23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
25 MART 1996 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMI ICaçak ve çalıntı cihaz sektörü, ithalatçılan birbirine düşürdü Gep telefonunda akıl almaz rekabet • Özellikle Avrupa'da çalınan cep telefonlannın Tiirkiye"ye sokulduğu ve eski model cihazların sim kartlan ile kullanüdığı yolundaki uyan, "Bizden başkasından almayın"' mesajını da içerince, büyük ithalatçılarla küçük ithalatçılararasında haksız rekabet kavgası başladı. M RTEN YALÇIN Cep telefonunda Avrupa'nın Almanya'dan sonra büyüme hızı bakımından ikincı büyük pazannı oluşturan Türkiyede kaçak ve çalıntı telefon sektörü oluştu. Resmi distribütörlerin Avrupa'da yaşanan çalıntı cep telefonu olaylannı müştenye duyururken takındığı tavır. diğer ithalatçılar tarafından tepkiyle karşılanıyor. Müştenye uyan Resmi distribütörler sadece kendi getirdıkleri telefonlann çalıntı riski taşımadığını belirterek müşterileri uyarıyorlar. Bu uyanya karşıhk diğer ithalatçılar, büyük distribütörlen. rekabeti baltalamak ve kendıleri dışındaki ithalatçılan yıpratmaya çalışmakla suçluyorlar. Cep telefonu sektöründe tartışmalara sebep olan son olay Encsson'un tsveç'teki fabnkasından Almanya'ya doğru yola çıkan bir kamyonun yolda soyulmasıyla birlikte gündeme geldi. Ericsson'un Türkiye temsilcısi firma ve resmi distribütörlerin ortak açıklamasında, tüketiciler resmi distribütör olan Gen-Pa. KVK ve Profilo tarafından getırilen telefonlan - almalan konusunda uyanldi. 24 şubatta ortaya çıkan olayda, 22 şubatta 5.7 ton yükle tsveç'ten Almanya'nın Achen kentine doğru yola çıkan cep telefonu yüklü kamyonun \erilen mola sonrasında. ağırlığının 1.7tona indiği fark edildi. Bunun üzerine harekete geçen Almanya mali polisi, olayla ilgilı soruşturmaya de\am ederken. bu soygunda toplam 3857 tane telefonun çalındığını belırledi. Avrupa'da çalıntı olaylanna sık sık rastlandığmı belırten yetkılıler. bu boyutta bir soygunun ilk kez gerçekleştiğinı vurguluyorlar. İthalatçılar mahkemeye gidiyor (thalatçı firmalar. Ericsson dıstri- bütörlerinin çalıntı telefonlarla ilgilı açıklamalannı tepkiyle karşıladılar. ithalatçılar. Avrupa'dan gelen cep te- lefonlannın gümrükten rahatça geç- tiğini, ancak ithalatçı firmanın getir- digı telefonlara sım kart ve hat alır- ken operatör şirketler \ e PTT tarafın- dan seri numaralannın mutlaka kont- rol edıldiğını. böylelıkle tüketıcının çalıntı bir telefonu kullanmasınınim- kânsız olduğunu belırtiyorlar. Resmi distribütörlerin bu zamana kadar verdikleri gazete ilanlannda 'sadece kcndilerinin garanri \crdiği' yolundaki beyanlan nedeniyle Sana- yı Bakanlığı ile Tüketicıyi ve Reka- beti Koruma Genel Müdürlüğü'ne şı- kâyet dılekçesı veren Interlıne şirke- tı. şımdı de ilgıli şirketler aleyhine dava açma hazırlıgında. Interline sahibi ErolObdan çalın- tı telefonlar konusunda Encsson dıst- ribütörlerinin yaptığı uyannın yanıl- tıcı olduğunu ıfade ederek mahke- meye başvuracağını belırttı. Yaman Elektronik GSM Müdürü Gürol Şimşek "Bu merin ithalatçı firmalan yıpratmak amacıvla yapt- lan saldınnın de\amıdır" dedı. Tahtakale'de kart kesici mafyası Cep telefonu operatörleri ve itha- latçılan. tüm kontrollere rağmen ucuza alınan bir makinenin kartıyla iyı bir cep telefonu sahibi olabilme- nın mümkün olduğunu belirtiyorlar. Türkiye've giren çalıntı cep telefon- lannın kullanımının teknik olarak mümkün olmadığını belirten GSM operatörlen. Tahtakale faktörünü de gözardıetmivorlar. Yetkıhler, eskı ve ucuz bir makinenin sım kartının ye- nitelefonauyumluhalegelmesi içın Tahtakalede bazı kışılerce bu sım kartlann kesılerek küçültüldüğünü ıfade edıyorlar. Cep telefonu çevre- leri azdaolsaçeşıtlı yöntemlerle ça- lıntı telefonlann aklanabildiğine dik- kat çekıyorlar. Türkiye\e dışandan çalıntı olarak giren 50 milyon değe- nndeki bircep telefonu eski model 6 milyon liralık bir telefonun kartıvla çalıştınlabıliyor. Şu anda 6 milyon liraya satılan ve Motorola'nın en e>- kı modellerınden olan Motorola 5200'e bu markayla sım kart ve PTT hattı alan bırisi, yurtdışından ucuza alınmış ya da tamamen çalıntı olarak Türkıve'ye gırmış Encsson marka bir telefonu kullanılır hale getirebi- li\or Korsan kasetçiler, yıllık cirosu 9 trilyona ulaşan piyasanın yüzde 30'unu kontrol eder hale geldiler Sanattan, kayıt chşına zorıınlu hizmet AH.METÇELtK Korsan kasetle mücadele etmeye çalışan kaset yapımcı- sı ve sanatçıların karşısına şimdı de sahte bandrollerçık- tı. Bandrolsüz kasetlerın ko- laycatespıtedılmesı nedeniy- le bastırdıklan bandrollen ka- setlerın üzerine yapıştırarak satan korsan kasetçiler. sanat- çıların korkulu rüyası oldu. Korsan kasetçiler sahte band- rollerle çogalttıkları kasetler- le yüzde 30'unu ele geçırdık- leri pıyasada cınt atarken, ya- sal olarak alınan bandrollerın de ait oldukları kasetlerde kullanılmadıklan belırtılıyor A kaseti ıçin yasal bandrol bastıran fabrikanın. kaset sa- tışı bandroi sayısından daha az olduğunda, aynı sen band- rolleri başka sanatçılara ait sonrakı kasetlerde kullandığı ılen sürülüyor. Bunu yasal sahtecilık ola- rak değerlendıren sanatçı ve müzik ya- pımcısı Özdemir Erdoğan."Sanatçı, bir firnıavla satılan kasetler üzerinden ücret almak ü/ere anlaşma > apmış. Kasetlerin- de başkasına ait bandroller kullanıldığı için hiç satmamış gibi gözüküyor. Sanatçı da parasını alamıvor"dıve konuştu. Ko- nuyu değerlendıren Müzık Yapımcıları Derneğı (MÜYAD) Başkanı Şahin Özer de bandrol sahtecılığinin hem devlete hem de sektöre büyük zararları olduğunu dile getırdı. Bandrol basmanın davetiye basmak ka- Bir kaset nasıl hazırlanıyor? Korsan kasederte mücadele eden yapımcı ve sanatçılar şimdi de sahte bandrolle savaşacak. Kaset doldurmak isteyen bir kişinin ilk önce bir müzık yapımcısı bulması gerekiyor. Yapımcı sesi beğenip kaset yapılacağına karar verirse beste ve güftc aranmaya başlanıyor. Bulunduktan sonra Sinema ve Telıf Hakları Müdürlüğü'nden vc meslek birlıklerinden borcu yoktur onayı alınan şarkılar aranjöre teslim ediliyor ve sonra da stüdyoya ginliyor, klip çekiliyor ve kaset duyuruluyor. Sektör yetkililerine göre yaklaşık 10 milyar liraya mal olan tüm bu aşamalardan sonra içinde 10 şarkının olduğu master kaset elde ediliyor. Master kaset fabrikaya gittikten sonra fabrika, basılacak kaset savısı kadar bandrolü müzik yapımcısının vekâletiyle Kültür Bakanlığı'ndan talep ediyor. Bakanlığın aniasmah olduğu matbaalara bastınlan bandroller doluın tamanılandıktan sonra ambalajlama sırasında kasetlere yapıştırılıyor. Bir kasetin 180 bin lira olan fiyatının yarısı fabrikaya plastik masrafı olarak ödeniyor. Kalan paranın yüzde 8'ini söz yazarı ve besteci alıyor. Bu da yüzde 60 besteci yüzde 40 söz yazarının arasında paylaşılıyor. Genellikle ilk kasetten para almayan yorumcu. yapımcı ile yaptığı anlaşma çerçevesinde ancak ikinci üçüncü kasetlerden para alabiliyor. darkolay olduğu Türkiye"de. Kültür Ba- kanlığı denetıminde yılda yaklaşık 37 milyon kaset basılıyor Bir kasetin satış fi- yatının 180 bin lıra olduğu düşünüldü- ğünde yasal kaset pazarının büyüklügü yakla^ık 6.6 trilyona ulaşıyor. Pazarın he- men hemen yüzde 30'u kadannın korsan kasetçılenn elinde olduğunu belırten sek- tör temsilcilen. bunun da yaklaşık 2.5 tril- yona denk geldığıne dıkkat çekıyorlar. Türkiye'de hıçbir şeyın kontro! edile- medığını belirten MUYAD Başkanı Şa- hın Özer. "Binlerce matbaa var. Bunlann detlet tarafından kontrolü imkânsız. De- ğeri 300 lira olan kı\ metli bir pulu Türki- ye'deki tüm mathaalar basabilivor. Sahte basınıları önlemek için hologram baskı tekniği kullanılabilir. Ancak bu, maliyeti yükselttiğinden Kültür Bakanlığı vanaş- nrnor" dedi. Özer. şöyle konuştu. "Bu yıl 50 milyon kaset satılmış. Bunun 37 milvonu Kültür Bakanlığı tarafından verilen bandrollerle saülnıış. Kalan 13 mil- yon kaset sahte basınıdır. Bu sajede kayıt dışına kayan \ergisiz para 2-2.5 trihonu bulmaktadır." Batıda satılan her bir sahte kaset ıçın verilen hapis cezasının 10 yıl olduğunu belırten Özer. Türkiye de ıse bunun kaset- teki herşarkı içın 3 ayla 3 yıl arasında de- ğıştığıni söyledı. Konuşmasına her ne kadar MÜYAD Genel Sekreterliği görevine seçilmış ol- sa da söylediklerınin henüz derneği bağ- lamadığmı belirterek başlayan sanatçı Özdemir Erdoğan. müzik sektörünün sa- hipsız ve karmaşa içinde olduğunu söy- ledı. Sahte basılan bandroller bir yana Kül- tür Bakanlığı kanalıyla alınan bandrolle- rın ait oldukları kasetierde kullanılmadı- ğına dıkkat çeken Erdoğan. " Örnegin siz 'A şarkıcısının çıkartacağı kaset için tah- mini 50 bin tane bandrol ahvorsunuz. An- cak 5 bin kaset satılıvor ve45 bin bandrol fabrikanın elinde kalnor. Şirket, elinde kalan bandrolleri başka bir şarkıcının çı- kartacağı kasetlerde kullanıvor. Bu. \asa- >a a> kın. Bunun sakıncası. şarkıcı bir fir- mav la. örneğin 50 bin kaset satışından son- ra para almak biçiminde bir anlaşma \ap- mışsaortaya çıkıvor. Belirli bir zaman son- ra başkasına ait bandroller kullanıldığı için kasetlcri hiç satmamış gibi gözükü- \or~ diye konuştu. DUNYA EKONOMISINE BAKIŞ /ERGJN YILDIZOĞLU LONDRA D ünya Sağlık Örgutü'nün (DSÖ) cu- ma günü yayımlanan Tüberküloz Raporu, yenı bir global salgınla karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. Her gün veremdert 7000 yetişkin insan ölüyor ve her saat başı 1000 yeni insan vereme yakalanıyor. DSÖ'den Dr. AJmeide'ya gö- re verem adeta "kontrolden çıkmış bir yangın gibi" azgelışmiş ülkelerı kasıp ka- vuruyor. Bunun bir rastlantı olmadığını düşünüyorum. Veremin geri dönüşü DSÖ'ye göre geçen sene veremden üç milyon insan öldü. Halen 15 rnilyon insan veremle boğuşuyor. Bu, 19. yüzyılın son- larında toplam 2-2.5 milyon insan öldur- müş olan, bir önceki salgından çok daha şiddetli ve tehlikeli bir salgın. Çok daha şiddetli, çünkü, salgın ilk başladığında henüz antibiyotikler yoktu. Antibıyotikler uygulanmaya başlar başlamaz, salgın durdu. 1960'larda verem, artık bir salgın yaratmatehlikesi olmayan hastalıklarara- sına kanşarak öneminı yitirmişti. Bugün elimizde çok kuvvetli antibiyo- tikler olmasına rağmen bir verem salgını ile karşı karşıyayız. Sonra bugünkü salgın, yetersiz tedaviden dolayı mütasyona uğ- rama olanağı bulmuş, yeni ve dayanıklı bir verem türünü de beraberinde getirdi. Tüm bunlara ek olarak HIV-AIDS gibi insan vücudunun korunma sistemini yok eden bir ikinci saigının da gelişmekte ol- ması veremden ölenlerin sayısını arttırı- yor. Bugün gelişmiş ülkelerin hükümetle- ri, gelişmekte olan ülkelere yılda yaklaşık 500 milyon dolar bir yardımda bulunsa- lar , DSO'ye göre bu sorun kolaylıkla çö- zûlür. Ancak 1994'te yayımlanan Birteşmiş Milletler'in (Rapport Mondiale Sur le Developpement Humain - 1994) ve Dunya Bankası'nın (1995) raporiarı son 25 yılda su stoklarının yüzde 70 geriledi- ğni, dünyanın en az gelişmiş, ancak top- laTi nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan 88 ükesınde sürekli temiz su sıkıntısı çekil- dğinı, dünya nüfusunun yüzde 10'unun şddetli bir eksik beslenme sorunu yaşa- dğını. her 750 milyon kişinin de yoksul- lurtan dolayı aç kaldığını ve 1.3 milyar ki- şnin günde 1 dolardan daha düşuk bir ü;retle çalışmak zorunda olduğunu yaz- dğını hatırlarsak, temizlikle ve yoksulluk- İ£ yakından ilgili olan bu saigının yayıl- nraya devam edeceğını varsayabıliriz. Bu yeni verem salgınına ilişkin verilerı cbha bir yakın okumaya tabi tutunca, or- t£ya DSO'nün hiçbır şekilde değinmedi- Dünyada Verem Salgınığı ve bellı kı değinmek de ıstemediği bir başka boyut çıkıyor. Verem salgınını da- ha bir tehlikeli. DSO'nün gelecek 10 yıl- da 30 milyon kişı daha veremden olecek öngörüsünü de daha gerçekçı bir hale getiren bu boyut aslında bir başka geliş- me ile yakından ilgili; dünya ekonomısı son 25 yıldır yapısal bir kriz yaşıyor ve degişım sürecinden geçiyor. Bu değişim sürecini ise , * — • * — - — - > ••••«*•'— özellikle 80'ler- de tüm ekono- mik süreçlerı, demokratik kontrol sürecı- nin dışına çıka- rarak piyasanın iradesine tabi kılmaya çalı- şan, aslında kendisi de bu krizin bir ürünü olan global ma- li sermayeye ait bir yaklaşım yönlendiriyor. Globalleşme, serbestleşme ve özelleştirme olarak ifade edeceğimiz ve IMF Yapısal Uyum Prog- ramlan tarafın- dan gelişmekte olan ülkelere dayatılan bu sürecin, vere- min gelişmesi ile yakından bir ilgisi var. Birinci verem salgını- nın dünyayı ka- sıp kavurduğu tarihlere bir ba- kalım önce. ilk ipucunu bura- da bulacağız. 19. yüzyılın sonunda ser- maye, çevre ülkelerde hızla genişleyerek yerel ekonomileri tarumar etti. hızlı bir yoksullaşma yarattı. Aynı dönemde mer- kez ulkelenn işçı gettolarında yoksulluk derinleşiyordu. Yine bu dönemde dünya- da, işsizlik ve savaşlardan dolayı büyük bir göç hareketi yaşanıyordu. Milyonlar- ca insan, en olumsuz sağlık koşullarında, bir yerden bir yere gidıp geliyor, berabe- rinde her türlü bulaştcı hastalığı taşıyor- du. ilk global verem salgını işte sermaye- nin bu ilk globalleşme dalgası sırasında, yani pıyasa ekonomisinın global olarak egemen olduğu zaman yaşandı. "Ne büyükbırrastlantı" k\, ikinci büyük verem salgını dalgası da globalleşmenin ve pıyasa ekonomisinın global olarak hâ- — ——-^ kım kılınmaya çalışıldığı bir dönemde yaşa- nıyor. işte ra- pordan bazı bil- gıler: Verem sal- gınından etkile- nen nüfusun 3/4'u Rusya, Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika, Bre- zilya ve Güney Afrika gibi ülke- lerde yaşıyor. Irkçı rejimin yıl- larca yarartığı tahribatı göz önune alarak, bu listeden Gü- ney Afrika'yı çı- karırsak geride kalanların, son 10-15 yılda dışa en çok açılmış ve yapısal uyum programlannı uygulamaya koymuş veya bunun ruhuna uygun olarak davranmış ül- keler olduğunu görürüz. Nedir bu Ya- pısal Uyum Programlan'nın ana bıleşenleri: Semnaye ve meta dolaşımı üzerinde sıya- si kontrolleri kaldırıp ülke ekonomilerıni tûmu ile dünya ekonomısine (sız global mali sermayenın hareketine diye okuyu- nuz) açmak. kamu harcamalarını kısarak ve kamu ışletmelerini özelleştirerek dev- letin ekonomık etkinliğinı azaltmak, işçı ücretlerinin yükselmemesine özel dıkkat göstermek, devletin bu alanda etkinliğini arttırmak. Bır taraftan ülke dünya pazarı- na açılırken. diğer taraftan bu yolla elde edilen dövizleri, borç ödemeye yönlendir- mek. Bu uygulamalaryoksulluğu arttırdı, doğal çevreyi tahrip etti ve bir verem sal- gınının koşullarını hazırladı. Geçen sene bir Dünya Bankası uzma- nı, "Dünya Bankası'nın önerdiği prog- ramlar, işsizliği arttırmaları, kamu yatırım- lannı azaltmaları, düşük verimli sanayile- re desteğin kaldırılmasına yol açmaları halinde yoksulluğu arttırabilir" diyordu. Yapısal Uyum Programları tam da bunu yaptılar işte... Bugün ulaşılan noktada dünya nüfusunun en zengin yüzde 20'si toplam ürünün yüzde 88'inı kontrol eder- ken, en yoksul yüzde 20'sı ancak yüzde 1.4'üne ulaşabiliyor (Rapport Mondi- ale)... Kadınlar ve çocuklar daha çok etkileniyor DSÖ raporu, verem salgınından en çok kadınlann, çocuklann ve göçmenlerin et- kilendiğine işaret ediyor. Yoksullaşmanın başladığı yerlerde, ilk önce ve en çok bu grupların etkilendiğini göz önüne alırsak.. bu da beklenmedik bır gelişme değıl. DSÖ raporu, veremin insanları dahazı- yade, en verimli dönemleri olan 15-44 yaşları arasında yakaladığını söyleyerek, veremin en çok genç işçılen etkilediğini de gösteriyor. Bu 15-44 yaş arasında ça- lışanlar grubunun, veremden etkilenış oranlarının bolgesel dağılımına bakınca da ortaya yine yukarıdaki tespitlerle uyumlu bir manzara çıkıyor. Sanayileş- mış ülkeler arasında işçi haklannın, ücret- lerın en geri, yoksulluğun en yüksek ol- duğu bölgeler, veremin de en hızlı yayıl- dığı yerler: Doğu ve Güneydoğu Asya. 1990-2000 doneminde, globalleşmenin "Kaplanlarının" doğup geliştiği bu böl- gede veremden etkilenenlerin toplam sa- yısı 30 milyona yaklaşıyor. Aynı dönem- de ABD ve Batı Avrupa'da bu rakam top- lam 1 milyonun biraz üstünde. Sermayenin "Mahşerin DörtAtlısı"gi- bı ve başıboş bir şekilde globalieşerek dünyayı kasıp kavurması, veremin ve da- ha önce bir başka yazıda da işaret etti- ğım gıbı, yeni virüslerın yükselişı ile çok yakından ilgili. Kapıtalızmin bugün orta- ya koyduğu tablo, Goya'nın çürüyen me- deniyeti gosteren bır allegorı olarak yap- tığı "Satürn çocuklannı ytyor" tablosuna giderek daha çok benziyor. Soz tablolar- dan açılmışken, Much'ün çığlık tablosu- nu da hatırlamakta fayda var sanınm! Türkiye faiz kapanında ANKARA (ANKA) - Öncekı v ıllarda kamu büt- çesinde bır kıskaç oluştu- ran ve her yıl gittıkçe da- ralan faız ödemelerı. bu yılla birlikte tam bır kapa- na dönüştü. Bu yılın ocak ayıyla bir- likte bütçeden yapılan fa- ız ödemelennın bü)üklü- ğü uzun sure sürdürüleme- yecek bır bovuta ulaştı. Hazine, ocak ayındaki ver- gi gelırlerinin yüzde 80'inden fazlasını faiz ola- rak ödemek zorunda kaldı. 116 trilvon 17 4 miKar liralık vergı tahsılatı yapı- lan ocak ayında; 6 trılyon 308 milyar lirası dış borç- lar. 87 tnlvon 414 milyar lirası da iç borçlan için ol- mak üzere toplam 93 tnl- von 722 milyar liralık faız ödendi. Faiz ödemelerı 157 tnlyon 629 milyar lira olan toplam bütçe gelırle- rinin ıse vüzde 6O'ı kadar bır büyüklük oluşturdu. ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Bilim ve Toplumsal Sorumluluk İçinde bulunduğumuz zaman kesitine "bilim çağı" denilmesinin kendine özgü nedenlerinden biri de "bi- lim adamlarına ve kurumlanna" yüklenen sorumlu- luk anlayışıdır. Bilimsel üretim artık "takım oyunudur"; bireysel değil "kurumsal" bir nitelik kazanmaktır. Üniversite- ler, araştırma ve geliştirme kurumları, "fildişi kulele- rinden" çıkıyor, toplumsal sorunlann çözümüne ön- celik veriyor ve "toplumlarından aldıklannın karşılı- ğını somut olarak nasıl verebıleceklerıni" hesaplıyor. Bunu yaparken "bilim ortamını"siyasal nüzgârlardan ve toplumun değişik çıkar çevrelerine bağımlılıktan uzak tutmaya; bilimsel gerçeği önyargısız bir biçim- de yakalamasına da çok büyük bir titizlik ve özen gös- teriyor. • • • Daha önce (22 Aralık 1992) bu köşede çıkan "Ne- den Akademi?" başlıklı yazıda ülkemizın bu nitelik- te bir kurumun oluşturulmasının gerekleri üzerinde duruluyordu. Türkiye Bilimler Akademisi'nin (TÜBA) 2 Eylül 1993'te kurulmasıyla bu doğrultuda çok olum- lu bir adım atıldı. TÜBA Başkanı Sn. Prof. Ayhan Çavdar ile gazetemizden Emine Kaplan'ın yaptığı söyleşi 17 Mart 1996 günü Cumhuriyet'te yayımlan- dı. Yukarıdaki ölçütler çerçevesinde bu söyleşinın ki- mi noktalarını ırdelemek gerekiyor. Önce TÜBA, yasasına göre "Başbakana bağlı.. bi- limsel, ıdarı ve mali özerklıği olan bilimsel bir kuru- luş"tur. Bu tümce "bağlı ve özerk" çelişkisiyle aslın- da bir "yanlış doğumun" habercisıdir; böyle olsa da TÜBA "özerk" geliştirilmelidir. Çünkü "siyasal ba- ğımlılığın" nasıl " bilimsel" saptırmalara yol açtığını bu toplum yakın yıllarda "radyasyonlu çay" örneğin- de acıyla yaşamıştır. Sonra başkan, 1963'te kurulan TÜBİTAK fen ve uygulamalı bilimleri kapsadığından dengeyı sağla- mak üzere, TÜBA'da "sosyal bilimlere" ağırlık verdik- lerini özenle vurguluyor. Sonra da "Eğer Türkiye'de sosyal bilim alanlarında çok etraflı özgün bazı araş- tırmalar yapılabilmiş ve bunlar devlet büyüklerine yansıtılabilmişolsaydı.. belkideson 10-15 yılda Tür- kiye'nin karşılaştığı çeşitlı politik sosyo-ekonomik sorunlar bır dereceye kadar azaltılmış olunabilirdi" diyor. Bu doğru saptama, yani ülkemizde sosyal bilimle- rin göreli "geri kalmışlığı", çok önemlidır. Ancak ülkemizde sosyal bilimlerin gelişmesi için başkanın sözünü ettığı "üniversite öğrencilerintn sos- yal bihmler alanına yönlendırilmesı ıçin çaba göster- mek" hıç de yeterli olamaz; sorun çok daha derindir. Ülkeyi yönetenler geleneksel olarak sosyal bılim- lerle edilecek bilimsel gerçekleri, kaygı ve korku ile karşılaşmışlardır. Gerçekte TÜBİTAK "devlet büyük- lerince" ve "sosyal bilimleri bilim saymayan" bir tu- tumla kurulmuştur. Genelde düşünceyı suç sayan yasal ortamın da beslediği bırortamda "güdümlü bi- lim" anlayışını benimsemeyenler, öldürülen, hapse atılan, üniversıtelerinden gerekçesiz kovulan, ayrıl- mak zorunda bırakılan çok sayıdaki öğretım üyesı- nin, çok çok büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Özetle, TUBA'nın sosyal bilimlere önem vermesinin ilkadımı bualandaki "gerikalmışlığın"nedenlerini bi- limsel bir tutumla incelemek olmalıydı ve de olmalı- dır. Siyasal özerklik ilkesi çerçevesinde TÜBA Başka- nı'nın "TBMM'debilim komisyonu kurulmalı"öneri- si, çok yersiz ve anlamsız kalıyor. Bu komisyonun ku- rulması neyi sağlayacaktır? Düşünce özgürlüğü üze- rindeki yasakların kaldırılmasını mı? Milletvekillerinin yalnızca "siyasal sömürü amacıyla kurdurduğu" çok sayıda büyükkent-dışı üniversıtelerın ıçler acısı du- rumunu açıklamayı mı? Her seçim öncesi söz ver- melerıne karşın ellerinı sürmedikleri YÖK konusunu mu? • • • Türkiye'nin eğitim düzeni baştan sona bozuktur ve düzeltilmesi gerekir. Yine de kısa dönemde özellikle bilim adamı yetiştirilmesi konusunda TÜBA eliyle ya- pılması gereken "ivedili işler" vardır. Ülkenin bilimsel gücünün "insan" dayanağı olma- sı gereken yüksek lisans ve doktora programları tam anlamıyla çöküntü içindedir. Buradaki çöküntünün i- ki boyutu var. Türkiye öğrenci başına "yılda" ortala- ma 35 bin dolar dolayında bir harcama ile 4-5 bin öğ- renciyi devlet bursuyla yurtdışında okutuyor. Bu top- lumsal harcamanın getirisi-götürüsünü irdelemeden bu sayıyı arttırıyor. Sonra da yurtdışına öğrenci gön- derme sürecinin tümüyle bilim dışı nitelikte olduğu üzerindeki tartışmalar da tam bir bilimsel yansızlıkla araştırılmalıdır. Ülke içinde yüksek lisans ve doktora programları, yani araştırmacı fidanlığının yapısı da tam anlamıyla bir ilkellik içindedir. Öğretim üyesi, araç-gereç ve öbür kaynaklar bakımından tümüyle yetersiz birim- lerde "akademik unvanlar" dağıtılmaktadır. Geçtik araştırmaların niteliğini. çok büyük çoğunluğuyla bi- limsel "nesnellik ve yansızlıktan" tümüyle uzak, ana- dilinı doğru kullanamayan, araştırma yöntemlerini göz ardı edebilen, dar, tutucu ve ilkel yaklaşımlarını çalışmalarına yansıtmaktan çekinmeyen, daha doğ- rusu bununla övünebilen ve daha da kötüsü kımi din- sel kesimlere yakınlığını "siyasal ve ekonomık çıkar" aracı yapanların yaygınlaştığı bır öğretim üyesi kitle- si yaratılmaktadır. TUBA, asıl kendi dayanağını kes- mekte olan bu oluşumun tam bir dökümünü çıkar- malı ve toplumun değerlendirrnesine sunmalıdır. Kısaca özerk ve etkin bir TÜBA çok gereklidir. Si- yasal güce bağımlılık gibi yanlışlardan bir an önce kurtulmalı ve bilimsel işlevlerinı yalnız "topluma " kar- şı sorumlu bir anlayışla yerine getirmelidir. t « MEVDUAT FAIZLERIMIZ VADE 1 3 6 1 ay ay 3V vıl TL. %86 %93 %96 %100 USD. % 7 % 8 % 8,5 % 9,5 °/c °/« % % DM. • 6 , 7 8,5 10 SÜMERBANKK u ş a k t
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear