25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28HA2İRAN1994SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 'Kadın oyuncu üzerine naif bir hayranlık denemesi..' Yaşasın bunalım!HALİLGÖKHAN "Bugünlerde yaşadığunız bunalımlann gerekli olduğuna inanıyorum. Bütün bunlar, aklımızı başnnıza getirecek ve uyandıracak bizi. Etkileri çok kere acımasız da oLsa, bunalımlar toplumca bir dönemeçte olduğumuzun göstergesidîr. Hiç kuşkusuz pek yakında bir devrim yaşayacağız. Bayraksız bir devrim, gücünü her birimizin şaşkınuğından alan bir devrim. Evet, diyen bir hayır, zira olumsuzlamalar içinde gelişme göste- remeyiz. Olumsuzlamalarda gelecek yoktur." Yukandaki tümceler, bir sinema yıldızının. Hayır, biz starlan böyle bilmezdik saplanusına girmeyin hemen. Bu saplantı olsa olsa ıbmb ol- malı ve yine olsa olsa Juliette Binoche olmah bu aynksı saplanünın adı. Yani yukandaki tümce- lerin doğal sahibesi. Juliette Binoche. Godard. Doillon, Techine, Carax, Louis MaUe, Kaufmann. Kiewslowski gibi ünlü yönetmenlerle birçok filmde çalışmış ve 16 yaşında ilk kez oy- nadığı Hayali Hasta'dan bu yana yer aldığı bü- tün filmlenn hakkını veren, dört dörtlük portre- ler çıkaran bir fılm yıldızı. Fransa ne yapıp eder, böyle birisini mutlaka çıkanr bir yerlerden. Kundera'nin 'îrzina geçilen romaiu' (jnlü fılm yıldızı Julitte Binoche'a duyulan hayranlık onun cana yakııüığından kaynaklanıyor. Varolmanın Dayamlmaz Hafifliği romanının fılminde Tereza olarak tanındı Juliette Binoche. Milan Kundera'nin, Kaufmann'ın ırzına geçtiği- ni söylediği romanın filmiydi bu. Roman, döne- minin çok satan kitaplanndan biriydi ve filmiyle birlikte, dünyanın siyasal ve ideolojik evriminde biraz daha geç kalsaydı o başanyı tutturamaya- caktı. Başan derken, okuma ve izlemeyi ön planda tutmah. Kanımca fılm yerli yerindeydi ve başkası da daha iyisini yapamazdı. Yapardı belki, ancak aynı dönem içinde hiç kimseye iztet- tiremezdi. Kaufmann hakbydı belki de. Ro- manı, hiç ahşkın olmadığı bir başka alana çek- mek isterken yönetmenlik cazibesi yerinde ol- madığı zamanlarda, filmi kesinkes gerçekleştir- me baskısı içınde, arada sırada ırzına geçmek zorunda kalrruş olabilirdi. Ya da roman bunu kendi istiyor olabilirdi. Kim bilir? Romanın özgün adının üç sözcükle aktan- lması. varofana ve hafiffik sözcüklerine derinlik- ler ve yeni kullanım alanlan getirdi. Aynca bu hoş ve eleştirel tamlama, birçok kitaba, yazıya başbklar kazandırdı. Altından serseri geçen köprüler... Son olarak Les Amants du Pont-Nenrte gö- ründü Binoche. Bu fılm, Türkçede Köprüüstü Aşıklan adını almışü. Buluş olarak çok güzel, fakat köprüaltı deyişi, sanınm altından su yerine serseri geçen köprülerden türeülmiş. Seine Neh- ri'nin üzerindeki köprülerin altından yalnızca mavnalar geçebiliyor oysa. Bu filmden sonra Ölesiye'de ve Kieslowski'- nin renk üçlemesinin ilki olan Mavi'de oynadı ve bir milyonun üzerinde izleyici toplayarak büyük. bir başan kazandı. Gösterimin hemen ardından bir de doğum yaptı Binoche. 29 yaşmdaki bu genç oyuncu klasiğirun yeni yıldaki en büyük düşü ise oğlunu ve onunla birlikte kendini yetiş- ürmek. Yaşasın bunalım! dedikten sonra, oyunculuk üzerine şunlan söylüyor Juliette Binoche: "Sanırım oyuncunun rolii, kendi içinde yankı ve- ren bir şeyleri dinletmektir. Benim için en büyük armağan, izleyicinin gözünde bir tutku yarattığım andtr. Bir film çevirirken kendimi sonımlu his- sediyorum." Çoğu kez film yıldızlanndan, ünlü şarkıcılar- dan oturaklı sözler beklenir. Zira, senaryodaki konuşmalan, şarkı sözlerini gerçekten de izleyi- ciye, dınleyiciye yuttunnuştur ünlü kişi. Gerçek- te satması gereken şey, sözler değil, sözleri sahne dünyasının kurallan içinde yorumlaması, yazı- ya bir ruh, bir kişilik vermesidir. Ezgi, yorum, tonlama ve mimiklerle işbirliği kurar. Okuduğu ve söylediği çoğu kez kendi ürünü olmamasına karşın, bu sözlerin düzeyine yakın sözler bekle- nir nedense ünlü kişilerden. Bu, onlara yapılan en büyük haksızhklardan biridir. Ancak, çok kere bir yazarın konuşurken, sözlü olarak gö- rüşlerini belirtirken sözün kurgusu içinde yazdı- klanna yaklaşamadığma da değinmek gerek. Binoche'a olan hayranlık nedir? Çünkü o hep bir komşu kızı kadar yakın gelmiştir bana. So- kaklann birinde, onun yan şaşkın, ama me- raksız yüzüyle karşılaşmayı ummuşumdur hep. Dünyanın her kentine gider onun yüzü. Belki bu, biçemini kendi getirdiği için böyledir. Özgül bir fılm yıldıa olduğu içindir. Benzersiz. Belki de sözünü ettiği tutkuyu gerçekten de gözlerimizde yarattığı için. Onun hep beklediği devrim bu gözlerin gerisindedir. Onu yolda görsem, eminim yanına hiç gitmez, hayranhkla ve özellikle uzaktan izlemeye devam ederdim. Ünlü oluşu, Tereza oluşu, fılm yıldıa oluşu beni yanına çekemez. Ancak yoluma de- vam edişimin nedeni herhangi bir soğukluk ol- mazdı, kesinlikle. Çünkü bilirdim, başka bir so- kakta, yine onunla karşılaşma olasılığım hep vardır. Deübakire veçekilmezgüvey Artfaur Rimbaud Kültür Servisi - Daha 19 yaşında, evrensel şıinn doruğu sa\ılan Cehen- nemde Bir Mevsim'ı yazan kahin şair Artfaur Rimbaud'nun. yine o döne- mın ünlü şairlerinden biri olan Paul Veriaine ile vaşadığı eşcinsel ilişki. yazınsal tanhin en ünlü söylentilerin- den birini oluşturmaktadır. Rimba- ud'nun, dostu Bretagne aracılığıyla tanıştığı Veriaine. ondan bir mektup ve şiirler aldığında "Geliniz sevgili ruh, bekleniyorsunuz" demiştı ceva- ben vazdığı mektupta. Tanıştıklan- nda Verlaine'in 17 yaşındaki kansı hamileydi. Veriaine. Arthur'ü dönemin bü- yük şairlennden Banville ve Mallar- me ile tanıştırdı. Ona Montparnas- se'da bir oda buldu. Rimbaud'nun edebiyatçı çevrelerindekı tuhaf ve tu- tarsız da\ranışlan Verlaine'in göz- den düşmesine neden olmuştu. Son olarak 1872 yılında sıradan bir şairin sonesini okuması sırasında Arthur'- ün onu yuhalaması sonucu kızışan kavgada Arthur, Verlaine'in şişli • bastonuyla. şairin dostunu yarala- maya kadar götürmiiştü işi. O yılın temmuz ayında iki aşık -biri annesin- den öteki kansından- Brüksel'e kaçtılar. Tam bir yıl sonra bu yakınlık, bir otel odasında Verlaine'ın Rimbaud'- ya iki el ateş etmesiyle zedelendi. Ver- iaine ikinci bir girişimde karakolluk oldu. Tutuklandı ve iki yıl hapse mahkum oldu. Rimbaud bu olaydan sonra Cehennemde Bir Mevsim'i ta- mamladı.Bu kıtaptaki düzyazı şiirle- nn biri olan Say ıklamalar 1. Deli Ba- kire Çekilmez Güvey adlı bir alt başlık taşımaktadır. Kitabı. Rimba- ud'nun 100. ölüm yılında yayma hazırlayan. tutarlı ve doğruya en yakın biçimde, büyük bir araştırma titizliği içinde çeviren şair özdemir İnce, bu alt başlığa düştüğü dıpnotta, ilginç çiftin kimliğinı vermektedir. Kimdir Deli Bakire. kimdir Çekil- mez Güvey? Yanıt: Elbette Veriaine ve Rimbaud. Arthur, Verlaine'i Deli Bakire yapmış. kendini de Çekilmez Güvey yerine koymuştur. Bu sayı- klamalarda Rimbaud, bir cehennem eşinin itiraflannı dinletir okura: "O diyor 'Kadınları sevmem ben: Yeniden keşfedilmelidir aşk, bu bili- nen bir şey. Girvenli bir konumdan başka bir şe> istemez kadınlar. Gü- veıilik kazanıhnca bir yana bırakılır yürek de güzellik de: Hiçbir şey kal- maz geriye soğuk horgörüden, günu- mfizün evlilik besininden.' Siirin sonlanna doğru Arthur. "Oldüreceksin beni tıpkı onun öldür- düğu gibi bu kadını" dedirterek Ver- laine'i lyiden iyiye kadın yerine koy- duğunu saklamaz. Bu yıl 140 yaşına giren bu Çekilmez Güvey'in, ya- şadığı eşcinsel ilişkinin tersine dönmesiyle kustuğu kin ateşinin ya- lazlan arasından, hiç kuşkusuz, gü- nümüzün evlilik besinlerine de bir gönderme yaptığı, habersiz de olsa, su götürmez bir gerçektir. 1. Cebennemde Bir Mevsim, Arthur Rimbaud, Çev. Özdemir İnce. 1991. Can Yavmîan Sartre-Camus çekişmesinin rövanşını kim aldı?... Kültür Servisi - Camus'nün ölümünden otuz dört yıl sonra yayı- mlanan İlk tnsan adlı romanın yankılan büyük bir hızla sürüyor. "Gençlerin Camus'yü okumaya başlamalan zor değil" diyor Jean Daniel; Nouvel Ob- servateur'ün yayın yönetmeni. Gençler kendi kendilerine giriyorlar Camus okumasına ve onda ne büyük mucizedir ki kendi duyarlıbklanru buluyorlar. Artık kimse bugün Malraux'nun Ümut'- unu, Sartre'ın özgürlük Yollan'nı okumuyor. Şimdiye kadar yedi milyon satmış olan bir Yabancı için durum aynı değil. u Camus'den ilk olarak ne okunması gerektiğuıi" soranlara. Ük tnsan, diye yanıt veriyor Daniel. Derginin son sayısında Camus'nün Rövanşı başhğına atılan alt başlık ise şöyle: "Onun tek haksızlığı nerkesten önce haklı olmasıydı." Camus'nün Rövanşı başlıklı dosyaya "Nikola Kovac, Czeclaw HUozs, Raşit Mimuni ve Octavio Paz kaulmışlar. 1990 yıhnda Nobel Edebiyat Ödülü'- nü alan Meksikalı şair Paz, arulannda Camus ve İlk Insan üzerine şunlan söy- lüyor: "Camus ve Maria Casares'i 1951 yılında gördüm ilk kez. Bütün büyük oyuncuJar gibi Maria'da bir çekingenlik vardı. tspanyol şair Antonio Nlachado'vu anmak için büyük bir salonda toplanmıştık. Her birûniz, sıramız gekli- ğinde konuştuk. Çıkışta Maria, polisiye filmlerindeki kişileri andıran Camus'yü tanıttı bana. Hemen sokağa çıkıp yürümeye başladık. Albert çok cana yakındı. mutlaka yeniden görüşmeımz ge- rektiğini söyledi bana. Birkaç gün sonra onlan evime davet ettim. Yeni tamam- ladığı Başkaldıran İnsan'ın bazı bölünüe- ri dergilerde çoktandır yayımlanıyordu. Camus, Lautreamont ile Ugili bölüm yü- zünden onu asla afTetmeyen Andre Bre- ton'un bütün şimşekJerini üzerinde topla- mıştı. Ardından Sartre'in bir oyununu iz- lemeye gittik. Camus bana şöyle dedi: 'Edebiyat dünyasında üç büyük dostum var. Politık durumu yüzünden göre- mesem de Andre Malraux. benim için bir kardeş gibi olan Rene Char ve Jean- Paul Sartre." Bu üçünden hiçbirinin Baş- kaldıran İnsan'asaldırmayacağına inanı- yordu. Bense, Sartre'in, o tannsız tannbi- limcinin hoşgöriilü davranmayacağım dü- şünüyordum. Bunu ona söylediğimde gül- dü. Sonra Modem Zamanlar'da o kor- kunç saldu-ı başladı. Camus'nün nasıl oiduğunu sormak için Maria Casares'i aradım. Bana şu yanıtı verdi: Evınde ya- ralı bir boğa gibi dolanıp duruyor." Bundan sonraki karşılaşmamız tspan- ya anarşist federasyonunun konutlannda gerçekleşti. Orada yine bir konuşma \apı\orduk. Sistetn ruhunun. İspanyol halkının faşizme karşı mücadelesinin do- ğasını değiştirdiği üzerinde ısraria duru- yordu. İlk tnsan'ı heyecan içinde okurken onu anımsadım: İnsan Camus, bir hafta boyunca Me\ioca'da beni i/ledi: benimle aynı yaşta olacaktı ve ikimiz de bir tür komşulukla karşı karşıya kalacaktık. O Cezayir savaşı sırasında çok zor anlar yaşamak zorunda kalmıştı. Bu da bana Meksika'nın bağımsızlık sa\aşını anı- msarh. Ama bizde sömürge Avnıpalıları bu sa\aşı Kızıtderililerle y aptüar. Onlarsa sanki savaş sırasında Cezayirü Fran- sızlar, Araplarla birleşmişler gibi davranmışlardı. Tarihlerimizi birbirinden ayıran da buydu. Camus'yü yeniden okuduktan sonra onun Araplara karşı gösterdiği sevecenlik beni gerçekten etkiiemişti. ancak dahası, İslam dünyasınm kültürii üzerine bilgisiz- liği aynı ölçüde etkiledi beni. Roma ve Yunan gecmişinden öylesine güzel söz etti ve şair esenliği içinde betimledi ki.. Arap düşüncesini tanımıyordu. Bu eksiklik, sö- mürgeciliğin bir etkisiymiş gibi geliyor bana. Bunu kendince anlayamamış da olsa yalnızca kardeşliğe inanıyordu Ca- mus." Yapıtlannda teknolojiyi sorgulayan heykeltıraş Erol Uysal, Berlin'de sergi açtı O bütün mekanlarda olmak istiyor GÜNER YÜREKLtK BERLİN- "Beni makinefer, teknoloji ilgilendiriyor. Çünkü artık gümimüzde bireyin, ya da bireyselliğin bittiği bir çağda yaşıyoruz. Teknoloji bunu hep ohımsuz yönde etkiliyor. Ama sanat ilk önce bireyseüik olduğu- na göre bunun kritiğini yapmak gerekiyor. Ben bunu, yani maki- neteri obje olarak kuİlanıyorum ve insanlığın hala onlara teslim olmadığını göstermek. bütün za- maniara. sadece geçmişe değil, geleceğe de bir gönderme yap- mak istiyorum." Günümüzün Avrupa'da da yoğun tarüşma konusu olan bir somnuna değiniyor Erol Uysal. Körfez savaşıyla gözlerimizi faltaşı gjbi açan teknoloji bizi acaba nereye götürüyor? Kimi- leri buna, "Söz bitti, sanat bitti. Şimdi her şey teknolojinin ege- menliğinde" yorumunu yaptı. Kimı dırendi, "İnsan üst değer- dir" dedi, teknolojiye karşı ko- yup geleceğe umut bağladı. Bi- hmsel geüşmenin simgesi olan teknolojiye karşı konulabilir mi? Gelişen, modernleşen ma- kineler yadsınabilir mi? Eğer bu gelişme, şu an için, insanbğı karşısına abyorsa en azından tarüşılabilir. Gelişen teknoloji bize ne getiriyor, ne veriyor? Işte Erol Uysal da sanat yapı- tlannda bunun yanıünı anyor. Sevimli, ne yaptığını bilen, genç yaşının umutlan ve heye- canlanyla dolu bir insan Erol Uysal. 1963 İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi'nde Erol Uysal'ın sergjde yer alan 'Yarduncı Bacaklı Heykel' (solda) ve 1991 yapımı 'Tempel' adlı yaprtları. seramik öğrenimi gördükten sonra Berlin'e geldi. 1990"dan ben Berlin'de, Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda Lothar Fis- ber'in yanında heykelcilik öğre- niyor. Okulu bitirmesine bir yıl var. Ama onun başansı, daha öğrencilik yıllannda başhyor. 1989'da İzmir'de Turgut Pura Ödülü'nü kazamyor, üçü Tür- kiye'de, üçü Almanya'da top- lam altı sergiye katıbyor. Pesta- lozzi Galeri'deki. sanatçının ye- dinci sergisi oluyor. Ortak nokta yine makineler. Çevremızde bolca bulunan, günlük yaşamda her an ber;ıbcr olduğumuz makineler... Son yaptığı üç heykel şantiyelerle il- gili. Çünkü şantiyeier dc maki- nesiz değil. Bugün artık giderek metropolleşen dünyamızda ve özellikle de birleşen Berlin'de sık sık karşılaşıyoruz şantiye yerleriyle ve tabii makinelerle. O bu üç heykelinde şantiye yer- lerindcki makineleri düşünü- yor. "Her taraf inşaatlarla dolu. Bu inşaatlardaki makine sesleri- ni sürekli duyuyoruz. Gerçi bizi rahatstz ediyorlar ama, bana öy- le geliyor ki, bu rahatsız edki seslere alıştık biz. İşte ben bir yerde bunun eleştirisini yapma- ya çaleşıyonım. Teknolojiyi bi- raz ironiyle alaya alıyorum. Bu yaptığım bence, hem geçmişe, bütün tarihe, yani heykel tarihi- ne bir gönderme oluyor, hem de günümüzün bir sorununa par- mak basmış oluyor. Bu şantiye yerlerini, yani mekineleri obje olarak kullandığımda, onlar belli bir şekilde hafife almış gibi oluyorum" diyor sevgili Erol ve bana şahsen, hepimizi rahatsız eden bir sorunsalla nasıl baş edilebileceği dersini veriyor. Sergide Erol Uysal'ın bir de 'İki Ayaklı Plastik" ismini ver- diği bir heykeli var. Bu, onun teknolojiyi bir sanat objesi ola- rak nasıl dcğiştirdiğinı. nasıl so- yutladığını vurguluyor. Onu is- tediğı gibi. yani özgürce değiş- tırmiş vc onu kendi sanat ve es- tctik anlayışına göre "tutsak" almış. Ama bu nc demek: "Ar- kaik anlamda bir kaçış bu. Tek- nolojiden, günlük yaşamdan bir kaçtş. Geçmişe doğru, y a da ge- leceğe doğnı hep insanı, insana dair olan şeyi vermek istedim. Bu, arkaikte de var gibi geliyor bana. İnsana dair olan bir şey bugün niye olmasmT" Sergide Erol Uysal'ın Afrika yerlilerinı andıran ince bir sütun üzerinde üç heykeli daha var. Bunlar cıvatalar. somun, cıva gibi makine clementleri. Bunlar da sürekli beraber olduğumuz parçalar. Makine parçalan. Yaklaşık insan boyunda. Cıva- talarla Afrika yerlilen arasında bir çağnşım yaplıımak isliyor sanatçı. Afrika insanına bir gönderme Erol Uysal'ın yapı- tlannda kullandığı malzeme ge- nclliklc pişmiş toprak. Bu da onun seramik öğreniminden geliyor. Ama sanatçının bronza dökülmüş yapıtlan da var ser- gide. Erol Uysal bir yıl sonra öğrenimini tamamlayacak. Sonra ne yapmayı düşünüyor. Türkiye'ye dönmeyı düşünü- yor mu? "Şu anda Türkiye'yi düşünmuyorum açıkçası. Âma Berlin'de mi kalırını. bilemiyo- nım. Kısacası,bütün mekanlarda olmak istivorum." FELSEFE YOLUNDA ARSLAN KAYNARDAĞ Felsefe Bötûmü'nün İlk Kız Öğrencileri Bizde kızların üniversiteye girebilmesi 1914'tedir. Bu tarihte Kızlar Üniversitesi (1) açılmış ve öğretmen okulu- nu bitirenleri almaya başlamıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse burası üniversite değil, yüksek öğretmen oku- lu idi. Okul, 1917'de ilk mezunlarını verdi, edebiyat bölümü- nü bitirenler sekiz kişi idi. Halkın ilgisi artmaya başlayın- ca üniversiteye bağlandı. Ancak kızlar, erkek öğrenci- lerden ayrı odalarda ve ayrı saatlerde ders görecekler- di. Bu koşulun dışına çıkılmayacaktı. Bir yıl bile geçmemişti ki, kızlar isyan ettiler. "Birlikte ders görmek istiyoruz" diyerek erkek öğrencilerin ders- lerine girmeye başladılar. Böylece Kızlar Üniversitesi tarihe karışmış oldu. Karma öğretime, önce fen ve edebiyat fakültelerinde, sonra da hukuk ve tıp fakültelerinde geçilmişti. Cumhu- riyet ilan edildiğinde bütün istanbul Üniversitesi'nde kız ve erkek öğrenciler bir arada ders göruyordu. Bu geçişin herfakültede, her bölümde ilgi çekici öykü- leri vardır. Ben size Felsefe Bölümü'nün o yıllardaki du- rumunu anlatacağım: Okullarımıza en geç gıren ders "felsefe"dir. Onun ya- rarlı değil, zararlı olacağı düşünülmüş, konularımn anla- şılamayacağından korkulmuştu. Felsefe okumak, felse- fe öğrencisi olmak özellikle kızlara yakıştırılmıyordu. Toplumdan gelen bu engel, İkinci Meşrutiyet'in son yı- llannda aşılmaya başlandı. 1927-30 yıllannda Felsefe Bölümü'nde ders gören öğrenci sayısı 15 kadardı. Bun- ların çoğu kızdı. Babanzade Naim Bey "metafizik ve genel felsefe" dersine geliyor, başında kara takke, elinde enfiye kutu- su, öyle ders anlatıyordu. Anlattığı dersi bilmiyordu. Üs- telik pek çok Arapça sözcük kullanıyor, bunu yaparken de ayrı bir zevk alıyordu. Galatasaray Lisesi'ni ve Siya- sal Bilgiler'i (Mülkiye'yi) bitirmişti. Çağdaş olması bek- lenirdi, ama olamıyordu. Kız ve erkek öğrencilerin yan yana, kendi Arapça de- yimiyle "zânu öezânu'oturmalarını Naim Bey'in aklı al- mazdı. Kız öğrenciler devam karnelerini imzalatmaya getirdiklerinde, yüzlerine bakmadan imzalar, verirken de fırlatırcasına atarak "Sizin burada işiniz ne, gidin evi- nizde yemek pişirin, çamaşır yıkayın!"öerö\. Zahide (Gökberk), Bedriye (Şanda), NahK (Tendar), Belkls (Vassaf), Efser (Fındıkoğlu), Nazife (Cemgil). Sel- min (Evrim) felsefede öğrenci idiler. Behfce (Boran) bir ara kaydını yaptırmış, kısa süren bir öğrencilikten sonra Amerika'ya giderek öğrenimini orada tamamlamıştı. Adı geçen öğrencilerin çoğu ortaöğrenimlerini yaban- cı okullarda bitirmişlerdi. Kafalan özgür düşüncelerle dolu idi. Böyle olduğu halde kendilerine söz gelmesin- den korkuyorlar, en küçük bir makyaj yapmaktan bile çekiniyorlardı. Erkek öğrenciler arasında Mactt (Gökberk), Niyazi (Berkes), Adnan (Cemgil), Nurettin Şazi (Kösemihal) gi- bi kimseler bulunuyordu. Selmin, öteki kız öğrencilerden biraz farklı idi. Az da olsa makyaj yaparak okula geliyordu. Naim Bey'in öfke- si bu yüzden daha da artıyordu. Çok şükür bütün hocalar Naim Bey gibi değildi Mus- tafa Şekip (Tunç). İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Halil Ni- metulfah, Orhan Sadettin gibi öteki hocalar, öğrencılere eşit, sevecen ve çağdaş davranıyorlardı. Felsefe eğıtımi tarihimizin bu ilk kız öğrencileri yıjma- dılar, öğrenebileceklerinin en iyisini öğrenerek üniver- siteyi bitirdiler. Felsefe öğretmeni oldular, kültür kurum- larında görev alarak felsefenin sesini duyurdular. Yazımı, Prof. Mustafa Şekip Tunçtan aldığım birkaç tümce ile bitireceğim. Hayatım ve Psikanaliz'm çevirisi- ne yazdığı önsözün bir yerinde Tunç, şöyle demektir: "Freud çevirisi alanındaki boşluğu hepimizden iyi bi- len öğrencim Selmin, her zaman başkalanna yararlı olmaya çalışan bu sessiz ve yüksek ruh, bir gün bana geldi. Sevinçten yaşaran gözleini yere indirerek, şöyle fısıldadı: 'Hocam, kaç yıldır Freud'un kitaplarını çevir- meye çalışıyorum. Buna en çok sizin sevineceğinizi bil- diğim için, kimseye söylemediğim bu sırrı ilk kez size açıyorum.' Bu ses, zafer kazanmış bir iradenin bestele- diği bir ses gibiydi." Naim Bey zihniyeti yenilmiş, zafer kazanan çağdaş Türk kızı, ürünlerini vermeye başlamıştı. Hanımlarımız. ablalarının Tanzimat'ta ve Meşrutiyet'te kaleme aldıkla- rı ya da çevırdikleri az sayıdaki esere, daha çok sayıdaki yenilerini ekliyorlardı. "Kadın ve felsefe" konusunu başka yazılarımda sür- düreceğim. (1) Incıs Darülfünunu. Sanatçüar Metth Gökçek'i heykeüeıie pvotesto edecek ANKARA (ANKA) - Sanat- çılar. Ankara Büyükşehir Bele- diye Başkanı Melih Gökçek'in müstehcen olduklan gerekçe- siyle heykelleri kaldırma tavn- nı: heyicellerle yürüyerek pro- testo edecek ler. Gökcek tarafından müsteh- cen bulunarak kaldınlan "Peri- ler L1kesi"nde adlı heykelın ya- pan sanatçı Vlehmet Aksoy, maket heykellerle Kızılay'dan Ulus'a yürüyerek Gökçek'i protesto etmeyi planladıklannı söyledi. Heykeltıraş Mehmet Aksoy . Altınpark'ta yapımına başladı- ğı "Gökkuşağınuı Alnnda" adlı heykelinın de belediye tarafın- dan yapımının durdurulduğu- nu bildirdi. Aksoy. "Periler t i - kesi'nde adlı heykeli müstehcen bularak kaldırdılar ama Gökku- şagının Altında adlı heykelin, müstehcen gelebilecek bir tarafı yok. Bunun yapımının neden durdunılduğunu anlayamadnn" dedi. Gökçek'in heykellere yönelik tavnnı protesto etmeyi karar- laştırdıklarını bcürten Aksoy. "Afrodit'ten Kermes'e kadar, bütün heykellerin kağrttan ya- pdmış maketleri ve posterleri ile Kızılay'dan Llus'a yürüyüp Gökçek'i protesto etmeyi planlt- yoruz. Bunu sanatçı arkadaşla- rıma açhm ancak henü/ düşünce aşamasında, gerçekieşmesi için çabalıyonız"dedi. Aksoy. "Heykeller tarih bo- yunca var ve bütün medeniyetler- den mesajlar taşı>or. \ma Gök- cek heykelleri putla eşleştiriyor. Müstehcen olarak göriiyor. Ama bu sadece müstehcen olduklan için hejkele gösterilen tavır de- ğil. 9 a\dır yapmaya çalıştığım Gökkuşağının Altında adlı hey- kelimin > upımını durdurması Hi- tit heykelini kaldırmak istenıesi, toptan sanata yönelik bir saldın içinde olduğunun göstergesidir'' şeklinde konuştu. Gökçek'in çini motiflerle hevkcl ve havuz yapılmasına ilişkin açıklamalannı da eleşti- ren Aksoy. "Bu onun sanat dü- şüncesinin hangi aşamada oidu- ğunu açıkça ko\u\or. Başkent Ankara'mn belediye başkanmm bilmediği konularla bir şeyler söylemesi ve yapması çok acıklı bir durum" di>e konuştu. Hezarfen heykeli Aksoy. 5 ay önce. insanın bilim ve teknikte ilerlemesini konu edınen bir heykel şaptığını ve bunu Hezarfen Ahmet ÇelebTye atfettiâni söyledi. Aksoy. hey- kelin TÜBİf AK önüne dikîl- mesi için çalışmalar yaptı- klannı. ancak TÜBİTAK'ın ge- rekli nıaddi kaynağı bula- madığını belırttı. Aksoy, "He- zarfen Ahmet Çelebi dünyada ucan ilk kişi ve bu denemesinden sonra gericiler tarafından süriil- müştü. Şimdi bu heykelin An- kara'da bir yere dikilmesi sanata sahip vıkmak ;uîıaa v'k anlamlı olacaktır" dedi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear