24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2006 SALI 6 DİZİ Dizilerin ‘esiri’ olduk Art arda yayına giren diziler, hayatın vazgeçilmezi olurken insanların birçoğu, günlük yaşamlarını büyük bir sektöre dönüşen dizilerin saatlerine göre ayarlıyor SALI ORHAN BURSALI Bilimden Ayrılma! Kurban Bayramı’nda endişe ve korku kol geziyor.. Kuş gribi kurbanlıklardan bulaşır mı? İstanbul güvercin kenti.. martı kenti.. karga kenti.. Adalar’ın güzelim hayvanları.. Ne olacak böyle? Kuşku, tavuk olmaktan çıkıyor, yaşam alanlarımızı çevreleyen her şeye bulaşıyor! Ne utanç verici bir durumdayız! Neden Avrupa’da öncelikle Türkiye’yi vurdu bu virüs? Kuş gribi sadece ülkemizde ortaya çıkmadı!.. Kuşların göç yolları sadece Türkiye üzerinden geçmiyor! Televizyonda seyrediyorum. Doğubeyazıtlı kadın, gazetecinin ‘‘Neden tavukları saklıyorsunuz’’ sorusuna yanıt veriyor: ‘‘Hepsi sapasağlam, hastalıklı değiller ki, bi tanesi 15 milyon eder!..’’ Köyün çocukları da köyde herkesin kanatlı hayvanlarını sakladığını söylüyor.. Çocuklar da ‘‘Burada hastalık yok ki’’ diyor.. Ülkemizde okumayazma oranı yüzde 90 bile değil! Kadınlar arasında cehalet daha yüksek! Cumhuriyetin Kuruluş yıllarına damgasını vuran, bütün halkı bilimsel bilgi ile donatma politikası terk edildikten sonra, Anadolu halkının yeniden karanlık çağa terk edilmesi için sağcı partiler ellerinden geleni yaptılar! Türkiye’yi 1950’lerden bu yana, esas olarak, sağcı muhafazakâr iktidarlar yönetti.. 27 Mayıs’ı es geçersek, 12 Mart ve 12 Eylül’ün karanlık askeri yönetimleri de sağcı muhafazakâr çizginin en üst düzeyde sürdürülmesini katmerleştirdi.. Bu çizgi, milletin ‘‘düşünme melekeleri’’nin köreltilmesi biçiminde gelişti.. Milleti, sadece ‘‘savaşlarda işe yarar yığınlar’’ olarak gören anlayıştır bu.. Yurttaş kimliği geliştirilmeyen millet, ağalık, tarikatçılık ve cemaatçilik cenderesinde oy deposudur. ??? Ve sonuçta geldiğimiz yere bakın! Tavuğun hasta olabileceğine inanmayan milyonlar var karşımızda! Virüsü, bakteriyi gözleriyle görmediği için inanmıyor! Tavuk veya kazı ancak yere yıkıldığında ‘‘Ha, hastaymış!’’ diyecek.. Veya virüslü hayvanı yedirdiği çocukları patır patır düşmeye başladığında ayılacak! Şüphesiz, bunun yoksullukla ilişkisinden çok, düşünce yapısı ve biçimi ile ilişkisi var! Yaşamın maddi sürdürülebilirliğinin esas olarak bilimsel bilgi ile mümkün olabileceği gerçeğinden uzak tutulmuş bir milletin varlığı, kuş gribinin yayılması ve herkesi kırıp geçirmesi için en uygun ortamdır.. Peki, şimdi ne olacak? Başbakan Erdoğan’ın çaresi var: Millet, kuş gribi üzerine bilgileri, camilerde imamlar ve hocalardan alacak! Başbakan’ın nasıl bir ülke, millet istediğinin tipik düşüncesiyle karşı karşıyayız.. İlhan Selçuk’un geçen pazar yazısından sonra, bu konuda söylenecek fazla şey kalmıyor! ??? Siyasal İslamcı, sağcı muhafazakâr kafa, ‘‘para bilgisi’’ üzerine âlimdir.. para nasıl istiflenir, nereden koşar adım gelir, nasıl yığılır, derlenir, toplanır.. İktidar nimetleri nasıl peşkeş çekilir.. Oğullar, çocuklar nasıl zenginleştirilir.. ‘‘Para kazanmak’’, ‘‘Para istiflemek’’ nesnel ilişkilerin bir ürünüdür.. Bir anlamda, işin içinde matematik vardır, piyasa ilişkileri vardır.. En basitinden alışveriş bilgisi vardır.. Bu nesnel bilgiler de ‘‘ekonomi’’nin nesnel bilgilerine dayanır veya siyasi iktidara dayanmanın getirilerinin hesaplanması da bu tür ‘‘nesnel’’ bilgidir! Muhafazakâr düşünce iktidarı, bunun yanı sıra siyasal ve sosyal olarak nesnel ve özgür düşünmeyen bir millet oluşturma konusunda da çok derin tarihsel tecrübelere sahiptir.. Hatta bu deneyimler, uygarlığın itici gücü olan bilimsel bilginin yaygınlaşma ve toplumları sarıp sarmalama gücüne bile meydan okur! ??? Ama bunun da bir bedeli var ve bu bedeli sık sık çok ağır olarak ödüyoruz. Hemen her doğa olayında! Her toplumsal altüst oluşlarda! Her açıdan ülkenin geri kalmışlığıyla, insanlarımızın düşünme kapasitelerini baskılayarak yaratıcılığını dışa vurmalarını engelleyerek ödüyoruz.. Ve toplumu, virüslere, bakterilere, ölümlere, iç ve dış saldırılara bazen sonuna kadar açık tutarak ödüyoruz.. Kuş gribi işte bu büyük açıktan içeri sızdı, sinsice, hınzırca ilerliyor.. ...bilimsel bakıştan yoksun, bilimde iktidarsız bir iktidarı da delik deşik ederek.. Bakalım telefat ne kadar olacak! İyi bayramlar! ‘‘ ? Profesyonel bir ‘‘dizi izleyicisi’’ yaratan televizyon dizileri, aynı zamanda yaklaşık 500 milyon YTL ile herkesin iştahını kabartan büyük bir sektör. Oyuncular, dizi enflasyonundan ve bunun yarattığı kalitesizlikten şikâyetçi olurken yapımcılar ve senaristler, konu benzerliğine dikkat çektiler. Bu akşam dizim var, başka zaman görüşsek?!’’ Bu ve benzer cümleler, televizyon dizilerinin hayatımızda ne denli yer tuttuğunu kanıtlar nitelikte. Kanalların birbirleriyle yarışırcasına art arda yayına soktuğu diziler, hayatların vazgeçilmez parçası haline geldi. Şu an da televizyonlarda yayımlanan 80’e yakın dizi, insanların birçoğunun, günlük yaşamlarını ayarlar hale geldi. Takip edilen dizinin yayımlandığı gün, eşdost ziyaretleri iptal ediliyor ve heyecanla televizyonun karşısındaki yerler alınıyor. Profesyonel bir ‘‘dizi izleyicisi’’ yaratan televizyon dizileri, aynı zamanda yaklaşık 500 milyon YTL ile kanal, yapımcı ve reklamcıların iştahını kabartan büyük bir sektör. İzleyiciler bir yandan dizilerin kendilerine ‘‘dayatıldığını’’ düşünürken, öte yandan da ‘‘kopamadıkları’’ itirafında bulunuyorlar. Oyuncular, dizi enflasyonundan ve bunun yarattığı kalitesizlikten şikâyetçi. Yapımcı ve senaristler ise son dönem televizyon dizilerinde ‘‘konu benzerliği’’nin göze çarptığını ve dizi sektörünün ‘‘çok çabuk tükenip hızlı unutulduğunu’’ söylüyorlar. İşte dizi sektörünün, kendi unsurlarının ağzından panoraması... UĞUR POLAT: İŞİN TADI KAÇTI A B D U L L A H O Ğ U Z : FA B R İ K A S Y O N İ Ş L E R ‘Televizyon mantığı, sinemaya sıçrıyor’ ‘‘ Yeditepe İstanbul’’ ve ‘‘Seher Vakti’’ dizilerinde rol alan oyuncu Uğur Polat, fazla sayıda televizyon dizisi olduğunu, bu nedenle dizi sektöründe oyuncu, senarist, kameraman, ışıkçı gibi eleman sıkıntısının yaşandığını belirterek bu durumun da dizilerin kalitesini düşürdüğünü söylüyor. Polat, ‘‘Dizilerin genel mantığı, çabuk üretme ve tüketmeye yönelik. Ancak zaman geçse de unutulmayan bazı diziler de vardı. Onların iyi olmalarının nedeni ince elenip sık dokunmuş olmaları, iyi bir ekiple çalışılması ve zamanla yarışmamalarıydı. Şimdiki diziler hep birbirinin benzeri. Ya töre olayları ya mafya ya da eski Yeşilçam filmlerinin allanıp pullanıp yeniden sunulması bağlamında zengin kızfakir oğlan aşkı gibi. Artık bu işin tadı kaçtı’’ diyor. Polat’a göre zamanla diziler azalacak.. ‘Hayal satıyoruz’ ‘‘ Ruhsar’’, ‘‘Eyvah Kızım Büyüdü’’, ‘‘Evdeki Yabancı’’, ‘‘Asmalı Konak’’ dizilerinin yapımcı ve yönetmeni Abdullah Oğuz, dizi sektörünün yaklaşık 480 milyon YTL ’lik (480 trilyon TL) bir sektör olduğuna dikkat çekerek, ‘‘Televizyon yöneticileri olarak bizler hayal satıyoruz...’’ diyor. Oğuz, ‘‘Kafanızda bir cümleyle anlatabileceğiniz bir fikir oluşturuyorsunuz. O bir cümle bazen 200 saat olarak ekranda seyirciyle buluşuyor. Dolayısıyla, siz o bir cümleyle 200 saat arasındaki oluşumu, önce kendiniz hayal edip sonra karşınızdaki televizyon yöneticisinin de aynı hayali görebilmesini sağlamalısınız’’ diye konuşuyor. Şu anda Türkiye’de yaklaşık 7080 dizinin yayımlandığını anımsatan Oğuz, sinemanın daha kalıcı bir iş olduğunu, dizilerin belli bir süre sonra unutulduğunu, tüketildiğini ve bu nedenle ‘‘fabrikasyon işler’’ olduğunu dile getiriyor. Ancak, Oğuz burada bazı şeylerin de altını çizmek istediğini belirtiyor: ‘‘Bu arada unutulan ve tüketilen dedim ama ‘Asmalı Konak’, ‘İkinci Bahar’ gibi sektörde mihenk taşı olmuş projeleri dışında tutarak söylüyorum.’’ Oğuz, bir dizinin maliyetinin de ortalama 180200 bin YTL (milyar) olduğunu ifade ederek, son bir buçuk senedir, dizi sayısı kadar yapım şirketinin ortaya çıktığını belirtiyor. ‘‘Tabii ki bu böyle devam etmeyecektir. Çünkü belli bir birikimi, tecrübesi olmayan bu yapım şirketlerinin yaptıkları projeler ya 23 bölüm sonra ortadan kalkacak ya da ortaya birbirinin benzeri işler çıkacaktır. Ben de bir süredir taşların yerli yerine oturmasını bekliyorum. Ama 2006 senesinde birkaç tane iddialı çalışmanın hazırlıklarını sürdürüyorum’’ diyen Oğuz, farklı, sektörde de trend yaratacak işler ortaya çıkarmanın önemli olduğuna dikkat çekiyor. Abdullah Oğuz, halkın dizilerden beklentilerini ise şöyle sıralıyor: ‘‘Halk, karakterleri kendisi ile özdeşleştirmeyi, gerçekçiliği, hatta bazen hayal etmeyi ister. Heyecan ister, ağlamak ister, tabii ki gülmek ister. Dolayısıyla siz de projelerinizi düşünürken halkın istediği şeyleri verebilmek için yola çıkarsınız. Bütün bu isteklere de iyi karşılık verebiliyorsanız başarılı bir diziniz olur.’’ Kendisine ‘‘Sinema mı televizyon mu?’’ diye sorduğumuz zaman da Oğuz’un cevabı ‘‘Tabii ki sinema’’ oluyor. Ancak ekliyor: ‘‘Daha önce de belirttiğim gibi televizyondada fenomen olacak bir şeyleri yaratmanın keyfi bambaşka...’’ çünkü yapım maliyetleri oldukça yüksek. Zaten azalması da gerekiyor.. çünkü artık izleyici de neyi izleyeceğini şaşırdı. Dizilerin sinemaya olumsuz bir etkisi olduğuna değinen Polat, bu konudaki endişesini de ‘‘Dizi mantığı, sinemaya da sıçramaya başladı. Bu, sinemaya bir darbedir. Böyle giderse Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi isimler sinema yapamayacak. Ayrıca ben dizilerde tiyatro oyuncularının oynamasından yanayım. Tabii ki oyunculuk kimsenin tekelinde değil.. ama tiyatro oyuncuları bu işi daha iyi biliyorlar’’ sözleriyle dile getiriyor. SELDA ALKOR: REYTİNGE KARŞIYIM ‘Dizi sektörü gerileme döneminde’ O yuncu Selda Alkor, dizi sektörünün şu anki durumunun, bir zamanlar yılda 250 tane film çeken Türk sinemasının durumuna düştüğüne, duraklama ve gerileme döneminde olduğuna dikkat çekerek, ‘‘Kanallar, dizilerden başka bir şey yayımlanamazmış gibi savaş halinde. Çok fazla dizi çekildiği için de çok fazla oyuncuya ihtiyaç duyuluyor, hatta bazı oyuncular birden fazla dizide rol alıyor. Oyunculuk yeteneği olmayan insanlar sırf medyatik oldukları için dizilerde oynatılıyor. Bu insanlar, yaptıkları işe saygı duymalı, kendilerini geliştirmek için çaba harcamaları gerekli. Dünyada her şey ticari, sinema da öyleydi. Herkes ‘En çok ben kazanayım’ amacında. İyi bir iş yapmak çok kazanmaktan daha önemli. Ben olsam iyi bir şey yapmak için yapardım’’ diye konuşuyor. Dizilerin birbirine benzemesini eleştiren Alkor, Türkiye’de bu kadar yaratıcı insan olmasına karşın özenti sonucu benzer konuların işlenmesine karşı çıkıyor. Dizilerin, sanatsallığının yanı sıra insanları aydınlatması gerektiğini vurgulayan Alkor, kendisine gelen birçok dizi teklifini bu nedenle geri çevirdiğini anlatıyor. Alkor, şöyle devam ediyor: ‘‘Konusu farklı diye Ödünç Hayat adlı bir dizinin çekimlerine başladım. Türk insanını anlayamıyorum. Hiç olmayacak diziler, reyting rekorları kırıyor. 1600 tane alet var ve Türk televizyonunun kaderi bunlara bağlı. Peki bu aletler kimlerin elinde? Bu nedenle reytinge karşıyım. Kaliteli bulduğum diziler de var ve işim gereği hepsini seyrediyorum. Benim keyifle izlediğim diziler, reyting almıyorlar diye yayından kaldırılıyor.’’ obursali?cumhuriyet.com.tr A L İ U LV İ H Ü N K A R : K A L İ T E Y O K 1. İnönü Zaferi’nin yıldönümü ultan Makamı”, “Yeditepe İstanbul” dizilerinden tanıdığımız ve aynı zamanda iki kez Yunus Nadi uzun metrajlı film dalında ödül alan senarist Ali Ulvi Hünkar, günümüzdeki dizilerin konu benzerliliğini, ‘‘konu hırsızlığı’’ olarak adlandırıyor. Dizilerin tamamen reyting (izlenme oranı) beklentisi ile yapıldığına, yapımcıların kalite beklentisi gibi bir dertlerinin olmadığına işaret eden Hünkar, ‘‘Geçmişte de filmler yapılırken ticari olarak bakılıyordu. Ancak, o zamanlarda bu kadar diziyi yönetecek yönet“ ‘Konu hırsızlığı var’ Bağımsızlığın dönüm noktası S men, oyuncu, yapımcı bulunmuyordu. Günümüzde bu arttığı için bu sektör artık ‘iştah kabartıyor’’’ diyor. Hünkar, dizi film izleyici kitlesinin değiştiğini belirterek, ‘‘Bundan 510 sene önce izleyici grupları arasında fark oluyordu. A/B ve C diye adlandırılan gruplar artık aynı şeyleri izliyor. Örneğin, C grubunda ilk ona giren dizi A/B grubunda bir şey ifade etmezken, şimdilerde bunun arasında pek bir fark kalmadı’’ ifadesini kullanıyor. İnsanların kendilerine yakın buldukları dizileri daha fazla izlediğini söyleyen Hünkar, ‘‘Samimiyet olunca yakınlık da oluyor’’ diyor. Bir devlet sanatçısı olan Hünkar, oyunculuk zekâsı olan herkesin oyunculuk yapabileceğini ve bir kriter olmaması gerektiğini vurgulayarak, ‘‘Bir mankende de yetenek ve oyunculuk zekâsı varsa neden oyunculuk yapmasın ki!..’’ yorumunu yapıyor. SÜRECEK ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türk ulusunun bağımsızlık ve özgürlüğünden ödün vermeyeceğini, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kazandığı zaferlerle dünyaya duyurduğunu belirtti. Sezer, Birinci İnönü Zaferi’nin 85. yıldönümü dolayısıyla yayımladığı mesajda, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Atatürk önderliğinde varlığına ve bütünlüğüne yönelen tüm tehditlere karşı canı pahasına direnen Türk ulusunun, tüm olanaksızlıklara karşın birlik ve beraberlik içinde Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirdiğini kaydetti. Sezer, İsmet İnönü komutasında eşine az rastlanacak özveriyle kazanılan Birinci İnönü Zaferi’nin, Cumhuriyet’e uzanan yolda önemli dönüm noktası olduğunu belirtti. Atatürk’ün, zaferin, ‘‘Türk vatanının, Türk bağımsızlığının ilk zafer müjdecisi olduğunu’’ dile getirdiğini anlatan Sezer, şunları kaydetti: ‘‘Tarihimizde seçkin yeri bulunan Birinci İnönü Zaferi’nin 85. yıldönümünü kutluyor, yüce önder Atatürk’ü, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’yü, kahraman silah arkadaşlarını, tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı ve gönül borcuyla anıyorum.’’ CUMHURİYET 06 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear