23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 NİSAN1994 C UMARTESİ CUMHURİYET 2 SAYFA KULTUR Î3. ULUSLARARASI tSTANBUL FİLM FESTtVALfNDEN ÎZLENlMLER ÜŞÜ Beyoğlu,travestilerve tekbirsesleri MEHMETBASUTÇU Festivale çağnh baa yabana sanat- çılar, hatta gazeteci dostlar, İstanbul yolculuklanna birkaç gün kala Paris'- te beni telefonla arayarak dış basına da yansıyan bombalı suikast olayla- nndan tedirginjDİduklannı, Istanbul'- da güvenle dolaşıp dolaşamayacakla- nnı sordular! Bombalar amacma ulaşmışa benziyordu. Kendiierine, Korsika Adası'nm önemli kentlerinden Bastia'ya gittikle- rinde adanın bağınısızlığını isteyenle- rin koyduklan bombalardan etkilen- meleri olasıhgının; İstanbul'da başla- nna bu tür bir olay gelmesi olasıhğın- dan daha az olmadığını, dilim döndü- ğünce anlatmaya çabaladım. Taksim 'de tekbir sesleri... Fransızlan daha da tedirgin eden bir olay. Türkiye'de dinsel köktencili- ğin politika sahnesinde güçlenmesey- di. İster istemez, son aylarda aa olay- lann yaşandığı ve kendilerine yakın bir ülke olan Cezayir'le Türkiye ara- sında bir koşutluk kuruyorlardı. Bele- diye seçimleri sonuçlan bu kuşkulannı körüklemişti. Türkiye'nin Cezayir ol- madığını, olamayacağmı anlatmaya çalıştım. Bilmem hakh mıydım? Istanbul'a geldiğim ilk gün, Taksim meydanının adım adım kuşaülmasına tanık oldum. Yol boyunca tekbir ses- leri ilerliyordu... Kalabalık. demokra- tik gösteri özgürlüğünden yararlan- maktaydı. Ancak bu kalababklann, kendilerinden farklı düşünenlerin bu özgürlüğü kullanmalanna. bugün ya da gelecekte aynı saygıyı gösterecekle- ri kuşkuluydu... Uluslararası jüri üye- leri o gün yanşmalı bölümün ilk fılmi- ni Tayvanlı yönetmen Hou Hsiao- Slen'in "Kııkla UstasTnı sıcaktan ter- ler döktükleri bir salonda izliyorlardı. Kuklanın ipleri değilse bile bobinleri birbirine kanşmışü... İstiklal Caddesi de sıcaktı. Kuklalar boldu. Peki, ipler kimin elindeydi, kukla ustalan nere- deydiler? Bilinenfîlmlersokaklarda... Aynı günün gecesi, sakinleşen Be- yoğlu Caddesi'ne tatb bir serinlik ha- kim olmuştu... Emek Sineması'nın yanındaki müzik dükkanından, Alain Comeau'nun "Dünyanın Tüm Sabah- lan" adlı fılminin müziği Beyoğlu ge- cesini gürül gürül yıkamaktaydı... Ara sokaklar bambaşka bir ıssızbğa bü- rûnmüştü... Çelişkiler ülkesi Türkiye'nin bu çe- Irşkılcrini daha da keskin kılan mega- kent İstanbul'da yaşamın renkleri ve ışıklan çok değişkendi. Evet bilinen fılmler sokaklarda oynanmaya başla- nuştı... Melodramlann trajedilere dö- nüşmest olasılığı artıyordu... Uluslararası jüride Arthur Penn ve .'•Uturo Ripstein gibi ünlü meslektaşlan yanında yer alan Tevfik Başer, festiva- lin en renkli kişiliklerinden. Öykü an- latmasını çok seven Başer. bu arada, "Babamla ilişkilerimin iyikşmesi Cum- huri>et Gazetesi sayesinde oldu; hatta, diyebilirim ki babamı ölümden Cumhu- riyet kurtardı" ara başlığıyla özetledi- ği, gerçek bir öyküyü tatb bir biçimde dile getiriyordu. Yaptığı üç fihnin ikisi Cannes Festivali'ne katılan (üçüncü fılmi "Elveda Yabancı" ana bölümde Alün Pabniye için yanşü.), Tevfık Ba- şer'le yapacağım bir söyleşide, eğer izin verirse, bu güzel öyküyü sizlere aktaracağım. Festivaldeki paneller Bir festivalde paneller önemb'dir. Yalnız film izlemeye değil, sinemanın değışik sorunlan üzerinde düşünmeye çağıran toplantılar yararlı oluyor. Si- nemada korumacıbk konulu tartışma- da bir yandan Onat Kutlar'ın anabzle- ri diğer yandan toplantıyı yöneten Atflla Dorsay'ın özet sentezleri Ameri- kaü konuşmaalan köşeye sıkışünyor- du. , Ertesi gün yine Atflla Dorsay'ın yö- nettiği, François Truffaut'ya aynlan toplanü, Fransız "Yeni Dalga"sınm bu ünlü yönetmeninin yarattığı Antoi- ne Doinel tiplemesini yorumlayan Je- an Pierre Laund'nun da katılmasıyla. içten ve sıcak bir havada geçti. Truffa- ut eski bir eleştirmen olarak kendi fılmlerini de aamasızca eleştirmektey- di. Fransız sineması da yeni "yeni dal- ga"lann aranışı içindeydı. TrufFaut. gerçek bir kültürel istisnaydı... Türk sinemasının ilk günlerde izle- yebildiğim fılmlerinde. özellikle teknik düzeyde olumlu bir gelişme gözlemle- dim. Örneğin. Zeki Demirkubuz sine- ma yapmasını bılen bir genç yönet- men. Ne anlatmak istediğini biliyor, özgün bir anlatım dili tutturarak geri- limi filmin başmdan sonuna dek dene- tim altında tutabilivor... Filmin ana Genç yönetmen Zeki Demirkubuz'un fîlmi "C Blok"ta Serap Aksov ve Fikret Kuşkan başrolleri paylaşıyorlar. mekanı olan mahalle ve işlediği tema nedeniyle, Kieslowski'nin on emirdizi- sinden bir iki fılmi anımsatan "C Blok", kuşkusuz daha özgün. daha ye- ni konulara ihtiyacı olan Demirİcu- buz'un, dikkatle izlenmesi gereken ye- tenekli bir sinemaa olduğunu haberli- yor... Tomris Giritlioğlu'nun "Yaz Yağ- muru", bir devri yaşatmakta, belirli bir hüznü iletmekte başanya ulaşan bir film, ancak Ahmet Hamdi Tanpınar dünyasının yeterince derinleşmediği. hatta o dünyanın özüne ters düştüğü- nü düşünenler var. Bu arada, sirk bö- lümü gibi bazı bölümlerin havada kal- ması, filmin dokusunu gevşeten, iz- lediğimiz kişiliklerin dünyalanna gir- memizi engelleyen bölümler arasında sayılabilir... Atıf Yılmaz, ıyı bir gözlemci olduğu- nu bir kez daha karutlarken toplumsal yaşamımızın değişik dilimlerini Türk sinemasının geleneklerine sadık bir bi- çimde beyaz perdeye aktarmayı sür- dürüyor. Atıf Yılmaz. Yeşilçam geleneğinin onurlu bir temsilcisi. "Gece, Melek ve Bizim Çocuklar" her şeyin kılık değış- tirdıği, tüm değerlerin çözüldüğü bir dünyada ve Türk toplumunda, traves- tilerin, eşcinsellerin ve sokak kadı- nlannın yaşamlanndan, düşlerinden söz ederken salt o öykünün boyut- lannı aşan yansımalar taşımakta... Dün>amızda kılık değiştirmeyen ne kaldı ki? Ateşli seyirci festivale sahip çıkacak mı? TUNA ERDEM Ünlü Amerikalı yönetmen Arthur Penn. Altın Lale Ödülü'nün jürisine başkanlık yapmak üzere geldiği İstanbul'da, Beyoğlu'nu ilk kez festi- vabn en yoğun günü olan pazar günü görmüş. Kalabalık karşısında büyük bir şaşkınlığa kapılan Penn. pazartesi katıldığı basm toplantısında "Neyse bugün daha sakitı" demekten kendini alamamıştı. Gerçekten film festivali denince akla ilk gelen kalabalık ve ko- şuşturma oluyor. Özelükle bu yıl fes- ri ikinci plana itiyorsa "göriinmemek" için gelmeyenler de fılmleri hiçe saymış oluyor. Festival seyircisi adı altında birle- şen bu kıtle. ülkemizde pek benimsen- meyen "hakkına sahip çıkma" özellik- lerivle fark ediliyorlar. Festival bo- yunca her gün. gerek bilet bula- madığına. gerek ses düzeni ya da alt- yaalarda çıkan aksaklıklara gerekse seyircilerin film sırasında konuşması- na kızıp yüksek sesli ve saldırgan bir tutumla hakkını arayan bir seyirci ile karşılaşmak olası. Ancak seyircinin. de bıraktığımız şaibeli seçimleri anı- msayarak fısıldaşmaya başlıyor; Ripstein ın "Aşk Yalanlan" fılminde "Nasılsa dolar her gün artıyor" repliği salonu dolduranlar tarafından kah- kaha ile karşılanıyor, İtal>an politi- kasındaki çürümüşlüğü anlatan "Ayakçı" büyük bir ilgiyle seyredili- vor. Sinematek boşluğu Gözeçarpan başka birgeneleğilim. her gösterimde filmin ortasında salo- üval smemalannın Beyoğlu'nda top- lanmasıyla iyice yoğunlaşan kalaba- lık, yann sona erecek festivalden akı- llarda kalan ilk olgu. Günlük yaşama göndermeler Ancak bu sadece "görünürde" ka- lan bir kalabalık, çünkü seyirci sayısı- nda bir azabna var. Festivalin kültür yönünden çok. şenlik özelliğine kapı- lan birçok kişi sinema kapılannda boy göstermekle yetinivor. Bir başka etken de "Festivale boy göstemteye gi- diliyor ben gitmera" anlayışındaki "en- telektüel"ler. Oysa sadece kendini göstermek için gelenler nasıl ki fılmle- ekonomik gelişmeler karşısında zor duruma düşen festivale de avnı ateşb ruhla sahip çıkıp çıkmayacağı henüz belli değil. Sinemalann bu yıl Be\oğ- lu'nda toplanmasına karşın hala film başladıktan sonra salona gelen seyirci sayısında bir düşüş sağlanamadığı görülüyor. Film sırasında konuşmak- tan bir türlü vazgeçemeyen seyirciler de bir başka sorun. Seyircinin başka bir ilginç özelliği kendi günlük yaşamına gönderme ya- pan film sahnelerine "Gülerim ağla- nacak halime" biçiminde de olsa bü- yük ilgi göstermeleri. Örneğin. "De- ans" fılminde seçimlerde yapılan sah- tekarlıklan gören se>irci, henüz geri- nu terk eden birkaç seyircinin bulun- ması. Amerikan filmlerine a'ışkın se- yircılenn, aynı beklentilerle geldiği festival filmlerine uyum sağlama güç- lüğü, böyle bir doğal cleme>e neden oluyor. Ancak festival kitapcıklan- ndaki bilgilerle fılmler arasında bü- >ük farklar olduğu durumlarda, bu eleme daha da artıyor. Hemen her yıl kitapçıkta bazı fılmler fikir vermek- ten çok akıl kanştıran biçimde tanıtılıyor ve bu durum se\ircilerin kısıtlı bütçesi ve zamanını boşa harca- masına neden olabiliyor. Aynca festi- val programında birçok nitelikli fil- min yanı sıra her yıl birkaç "düşkınklığf'nın ver alması nerede>- se kaçınılmaz bir geleneğe dönüştü. Festivalde TrufTaut, Visconti, Allen gibi ustalann fıbnlerine gösterilen ilgi bir kez daha ülkemizde bir sinematek ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Festival bu boşluğu doldurmaya çalışıyor, ancak sinema seyircisinin git gide gençleştiği de göz önüne alındığında her iki, üç yılda bir tekrar- lanmadıkça sinematek boşluğunun bu yolla fepatılması pek olanakh gö- zükmüyor. Dahası yeni sinemaalan lanımak, ustalann son çalışmalannı görmek. dünya festivallerinden öne çıkmış fılmleri izleme olanağı bul- mak. gösterime gırme şansı olmayan sanat fılmlerini seyretmek gibi festi- valin sunduğu birçok olanağa, bir de sinematek işlevi eklenince seyirci bü- yük bir seçim sorunuyla karşılaşıyor. Bileiler Itaraborsada Bu yılki festivalin en büyük sorunu, en popüler filmlcrin gösterildiği Alka- zar ve Avrupa salonlannın yer kapa- sitesinin kısıtlı olmasından doğdu. Bu durum karaborsada bilet fıyatlannın iki üç katına çıkmasına neden oldu. En rahat film izlenen salon ise festiva- lin merkezinden uzak kaldığı için fe- rahlayan Reks Sıneması'ydı. Kapan- ma tehlikesiyle karşı karşıya olan Emek Sineması'nın en ilginç özelliği ise üzerine basan olmadıkça hiç sesçı- karmadan fılmleri seyreden emektar kediydi. Bu yılki festivalin en olumlu gelışmeleri elektronik altyazı uygula- masındaki artış ve bilet fıyatlannın si- nema biletlennin bile altında tutul- masıydı. Ancak elektronik altyazılar- da her zaman olduğu gibi sorun çı- karmaktan geri kalmadılar. Neyse ki bu yıl çok yerinde bir kararla sorun çıkması durumunda benimsenecek yöntem kesin olarak belirlenip festi- val programlannın arkasına açıkça yazılmıştı. Festivalin söyleşi. panel gibi etkin- likleri şaşırtra ölçüde tenha geçti. Dünyanın en ünlü sinemacılannı din- leme olanağı tanınmasına karşın yerli ve yabancı basın dışında bu etkinlik- lere ilgi gösterenlerin bulunmaması ilgi çekici. Festival bir kez daha yor- gun gözler. açık kalan bütçeler, ama bir sinema ziyafetinin doygunluğunu geride bırakarak sona erdi. Gelecek yıla kadar sinemaseverler Amerikan filmleri ve yükselen bilet fiyatlanyla başbaşalar artık. 13. ULUSLARARASI İSTANBUL FÎLM FESTİVALİ Bu vahşete seyirci olabilir misiniz? Kültür Servisi- önceki yıl "Mimann Göbeği". geçen yıl "Prospero'nun Khaplan" ile festival programında yer alan sıradışı yönetmen Peter Greenaway. bu yılki festivalde de son çabşması "Macon Bebeği" ile bugün festival izleyicisinin karşısına çıkıyor. "Macon Bebeği" asbnda klasik bir tragedya; ama tragedyanın en temel kuralını çiğneyerek şiddet olaylannı sahnenin tam ortasına taşıyor. Böylehkle tragedyalan gönül rahatlığıyla sey- retmemizi olanaklı kılan "dayaıulabilirlilik" perdesini kaldınyor. Dahası Greenaway, "nasıl sa bir film" diyerek rahatlamamıza da fırsat bı- rakmıyor. "Macon Bebeği"ni seyircisi ve oyun- culanyla bir tiyatro oyunu olarak sunan yönet- men, hem bunun bir oyun olduğunu anımsatı- yor, hem de oyunun gerçeğe dönüştüğünü be- lirtiyor. Tannnın elçisinin emriyle. bir genç kıza 208 kez tecavüz edilmesini tam 11 dakika bo- yunca seyreden; ne sadece oyundaki şehir halkı, ne de fibindeki oyun seyircisi; sinema salonunu dolduran bizleriz de. Oyun sona erdiğinde oyunoılar seyircileri selambyor. Fihn bittiğinde ise "seyirdler" ile " oyuncular" dönüp bizi se- lambyorlar. Böylece top izleyiciye atılarak böyle bir vahşete seyirci kalmanın sorgulamasına çağn yapıbyor. Greenaway, "Macon Bebeği"ni dini yobazlık ve ataerkil sistemi eleştirmek ve bu sisteme seyirci kalanlan kendilenni sorgulama- ya çağırmak amacıyla gerçekleştirmiş. Ancak eleştirilen bir olgunun beyaz perdede aynen can- landınlmasmın gerçekten yararlı bir yöntem olup olmadığı hala bir soru işareti. Greenavvay. "Macon Bebeği"ni henüz göbek bağı kesilmemiş bir bebeği gösteren Benetton reklamından esinlenerek yaratmış. Oysa ellerin- de insan kemiği olan askerleri ya da ölmekte olan bir AIDS hastasının İsa'yı andıran yüzünü gösteren rekJamlar bu filme daha uygun düşü- yor. Reklamlann ve televizyonun imge bom- bardımanı karşısında duyarsızlaşan seyirciyi bile dehşete düşürerek imge ile gerçek arasında- ki ibşkiyi yeniden kurmaya çalışıyor Greena- way. Bunu başanyor da. Ama bir yandan da "kanıksama" alanımızı genişletmiş oluyor. Film, vicdani tepkilerin nasıl rasyonabze edil- miş yalanlarla çarçabuk bastınlabildiğini de işli- yor. Bu nedenle vicdanını "nasılsa bir film" diye- rek rahatlatabileceklere göre değil "Macon Be- beği". Üzerinde uzun uzun düşünecek ve şiddet sahnelerine dayanma değil, kendini sorgulama cesareti olanlara göre bir film. tki yıl önce fes- tivalde gösterilen Pasolini'nin "Sado Salom" fıl- mini seyretmeye dayananamış olan seyirciyi aynı tür bir sürprizin beklediğini de anımsa- tabm. DÜŞÜNCEYE SAYGI MEMET FUAT Seçim Kazanmak Demokrasi bir yaşam biçimi. Yani bir kültür. Belirli il- keleri, uyulması gereken kuralları var. Bunların çerçe- vesinde kalarak şu soruyu yanıtlamaya çalışalım: Demokrasilerde seçim kazanmak ne anlama gelir? Elbette yönetimi üstlenmek anlamına gelir de, ondan ötesi nedir? Oylar veriliyor, diyelim % 25'le birinci parti durumuna gelerek seçimi kazanıyorsunuz. Size oy vermiş olan % 25in yanı sıra, başka partilere oy vermiş olan % 75'i de artık siz yöneteceksiniz. De- mek ki yönetiminizde sizin görüşlerinize katılmayan in- sanlar var. Katılanların üç katı olmalarında değil şorun. Katılanların üçte biri olsalarda bir şey değişmez. Önem- li olan yönetiminizde sizin görüşlerinize katılmayan, si- zin gibi düşiinmeyen insanların bulunması... Peki, ne olacak? Siz yönetimi üstlendiğinize göre o insanlar size boyun eğip sizin buyurduğunuz gibi mi yaşayacaklar? Bir ülkeyi ya da bir kenti silah yoluyla ele geçiren bir "raf/7?" gibi mi davranacaksınız? "Ey ahali, sultanımızm buyruğu duyurulur, bundan böyle şunlar şunlar yapılacak, şunlar şunlar yapılmaya- cak, yoksa kelleniz gider!" Ya da her istediğinizi yaptıracak gücünüz olduğu hal- de, insanlık değerleri yüksek, olgun, anlayışlı bir fatih olarak şöyle diyeceksiniz: "Ey ahali, biz size düşman olarak değil, kurtancı ola- rak geldik, eski yöneticileriniz gibi yoksul kanıyla bes- lenmeyecek, sizleri bolluk içinde, mutlu yaşatacağız!" Bir ülkeyi ya da bir kenti silah yoluyla ele geçiren bir savaşçı ile demokrasilerde seçim kazanan bir aday ara- sında, derinliğine düşünürseniz, hiçbir benzerlik yoktur. Ama sandıktan çıkma olayı, Demokrat Parti dönemin- den beri, yüzeysel çağrışımlarla, hep böyle algılanmış- tır. Sandıktan çıkanlar sanki birer fatihtirler. Her şeyi ya- pabileceklerine inanmış, baskıcı yönetimler kurmuş. kendileri gibi düşünmeyenleri ezmek istemiş, demokra- sinin ilkelerine aykırı davranmış, orduyu siyasanın içine çekmişlerdir. Oysa sandıktan çıkma olayı, yalnızca seçmenlerin oy- larıyla yapılan bir atama işlemidir. Belirli ilkeler, kural- lar çerçevesinde yürütülecek bir göreve seçmenler sizi atamışlardır... Hepsi bu... Sakın yanlış anlaşılmasın, yerel yöneticilerin seçimin- de böyle de milletvekillerinin seçiminde başka türlü de- miyorum: Bütün seçimlerde seçmenler birtakım görev- lere atamalar yaparlar... Kazanılan bir hizmetetme olanağıdır... Seçimle tiran, padişah, kral, diktatör olunmaz, ülkeler ya da kentler fethedilmez... Bu duyarlık son derece yanlış, demokrasi kültürünü büyük oranda zedeleyen, toplumsal barışı tehlikeye atan birduyarlıktır. Neden boyleyiz? Çok açık: Biz elli yıllık geçmişi olan bir ülkede yaşamı- yoruz; geleneklerimiz, göreneklerimiz, alışkanlıklarımız var. Hakanlarımız, hükümdarlarımız, padişahlarımız, sultanlarımız olmuş. "Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var!" diye bağırmışız yıllarca... Herkesten büyük olduğun ke- sin de işte bir de senden büyük.., Sandıkla tanışmak, bir buyurgan gücün koltuğu altın- da seçimler yapmak, çok daha eskilere, Osmanlı impa^ ratorluğu'na kadar giden bir uygulamamız olabilir, am'^ ulusun egemenliğini yansıtan serbest seçimlere geçişi- mizelli yıllık bir olay... Seçimlere iyi kötü alıştık da seçim kazanmanın anla- mını yeterince kavrayamadık kanısındayım. El öpmeler, kurban kesmeler, yerlere kadar eğilme- ler, karşılamalar, uğurlamalarla, seçen de seçilen de geleneklerimizin, göreneklerimizin, alışkanlıklarımızın bütün olumsuz yanlarını yaşamayı da yaşatmayı da sür- dürüyoruz... öylesine bir sarhoşluk ki, seçim kazanan kendini fatih gibi görüp kurtarıcılıktan söz edebiliyor... FESTİVALDE BUCÜN Beyoğlu Emek: Macon Bebeği (12.00,18.30)* Betty Blue-Filmin Bütünü (15.00, 21.30)* Beyoğlu Atlas: Masum Hamleler (12.00, 18.30)* Sanşın( 15.00, 21.30) Beyoğlu Alkazar. Özgürlüğümü Ver (12.00,18.30) Elveda Cariyem (15.00)* Üç Renk: Mavı (21.30)* Beyoğiu Avrupa: Uçan Avakkabı (12.00,18.30) Norman McLaren: Program 1 (15.00,21.30) Beyoğlu Beyoğlu: Şahmaran (12.00) İlk Aşk (15*00) Twist( 18.30)* Küller ve Elmaslar(21.30)* Kadıköy Reks: Şarkımı Dinle( 12.00)* Orlando( 15.00)* Wittgenstein( 18.30)* İyi Niyetler(21.30)* FESTİVALDE YARIN Peter Greenavvay'ın son fılmi 'Macon Bebeği"nin en dehşet verici bölümü, tecavüz sahnesi.. Beyoğlu Emek: M. Butterfly (12.00. 18.30)* Goril Öğlen Yıkanır (15.00.21.30)* Beyoğlu Atlas: Tepenin Krah (12.00, 18.30)* Ma\i Uçurtma (15.00, 21.30)* Beyoğlu Alkazar: Evblik Yaşamı (12.00.18.30) Üç Renk: Beyaz (15.00. 21.30)* Beyoğlu Avrupa: Portakal Renkli Arazöz (12.00. 18.30) Norman McLaren: Program 2 (15.00.21.30) Beyoğlu Beyoğlu: Sonsuz Sokaklar (12.00)* ALTIN LALE'yi Kazanan Film (15.00) ULUSAL YARIŞMA'yı Kazanan Film (18.30) Kartal Taçlı Yüzük (21.30)* Kadıkoy Reks: Çorbada (12.00)* Güzel Oykü (15.00)* KuruGürültü (18.30)* Korkusuz (21.30)* * Altyazıh olarak gösterime sunulacaktır. ANKARA KİTAP FUARI'NDA BUGÜN üst salon: 11.30-13.00 Panel: "Bilgi Çağında Sanat, Kültür ve Günlük Yaşam" Yöneten: Prof.Dr. Emre Kongar Engin Geçtan. Nazlı Eray, Hasan Tekeb' Dûzenleyen: Simavi Yayınlan 14.00-15.30 Şiirli Söyleşi: Şükran Kurdakul 16.00-17.30 Panel: "Ne Yazıyorlar? Neden Yazıyorlar?" Yöne- ten: Tank Dursun K., Ergun Hiçyılmaz, Erdal Atabek Dûzenleyen: Altın Kitaplar Yayınevi Alt salon: 12.00-14.00 Kürşat Başar kitaplanru imzabyor Yer: Afa Yayınlan standı 15.00-16.30 Kürşat Başar okurlanyla söyleşiyor. 17.00-19.30 Panel: "Ankara'nın Taşına Bak..." Uğur Mumcuyu anıyoruz Yöneten: İlhan Selçuk,Ali Sirmen, Mustafa Ekmekçi. Muzaffer Erdost Edebiyatçılar Derneği İmza Günleri: Şükrü Erbaş. Hüseyin Şahin, Ece Aykız, Ahmet Erhan. Hayati Baki, Ramis Dara, Ahmet İnam, Cem Savran, Muhsin Şener Türkiye Yazaıiar Sendikası İmza Günleri: Ali Balkız, Ali Sirmen, Alpaslan Bertay, Emre Kongar, Hüse- yin Atabaş. İlhan Selçuk, Neşe Cehiz, Halit Çelenk
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear