. Herkesin kendi adına birilerinin, bir yerlerden düşündüğünü benimsemiş olması, bir tür intihar olsa gerek. Hele hele sanatsal bir haz tanımı yapmak giderek güçleşiyor. Eldeki tüm veriler okuma alışkanlığının azaldığını, belki de uzak gelecekte yok olacağını düşündürüyor. Ancak bu doğru mu gerçekten? Diyalektiğin doğasının buna karşı geleceğini düşünmek yanlış olmaz. Bu değişim günün birinde her tür ye B K ni kavramsallaştırmada olduğu, bizim bildiğimiz insanı yok edip, yerine yeni bir mahluk koyarsa, diyeceğim bir şey yok. Roman uygarlık tarihinin geldiği önemli bir aşamadır. İnsan yaratısının sınırlarını en çok zorlayan ve geliştirendir. Bu kimi yeteneksizlerle, yaratı yoksunu, sığ beyinlerle girilecek karşılıklı ilişkiye bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Yazarın belli kaygıları, farklı açılımlar sağlayan sezgileri vardır. Eğer olmasaydı, sosyal bilimcilerin gözlerinin bir ucu daima onlarda olmazdı. Kitaplar, özelde romanlar gün gelip bir seçkin sınıfın ilgi alanı içinde de kalabilir. Ancak bu durum değerinden bir şey kaybettirmez. İnsanlık tarihi çoğunlukla insanın kendi yarattığı ve sonradan kaybettiği değerlerin yeniden peşine düşmesiyle biçimlenmiş görünmekte. Nasıl ki plaza yaşamları, çiftlik evleri özlemini doğuruyorsa, bu kakafonik koşuşturma süreci de günün birinde romanların ön saflara çıkmasına neden olacaktır. Unutmayalım; mukaddes dinler bile kitaplar aracılığıyla tebliğ edilmiştir. Kitabın bu türden kutsiyeti dinlerden bile eskidir. Columbia Joursalism Rewiev’da Eylül 2007’de yazdığı bir yazıda akademisyen Steve Wasserman şöyle diyor: “Kitaplar olmadan, edebiyat olmadan iyi toplum yok olacak, barbarlık, ilkellik kazanacaktır.” CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear