24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 MART 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Bozacı Cemil Aydemir: “Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı, Merve Kavakçı, Süleyman Mercümek, Müslüm Gündüz’ün yapacağı tanıklıklarla, Cumhurbaşkanımız hakkında da bir iddianame hazırlanmalıdır.” TARİH tekerrürden ibarettir derler. Dünya hızla değişirken ve sürekli gelişirken, hele günümüzde “küreselleşme modası” ile sınırlar bile kaldırılmaya çalışılırken tarih niye kendini tekrar edip dursun? Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Emrullah Güney, bizi tarihin akışı içinde bir yolculuğa çıkarıyor: “Britanya ordusu Hint yarımadasını 150 yıldan uzun süre sömürge olarak kullandı. Sahip daha çok kazansın diye ünlü Hint kumaşlarını dokuyan genç kızların elleri kesildi; tezgâhlar yakıldı; yüreklere korku salındı. Sahip, yönetimde zorlandığı zaman bir Müslüman camisinden sakalı şerifi ortadan kaybederdi. Kim çalabilir? Tabii ki bir Hindu. Tam bir kanlı boğazlaşma olurdu. Sahip, elinde kamçısı bıyık burarken Hint ili kana bulanırdı. Türkiye, Japonya’ya rüşvet almama sözü vermiş... “Dürüstlüğün son perdesi!!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU İran Türkiye’ye nükleer çalışma önermiş. Din uyduramadık, atom verelim! Ganj, İndus, Brahmaputra nehirleri su değil kan taşırdı okyanusa. Muson yağmurları bile kanı temizleyemezdi. Hindu ile Müslüman arasında karşılıklı kırım sürer giderdi. Britanyalı sahip kılını kıpırdatmazdı. Neden sonra ortaya çıkar, ortalığı yatıştırırdı. Böylece ‘Demek ki, sahip gerekli’ denirdi. Böyle bir kanaat, Hint ilinin sömürge olarak kalmasını sağladı. Dünkü sahibin torunu, deneyimlerini bugün ABD’ye aktardı. Dersini iyi verdi. Bugünlerde Irak’ta günde 100’den fazla insan öldürülüyor. Fırat, Dicle, Şattülarap, Diyale, Karun ırmakları kan götürüyor Basra Körfezi’ne. Tekrar Neden? Çünkü Şii ile Sünni kanlı bir hesaplaşmanın içinde. Her topluluk karşı tarafın mabedini bombalıyor, yıkıyor, ibadet edeni öldürüyor. İki topluluk da Müslüman. Camileri yıkmada kullanılan dinamit, bomba aynı fabrikadan çıkma. İnsanları öldüren silah da, mermi de aynı fabrikanın ürünü. Basra’daki Britanya komutanı gelişmiş iletişim araçlarıyla kuzeydeki ABD’li komutana sesleniyor: ‘Aferin. Dersini iyi çalışmışsın. Devam.’ Bugün ŞiiSünni çatışması. Yarın başka toplulukların kapışması, kapıştırılması. Toplumların kendi aralarındaki savaş hiç bitmesin ki sahip rahat etsin. Hint diyarından Mezopotamya’ya ibretlik dersler. Tarih işte böyle tekerrür ediyor.” Her Yanımız Çete Gün geçmiyor ki basından yeni bir çetenin varlığını öğrenmeyelim. Son bir habere göre 98 günde tam 38 çete çökertilmiş. Üstelik de kentlerimizin sokaklarında kol gezen üçer dörder kişilik kapkaç çeteleri dahil değil bu sayıya. Eskiden de çeteler vardı; başlarının adlarını bilirdik, ‘‘Kürt’’ İdris, ‘‘Arap’’ Nasri, ‘‘Bayraklılı’’ Fethi gibi. Kabadayı, yiğit, efendi adamlar olduğu söylenirdi bunların. Bir zaman geldi, ortadan çekildiler, yerlerine yenileri geldi. Ne var ki yeni gelenler eskilerine hiç benzemiyorlardı. Acımasız ve gaddardılar. Eskiler, biz sokaktaki insanların hayatlarına bulaşmazlarken, yeniler hayatımızın her yanına el attılar, bizi sardılar, her yanımız çete oldu. Gümrük kapılarında ‘‘gümrük çeteleri’’, sınırlarımızda ‘‘kaçakçılık çeteleri’’, sokak aralarında ‘‘otopark çeteleri’’, otellerimizde ‘‘fuhuş çeteleri’’, eğlence yerlerimizde, okullarımızın önlerinde ‘‘uyuşturucu çeteleri’’, hastanelerimizde ‘‘organ çeteleri’’, ticari ilişkilerimizde ‘‘çeksenet çeteleri’’, bürokrasiyle ilişkilerimizde ‘‘iş bitirme çeteleri’’, silah zoruyla taşınmazlarımıza el koyan ‘‘emlak çeteleri’’ kuruldu. Çeteleşme bu düzeye gelince çete üyeleri de gözle görülür bir değişim gösterdiler. Gazetelerden, yeni çetelerde emekli ya da faal subaylar, astsubaylar, uzman çavuşlar, polis müdürleri, polis memurları, gümrük müdürleri, gümrük memurları, hekimler gibi çeteleşme bağlamında varlıkları yadırganacak mesleklerden insanların da yer aldığını öğreniyoruz. Başka ülkelerde olsa bu durum büyük toplumsal/siyasal çalkantılara neden olur, bizde ise olmuyor. Olmuyor, çünkü biz karşılaştığımız her türlü kötülüğe karşı şerbetlenmişiz yıllar içinde. ??? Türkiye’de kayıt dışı dolaşan büyük miktarda para var. Bu miktarın 60 milyar dolar olduğu söyleniyor. Nereden geldiği, nereye konduğu, nereye uçtuğu belli olmayan bu para, gözünü hırs bürümüş birtakım insanların iştahını kabartıyor. Düşünebiliyor muyuz? Türkiye ekonomisinin motoru olan tekstil sektörünün en yetkili ağzı 3.5 4 milyon işçi istihdam ettiklerini söylerken, Çalışma Bakanı bu sektörde kayıtlı 760 bin işçi olduğunu söylüyor. Demek ki tekstilciler en azından 3 milyon insanı kayıt dışı çalıştırıyorlar. Dolayısıyla üretimlerinden sağladıkları kazancın önemli bir bölümü de kayıt dışı kalıyor. Yetkili ağızlara göre Türkiye ekonomisinin yarısı kayıt dışı. Bir yandan çete faaliyetlerinden, kaçakçılıktan elde edilen yasa dışı gelirler, bir yandan yurtdışından gelen ne idüğü belirsiz sıcak paralar, bir yandan da kayıt dışı ekonomiden sağlanan rantlar bu büyük miktardaki ‘‘serseri’’ parayı besliyor. Gözü dönmüş ve her meslekten birçok insan bu paradan bir parça koparıp semirmek için yarışıyor. Bu para aynı zamanda da kitleselleşen ahlaksızlığın nedeni ve simgesi. ??? Serseri para ekonomisi kendi siyasetini, kendi toplumsal yaşamını, kendi kültürünü, kendi insan tipini yaratıyor. Bu insan tipine, bu kültürün yansımalarına hayatlarımızın hemen her alanında rastlıyoruz. Günlük yaşamlarımızda bize aykırı gelen, midemizi kaldıran, bizi boğan görüntülerden gözlerimizi ne kadar kaçırmak istesek de görmek zorunda kalıyoruz. Bu serseri ‘‘kültür’’ televizyon ekranlarına da hızla egemen oluyor; ekranlar bu ‘‘kültür’’ün taşıyıcısı insanlar tarafından işgal ediliyor, kulaklarımızı tırmalayan şarkıları, şarkıcıları, türküleri, türkücüleri ve sunucuları; etik değerlerimizi parçalayan ‘‘güzelleri’’, ‘‘zenginleri’’ ve sefahat âlemleri her gün yeniden evlerimize, odalarımıza doluyor. Bu ‘‘kültür’’ün artık kendine özgü ‘‘edebiyatı’’ da, ‘‘dizileri’’ de, ‘‘sineması’’ da var. Böyle yaşanan hayatlara her ne kadar tanık olmak, bir ucundan da olsa değmek, dokunmak istemesek de hiçbir şey yapamıyoruz. Çocuklarımızdan başlayarak her gün biraz daha hiç paylaşmak istemediğimiz, aklımıza geldiğinde irkildiğimiz, ürktüğümüz aşağılık bir yaşam biçeminin tuzağına düşürülüyoruz, düşüyoruz. Her şeyi bilip de hiçbir şey yapamamak ne kadar acı. eposta: dkavukcuoglu?superonline.com Ya ğ m u r E k i m Anıt Kemal Öncü: “Büyükanıt’tan sonra sıradaki hedefin Anıtkabir olacağından kuşkusu olan var mı acaba?” SESSİZ SEDASIZ (!) Caiz midir, mani midir; değil ise nedir? MÜTEKAİT muallimlerden Aydın Dilmaç efendinin, memleketin ulemayı allamesinden el cevap beklediği sualin hülasası şöyledir: “Bir memleketül cumhuriyyenin müddeiumumisi, müderrislere cephe alıp, ol memleketteki bir medresenin ser müderrisini tevkif ettirse ve dahi erkanı harbiyei umumiye reisliğine namzet bir paşa hazretleri hakkında taharri eyleyip dava küşadına tevessül eylese; memlekette icra olunacak ilk intihapta mebusluk veya şehremaneti reisliğine namzetliği caiz midir, değil midir ve ilaveten bilcümle, mevzubahis şahsın kıraathanelerde Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Reşit Çağın: “Acemi denizci, rüzgârı iyi hesaplayamadığı için hep kendi yüzüne tükürürmüş. Fazla hesap hatası yapan da kendi tükürüğünde boğulurmuş!” Acemi okey nam oyun ile iştigalinin şüyu bulması mebusluk veya reislik namzetliğine mani midir, değil midir?” Ol sual üzre ulemayı allameden el cevap: “Müştereken arşınladık biz bu tarikatları; müştereken ıslandık biz bu rahmette. Ol bakımdan caiz midir, değil midir; mani midir, değil midir; sana ne lan. Şeriatın şeraitini sual eylemek sana mı düştü ulan. Devam eyleyen ve herhangi bir kadı efendinin davacı olduğu herhangi bir davanın seyrine tesir eyleyecek manada sual edenin ağzı yırtıla, gözleri oyula, burnu kesile. Bu böyle biline.” 12 Eylül, 12 Mart... Darbeciler demokrasimizi hep 12’den vuruyor! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr 3. Köprü’nün ‘Suskun’ları İstanbul’a göz diken ‘‘3. Köprü’’ye tepkiler sürerken asıl konuşması gereken iki garip ‘‘suskun’’ var... Biri, köprünün neredeyse tam altında kalmaya aday Garipçe Köyü... Öbürü de yolların arasında kalmaya aday Koç Üniversitesi... İkide bir ‘‘alternatif güzergâh’’lardan söz edilse bile özellikle Başbakan’ın gerekçeleri, Garipçe ve Koç Üniversitesi’nin önde gelen ‘‘köprü mağdurları’’ olacaklarını gösteriyor. Çünkü, ‘‘Karadeniz Kıyı Yolu’nu Trakya’ya doğru devam ettirebilmek için köprü gerekli’’ demek; güzergâhın da Karadeniz’e yakın olacağı anlamına geliyor. Burası ise aslında 1990’lardan bu yana, Karayolları’nın haritalara işlemiş olduğu Garipçe ile Anadolu yakasındaki Poyrazköy arasından başka bir yer değil... Benzer şekilde yine Başbakan’ın ‘‘Kamyonları ve TIR’ları da olsa ‘‘özgün ahşap yapıları’’yla ve hemen tüm ‘‘keşfedenlerin unutulmaz anıları’’yla, kendi halinde ‘‘alçakgönüllü yaşama kültürü’’nü simgeleyen Garipçe’yi de köprüye karşı korumaya alırlardı. Ya ‘dingin’ üniversite? Öbür suskunumuz Koç Üniversitesi’nin ise durumu daha da ‘‘garip’’! 3. Köprü yolunun içinden geçeceği Mavromoloz Ormanı’nın ortasında hâlâ süren tartışmalarla kurulan üniversite, 1990’larda, tepkilere karşı kendini şöyle savunmuştu: ‘‘İngiltere’deki gibi; ormanın içinde sessiz ve sakin bir ortamda, kent karmaşasından uzak bir dinginlikte, en verimli bilimsel eğitim yapılacak.’’ Buna rağmen, İstanbul’un ‘‘elde kalan son ormanlık alanları’’nı yapılaşmaya açmanın ‘‘doğru olmadığı’’nı belirtenlere ise şu tür ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY Boğazın kuytusuna sığınmış garipçe evleri... kente sokmadan geçireceğiz’’ sözünün karşılığı da Sarıyer ve Beykoz’dan daha kuzeyde bir ‘‘uygun’’(!) yer seçimi demek... Bu da parmakların Garipçe üzerine konmasına neden oluyor. Yani Boğaziçi’nin, gerçekten hemen her yönüyle ‘‘gariban’’ bir yerleşmesi olan bu ‘‘gözden ırak’’ balıkçı köyü, tıpkı Ortaköy Vadisi gibi ‘‘köprü altı’’nda bırakılacak!.. Garipçe’ye kıyılmasın Peki Garipçe, buna rağmen neden susuyor? ‘‘Arnavutköylülerin direnişi’’nden neden esinlenmiyor? 3. Köprü’nün en fazla ‘‘tehdit’’ ettiği yerleşme olmasına rağmen sesini soluğunu kesmiş, neden ‘‘yazgı’’sını bekliyor? Sorunun yanıtı aslında ‘‘ismi’’nde... Boğaziçi’nin Karadeniz çıkışında Avrupa Yakası’nın ‘‘küçük ve gizli’’ bir körfezinin dibinde; aynı gizliliği güçlendiren bir vadinin içinde; adeta ‘‘İstanbul’un işgalcileri’’ne karşı saklanırcasına yaşayan Garipçe, o kadar yalnız ki, kim bilir belki köprüden bile ‘‘habersiz’’... Ne var ki 3. Köprü’ye, ‘‘Kentin kuzeyindeki doğal zenginliği yok edecek’’ diyerek karşı çıkanların da Garipçe’den pek haberleri yok gibi.. Olsaydı, ‘‘tarihi kale’’siyle, az yanıtlar verilmişti: ‘‘Ya üniversite ormana da bakarak koruyacak ya da gecekondu ve kaçak yapı işgal edecek.’’ Şimdi, 3. Köprü bütün bu beklentileri ve gerekçeleri ‘‘altüst’’ etmeye hazırlanıyor. Öncelikle ‘‘dingin’’lik diye bir şey kalmayacak. Hele, üniversitenin neredeyse bitişiğinden geçecek yeni çevre yolu, ‘‘kamyon ve TIR koridoru’’ haline geldiğinde, sessizlik içindeki bilimsel eğitim, gürültüden ‘‘kuş sesleri’’ni bile duyamaz hale gelecek! Ormanı, üniversite sayesinde gecekondulaşmaya karşı koruma ‘‘tez’’i de aynı çevre yolunu bekleyen ‘‘imar talanı’’ ile kısa sürede ‘‘geçersiz’’ kalacak. Peki, Koç Üniversitesi niye suskun? Üniversitenin ‘‘çevre bilimi’’ dalındaki birimleri yaklaşan tehlikenin ‘‘farkında’’ değiller mi? Eğer bu suskunluk devam ederse ve 3. Köprü ile yeni çevre yolu ‘‘Koç Üniversitesi’nin ana ulaşım arteri’’ne dönüşürse; Recep Tayyip Erdoğan dönemindeki Büyükşehir Belediyesi Plancıları da dediklerinde ‘‘haklı’’ çıkmış olacaklar: ‘‘Üniversitenin tam da köprü güzergâhında kurulması rastlantı değil. İleriyi gören bu ‘tercih’te, aynı zamanda otomobil üretmenin de payı olsa gerek..!’’ ekinci?cumhuriyet.com.tr HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Mart www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yürüyen 1 merdiven. 2/ Matbaacılık 2 ta, koyu dizil 3 miş harflere verilen ad... 4 İzmir’in bir 5 ilçesi. 3/ İs 6 panyolların 7 sevinç ünlemi... Topu 8 düşman ate 9 şinden koru1 2 3 4 5 6 7 8 9 yan zırhlı bölme. 4/ 1 O Y D A ŞMA A Lityum elementinin 2 İ F A Z E N İ K simgesi... Afrika’da A K Y A I bir ülke. 5/ Sakat 3 İ R V ON kimse. 6/ Güneydo 4 K L A P A T R A K ğu Asya’nın batak 5 L I Ğ lık ormanlarında ya 6 E K L İ M E T R E A R E K A Ş şayan balıkçıl bir ke 7 İ di... Toprağın nemi. 8 T A T A R İ EM 7/ Organların ya da 9 Ç I N K Ö R E dokuların arasında bulunan boşluklar... Kadastro haritalarında parseller topluluğu. 8/ ‘‘Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’’nün simgesi... Kısa namlulu bir top. 9/ Bir satranç oyuncusunun tek başına birçok oyuncuya karşı aynı anda oynadığı parti. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Afrika kökenli öldürücü bir virüs... Domates, baharat gibi şeylerle yapılan ve kimi yemeklerin üzerine dökülen terbiye. 2/ Mersin’in 10 km. güneybatısında ‘‘Pompeipolis’’ de denilen antik kent... Kar fırtınası. 3/ Güreşte bir oyun... Put. 4/ Şöhret... Evlenmek isteyen erkek için kız görmeye giden kimse. 5/ Mal alıp karşılığında mal vererek ödeşme. 6/ Isparta’nın bir ilçesi... Argoda esrar. 7/ Alp Dağları’nın turistik bir bölümü... Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş. 8/ Eski yapı ya da kent kalıntısı... Taviz. 9/ Kabul etmeyerek geri çevirme... Futbolda topa kavis verilerek yapılan hafif vuruş. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear