24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
25 AĞUSTOS 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Aynısı olur mu? Turgut Özal da aynı yöntemlerle; sen, ben, bizim oğlan desteğiyle Çankaya’ya tırmanmıştı. Sonra ne mi olmuştu? Araştırmacıyazar Mustafa Yıldırım, o günlerden bir günü anlatıyor: “TÜBİTAK Bilim Ödülleri törenine çağrılıyım. Arkadaşım ödül alacak. Ankara Hilton: Salon seçkin (atanmış profesörler azınlıkta) bilim adamlarıyla dolu. Arka sıranın köşesinden izliyorum. ‘Cumhurbaşkanımız teşrif buyuruyorlar!’ Salon kıpırdamıyor. Duyuru yineleniyor. Cumhurbaşkanı orta kapıdan giriyor… Yalnızca ön sağ köşedeki bir grup ayağa kalkıyor. Cumhurun başı sinirleniyor; kısa konuşuyor… Alkış yok! Tahrik ediyor; alkış yine yok! Öfkeyle aşağı iniyor… Yine aynı küçük grup ayakta… Yanımdaki yaşlı bilim adamı: ‘Ne oluyor’ diye soruyor.” Yıldırım, o bilim adamına hiç düşünmeden “Bu iş burada biter hocam!” karşılığını vermiş. Bugün aynı şeyi der mi? Yıldırım’a göre, o gün ile bugün arasında önemli ayrımlar var: O gün, “medya” yoktu, “gazeteciler” vardı. O gün, sivilce örgütler yoktu, “demokratik kitle örgütleri” vardı. O gün, “aydıncık” gemicik gibi bir şey işte yoktu, “aydın” vardı. Lütuf sözleşmesi Yasak Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül, 2003 Ocak ayında Milliyet’te yayımlanan söyleşisinde Suudi Arabistan’ın Cidde kenti ile Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’yı karşılaştırmıştı: “Eşimin daha önce görev yaptığı Cidde’yi çok sevdim. Fakat kadınların araba kullanmasına izin verilmediği için burada tekrar yaşamak istemem. Ankara’da, korumam ve şoförüm olmadan, eskisi kadar sık olmasa da araba kullanıyorum.” Hayrünnisa Gül, Cidde’de neden araba kullanamadığının, Ankara’da ise neden kullanabildiğinin ayrımına varmış olmalı... Ayrım nerede? Yasak ile özgürlükte. Öyleyse, durup düşünmeli: Yasaklar, özgürlükten sayılabilir mi hiç? Hızlandılar... 22 Temmuz neyi çağrıştırıyor? Yüzde 46.6’yı... Oysa yazar Ümit Sarıaslan, kendi olanaklarıyla bastırdığı serbest piyasada gerçekleri açıklayabilmenin bir başka olanağı da bu artık! kitapta, farklı bir 22 Temmuz’u anımsatıyor. Unutulan 22 Temmuz’u... Hızla geçip giden, Pamukova’da adı ölüm olan 22 Temmuz’u... 2004 yılının 4 Haziran günü Recep Tayyip Erdoğan, “hızlandırılmış tren”i Haydarpaşa’dan uğurlarken 150 yıllık demiryolları tarihinde ilk kez 150 kilometre hıza ulaştıklarını övünçle açıklıyordu: “Türkiye medeniyet yolunda inşallah bir basamağı daha geçecek.” 1.5 ay geçti. 22 Temmuz 2004’te hızlandırdıkları tren, Pamukova Mekece köyü yakınlarında raydan çıktı: 39 ölü. Pamukova’daki 22 Temmuz hızla belleklerden silindi, üç yıl sonra aynı gün, hiçbir şey olmamış gibi, yüzde 46.6! Hızlandılar yine. Köşk, anayasa filan derken, hani bir söz vardır “işi rayından çıkarmak” diye, istimi aldılar, son sürat oraya gidiyorlar... Kısaca “özelleştirme mağduru” deniyor onlara. Çeşitli kamu kuruluşlarında neredeyse üç kuruş, beş paraya çalışıyorlar. “1 yıldan az süreli istihdam edilecek geçici personel hizmet sözleşmesi” ile çalıştırılıyorlar. Öyle bir sözleşme ki bu, normal çalışma saatleri dışında veya tatil günlerinde yapacağı çalışmalar karşılığında çalışana herhangi bir ek ücret ödenmiyor. Öyle bir sözleşme ki bu, “sözleşme bitim tarihinde ihbara gerek kalmaksızın” sona ermiş sayılıyor ve sözleşmenin feshinde çalışana ihbar, kıdem gibi bir tazminat da ödenemiyor... Öyle bir sözleşme ki bu, çalışana hastalığı sırasında verilen rapor süresi iki günü aştı mı, aşan kısım için ücret verilmiyor. Öyle bir sözleşme ki bu, toplu görüşme sürecinde hükümet yetkililerince özelleştirme mağdurlarına bir “lütuf”muş gibi sunuluyor! SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Bekir Coşkun Olayı... Bana artık asır öncesiymiş gibi gelen bahar ayları... Laiklik yürüyüşlerinin düzenlendiği günler... İtalyan televizyonunda Giuliano Ferrara, “Türkiye’de neler oluyor?” konulu bir açık oturum yönetiyor. Katılımcılardan biri yanıt bulamayan! şöyle bir soru attı ortaya: “Avrupa’nın Türkiye’nin laiklerine yönelik politikası nedir? Bir politika ya da adını koyabileceğimiz bir yaklaşım var mı? Bu öyle tali bir mesele değil; enine boyuna düşünmemiz gereken bir konu...” Türkiye uzmanı akademisyen konuk, ardından şunları ekledi: “Unutulmaması gereken kritik nokta; Türkiye’nin 80 yıllık laiklik deneyimi. Başka hiçbir İslam ülkesinde olmayan eşi benzeri görülmemiş bir deneyim bu. Türkiye’de bu mirasın iflas etmesi, tüm İslam dünyası ve Batı adına kaybedilmiş bir zenginlik olacak. Türkiye’de bir kez bu bahis iflas ederse, bundan böyle başka hiçbir İslam ülkesinde laiklikten bahsedemeyiz. İstediğimiz bu mu? Bunu çok iyi değerlendirmemiz gerek. Avrupa, Türkiye’yi AB’ye almak istemeyebilir. Türkiye’nin önüne bu nedenle engeller koyabilir. Ama sözünü ettiğim tarzda bir sonuçla karşılaşmak istemiyorsak, Türkiye’nin laik kesimlerine sahip çıkmak zorundayız.” Ardından 22 Temmuz seçimlerini izleyen, dış basındaki “Laik elitlere tokat!” manşetleri geldi. Bunları Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Franco Frattini’nin deklarasyonu izledi: “Laik azınlığın hakları korunmalı!” AKP’nin yüzde 47’lik zaferine karşın, bu sözler üzerine hatırlayacaksınız yer yerinden oynadı: “Vay! Bu adamın, ağzından çıkanı kulağı duyuyor mu? Laiklere ‘azınlık’ demek cesaretini nerden buluyor? Haddini bilsin. Burası Türkiye Cumhuriyeti!” filan... Takkeyi koyup gerçeklerle hesaplaşmak noktasındayız. İtildiğimiz konum tam da bu: “Laik azınlık”! Hazin gerçekle yüzleşmek istemiyorsanız, dünkü “Hürriyet”i açın, “kaptan” Ertuğrul Özkök’ün yazısını okuyun. Ne diyor Özkök? “Bekir Coşkun olayı, aldatılmışlık duygusunun çığlığı... Şu cümleyi çok sık işitiyorum: Kendimi çok yalnız hissediyorum... Dün sabah AKP’ye oy verdiğini söyleyen çok ünlü bir işadamı aradı: ‘Bekir Coşkun ve öteki yazarlarınızın yazılarını ağlayarak okuyorum!’ Etrafımda AKP’ye oy verdiğini söyleyen insanlar var. Onlarda da aynı hava hâkim. Sosyolog olarak bu duyguyu okumaya çalışıyorum. Bazılarında yalnız kalmışlık, bazılarında ilk günden düş kırıklığı...” Düşünebiliyor musunuz? Adam bir ay önce RTE’nin “Ananı da al git!” söylemlerine rağmen AKP’ye oy vermiş. Salya sümük şimdi Özkök’e ağlıyor! Niye? Tayyip’in gariban bir çiftçiye öfkeyle söylediği bir sözün besbelli, “bumerang” gibi dönüp bir gün kendisini de vurabileceğini hesap etmemiş! “Ampul” nasıl yanıyor? Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesinde yazan popüler bir yazar, uluorta hedef alındığında... “Anaa! Kör kör parmağım gözüne, ulusal TV’lerden anlı şanlı bir yazara bunu yapan bir Başbakan, ocağına düştüğümde bana ne yapmaz?” AKP’ye oy veren ve şimdi “ağlaşan işadamının” hesabı bu! Bir de Coşkun, “göbeğini kaşıyan adam” dedi diye kızıyorlar.... “Nasılsa İran olmayız!” genişliğiyle AKP’ye oy verip, ay dolmadan ağlaşmanın tarifi başka nedir? “Göbeğini kaşıyan adam” portresi bu değilse, başka ne olabilir? “Uçtu uçtu borsa uçtu!” diye bol keseden sen oy ver, sonra ilk faulde çıkarlarının örtüştüğünü düşündüğün güçlere sarıl ve “ağlaş”... Şuursuzluğun bu kadarı... “Göbeğini kaşıyan adama” söylenecek çok söz var ama buna yer harcamak istemiyorum. “Göbek kaşıyan adam”dan “laik kesimin” farkı; “bilinçli bir durum muhasebesine” nasıl, ne oranda sahip çıkılacağına bağlı olarak belirlenecek. RTE’nin bir yazara, “Beğenmiyorsan çek git!” demek cüreti veren bu bariz iklim değişikliği... Bilinçli azınlıklar, unutmayalım ki tarih boyu “göbek kaşıyan adamdan” güçlü olmuştur. Mesele o “bilince” sahip çıkan “ortak enerjiyi”; “günün şartları ve ortamında” seferber edebilmekte. Laikler bunu başarabilecek mi? Düşünülmesi gereken asıl konu bu bana göre. Yeniden göreve Yücel Çağlar, DİSK, Türkİş, KESK, TMMOB, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği’ne birer mektup yazdı ve görev istedi: “Bilindiği gibi, siyasal iktidar, 1982 Anayasası’nda köklü değişiklikler yapma hazırlığı içindedir. Artık çok daha kolay biçimde yürütebileceği bu antidemokratik süreç içinde üretilip topluma dayatılacak bir anayasanın 1982 Anayasası’nı bile aratacağı açıktır. Bu nedenle, deyiş yerindeyse, iş işten geçmeden, demokratik karşı duruş ve görüş geliştirip istekte bulunma, bu doğrultuda kamuoyu oluşturma hakkının kullanılması gerekmektedir. Bir yurttaşınız olarak bu gereğin yerine getirilmesine yönelik bir duyarlılık içinde olacağınıza ve bu doğrultuda gereken çabayı göstereceğinize inanıyor; bu çabalarınıza, gereksinme duyulması durumunda ormanlar ve ormancılık alanında katkıda bulunmayı bir görev sayıyorum.” Şaşkınlıktan sıyrılın ey ahali! Kolları yeniden sıvamanın zamanıdır... Neyin nesi Şiirde gül imgesi hiç eskimez, hep güldür... Şair Ahmet Erhan’a “Ya siyasetin gülü?” diye soracak olduk. Bir çırpıda yanıtladı: “Bizim gülümüz gül. / Adam gibi kokuyor / Onlarınkiyse güllük / Gülleri bile takıyye yapıyor / Naylonun üstüne gülsuyu...” Oy oy! “Ananı al da git”in topluca sınır dışı etme halidir, “Çek git, gözüm görmesin!” Böylesine, bizim ülkede “demokrat” diyorlar! Atatürk’ün Cumhuriyet Tanımı... Prof. Dr. SEBATİ ÖZDEMİR Arapça halk, ahali ya da kalabalık anlamındaki cumhur kelimesinden türetilmiş olan cumhuriyet (cumhurluk), basit anlamda halkın doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla egemenliğini elinde tuttuğu yönetim biçimi şeklinde tanımlanmaktadır. Bugün, dar anlamda cumhuriyet kavramı “sadece” devlet başkanının belirli bir süre için doğrudan ya da dolaylı bir biçimde halk tarafından seçilmesini ifade etse de, egemenliğin halkın elinde bulunduğu İngiltere benzeri monarşik devletler, aslında geniş anlamda cumhuriyettirler. Çünkü bu ülkelerde devlet başkanlığı makamı hanedanın uhdesinde kalmakla birlikte bu görev sembolik olup devlet esas itibarıyla halkın eliyle seçilen meclis tarafından yönetilmektedir. Ancak cumhuriyet kavramı yaygın olarak dar anlamında; yani devlet başkanının kimin tarafından seçildiğine göre anlaşılmaktadır. Yani devlet başkanı, sadece halk ya da temsilcileri aracılığıyla seçiliyorsa o devlet cumhuriyet olarak tanımlanmaktadır. ??? Bugün cumhurbaşkanı seçiminin başladığı süreçten bu yana kendilerine kerameti kendinden menkul gazeteci, yazar, siyaset bilimci vs. kimliğini yakıştıranlarca bir cumhuriyet tanımı yapılmaktadır. Özellikle “aydın kılıklı” görünmeye çalışan yobazlarla döneklerin (ki özellikle soldan dönenler sağdan dönenlere kıyasla çok daha kıymetlidir) ve ikinci cumhuriyetçilerin dillerinden düşürmedikleri ve ortak bir paydada buluştukları “cumhur” kavramı var ki, buna göre; cumhurun halk demek olduğu ve dolayısıyla halkın başkanının da yine halk tarafından seçilmesi gereği öne sürülürken, bunun parlamenter demokrasilerin olmazsa olmaz olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ile çelişeceği ve yine parlamenter demokrasilerdeki cumhurbaşkanlığının Batı tipi monarşik demokrasilerde de olduğu üzere sembolik bir makam olduğu; cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin ancak başkanlık sisteminin yürürlükte olduğu, yani cumhurbaşkanının aktif olarak yürütmenin başında olduğu sistemlerde mümkün olabileceği göz ardı edilmekte ya da öyle sunulmaya çalışılmaktadır. Yani cumhura ya da halk iradesine saygı duyma kisvesi altında çoğunluk partisinin sanki “cumhurbaşkanını seçme hakkı” olduğu empoze edilmektedir. Dünya tarihinin eşi benzeri olmayan (her ne kadar Amerikan Devrimi’ne benzer yanları olsa da ondan oldukça farklıdır) bir ihtilali; Anadolu İhtilali’ni örgütleyen ve peşi sıra devrimleri gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk’ün “cumhuriyet” hakkında şu görüşleri mevcuttur(*). Şöyle ki: Atatürk, yaşamının son zamanlarında, Çankaya’daki kalabalık bir davetli topluluğu ile sohbeti esnasında söz cumhuriyete gelince “Cumhuriyet ne demektir” diye sorar. Herkesin kendince “basmakalıp” cevaplar vermesi üzerine, “Bu dedikleriniz her kitapta yazar. Hepimiz bunu biliriz, fakat ben sizin şahsi anlayışınızı öğrenmek istiyorum. Sualimi biraz daha açayım: Cumhuriyetten biz ne bekliyoruz” der. Yine dağınık, basmakalıp cevaplar üzerine Atatürk şunları söyler: “Bayanlar, baylar; görüyorum ki, çoğunuz cumhuriyetin herhangi bir vatandaşın, daha doğrusu en layık vatandaşın cumhurreisliğine seçilmesi, seçilebilmesi gibi en zahiri manası üzerinde duruyorsunuz. Hakikatte de bunun büyük bir manası vardır. Bu manayı daha açık bir kelime ile ifade edelim: Cumhuriyet demek imkân demektir” der ve ekler: “Evet, bayanlar, baylar. Cumhuriyet imkân demektir. İstiklali en iyi şartlarda muhafazaya imkân, cumhuriyetle kaimdir. Sade son bir asır içinde Türkiye’de devlet reisleri mevkilerini muhafaza endişesi ile iki defa yurtta yabancı kuvvetleri kendilerine destek etmişlerdir. İkinci Mahmud, mevkiinin elinden gideceği korkusu ile Hünkâr İskelesi Muahedesi’ni yapmış, Rusları çağırmakta tereddüt etmemiştir. Vahdettin hikâyesini hepimiz yaşadık, biliyoruz. Cumhuriyette devlet reisi her şeyden evvel kendi mevkiinin muvakkat ve muvakkat olduğunu bilerek o mevkie çıkar. Layık kaldıkça o mevkide oturur. İmkân ancak onun kıymeti ile kendini gösterir. Cumhuriyet imkân demektir.. Çünkü iç hürriyetin de en büyük imkânı cumhuriyetle kabildir. Ama diyeceksiniz ki, dünyada adı cumhuriyet olan diktatörlükler vardır. Evet, fakat bütün bu şekiller muvakkattir. Cumhuriyet sade adıyla bile fert hürriyetini aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, cumhuriyet imkânları olan her memleket, hürriyet davasında er geç muvaffak olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri zirvelere götüren imkânları verir. İstiklal ve hürriyetine sahip olan milletler ilerleme yolunda ‘imkân’lara malik demektiler. O halde cumhuriyet her sahada ilerlemenin en sarih teminatıdır. Cumhuriyeti bu manası ile ve bu şümul ile anlamak lazımdır.” ??? Atatürk’ün cumhuriyet kavramı hakkındaki bu tespitleri sosyolojik açıdan oldukça değerli ve bir o kadar da düşündürücüdür. Ne yazık ki bugün hâlâ Cumhurbaşkanlığı makamı milletvekili genel seçimleri sonucu elde edilen bir iktidar, bir hak ya da harcanmış emeklerin bir ürünü olarak görülmektedir. Bu düşünce ise Demokrat Parti’nin 19501960 yılları arasında sergilediği mantıkla neredeyse tamamen örtüşmektedir. Günümüzdeki bu tablo, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının gerektiğince özümsenmediğine ve ne yazık ki daha uzun yıllar ülkemizin sıkıntılarla baş başa kalacağına işaret etmektedir. (*) Münir Hayri Egeli. Atatürk’ün Bilinmeyen Hatıraları. Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kâğıtçılık TLŞ. İstanbul, 1954, s: 3839. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 25 Ağustos www.mumtazarikan.com ESAS NO: 2007/298 KARAR NO: 2007/290 Davacılar Ahmet Durmuş ve Dudu Durmuş vekili tarafından, Nüfus Müdürlüğü aleyhine açılan Yaş Tashihi davasının, yapılan yargılaması sonrasında, davanın kabulüne, Afyonkarahisar ili, Emirdağ İlçesi, Aşağıpiribeyli Karşıyaka köyü nüfusuna kayıtlı Ahmet ve Dudu’dan olma, 10.05.1990 doğumlu İSMİGÜL DURMUŞ’un, ay ve gün aynı kalmak üzere, doğum yılının tashihi ile doğum tarihinin 10.05.1989 olarak düzeltilmesine karar verilmiş olduğu İLAN OLUNUR. (Basın: 46266) ESKİŞEHİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ İLA N KIRIKKALE V ALİLİĞİ İL TARIM MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN İLAN İlimiz Balışeyh İlçesi, Kargın Köyü sınırları içerisinde bulunan, 1018 parsel no’lu tarım arazisinin, Yılmer Madencilik Sanayi ve Tic. Ltd. Şti’nce izinsiz olarak, tarımsal yapısının bozulması nedeniyle, 5403 sayılı Kanunun 21. maddesine göre 56.890.00 YTL idari para cezası verilmiştir. Kanunun 22. maddesine göre tahsili gerekmektedir. Şirketin adresi bulunmadığından, ceza ile ilgili tebligat yapılamamıştır. 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre ilgililere ilanen duyurulur. (Basın: 46135) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Çobanpüskülü” de denilen 1 bir süs bitkisi. 2/ 2 “Yilbik, tutarık” gibi adlar da ve 3 rilen sinir hasta 4 lığı... Kısa ba 5 caklı bir köpek cinsi. 3/ Antik 6 7 dönemlerde Anadolu’nun 8 güneyine verilen ad... Duvar için 9 de bırakılan oyuk bö1 2 3 4 5 6 7 8 9 lüm. 4/ Evrensel alıcı 1 S İ NO F O B İ olan kan grubu... Pasi2 İ M A R E T N E fik’te Fransa’ya ait bir S E N E K ada. 5/ Dışa vuran se 3 T E K L E GO vinç... “ gerdan üstü 4 O C A K 5 F E R İ K F ÖN ne bir de ben gerek” A G S İ L O (Karacaoğlan). 6/ 6 O 7 B U T A F O R M Uzak... İsrail’in plaka imi. 7/ 8 İ L L AM P İ Yiğit, kahraman... Hay 9 A L İ N A Z İ K vanları bağlamak için çakılan demir ya da ağaç kazık. 8/ İzmir’in Tire ilçesine özgü, ısırgan otu ve peynirle yapılan zeytinyağlı bir yemek... Mikroskop camı. 9/ Bulucusunun adını taşıyan ve körler tarafından kullanılan kabartma yazı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kazanda yeteri kadar mayası gelmemiş hamurun içinde bekletilerek dinlendirildiği derin madeni tekne. 2/ Bir şeyden kalan kötü iz... Bir tür taze ve tuzsuz beyaz peynir. 3/ Soy... Gemilerde kullanılan halattan örülmüş ağ. 4/ Kıyı ile gemi arasında yük taşımakta kullanılan altı düz tekne... Bir soru eki. 5/ Bir haber ajansının kısa yazılışı... Başlıca, temel niteliğinde olan. 6/ Eski dilde su... Yeşile çalar toprak rengi. 7/ Bir alay işareti... Güreşte bir oyun. 8/ Doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı koruma altına alınan alan... Yapma, etme. 9/ Güneydoğu’dan esen yel. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear