24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Mübeccel Kıray ve Diyalektik Doç. Dr. Yıldız SERTEL bettik. İlhan Selçuk, Mübeccel Kıray’ın diyalektik metodu uygulayarak sosyolojik araştırmalara getirdiği yeniliği Emre Kongar’dan bir aktarma yaparak anlatıyor: “Alan araştırmalarında uygulamacı, pozitivist, deneyselci yöntemleri ve teknikleri kullanırdı. Elde ettiği bulguları diyalektik yaklaşımla yorumlar, makro sentezlere bu biçimde ulaşırdı.” Bu dizeler beni ta 1940’lı yılların sonlarında New York’taki öğrencilik yıllarıma götürdü. Amerika’daki değişik sosyal bilim dallarında okuyan bir grup Türk kızıydık. Her yaz Mübeccel Chicago’dan gelir, Marksist çalışma grubumuza katılırdı. Engels’in “Doğanın Diyalektiği” kitabını beraber sökmüş, diyalektiği beraber öğrenmiştik. Sonraları ben Fransa’da Türk işçileri arasında yaptığım sosyolojik araştırmada bu metodu kullanmıştım, Mübeccel’in Ereğli araştırmasından da faydalanmıştım. İlhan Selçuk, Kiray’ın araştırmalarına bakarak soruyor: “Mübeccel Kıray bilimsel yaklaşımıyla, Türkiye’nin bir İslamcı iktidarın eline geçeceğini öngörmüş müydü? ...Türkiye’nin bugünkü ahvali artık siyasallığı aşmış, bir toplumbilim olgusuna mı dönüşmüştür? Artık toplum uzun yılların içten ve dıştan karşıdevrim yatırımlarıyla değişmiş, bu yolda mı kurumlaşmış, örgütlenmiştir?” Ne kadar haklı ve önemli sorular! Karşıdevrimin iç ve dış desteklerle önemli bir güç kazandığı, Atatürk devrimlerinin tehlikede olduğu inanılmaz bir gerçek. Ancak sosyal bilimde diyalektik, toplumsal, tarihsel gelişmenin iç çelişkilerle oluştuğu anlamına gelir. Acaba Türkiye bir çelişkiler toplumu değil mi? İlhan Selçuk’un soruları beni seçimler öncesi olaylara götürdü. Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, Türkiye’nin her köşesinde meydanlarda milyonlar; ellerde bayraklar, “Türkiye la PENCERE Kim Cehennemlik, Kim Değil?.. Öteki dünyanın cehennem denilen mekânı, gerçekte bu dünyanın diline pelesenk olmuş, günlük hayatımıza girmiş bir yerdir; kimilerine korku ya da ürkü verirken kimilerine de mizah kaynağı oluşturmuştur... Cehennem üstüne söylenmemiş laf mı yok!.. Fıkra mı eksik?.. Sürüsüne bereket... Hem yalnız İslamda değil, çok tanrılı ve tek tanrılı nice dinde cehennemin dik âlâsı gündemdedir... ? Geçen gün bu köşede yayımlanan bir fıkrada demiştim ki: “Türbanı flamaya dönüştürüp siyaset sahteciliğinin en büyüğünü yaparak Müslümanlık taslayanlar ikiyüzlü yalancılardır, topu cehennemliktir...” Sen şu RTE’nin elindeki Sabah gazetesine bak!.. Gazeteyi yönetenler akıllarını peynir ekmekle yemiş olmalılar ki “ilahiyatçılara” başvurup bir tür soruşturma yapmışlar... Gazetede koskoca bir başlık ve haber: “İlahiyatçılar Selçuk’un sözlerine tepki gösterdiler. ‘Kimin cennetlik, cehennemlik olduğuna Selçuk değil, Allah karar verir’ dediler.” Allah bizi bu kadar akılsız ya da kötü niyetli kullarından korusun... Amin!.. ? Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin eski Dekanı Prof. Dr. Salih Tuğ demiş ki: “ İlhan Selçuk fetva makamı haline gelmiş, cennetlik cehennemlik diye ayırabiliyor. Bir müftü gibi hareket ediyor.” Sayın Profesörün lafına limon sıkmak gerekir. Bir Müslümanın cennetlik mi cehennemlik mi olduğuna “fetva makamı” mı karar verir, “müftü”lük işi mi bu?.. Bana gelince... Kimseye cehennemliksin demedim, siyasette türbancılık yaparak kutsal İslamı kullanan ve çıkarcılık uğruna iktidar politikası yapanlara mizahın fetvasını çıkardım... Cehennemliklere ‘cehennemiyyun’ denir... Cehennem yedi kattır: Cehennem.. Sair.. Sakar.. Cahim.. Huteme.. Lâzi.. Heviye.. Vallahi türban takanların değil türbancıların hangi katta ikamet edeceklerini bilemem... ? Sabah gazetesi muhabiri Nergis Demirkaya’nın başvurduğu ilahiyatçı Prof. Dr.’lerin haklarını da teslim edelim; özetle demişler ki: Kuran’da türban ya da sıkmabaş yoktur. Kuranıkerim Müslümanın kutsal kitabıdır. Bugün Çankaya ve Başbakanlık konutunda flama ya da bayrak gibi dalgalanan türban ya da sıkmabaşın Kuranıkerim’de yeri yoktur... Bilelim ki Müslümanlığı siyasete alet etmediğimiz ölçüde İslam yücelir... Atatürk döneminde kural böyleydi. Plansızlığın Şaşkınlığı BAŞBAKAN’IN bir dediği bir dediğini tutmuyor son günlerde. Bir bakıyorsunuz, celallenmiş, ateş püskürmekte. PKK’nin üstüne yürüyüp yeri göğü sarsacak gibi. Bununla da kalmayıp Barzani’yi de tepeleyeceğini, Erbil’de taş üstünde taş bırakmayacağını sanabilirsiniz. Bir bakıyorsunuz, son derece barışçı. Barış için herkesle görüşecek. Bir gün siyasal “çözüm”, öbür gün “Önceliğimiz terörü önlemek” diyor. Yalnız o mu? Yanındakilerin de bir bölümü “Başbakan’ın Kürt Planı var” demekte; kimi “Plan yok; önce şiddeti bitireceğiz” demek ister gibi. eşke bir plan olsa da herkes kendini ona göre ayarlayabilse. Hayır, zihinlerde plan yok, bir “genel proje” var: Türkiye Cumhuriyeti’ni “ılımlı İslam devleti”ne dönüştürmek. Sözcükler, onların değil, ABD’nin. Hem yeterli, hem de elverişli: Özdeki dinci yaklaşımı belirtiyor ve aynı zamanda “ılımlı” oluşuyla kimseyi ürkütmeme amacına yönelik. Ne var ki, bu deyimi benimsemek, amaca varmada izlenecek strateji ve taktiklerde işbirliğini zorunlu kılıyor. Hedeflerin tanımlanması, seçimlerde izlenecek propaganda tarzları, nelere müsaade edilip nelerden kaçınılacağı hep Atlantik ötelerinden fısıldanan reçetelerle yürütülmekte. O zaman, içteki plansız gidişi ister istemez “stratejik” denen ortaklığın bütün Ortadoğu’ya ilişkin hedeflerine uyarlama gereği ortaya çıkıyor. Var olan şaşkınlığı, tutarsızlıkları, günden güne görülen dönüşleri daha da arttıran bu. ysa, yalnız ABD’nin ve iktidarın değil, Türkiye’deki bütün partilerin ve güç odaklarının da birer Güneydoğu planı olmalıydı. Güvenlik sorunlarının yanında ekonomik gelişmeyi, sosyal yapı değişikliğini, toprak reformundan eğitimin örgütlenmesine kadar bütün alanları kapsayan, uygulama ve denetim mekanizmalarını ortaya koyan bir plan. Heyhat, bırakın öbür partileri, ana muhalefet partisi bile böyle bir şey ortaya koymuş değil. Tam tersine, parti lideri Güneydoğu’yu bir yana bırakıp Kuzey Irak’taki Kürt gençlerinin Türkiye’de eğitilmesinden dem vurmakta. O zaman, ister istemez, başka güç odakları ve en başta da Güneydoğu’nun güvenliği için her gün çırpınan, kanlarını akıtan Silahlı Kuvvetler akla geliyor. Orası, bölge için bir ekonomik ve sosyal plan beklentisini yıllardır tekrarlayıp durdu. Kimse kılını kıpırdatmadığına göre, onun bölgeyi en iyi tanıyan ve ayrıca plan kavramını düşünme tarzının temeli sayan bir güç olarak, ana çizgileriyle böyle genel nitelikte bir “plan” hazırlayıp sivillerin önüne hedef olarak koyması çok mu yanlış olur? Bu ülkede her şey sıra mantığına göre yapılıyor mu ki, askerlerin sivillere hedef göstermesi yanlış olur diye düşünesiniz? mumtazsoysal@gmail.com M übeccel’in ölümüyle üniversite yıllarında edindiğim candan bir dostu kaybettim. Acısı derin. Kuşkusuz onunla çok önemli bir sosyoloğumuzu kay K O ik kalacak”, “Ne ABD ne AB”, “IMF dışarı” sloganları... Ecevit’in cenaze töreninde, Atatürk’ü anma günlerinde hep aynı coşku. Sanki yer yerinden oynuyor, Türk toplumu değişiyor, belli bir uyanma var. Attilâ İlhan, Bilgi Yayınevi’ne hazırlattığı kitap dizisinin adını, “Bir Millet Uyanıyor” koymuştu. Bu bir toplumsal olaydı ve hakkında birtakım değerlendirmeler yapılıyordu: Kimine göre bu küreselleşmenin getirdiği toplumsal düzende güçlenen, “kültürlü orta tabakanın” ortaçağ düzeni tehlikesine karşı tepkisiydi. Kimine göre serbest piyasa ekonomisi yüzünden yoksullaşan kitlelerin tepkisiydi bu. Toplumda önemli gelişmeler olduğunu görüyor, bir sosyolojik araştırma gerektiğini düşünüyordum. Konuyu Mübeccel Kıray’a açtım. O, “sağlık nedeniyle ben artık böyle işlere girişemiyorum. Bir proje hazırlarsanız, fikrimi söylerim” dedi. Tam bu sıralarda, bir Cumhuriyet davetinde Emre Kongar’a rastladım; “Emre Bey bir sosyolojik araştırma gerek” dedim. O da bana hak verdi. Ancak, programlarının çok yüklü olduğunu, bize ancak dışardan yardım edebileceğini söyledi. Tam seçim arifesinde, yurt çapında bir araştırma yapacak ekibi kurmak olası değildi, proje kaldı. Sadece ben Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yazımda (bir dizi yazının kısaltılmışı) şu noktaları belirttim: Görünüşe göre, meydanları dolduran milyonların nüvesi, Prof. Dr. Sencer Ayata’nın tespit ettiği gibi, “yeni orta sınıf”tı. Yani teknik devrimin ve küreselleşmenin oluşturduğu düzen değişikliği sonucu sayıca artan nispi bir refaha kavuşan kültürlü bir orta tabaka: Holdinglerde çalışan masa başı işçileri, firma yöneticileri, serbest meslek sahipleri, sosyal hizmetlerde çalışanlar, memurlar vb. Bu çekirdeğin etrafında değişik kategoriler görülüyordu: Sivil haklarını tehlikede gören kadınlar, IMF politikalarıyla işsiz kalan gençler, işçiler; hükümetin tarım politikalarının mağdurları vb. Bir de tam bağımsızlık, toprak bütünlüğü gibi ulusal davalar etrafında oluşan o ulusal birlik vardı. Türk toplumunun yüzde 80’inin ABD’ye karşı olması kendiliğinden gerçekleşmemişti. Bu yazıda, Türk halkının uyandığı değil uyandı rıldığı tezini savundum. Örnek olarak Cumhuriyet gazetesinin “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyasıyla başlayarak değişik sivil toplum örgütlerinin etkinliklerini, Atatürkçü aydınların yurdun her köşesinde verdikleri konferansları, “Şu Çılgın Türkler” gibi kitapları, “Kanal Türk”, “Ulusal Kanal” gibi devrimci TV yayınlarını gösterdim. Toplumsal değişikliğin olumsuz objektif koşullarının yanında birtakım siyasal, kültürel faaliyetler sonucu gerçekleştiğini anlattım. Peki, ne oldu? Olaya bilimsel açıdan baktığımızda, karşıdevrimin başarısının anlamı nedir? Kuşkusuz bu başarının toplumsal temelleri var: Bir bölgede yarı feodal düzenin hâlâ bozulmamış olması, Anadolu’nun büyük bir bölümünde eğitim, geçim sorunlarının çözülmemiş olması. Bu zemin üzerinde oyların parayla satın alınabilmesi, dinin kolayca siyasete alet edilebilmesi. Azgelişmişlik sonucu yabancı sermayeye teslimiyet, içerden çürümenin bir simgesi olan holding medyası. Diyalektik bakış... Olaya diyalektik açıdan baktığımız vakit, Türk toplumunun ikiye bölünmüş olduğunu görürüz: Geniş bir kitleyi ellerine geçirebilmiş olan karşıdevrimciler ve Atatürk devrimlerinin arkasında duran önemli bir toplumsal güç. Devlet mekanizmasının içinde hâlâ Danıştay’ı, baroları, eğitim kurumlarını, hukukçuları; hekim, avukat, mühendis gibi pek çok meslek grubu. Bunların yanında milyonlarca işsiz genç, korumasız kadın gibi bu düzene isyan eden her an sokağa dökülmeye hazır geniş kitleler var. Bir de unutmayalım, ordu bugünkü tutumuyla Atatürk’ün ordusu. Bütün bunlar bir araya geldiğinde önemli bir devrimci güç oluşuyor. Bu güç ister istemez savaşı sürdürmek zorunda. Çünkü bu artık Türkiye için bir ölüm kalım sorunu, bağımsızlık ve ulusal bütünlük sorunu. İşte bu nedenlerle Türkiye’yi iç çelişkiler halinde bir toplum olarak görmemiz gerek diye düşünüyorum. Alt tarafı, 80 yıllık tarihi olan devrim; okullarında, kurumlarında kendi koruyucularını da yetiştirdi. Ortaçağa dönmek istemeyen, Atatürk’ün emanetine sahip çıkan milyonlar hâlâ bir güç. Mübeccel Kıray sağ olsaydı sanırım o da bu diyalektik bakışı kabul edecekti. Kadın Haklarında 128 Ülke Arasında 121. Sıradayız Yüksel PAZARKAYA M T.C. KARAİSALI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ ESASNO: 2005/15 Davacı Hulusi Balcı vekili Av.Mümtaz Hasan Şahin tarafından, davalılar Maliye hazinesi, Orman İdaresi ve Kuzgun köyü tüzel kişiliği aleyhine açılan tescil davasından dolayı, Karaisalı ilçesi, Kuzgun köyünde kain, doğusu 498 sayılı parsel, batısı ve güneyi çalılık, kuzeyi 497 parsel sayılı taşınmaz olan 6515 m2’lik taşınmazı, davacı Hulusi Balcı adına tescilini talep etmiş olmakla, bu yer üzerinde hak iddia edenler var ise üç ay içerisinde mahkememiz dosyasına müracaat etmeleri, MK 713. Maddesi gereğince ilan olunur. 22.02.2007 (Basın: 62083) erkezi Cenevre’de bulunan Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 128 ülkede gerçekleştirdiği son araştırmasına göre, Türkiye, kadın erkek eşitliği ve kadın hakları konusunda 121. sırada geliyor. Kadın erkek eşitliği, dolayısıyla kadın hakları, bu araştırmaya göre, İskandinav ülkelerinde en fazla gelişmiş durumda. Türkiye’yi 122. sırada Fas ve 124. sırada Suudi Arabistan izliyor. Bir zamanlar Atatürk Cumhuriyeti’ni örnek alan Tunus da çok gerilerde olmasına karşın, 102 sıra numarasıyla Türkiye’yi yirmi sıra sollamış görünüyor. Arap Emirlikleri bile 104. sırayla Tür kiye’nin çok önüne geçmiş durumda. Ünlü yıllık Davos toplantısını da düzenleyen WEF, dünya nüfusunun yüzde doksandan fazlasını kapsayan bu araştırmasıyla kadın erkek arasındaki derin uçurumu bir kez daha belgeliyor. Bu farklılığı saptamak için uygulanan ölçüt ya da birimler şöyle: Ekonomoik yaşama katılım, şans eşitliği, kazanç düzeyi, üst düzey eğitim ve meslek olanakları, siyasal yaşama katılım, sağlık ve ortalama yaşam süresi. Bu ölçütlere göre varılan sonuçta, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İzlanda başı çekiyor. Son sıraları ise, Türkiye de aralarında ol mak üzere, İslam ülkeleri paylaşıyor. Örneğin, Amerika’da kadınların siyaset yaşamına katılımları yükselirken, kadın erkek arasındaki ücret farkı, ekonomik eşitsizlik büyüyor. Aynı şekilde İsviçre, bir önceki rapora göre on iki sıra birden gerileyerek 40. sıraya düştü. Bunun nedeni, ücret farklılıklarının sanıldığından çok daha fazla göze batar olduğunun saptanması. Atatürk, kuruluş sürecinde, siyasal katılım, kadın erkek eşitliği, eğitim ve iş yaşamı gibi alanlarda Avrupa’nın pek çok ülkesinden önce Türk kadınının önünü yasal devrimlerle açtı. O sürecin, ellilerle birlikte önce yavaşlatılması, sonra durdurulması ve ardından ‘imam hatip ve türban’ diye diye geri çevrilmesi, Türkiye ve Türk kadını açısından bu üzünç verici durumu ortaya çıkarmıştır. Türbanı ‘modernite’ diye peşkeş çeken özellikle kadın yazarlara, kendinden menkul aydınlara bu sonuç armağan edilir. Baltayı keyifle aynı oduna sallayıp duran erkeklere söyleyecek bir şeyim yok. Onlar, ‘özgürlük, modernite’ diyerek, kadını kendilerine tutsak etmek tasarımını sinsi sinsi yürütüyorlar. Bütün bu sonucu ve bu durumu, çağdaş Türk kadını daha ne kadar sessiz ve kendi içine kapanık sineye çekecek? Ne zaman, en azından Atatürk devrimleriyle kazanılmış haklarının elden gitmesine karşı direnecek, sesini duyuracak ve kitlesel savaşımı başlatacak? CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear