26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 AĞUSTOS 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Yaşam kalitesini artırma yasası... Ç alışanlar işleriyle özel yaşamları arasında sıkışıyor, işaile hayatı dengesi, zaman yönetimi ya da stres yönetimi konularında kitaplar yazılıyor, seminerler veriliyor. Neredeyse kocaman bir stres sektörü oluştu. Parasını ya da zamanını kaptırıp yine de stresten kurtulamayanlar, bu sefer daha da strese giriyorlar. İşsizlik büyük bir sorun, çalışmak ise stres demek. Özel bir işletmede gecegündüz çalışan bir arkadaşımın işten atılınca “Yeni doğan çocuğumu artık daha sık görebileceğim” diye sevindiğini anımsıyorum. Disneyland’de tatildeyken gecenin bir vaktinde telekonferansa katılmak ve internet üzerinden çalışmak zorunda kalan iş arkadaşım aklıma geldikçe, arkadaşımdan çok, bir yıl boyunca babalarıyla birlikte yapacakları tatili iple çekmiş olan iki küçük çocuğuna ve eşine üzülüyorum. Ya ekmek parası kazanmak uğruna sevdikleri uğraşlara zaman ayıramayanlara ne demeli? Özel sektör “aileçalışma yaşamı dengesi”ni sağlamaya dönük yeni seçenekler sunuyor. Bunların en bilineni ise “home ofis” yani internet bağlantısıyla evden çalışma. Anne ya da baba bir yandan çocuklarına göz kulak olurken bir yandan da çalışıyor. Haftada çalışılması gereken toplam sürenin (38 saat) işle çelişmeyecek şekilde çalışana uygun zamanlarda tamamladığı “esnek çalışma saatleri” ve sadece brüt maaş azaltılarak çalışma saatlerinin kişisel gereksinimlere göre azaltıldığı “Çalışma sürelerinin kişisel ihtiyaçlara uyarlanması programı” ve “ücretsiz izin” (en fazla 1 yıl) gibi olanaklar da sunuyor bazı özel şirketler çalışanlarına. Sosyal devlet anlayışının kısmen de olsa uygulanmaya çalışıldığı Belçika’da, ülkeyi yönetenler de bu işe kafa yorup çalışanların yaşam ERDİNÇ UTKU kalitesini artırmak için yasa çıkardılar. 10 Ağustos 2001 tarihli “istihdam ve yaşam kalitesini dengeleme hakkındaki yasa” haftada 38 saat çalışılması, 38 saatin altında çalışılan her saat için çalışan başına işverene teşvik verilmesi, haftada 4 gün çalışılan işletmelere destek olunması, babalara verilen doğum izninin 10 güne çıkarılması (7 günlük ücret devlet tarafından ödeniyor) gibi konuların yanında erken emeklilik, 50 BRÜKSEL yaşından sonra emekli oluncaya kadar yarım gün çalışma, zaman kredisi, çalışma süresinin azaltılması, işe kısa süreli ara verilmesi veya yarım gün çalışılması durumunda devletin yaptığı katkılar yer alıyor. Örneğin dünya turu yapmak, kafa dinlemek, hobilerine daha fazla zaman ayırmak veya çocuğuna bakmak gibi bir nedenle bir ya da iki yıl boyunca işinizden tamamen ayrılabiliyorsunuz (Ya da 5 yıl boyunca haftada 4 gün çalışabiliyorsunuz). Kendi işini kurmak isteyenler de bu haktan yararlanarak çalıştıkları işten ayrılıp hayallerini yaşama geçirmeyi deneyebiliyorlar. Hem de devlet aylık 500 Avro civarında bir ödeme yapıyor. Sürenin bitiminde işe ara vermiş olan çalışanlar, isterlerse eski işlerindeki bulundukları aynı konuma geri dönüyorlar. Yasa koyucu çok açık bir şekilde bir yandan iş yükü altında ezilen çalışanların çalışma sürelerini teşviklerle azaltarak yaşam kalitelerini artırırken diğer taraftan onların çalışmadığı bu sürelerde çalıştırılmak üzere işsizlere yeni iş olanakları yaratmayı amaçlamış. Özellikle çocuklu kadın çalışanların çalışma sürelerini haftada 4 güne indirmelerine çok sık rastlanıyordu, ancak son yıllarda babalar arasında da bu yönde eğilim başladı. Sadece bir yasa adı olmakla kalmıyor, uygulamaya da geçiriliyor “yaşam kalitesinin artırılması”. Çalışanlar artık kendilerine ve ailelerine daha çok zaman ayırıyorlar. Hem de “yasal hakları” olarak! erdincutku@binfikir.be İsveç Bergman’sız yoksullaştı ngmar Bergman, yaşadığı dönemin en büyük yönetmeniydi” diyor Woody Allen. Aslında bütün sinemacılar aynı görüşte. ABD’den Çin’e kadar hangi ülkeye baksanız, mutlaka bir Bergman filmi seyrettikten sonra sinema tutkunu olmuş, yönetmenliğe soyunmuş bir sinemacı bulursunuz. İngmar Bergman, sinema dünyasını, film sanatını etkilemiş, çok sayıda ödül kazanmış çok ünlü biri olmasına rağmen gözlerden uzak yaşamayı tercih eden, şatafattan uzak, az sayıda gazeteciyle görüşen, filmlerindeki sessiz dünyayı yaşayan biriydi. O sessiz dünyanın iç çalkantılarını bilmek mümkün değil ama yaşamı boyunca çok sayıda kadını sevmiş, insan ruhunun derinliklerini, perdeye yansıtmış bir sanatçının, film setlerinden, tiyatro salonlarından çekilmiş olsa bile İbsen, Strindberg, Shakespeare’le yaşadığı, yepyeni senaryoların düşlerini kurduğundan kuşku yok. Bergman, varlıklı bir aileden gelmesine, kendi olanakları da geniş olmasına rağmen alçakgönüllü bir yaşam stili vardı. Fotoğraflara bakarsanız, Fanny ve Alexander’ı çektiğinden bu yana sırtında hep aynı mont ceketin olduğunu görürsünüz. 2003’te artık Stockholm’den ayrılıp tamamen Farö adasına çekilmeden önce kış aylarında cumartesi günleri klasik müzik konserlerine giderdi. Hep yalnızdı. Aralarda, kenarda bir koltuğa oturur, göze batmayacak şekilde etrafı incelerdi. Konserlerden sonra, taksiye, otobüse binmeden yaşından beklenmeyecek bir hızla yürür giderdi. Başında aynı bask kepi, sırtında aynı pardösü, aynı palto. Bergman, İsveç’in gelmiş geçmiş birkaç büyük sanatçısından biriydi. August Strindberg, Selma Lagerlöf gibi o da artık eserleriyle anılacak, filmleri seyredilecek, kitapları okunacak. Bergman’sız İsveç, biraz daha yoksullaştı. O kalibrede ne bir yazar, ne de bir sinemacı kaldı. İsveç şimdilik, polisiye yazarları, Eurovision şarkıcıları ve sporcularıyla yetinecek. Televizyon için yapılanlarla S T O C K H O L M birlikte Bergman’ın 60’ın üzerinde filmi var. 126 oyun sahneledi, 49 da radyo tiyatrosu. Filmlerinin senaryolarını kendi yazdı. Arkasında çok zengin bir arşiv bıraktı. “Arşiv ne OSMAN İKİZ olacak” sorusu gündeme gelince gözler kültür bakanlığına çevrildi ama bakanlıktan ses çıkmadı. Neyse ki büyük medya kuruluşu Bonniers, 4 milyon bağışta bulunarak arşivin ortada kalmasını önledi. Sanatçıların devletle, değişik nedenlerden dolayı toplumla ters düşmesi şaşırtıcı değil. Bergman aslında Fanny ve Alexander’ı perdede izleninceye kadar, toplumcu sanat eğiliminin ağır bastığı İsveç’te eleştirilen bir sanatçıydı. Özellikle solcuların, burjuva sanatçısı diye burun büktükleri biriydi. 1976’da devlet tarafından da aşağılandı. Vergi beyannamesiyle ilgili küçük bir sorun yüzünden kaçmasın diye etrafını polisin sardığı Kraliyet Dram Tiyatrosu’ndan ellerine kelepçe takılarak götürüldü. Bu olay Bergman’ı çok yaraladı. Çocukluğunda baba şiddeti, daha sonra devletin aşağılayıcı hareketi, sanatçının direncini yok etmiş olmalı ki İsveç’i terk etti. Bergman, ülkesiyle ve halkıyla 1982’de barışabildi ama hâlâ 1936 ile 1946 arasında neden Hitler hayranı olduğunu sorgulayanlar yok değil. Bergman, kendisini en iyi öyle ifade edebileceği için sinemayı seçtiğini söylemişti. Sinema onun için hayat biçimi, tutkulu bir aşktı. Gotland’ın kuzeyindeki Farö’de her gün saat 15.00’te film seyrediyordu. Yeni yapımları, klasikleri ve genç yönetmenlerin eserlerini izliyor, görüşlerini belirtip yardımcı olmaya çalışıyordu. Bergman yönetmen doğmuştu ve yönetmen olarak öldü. Mezar yerini ve taşını ölmeden önce belirlemekle kalmayıp, cenaze töreninin nasıl yapılacağını da detaylarıyla hazırlamıştı. Büyük sinemacı 18 Ağustos günü, o öyle istediği için sadece ailesi, evlendiği ve aşk yaşadığı kadınlar ve çok yakınları tarafından defnedildi. İsveç Bergman’sız yoksullaştı. ‘İ Tarikatlar gölgesinde Avrasya etersburg Ekspresi’ndeki bomba P patlamasının ertesi dinamikler. Kimisi, neye inanacağını bilmediğinden katılıyor, kimisi yerel akşamında Kiev’in dışında kiliselerdeki bozulmadan bir mahallede Dinyeper şikâyetçi, kimisi de Nehri kıyısında oturmuş özellikle Kiev’e taşradan tekneleri seyrederken, gelen üniversite otuzlu yaşlarda biri, elinde öğrencileri kendilerine dergilerle yanıma gelip geniş olanaklar sunan tarikatlara giriveriyorlar. “Merhaba, dün Rusya’da trene yapılan İşin bir diğer boyutu, bu tarikatların çoğunun 3 yıl terörist saldırının nedenini biliyor önceki “Soros devrimlerinde” aktif rol musunuz” diye sordu. “Bilmiyorum, anlat da almış olmaları. Siyasete bulaşmalarını eleştirenlere öğrenelim” dedim. Adam ve hemen sonra yanına öyle bir gerekçe gelen kadın arkadaşı, sunuyorlar ki akan sular Yehova Şahitleri tarikatına duruyor: “Biz siyasete üyeymiş. Ellerindeki bulaşmak istemeyiz, ama dergide de Tanrı yolundan cemaatimizin üyelerinin ayrılmanın, imansızlığın siyasi baskılara ve sonuçları anlatılıyor. Eğer yolsuzluklara ben onlara adresimi uğramasına göz mü verirsem, bana anadilimde yumalım?” dergiler Ulusal kimliğin bile henüz gönderebilirlermiş. Ben, net olarak şekillenmediği “Yok” dedim, “yakında bu ülkelerde, merkezi taşınacağım, ama bana Batı’da olan tarikatların yayınevinizin adresini giriştikleri çalışmalar ve verin, ziyaret ederim”. yerli halktan geniş Bana “merkezimiz kitlelerin bu tarikatlar Kiev’de değil Lvov’da” etrafında cemaatleşmeleri, deyince (bu şehir, eski Sovyet ülkelerinden Ukrayna’nın en dindar, en çoğunda ulusal güvenlik milliyetçi şehri) ben de sorunu olarak algılandı. “Dert değil, Lvov’a İlk olarak Rusya ve sürekli gidiyorum” diye Ermenistan, ardından yanıt verdim. Kadın Belarus ve geçen ay da birilerine telefon açıp Moldova, bu tarikatlara karşı kendi yerel durumu anlattı. Karşıdaki kişi “Onun kiliselerini KİEV destekleme gelmesine gerek yok. yoluna gittiler. Belarus Devlet Mektupla adresini Başkanı DENİZ Lukaşenko’nun yazsın, biz BERKTAY kendisini “ateist ulaşalım” dedi. Sonunda kibar bir Ortodoks” ama kesin bir olarak dille yanımdan tanımlaması, uzaklaştırdığım bu tip Moldova’da aynı zamanda misyonerlerle, kentin Komünist Parti Genel özellikle kenar Sekreteri olan Devlet mahallelerinde her an Başkanı Voronin’in geçen karşılaşmak mümkün. ay Rus Kilisesi’ne Kimi Batılı tarikatlar, en Rusya’da olduğundan daha ucuz yöntemlerle çığırtkan geniş yetkiler tanıyan bir tutmuşlar ve bu yasayı onaylaması, asıl çığırtkanlar, metrolara bundan kaynaklanıyor. binip HaydarpaşaGebze Fakat bu ülkelerde Batılı treninde mutfak aleti satar tarikatlara karşı yerel gibi “Ey Kievliler, kiliselerin sınırsızca desteklenmesi, bir yerden dünyanın sonu geliyor, kurtuluşunuz ancak sonra, yerel kiliselerin devlet içinde devlet haline bizim kilisede olacak” diye bağırıyor. Daha gelmesine ve Rus aydınlarının geçen gösterişli yerlerde Rusçayı Rus aksanıyla konuşan haftalarda yazdıkları siyah rahipler vaaz protesto mektubunda veriyor. Bunlara belirttikleri üzere, katılanların sayısı da “ülkenin ibadethaneye kendilerinin verdikleri dönüşmesine” neden rakamlar üst üste olmaya başladı. Bu eklendiğinde milyonları yönüyle de Rus aydınların, buluyor. Sovyetler Rus Kilisesi’nin devlet Birliği’nin dağılmasından eliyle devletleştirilmesine sonra buralarda düşünsel yönelik tepkileri, sadece ve dinsel alanda ortaya Rusya’nın değil, yabancı çıkan boşluğu gören tarikatların pençesine sayısız Batılı ve Batı düşen ve bunlarla bağlantılı Doğulu tarikat, mücadele için kendi dini soluğu bu “bakir kuruluşlarına sonsuz topraklarda” almış ve destek verip onların devlet özellikle 1990’ların organlarında söz sahibi başlarında hızlı bir olmalarına göz yuman tüm örgütlenmeye girişmiş. Avrasya ülkelerinin Yerel kiliselere göre daha ikilemini yansıtıyor. Iraklılar, sokaklarını kan gölüne çeviren mezhep çatışmaları, her an patlayabilecek bombaların korkusu ve ABD askerlerinin insanlık dışı ev aramalarının yanı sıra harap haldeki altyapıyla da boğuşmak zorunda. İşgalin ardından ülkelerinde İ şgal altında oyun cehennemi yaşamak zorunda kalan Iraklılar, en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Birçok bölgeye temiz su gitmezken özellikle çocukların sağlıkları gittikçe kötüleşiyor. Yine de çocuk her yerde çocuk. Iraklı iki kafadar, rengine aldırmadan, patlayan bir su borusundan akan suda oynarken savaşı düşünmeye bir süre mola veriyor. (Fotoğraf: REUTERS) ‘Kara tren gelmez m’ola...’ ...düdüğünü çalmaz m’ola / Gurbet sarkıyor bellerine kadar. Makinist düdüğe asılıyor. Kara trenin çığlığı ele yar yolladım, mektubumu yamaçlara, ötelerdeki ovalara almaz m’ola. uzanıyor. Öküzler trene şöyle bir Biri ötekinden şişman. Adam açık bakıyor, kimisi ürküp kaçıyor... Az pencereden dışarıya bakıyor. sonra Maselheim istasyonuna Yanımızdan ağır ağır geçen doğayı giriyoruz. Birkaç dakika mola. İnen seyrediyor. Dudaklarında sürekli bir yok, gençten birkaç kişi biniyor. gülümseme. Çok mutlu gibi. Evler, Makinist ile yardımcısı aşağı atlayıp, yemyeşil yamaçlar ve otlayan lokomotifin çevresinde şöyle bir ineklerle koyunlar. Bir şeyler dönüyorlar. Warthausen’den buraya söyleyip gülüyor. Karşısında oturan 50 dakikada gelmiş, 300 metreden kadın ise doğa ile pek ilgilenmiyor. 600 metreye çıkmıştık. Dokuz Elindeki boyalı gazozu yudumluyor, vagonlu tren şimdi inişe geçiyor. Son arada sırada adama yanıt veriyor. İki istasyon tarihi manastırıyla ünlü şişman dört kişilik yere zor sığmış. Ochsenhausen. Hava sıcak. Pencerelerden giren S T U T T G A R T Seksen yıllık 99 esinti biraz olsun ferahlatıyor. Bir 716 numaralı sıra ötede yaşlı bir karı koca lokomotif 400 oturuyor. Kadın yetmişinde, adam beygir gücünde, seksenine merdiven dayamış. İkisi 42 ton ağırlığında. de uzunca boylu, şık ve az da Raylar dar, sadece cakalı. Tatile gelmiş Hamburglular 75 santim, en olabilirler. Daha çok adam AHMET ARPAD yüksek hız saatte konuşuyor. Çocukluğunda, 20 kilometre! bombalanacak diye trene 1899’da Kral II. Wilhelm döneminde binmekten korktuğunu anlatıyor. Warthausen ile Ochenhausen Kadın suskun, dışarısını seyrediyor. arasında inşa edilen demiryolunda Bizim kompartımanda başkası yok. kara tren 1964’e kadar köylüleri, Yandaki ise dolu. Orta yaşlı insanlar, işçileri, öğrencileri bıkıp usanmadan el kol hareketleri ile heyecanlı bir taşıyıp durmuş. “Öchsle” yirmi şeyler anlatıyorlar birbirlerine. Ne yıldır bir “müze tren”. Buharlısever dedikleri duyulmuyor. Dolu gönüllülerin 1983’te kurduğu dernek kompartıman sessiz. Çünkü o (www.oechslebahn.de) çok başarılı “konuşanlar” dilsiz... çalışıyor. Restore ettikleri buharlı Kara tren oflaya puflaya tırmanıyor lokomotifler 99 716 “Rosa” ve 99 tepeye, giderek yavaşlıyor. 788 “Berta” 1 Mayıs28 Ekim Zorlanıyor. Bacasından kara arasında haftanın üç günü tarihi dumanlar çıkıyor, ardından beyaz. vagonları peşinden çekip götürüyor. Masmavi gökyüzü renkleniyor. Yakından ve uzaktan gelen, çoğu Fotoğraf çekenler pencerelerden erkek “kara tren” çılgınlarını gün boyunca çocuklar gibi sevindiriyor. Türkiye’nin çeşitli depolarında ve istasyonlarında kocaman, dev gibi buharlılar, yanılmıyorsam elli kadar, paslanıp çürüyor. Elden geçirilmiş tarihi lokomotifler sadece Çamlık ve Ankara müzelerinde durmakta. Almanya’nın çeşitli kentlerinde küçücük de olsalar eski buharlılar değerlendiriliyor, turistik amaçlı kısa geziler yapılıyor. Bizim TCDD ise elindeki paha biçilmez hazineyi doğru dürüst değerlendiremiyor. Depolarda çürümeye bırakılanlar bir elden geçirilse, özellikle Doğu Anadolu’nun harika doğasında sürekli düzenlenecek gezilerle her yıl başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinden “zengin ve çılgın” on binlerce buharlıseveri ülkeye çekerdi! Aşağılarda Ochsenhausen. Kocaman kiliseyle manastırın kuleleri göğe yükseliyor. Buharlı hızlanıyor. Uzun bir düdük. Kentin ilk evleri, bahçeleri. İnsanlar el sallıyor. Şişman karı koca veda edip, iki vagon arasındaki sahanlığa çıkıyor. Bir an için çocukluğuma dönüyorum. Florya plajına yüzmeye giderdik, Sirkeci istasyonundan bindiğimiz buharlı banliyö treniyle... Yolcular akın akın trenden iniyor. Çoğu az ötedeki bira bahçesine hücum ediyor. Bizler de manastırı, kilisesini ve salonlarındaki Joan Miró sergisini yeğliyoruz. Warthausen’e dönüşe daha dört saat var. www.ahmetarpad.de CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear