26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 AĞUSTOS 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Yedi Kerem Ataç: “Meclis’te temsil edilen parti sayısı yedi olmuş. Yersen!” ONURDAN söz ediyor Aysel Ergüney ve “Onur mu, nerede” diye soruyor: “Hiçbir bedel ödemeden bir şeyin sahibi olmak benim çocukluğumda ayıp sayılırdı. Misafirliğe gidildiğinde ‘aç gözlü’ davranmamamız için, ev sahibi yiyecek teklif ettiğinde, teşekkür edip geri çevirirdik. Hatta bayramlarda bile çok yakınlarımız dışında verilen hediyeleri almamamız öğütlenirdi. Otobüse binecek paramız olmadığında kilometrelerce yol yürürdük. Toplum içinde dilenci olmak ayıplanır, dilenen kişiye ‘git iş bul, çalış’ denirdi. Üretmeden tüketmek onaylanan bir davranış değildi. Onurlu olmak eziyet çekmekten daha önemliydi. Hatta 1970’li yıllarda ortaya çıkan arabesk şarkılarda bile ‘kula kul olacaksam batsın bu dünya’ sözleri vardı. Ne olduysa 1980’li yıllardan sonra oldu. Gösteriş tüketimi uğruna insanlar onurlarından, Ya ğ m u r E k i m Bütçeye kemer gerekiyormuş... “Halka da semer!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Gökçek’in durumu: Kasıntıdan kesintiye! Kuşbaşı A. Mete Apak: “Şu sıra Türkiye’de et fiyatları düşerse şaşırmayın çünkü İngiltere’de şap hastalığı görülmüş!” kimliklerinden vazgeçer oldular. Turgut Özal ile tüketim malları ithalatında patlama yaşandı. Sofrasında çorbayı, pilavı ancak bulabilenlerin ellerinde ‘Marlboro sigarası’ altlarında bilmem kaç taksitle alınmış arabalar oluverdi. Eskiden malı ve mülküyle övünmekten kaçınan, olmayanları imrendirmekten çekinen kültürümüz bir anda değişime uğradı. Ayşe Hanım, Fatma Hanım evlerindeki bilmem ne marka porselen yemek takımları, kocaları da arabaları ile birbirlerine ‘hava’ atar oldular. Olsun da nasıl olursa olsun kültürü her şeyi solladı. Yoksulu, dar gelirlisi; erzak, kömür yardımlarına, iftar çadırlarında verilen yemeklere tav oldu. Halk, ‘Ben birilerinin vicdanı ve merhameti ile yaşamak Onur zorunda mıyım’ diye soramayacak duruma getirildi. Artık ‘dilencilik’ ayıp sayılmıyor. Hatta, devleti yönetenler dilenciliği özendiriyor. Turgut Özal felsefesi ile birlikte tüketim sevdası, ulus sevdasının üstüne çıktı. Para karşılığı her fikir yazılır, savunulur, halk kandırılır oldu. Aydın ihaneti yaygınlaştı. Ulusal sermaye, ulusal varlık, ulusal değer kavramları önemini yitirdi. Para tek amaç oldu. Zaten Özal da; ‘Ben zengini severim’ demişti. Geldik bugüne. Büyüyen işsizlik, yoksulluk, çaresizlik çemberine sıkışan halkın büyük çoğunluğu tutsak edildiği ‘sadaka kültürü’ içinde hiçbir bedel ödemeden evine kadar ulaştırılan erzak paketleri, kömürler sayesinde oy deposuna dönüştürülerek düzenin savunucusu ve koruyucusu haline getirildi! Bunun adı da demokrasi oldu. Peki ya demokrasinin onuru, ona ne oldu?” Türkiye Çölleşiyor TEMA Vakfı’na göre Türkiye’nin yüzde 89’u hafif, orta, şiddetli ve çok şiddetli olmak üzere erozyon ve buna bağlı olarak çölleşme riskiyle karşı karşıya. Yanlış arazi kullanımı, doğal bitki örtüsünün yok edilmesi, toprak ve yüzey özellikleri erozyona yol açıyor. Küresel ısınma diye tanımladığımız iklim değişiklikleri ise çölleşmeyi hızlandırıyor. Erozyon da, çölleşme de Türkiye için yeni olgular değil. Yaşanan ve yaşanacak tüm çevre felaketleri ‘gözle görülür’ bir süreç içinde gerçekleşiyor. Örneğin, bir yılda 250 ton sazan, 400 ton kerevit, 150 ton turnanın çıkarıldığı, önce bataklığa dönüşen, sonra da kuruyan Akşehir Gölü’nde her şey son birkaç ay içinde mi olup bitti? Doğal ki hayır! Gölde yıllar önce tehlike çanları çalmaya başlamış, daha 2001 yılında balıkçılığa kısıtlamalar getirilmişti. Çavuşçu Gölü’nde su hacmi yüzde 88 oranında azalarak 22 milyon metreküpe indi, altı yıl önce 180 ton olan sazan balığı üretimi 40 tona düştü. 10 yıl öncesine kadar 5 milyar 400 milyon su hacmine sahip olan Beyşehir Gölü’nde bu rakam bugün yalnızca 1 milyar metreküp. Bir süre öncesine kadar sazan ve levrek olmak üzere 2 bin ton balık üretilen gölde balık üretimi neredeyse durma noktasına geldi. Meke Gölü’nün ise bir yıllık ömrü kaldığı söyleniyor. Gelecek kuşakların coğrafya kitaplarında ‘Göller Bölgesi’ diye konu yer almayacak. ??? Eğitimsizlik, bilinçsizlik, orman kıyımları, tarım arazilerinde yanlış sulama, yeraltı sularının har vurup harman savrulması ülkemizi çölleşmenin eşiğine getirdi. İki ay yağmur yağmayıp da Ankara susuz çöle dönünce yetkililer, Amerika’yı yeniden keşfetmişlerin gülünç heyecanıyla koşuşturmaya başladılar. Elçiliklerin, bakanlıkların, TBMM’nin depoları tümüyle boşalmadan başkentimizin günlerdir yaşadığı rezilliğe ‘çare’ bulma telaşı içindeler. Bir yandan da, ‘kuraklaşıyoruz’, ‘çölleşiyoruz’, ‘susuz kalıyoruz’ diye yaygara kopartıyorlar. Oysa küresel boyutta bir çölleşme tehlikesinin varolduğu, 1977 yılında Kenya’nın Nairobi kentinde toplanan Birleşmiş Milletler Çölleşme Konferansı’ndan bu yana biliniyordu. 30 yıl önceki o toplantıda ‘topraklarsularormanlarmeralar’, ‘biyolojik çeşitliliğin korunması’, ‘nüfus planlaması’ vb. konulara ilişkin kararlar alınmıştı. 12 Eylül’ün ‘süngüpostal hükümeti’ dahil, 1977’den bu yana görev yapmış hükümetlere, “Türkiye’nin kuraklaşmaması, çölleşmemesi, susuz kalmaması için neler yaptınız?” diye sormak, afra tafra ile siyasal arenada boy gösteren o hiçbir işe yaramaz beceriksiz liderlerin yakalarına yapışmak gerekmiyor mu? Bir ülkenin en değerli hazinesi insanlarıyla doğal kaynaklarıdır. Ama ne yaman çelişki ise bizim insanlarımız seçimlerde sandık başlarına gidip kendi soluk borularını kesecek, yaşam koşullarını ortadan kaldıracak tehlikeler karşısında hiçbir şey yapmayan siyasetçilere, ders yerine oy veriyorlar. Kapitalizm bu ülkede kendini çölde yaşamaya, susuz kalmaya layık gören bir toplum yaratmış! Öyle bir toplum ki, ırmakları cılızlaşırken, gölleri kururken, kıyıları betonlaşırken, denizlerinde hayat tükenirken, havası kirlenirken hiçbir şey olmamış gibi seyrediyor, seyretmesi de bir yana yaklaşan ölümcül felaketler karşısında kılını kıpırdatmayan siyasetçileri omuzlarında taşıyor. Kendi bindiği dalı kesmenin bundan iyi tanımı olur mu? ??? 1977 yılından bu yana iktidar olan, Türkiye’yi yöneten siyasal partilerin en belirgin ortak özellikleri, kapitalizmle sorunları olmamalarının yanı sıra tümünün de kendilerini ‘milliyetçi’ olarak tanımlamalarıdır. Ülke çölleşiyormuş, doğa yıkıma uğruyormuş hiç umurunda değildir milliyetçilerin. Bu köşede çok yazıldı: Milliyetçilik, kapitalizm temelinde boy vermiş bir ideolojidir. 19. yüzyılda, feodalizmin yıkılış sürecinde oynadığı ‘devrimci’ rolden zaman içinde uzaklaşarak ‘gerici’ bir niteliğe bürünmüştür. Küresel kapitalizmin egemen olduğu günümüzde ise kurulu düzenin en sadık hizmetkârıdır. Türkiye’nin kendi özel sosyalekonomikkültürel koşullarında ise, aynen siyaset avcılarının elinde özüne yabancılaştırılmış dinsel inançlar gibi kapitalizmin kitlelere şırınga ettiği bir uyuşturucudur. Yoksa toplum, başına geleceklerden habersiz kurbanlık koyunlar gibi boynunu cellatlarının bıçağına niçin uzatsın? (eposta: dkavukcuoglu@superonline.com) Özel Erol İşisağ: “En özelleştirilmiş kurum CHP’dir.” SESSİZ SEDASIZ (!) Sivil anayasa paketinde ne var ne yok SİVİL anayasa paketinin içinde ne var? Gülhan Elmas pakete bakmış neler olduğunu anlatıyor: “Şehit cenazelerinin değil, anayasadan Atatürkçülüğün kaldırılması var. Devletçi ekonominin değil, kamuyu soyup soğana çeviren piyasa ekonomisinin kollanması var. Amerikan üslerinin değil, Milli Güvenlik Kurulu’nun kaldırılması var. İşçinin, köylünün, memurun, emeklinin, esnafın, işsizin değil, irtica nedeniyle ordudan atılanların korunması var. Hırsızları, dolandırıcıları koruyan dokunulmazlık kurumunun değil, Yükseköğretim Kurulu’nun kaldırılması var. Katlanarak artan yüz milyarlarca Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Tatil Yaşar Şengel: “Tatil günlerinde çalıştıkları için, ek ödenek isteyen imamlar haklı! Tatil günlerinde çalışmasınlar, cemaat de dinlensin!” Dağıtım Suat Özbilgi: “Yaz ortasında kömür dağıttılar, kışın da su verecekler!” dolarlık borcun hesabı değil, laikliğin anayasadan çıkarılmasının hesabı var. Zamanaşımına uğrayan katillere, hortumculara değil, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararlarına yargı yolu var. Yoksul öğrencilerin üniversiteye nasıl gideceği değil, rektörlerin nasıl seçileceği var. IMF’nin yetkilerinin değil, Cumhurbaşkanının yetkilerinin daraltılması var. Cumhuriyet düşmanı tarikatların değil, Cumhuriyetin kurucusu ordumuzun yetkilerinin kısıtlanması var. Temel hak ve özgürlüklerin teminata alınması değil, İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında sınırlandırılması var.” Egemenlik, kayıtsız şartsız egemen medyanındır! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Sivil anayasa’ için Bizler, daha ilk gençliğimizde “hukuk devleti”nin önemini ve değerini, “1961 Anayasası”nın “özgürlükler”i ve “toplumsal çıkarlar”ı gözeten uygulamalarını “yaşayarak” kavradık... Örneğin kimi “sakıncalı” sayılan filmlerin 60 öncesi anlayışla yasaklanması da “anayasayla” engellenirdi. Sinema afişlerindeki “Danıştay kararıyla” yazısı, sansüre karşı hukukun zaferini duyururdu… Benzer şekilde gösteri ve yürüyüşlerin “izin” alınarak değil, “haber” verilerek yapılabilmesi; çalışanların haklarını savunmaları için diledikleri zaman greve gidebilmeleri; yani “adalet” denince akla gelen her şeyin hukuksal güvenceye bağlanması, 70’lere dek bir rüya gibi yaşandı... Aynı dönemde bizlerin de “öğrenci temsilcisi” olarak Akademi yönetim kurullarında “oy hakkı” ile yer almamıza; öğrenci taleplerini hocalarla “eşit haklar”da savunmamıza; hatta görüşlerimizin kararlara, yönetmeliklere geçmesine bugün kim inanır? Bütün bunlar, şimdi “hayal” bile edilemeyecek bir demokratik ortamı yaratırken kimsenin aklına anayasanın “sivilleşme”si ya da “renksiz”leşmesi gelmemişti... Tüm hak ve özgürlüklerin temel nedeni ise aynı anayasanın “tarihsel rengi”ni oluşturan “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı bir çağdaş hukuk devleti”nin hedeflenmesi değil miydi? 12 Eylül 1980 darbecilerinin “solcular anayasayı çiğniyorlar” diyerek yönetime el koyup daha ilk gün işte o anayasayı ortadan kaldırmalarını bugün nedense sorgulamıyoruz. Darbenin asıl nedeni olan ve ancak “baskı rejimi”yle uygulanabilecek 24 Ocak ekonomik kararlarındaki “sömürgeci”liğe en önemli engelin 1961 Anayasası olduğunu da unutmuş gibiyiz... Oysa bu kadarı bile 12 Eylül’ün “öz” olarak 1961 Anayasası’na karşı yapıldığını kanıtlamaya yetiyor. 1982 Anayasası’ndan çıkartılamayan “ulusal çıkar”, “kamu yararı”, “eşitlik” gibi kavramların da Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı bir sosyal devlet hedefi olduğu nasıl “inkâr” edilebilir? bütün bu gerçekleri savunmayı da “riskli” kılıyor... Çünkü yeni anayasaya da 27 Mayıs düzenlemesinin asıl esin kaynağı olması gerektiğini söylerseniz, anında “ordu”cu ilan edilebilirsiniz... “Her iki kişiden biri” de “ne”yi savunduğunuzu hiç önemsemeden, sizi “demokrasi düşmanı” sayabilir... Bu nedenle, ister sivil, ister renksiz denilsin, yeni bir anayasanın nasıl olması gerektiğini örneklerle belirtmek en doğru yöntem görünüyor. Sözgelimi AKP’nin “2B özlemi”, 1982 Anayasası’ndaki 1961’den kalan “ormanların ulusal zenginlik olduğu” ilkesine takılmıştı. “Yasadışı yapılaşma”yla ağaçsız kalan ormanların “işgalcilere tapu karşılığında pazarlanması” aynı ilkeyle engellendi... Şimdi yeni anayasa acaba ne diyecek? Ulusal çıkar “Atatürkçülük” sayılıp çıkartılırsa ormanlar “sivil yağmacılar”a karşı nasıl korunacak? Benzer şekilde, meslek odalarının “kent suçları”na açtıkları davalar da anayasadaki; yine 1961’den kalma eşitlik ve bilimsellik ilkeleriyle kazanılıyor. “Seçilmiş yöneticilerin, imar yetkilerini toplumun zararına ve bilime aykırı kullanamayacakları” esas alınıyor.. Acaba yeni anayasada, yüzde 46,6’yla edinilen yetkilerin aynı zamanda “demokratik hak” olduğu mu kabul edilecek? Böylece, örneğin Haydarpaşa, Galataport gibi “talan projeleri”, benzer özelleştirmeler ve Dubai kulelerine imar kıyakları, “kamusal denetim”i “sivilliğe aykırı” gören bir “anayasal güvence”ye mi kavuşacak? Zafer Üskül’ün Mimarlar Odası’na danışmanlık yaparken bu gibi örnekler karşısında “net” görüşler belirtemediğini söylememe “içerleyen”ler oldu. Oysa adına sivil denecek bir anayasanın bile nasıl “demokratik” olması gerektiğini gösterecek en anlaşılır belgeler, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının siyasal kayırmalara karşı “sosyal hukuk devleti”ni “savunarak” açtıkları dava dosyalarıdır. Devleti yöneten “seçilmişler”in, hükümet dışı kuruluşlarca ülke, ulus ve halk çıkarına denetlenmesini içermeyecek bir anayasanın, “iktidar genelgesi”nden ne farkı kalır ki? ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Ağustos www.mumtazarikan.com İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış SATILIK DEVREMÜLK Bodrum Hürpa Akyarlar’da 15 30 Ağustos Devresi Tel: 0533.749 09 60 Gazilerimiz, Bağışlarınızla Hayata Gülümsüyor. Yağmaya ‘sivil’ güvence Ne var ki Zafer Üskül’ün birdenbire “Artık Atatürkçülüğe gerek yok” demesiyle sesini yükselten “inkârcı cephe”nin, 1982 Anayasası’na karşı sivil anayasa seçeneğini gündeme getirmesi, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ELELE VAKFI OYAKBANK Ankara T.Güneş Ş. 505 0 505 YTL Tel: 0312 431 99 36 www.elele.org.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ruhsal çö1 küntü. 2/ Felsefede, bilgi 2 ile varlık ara 3 sında ilişki kurduğu dü 4 şünülen kav 5 ram... Yap 6 rakları salata 7 gibi yenen baharlı bir 8 bitki. 3/ Kötü, 9 çirkin... Su1 2 3 4 5 6 7 8 9 cuğa benzer bir yi1 M Ü S T E C İ R yecek. 4/ Eski dilde 2 Ü R E MA D E N su... Türlü nedenlerle başarılı olamayan 3 S E K M E N D A kimse. 5/ Saplantı. 6/ 4 T M U K A V İ M V E F A Kısa çizme... İskam 5 E M E K Z bilde bir kâğıt. 7/ 6 C A N A V A R V E R D İ Doğu Anadolu’ya 7 İ D özgü bir tür çorba... 8 R E D İ F İ N İ Havva’nın Batı dil 9 N AMA Z İ L lerindeki adı. 8/ Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan... İnce ve düzgün dokunmuş pamuklu bir kumaş. 9/ İç sıkıntısı veren tedirginlik, korku, dehşet ya da gerginlik duygusu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş... Karışık renkli. 2/ Yazınsal... Bir ilimiz. 3/ Plastik su şişelerine verilen ad... Deşilmiş yer, çukur, delik. 4/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Bir atom ya da molekülden ötekine bir ya da daha çok elektronun geçişi olayı. 5/ Mavi renkli bir süs taşı. 6/ Durağan... Rey. 7/ Ceket altına giyilen kolsuz ve kısa giysi... Eskrimde kullanılan üç silahtan biri. 8/ “O yer” anlamında kullanılan sözcük... Gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen siyah nakış. 9/ Havadaki su buharı... Yayvan sepet. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear