22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 2003 PAZAR DIZI 15. yüzyılda yazılan Vilâyetname'de Hacı Bektaş Veli'nin yaşamı anlatılıyor EreninAnadolu'yagelişi"Y T^orasan'dan güvercin donunda uçarak / / gelen Hacı Bektaş'ın yolunu kesmek JL JL için Vilâyet kanatlannı "arş altında Sidre'ye kadar" birbirine çatıyor erenler, böylece Hünkâr'ın Anadolu'ya ayak basmasını engellemeye çalışıyorlar. Ama Hacı Bektaş, Vilâyetnâme'nin deyişiyle "ulu arşın tavanına" yükselip onlan atlatmayı başanyor. Ve Çepni boyunun kışlağı, yedi haneden ibaret Suluca Karahöyük'te bir kayanın üzerine konuyor. Konar konmaz da hamur gibi yumuşayan kayaya gömülüyor kutlu ayaklan. Bektaşiliğin kurucusu (daha doğrusu esin kaynağı) Hacı Bektaş Veli'nin efsanevi yaşa- mını anlatan en eski belge olarak bi- linen Vilâyetnâme'den (15. yüzyıl) Hünkâr'ın Rûm ülkesine, yani Ana- dolu'ya banşın sımgesi bir beyaz gü- vercin donunda gelip bugün adını ta- şıyan köye, o zamanki adıyla Suluca Karahöyük'e nasıl konduğunu öğre- nelim. Rûm erenJerine, Hoca Ahmet Ye- sevi 'nin halifelerinden Hacı Bektaş Ve- li'nin. yani bir Horasan ereninin yo- la çıktığı malûm oluyor. Rûm erenle- ri dediysem söz gelişi elbet, aslında bu ayncalık ÂşıkPaşa'nın "Baayan- ı Rûm" diye adlandırdıği kadın eren- lerden birine, Sivrihisarlı Seyit Nu- rettin'in kızı Fatnıa Bacı'ya ait. Diyeceğım, Hünkâr'ın Anadolu'ya gelişinde bir kadın önemli rol oynu- yor. Bu da, sanınm, Bektaşilikte ka- dına tanınan haklann somut bir gös- tergesi. Ne var ki, Horasan'dan güver- cin donunda uçarak gelen Hacı Bek- taş'ın yolunu kesmek için Vilâyet ka- natlannı "arş attında Sidre'ye kadar" birbirine çaüyor erenler, böylece Hün- kâr'ın Anadolu'ya ayak basmasını engellemeye çalışıyorlar. Ama Hacı Bektaş, VBây«öıâme'nin deyişiyle "ulu arşm tavanına" yükse- lip onlan atlatmayı başanyor. Ve Çep- ni boyunun kışlağı, yedi haneden iba- ret Suluca Karahöyük'te bir kayanın üzerine konuyor. Konar konmaz da ha- mur gibi yumuşayan kayaya gömülü- yor kutlu ayaklan. Evrensel barış mesaJı ErenJer, BeyazıtSultan'ın halifele- rinden Hacı Doğrul'u üzerine gönde- riyorlar. Şahin donuna büriinen Doğ- rul güvercinın üzerine saldınnca, bır- den silkinerek insan donuna dönüyor Hacı Bektaş ve elini uzatıp şahini öy- le bir tutuyor ki, aklı başından gidi- yor Hacı Doğrul'un. Hemen ayaga kalkıp peymançe duruyor (özür diîi- yor), "Ben ettim sen etme" diyor. Hacı Bektaş'ın yanıtı son derece anlamlı: "EyDoğrul!" diyor, "ererin üzerineböylegelmez;sizbizezalim do- nundageldiniz, bizsesize mazhun do- nunda; eğer güvercinden daha maz- lunı bir varatık bulsaydık, onun donu- na girer gelirdik". Bu sözlerin evrensel bir banş me- sajı taşıdıgı kesin. Ve hiç kuşkusuz ül- kemizin vedürryanın banşa herzaman- kınden daha çok gereksinimi var. Za- ten bozkırda, irili ufaklı tepelerin, ha- satı kalkmış tarlalann, uçsuz bucak- sız düzlüğün ortasında güzel bir din- ginlik kuşatıyor insanı, iç varlığınız "uhi" bir duyguyla ürperiyor. Anadolu sufiliğinin neden bu coğ- rafyada yeşerdiğini, bu kıraç toprak- lardan, kızgın kayalardan, dallan riiz- gârda sallanan bu yahıız ağaçlardan kaynaklandığını daha iyi anhyorsunuz. Derken zamanın akışına bırakıyor- sunuz kendinizi. Burada zaman kent- teki kadar hızlı akmıyor, yekpare bir değirmen taşı gibi ağır ağır dönüyor. Dönerken de nice efsaneyi, inancı, söylenceyi taşıyorgünümüze. Hırka- dağı'nın öyküsünde olduğu gibi, yö- re halkının ortak belleğini oluşruru- yor. Sırtını, sönmüş bir volkan olan da- ğın güney yamacına dayamış Eski Yaylacık köyünde. Çoban Yaşar'ın babasından dinledim bu öyküyü. Hırkadaflı efsanesl Sonra, Vilâyetnâme'de anlanlanlar- la bire bir örtüştüğünü gördüm. Ve hiç şaşırmadım. Günlerden birgün, Suluca Karahö- yük'ün ikliminde yakınan, kışın so- ğuk, yazın çok sıcak olduğunu söy- leyen abdallanyla seyre çıkmış Hacı Bektaş. Havadar bir dağın tepesine vannca, durup çalı çırpı toplanuşlar; gece olunca güzel bir ateş yakmışlar. Nedim GURSEL Bu yıDd Hacı Bektaş şenükleruıde de banş mesajlan on plana çıkıyor. (Tbtoğraf: MUSTAFA BOZKURT) çıplaktı. diyeceğim. Hacı Bektaş Tekkesl'nde Alevierin aydınlığında coşup se- maha girmış Hünkâr. Abdallan da ona uymuşlar. Derken hırkasını çıka- np harlı ateşe atmış. Hırka yarup kül oldukta küllerini sa- vurarak "Bu küllerin düştüğü yerde odunhiçtükenmesin!"buyurmuş. Ve ağaçlar fişkırmış her yandan, dünya hiç bitmesin!" diye lânet okumuş- tu. Bunun üzerine peşine düşen köy- lülerden kurtulmak için dağın te- pesine vanp oradaki ardıçın yap- raJdannın arasına gizJenmiş; böyle- ce kendisini köylülerin gazabından kurtaran ağaca da "Ağaç yeşih'n git- Boz/arda, irili ufafdı tepelerin, hasatı kalkmış tarlalann, uçsuz bucaksız düzlüğün ortasında güzel bir dinginlik kuşatıyor insanı, iç varlığınız ulvi bir duyguyla ürperiyor. Anadolu sufiliğinin neden bu coğrafyada yeşerdiğini, bu hraç topraklardan, kızgın kayalardan, dallan riizgârda sallanan bu yalnız ağaçlardan kaynaklandığını daha iyi anhyorsunuz... yeşile kesmiş. Dağa da Hırkadağı denilmiş. "Eren- ler bu dağın odunu kıyamete dek bitmez buyurmuşlarsa da, inanma!" Diye sürdürdü konuşmasını Çoban Yaşar'ın babası. "kese kese o ağaç- lann tümiinü yok ettik". Oysa Vilâyet nâme'den biliyor- dum, Hacı Bektaş bu köyden geçer- ken çömleğe tereyağı basan bir ka- dın görüp onu sınamak için biraz yağ istemiş, vermeyince de u Kadın işin mesin!" diye dua etmişti. O gün bugündür kadının ev işi hiç bitmez ama, ardıçın yeşili çok- tan gitmiş bile. Bakışianmı Çoban Yaşar'ın baba- sından yukanya, Hırkadağı'na doğ- ru çevirdiğimde bir yalnız ağaç - Orta Asya Şamanlanndan Bektaşi babalanna nice ermişin kutsal say- dığı tek bir ardıç- görebildim. Onun da yapraklan kurumuş, göl- gesi seyrelmişti. Dağın tepesi çınl G ünlerden bir gün, Suluca Karahöyük'ün ikliminden yakınan, kışın soğuk, yazın çok sıcak olduğunu söyleyen abdallanyla seyre çıkmış Hacı Bektaş. Havadar bir dağm tepesine vannca, durup çalı çırpı toplamışlar; gece olunca güzel bir ateş yakmışlar. Alevierin aydınlığında coşup semaha girmiş Hünkâr. Abdallan da ona uymuşlar. Derken hırkasını çıkanp harlı ateşe atmış. Hırka yanıp kül oldukta küllerini savurarak "Bu küllerin düştüğü yerde odun hiç tükenmesin!" buyurmuş. Ve ağaçlar fişkırmış her yandan, dünya yeşile kesmiş. Dağa da Hırkadağı denilmiş. Ziyaretçüer kutsal sudan içebilmek için ıtişıp kalkışıyorlar. Aralannda çocuklar, yaşh teyzeler, ak saçlı de- delerle sakatlar da var. Uzaktan Arap- ça Kitabeyı göremıyorum ama, "Müh- rü Süleyman" denilen, taşa işlenmiş altı köşeli yıldızı seçebiliyorum. Yedi kulplu kara kazan Sinan'ı yıldızın önünde bırakıp 'Üç- ler Kapısrndan ikinci avluya, yani *DergâhAvhısu"nagiriyorum. Bura- da kare planlı bir zemin düzeyinde ha- vuz var, havuzun kapıya bakan duva- nndaysa mermerden on ikı dilimli 'Hüseyni" bir taç. Dılimler Bektaşilik'teki on ıki ma- kamı. dolayısıyla da on iki ımamı simgeliyor olmalı. Taçın karşısında hiç oyalanmadan, tekkenin ikinci çeş- mesi "Aslanlı Çeşme"nin de önüne birikmış kalabalığı yararak, Anado- lu'dan insan manzaralannı -kasketli, şalvarlı, yanık yüzlü köylüleri, bacı- larla yumurcaklan, başlanndaki kır- mızı kuşakJarda "Mürvrt YaAK!"ya- zan delikanlılan- ardımda bırakıp Aşevi'ne dalıyorum. Orada, dervişlerle mihmanlann ka- nn doyurdukJan yemekhanenin oca- ğında, yedi kulplu kara kazanın beni beklediğini biliyorum. îçinde yedi öküzün birden kaynatıldıgı söylenen -ya da Kaygusuz Abdal'ın ünlü şı- irindeki gibi yedi kere kaynatılması- na rağmen bir türlü kaynamayan şaş- kın kazlann piştığı- bu devasa kaza- nın dibinde üç gün üç gece kalmıştı Karadonlu Can Baba. Bu zat Suluca Karahöyük'e gelip Hünkâr'ın elıni öptüğünde, safa- na- zar isteyip himmet dilediğinde yok- sul bir köylüydü, Aç bîilaçrı. Egnine kara bir giysi, başına kara bir külah ge- çirmiş, başına kırmızı sarrruştı. Pinarlar dile geldl Hünkâr gözünü, arkasını sıvazlayıp nasibinı verdikten sonra onu, Tatar Han'ı Kâvus'u Isa dininden çıkanp Müslüman yapması için Tatar ülke- sine gönderdi. Gelgelelim Han'ın yanında bir ulu keşiş vardı. Keşiş delil istedi. *Bir biiyük kazan içine girsin, ağzına dek su doldurun. kapağını sıvavuı, üç gün altında kızgın ateş yakın. üç gün kay- natın. sözü doğruysa bir şey ohnaz, bunun dinine gireriz" dedi. Can Baba kazana girince Hacı Bek- taş Velı elıyle yeri kazıp bir pınar fiş- kırtrı. Pınar dile gelip "ErenİerŞahı", dedi, "flksö\1ediğinizde Horasan'dan, Nişabur kentinden aktun, Erciyes'e geldim; ikinci emrinizde Erciyes'i ye- di kez tavaf ettim. üçüncüsünde eşti- ğinizyerden çıktım" Hünkâr pmardan bir avuç su aldı, çevredeki kızgın kayalardan birinın üzerine serpti, kayadan çıkan buğu göğe yükseldi. Neden böyle yaptığı- nı sorduklannda, "Karadonlu Can Baba'yı Kâvus Han kazana koymuş kaynaüyor, onun suyunu hıleştirho- rum" diye yanıtladı. Üçüncü günün sonunda kazanı açıp baktıldannda bir de ne görsünJer! Karadonlu Can Ba- ba içeride bağdaş kurmuş oturuyor, bu- ram buram da terliyor. Yedi kulplu kazanın karşısında uzun süre kaldım. Vflâyet-nâme'run en gü- zel öykülerinden birini. Karadonlu Can Baba'nın öyküsünü bir ses kula- ğıma fisıldıyordu. Derken ses kesildı ansızın. Pîrleri Hacı Bektaş adına kazan kaldınp kel- Ie koparan Yeniçeriler düştü akhma. Sefere çıkmadan önce gülbank çe- kişlerini anımsadım: Bize bu yolun erkânı Hacı Bektaş Veli'den gelir Serdengeçen erlergelsin buyana Ele, dile, bele ihanet olntaz Yazanmfermanı hyanm cana. Hacı Bektaş Veli Külliyesi beledi- yenin tam karşısında, özgürlük Par- kı'nın yanındaki tekke ve müzeden oluşuyor. Hacı Bektaş'ın ölümünden, hadi onun diliyle söyleyelim "Hakk'a yürümesHiden" sonra Orhan Gazi'den başlamak üzere Murat Gazi, Yıldı- run Beyaat ve Yavuz Sultan Setim ta- rafından yaptınlan eklemelerle 16. yy.'da tamamlanmış. Fâtih'in oğlu IL Beyazıt da türbe- nin kubbelerini kurşunla kaplattır- mış.Külliyeye "Nadar Avlusu" adı verilen binncı a\ ludan giriyoruz. Do- ğu yönündekı "Üçler Çeşmesi"nin önü ana baba günü. PAZAR ORHAN BURSALI Günahkâr Rahibeler ve Türban "Günahkâr Rahibeler" bitmiş, insanı koltuğuna çivileten ve soluksuz bırakan etkisi bütün ağırlığıyla henüz üstümüzde, dışanya yollandık. Yanımızda yü- rüyen türbanlı kız arkadaşına "filmi çok sevdim" di- yor. Bakıyorum, acaba ne kadar samimi, filmi hangi açıdan sevmiş, doğrusu çok merak ediyorum. Film Venedik'te Altın Aslan'la ödüllendirilmiş. Ir- landa'nın koyu dindarlannı karıştırmış. Venedik'te gösterilirken papazlar seyirciye "sinemadan çıkma- lan için bir şans" vermişler!... Kilise, geçmişinden yüzkarası bir yaprağın sergilenmesinden rahatsız ol- muş. Sarsıcı, düşündürücü. Her şeyden önce günümü- zü, Türkiye'yı' de sorgulama fırsatı yaratıyor. Rlm bir düğün sahnesıyle açılıyor. Derken, aldat- macayla üst kata çağnlan davetlilerden bir kız, kuze- ninin tecavüzüne uğruyor. Kız olayı kız arkadaşına anlatıyor. Tecavüz olayı kulaktan kulağa aile içinde yayılıyor. Aile erkekleri hareketlenıyor; Türk'üz ya, oğlanın başına bir şey gelecek ve hak ettiği dayağı yiyecek beklentisi içine giriyorum. Bir şey olmuyor tabii. Daha doğrusu kıza oluyor. Kızın ertesi gün sabah ert<enden yatağından kaldın- lıp babası tarafından papaza teslim edildiğini seyre- diyoruz... Evli değilken başından bu tür olaylar geçmiş ve kilisiye teslim edılmiş üç kızın kısacık öykülerini ve üçünün de özel bir manastıra götürüldüğünü seyre- diyoruz. Burası, rahibelerin yönettığı ve benzer onlarca ka- dının yaşadığı "çamaşırhane". Veya özel hapisha- ne. Dışan çıkış yasak; dayak, aşağılama, rahibelerin sapık ve sadıst yönetimleri... Çamaşırhanede, durmadan çamaşır yıkayarak "gûnahlanndan" annacaklar. Kilise de para kazana- cak. Irlanda, Katolikliğin bataklığında bir ülke. Evlilik dı- şı doğum yapan, hatta tecavüze uğrayan kadınlar, aile-kilise ittifakjyla toplum dışına, "çamaştrhanele- re" atılıyor. Uzak geçmışten bahsetmiyor film, çünkü son ça- maşırhane 1996 yılında kapatılmış. Irlanda'da 30 bin kadın kilisenin bu "çamaşırhanelerinde" "yok edil- meye" çalışılmış. Yani, recm olayının katolikçesini yaşıyoruz... • • • Kadınlar doğuştan "günahkâr" yaratıklar. Tek tannlı dinlerin uygulayıcılannın pratikte vaazlan böy- le. Ortaçağın cadı kazanlannda binlerce kadın yakıl- madı mı. Din.kadınlan erkekleri baştan çıkartan yaratıklar olarak göruyor. Çünkü dinın "sahibı", yani bütün uy- gulayıcılan erkekler. Kutsal kitaplann bütün yorumla- n erkeklerin toplumsal egemenliğini pekiştirir. Onlan "üstün yaratıklar" kılar. Her şeyi erkeklerin çevre- sinde döndürür. Hıristiyanlık veya Islam... fark etmez. Kadın tecavüze bile uğrasa "erkeği tahrik etmiş- tir". Cezalandınlmalıdır. En hafıfinden, "çamaşırha- nelerde" günahlannı hayat boyu yıkayarak! Veya şeriat ülkelennde taşlanarak! Dinlerin pratik uygulamalan, bu açıdan, kadınlann erkeklere neredeyse köleliklerinı vaaz eder. Islam dinı uygulamalan, Islamı yorumlayan kitap- lann hepsi, kadına peşınen günahkâr bakar. Tıpkı koyu Katolikler gibi. Bu "yaratıkların", erkekleri tahrik etmemesi için önlemler önerirler. Kadınlar hareme kapatılır. Seslenni erkeklerin duy- maması gerekir, çünkü "erkeğin tahrik olma" olasılı- ğı vardır. Boyunlannı, saçlannı, bacaklannı, kalçalannı, vel- hasıl kadınlığını çağnştırarak erkeği tahrik edebile- cek herşeyini kapamalıdır. Eli erkek eline değmeme- lıdir. Bu nedenle tokalaşmaz veya eldivenle tokalaşır. Türban ve giysileri tamamen "dincı erkeklerin" bu bakışlannın ürünüdür. • • • Günahkâr Rahibeler. insanı yakan bir film. Filmi beğenen türbanlı kızın filmle nasıl bir ilişki kurduğunu çok merak ettim doğrusu. Acaba o durumda olmadığına "şükür" mü etti ıçinden? Yoksa, Hıristiyanlığın ne kötü bir din olduğunu ve Islamın üstünlüğünü mü duşündü? Veya, iyimser bir yorumla, taşıdıgı türbanı, kendi- sini günahkâr gören bir zihnıyetin biçtıği elbise ola- rak algıladı da, hayatını türbansız mı sürdürmeye ka- rarverdi? Türban, Müslüman erkek sistemin her bir kadını kapattığı "bireysel çamaşırhane" değil mı? Kendisini "günah" işlemekten alıkoyacak ve aynı zamanda erkekleri tahrik ederek onlan da günaha sokmayacak? obursali« cumhurryet.com.tr. YARIN SÖZ BALDAN TATLI. SAZA DOYUM OLMUYOR CUNEYT ARCAYUREK GEBİ GİDİŞE İZİN YOK 28ŞTJBAT S ı ^ ı )*a^amımızın gundemı tanıdık olayiarla dolu Sankı bunian daha önce de vaşamıştık' Bugun devletımızı ujraştıran "Kuzey Irak sorunıTnun vedı >ii oncelo durumu, ABD desteğınde Türluye ye kafa tutan aşıreî reısı Barzanı ye o tarıhlerde verilen paralaria sılahlar; Tîırkıve ntn 2003 ıc bir turiu başaramadığı, Kuzey Irak ta "tampon bolge kurma gırısımı ve sonuçlan, Erbakan-Çıller ıkıliiinın yurt duz«vınde \arattıgı olumsuzlar, Refah Partısı'nın kadrolaşma hareketı, gıderek gelışen, bir reıım sorununa dönüşen gencılik hevesknne karşı Tûrk Sılahli Kuvvetlen... Cune>1 Arcayurek, Türkıye nın 9 Cumhurbaşkajıı Süleyman Demırel e danı^manlık vaptığj donem, devletm "tepesınde" oluşup gelışen fbıze yalnuca yuzevsel vanlan \e sonuçlaıı aktarılan) olavlann ıçvuzune tanıklık ettı ve bunlan kamuoyunun da bJmesi gerektığı ınancıyla kâğıda doktu Yıne sansasyon yaratacak, yıne çok konuşulacak ve konuşturacak bir kıtap.. VAYINEVİ-Anlon 0.3l2.43445M/F«ks:0312.4317751 OAĞmM-fttanbul 0JJ12.52J5λ!/F^vOJU 5274in KİTABEVİ-Ankara OJ12.434410*, F«k>:oji2.433H3«
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear