23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3AT1994ÇARŞAMBA CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR CDler kültür düzeyimizin ölçütü Gürer Aykal yönetiminde Ankara Oda Orkestrası ile Ayşegül Sanca'nın seslendirdiği Mozart'lann devamı gelecek EVİN tLYASOĞLU P iyarist Ayşegül Sarca'nın şef Gü- rer Aykal yöneti- mirde Ankara Oda Orkestrası ile I H M H M çaldğı Mozart konçertolannınplağıru dinliyo- rum. Pınl, pınl. hiçbir Avrupalı yorumundan, yabancı kayıttan farklı değil. Sanca'nın Mozart yorumu tam zamanının Mo- zart'ı: Abarülmamış bir şiirsel- Kk. Her iki konçertoda (K.450, no. 15 ve K.488. no. 23) çocuk- su-trajik karakterlerin karşıtlığı kristal gibi özünlenmiş. Klasik konçerto gereğı solist ve çalgı ropluluğunun birbirleriyle ne- zaket içindeki söyleşisi incelik- leriyle gözetilmış. CD'nin den- geli kayıt kalitesi de aynca öv- güye deger. Bu compact disci dinlerken Talat Halman ile bir söyleşimizi anımsıyorum: Hal- man, New York'ta yaşayan bir küJtür-sanat adamımız. Yuıtdışmdaki sanatçılanmızı nice dış temsilcilerimizden daha îyı tanır. Türkiye'in tanhini ve güncel sanatını tanıtma adına nice res- mi unvanh kişiden çok daha önerrüi görevleri vardır. Hal- man yıllar yılı Dışişleri veya Kültür Bakanlığı'nca paralar harcanıp dış ülkelerde Türk sa- natçılara düzenlenen konserlerde ne çok hüsran yaşandığına tanık olmuş. Bu nedenie Türk müzisyenlerini en iyi tanıtma yolunun ilk aşamada Batılı besteciyi Türk yorumcusuna çaldırtıp plaklar yaptırtmak olduğunu söyler. ıkinci aşamada doğal ki yabana or- kestra ve solistlere Türk yapıtı seslen- dirtme olanağı aramaktır. Işte Ayşe- gül Sanca ve Gürer Aykal'ın Mozart konçertolan Halman'ın dileğinin ılk bölümünü tamamlamış! Türk yorum- cular Mozart çalmışlar. Önceki yıllar- da dışardan bulduğu olanaklarla CD yapan PekineOer, İdil Biret, Gülsin Onay, Ruşen Güneş, Hüseyin Sermet, Gürer Aykal. Rengim Gökınen gibi sa- natçılanmızın plaklanm dış basında gördükçe ne denli övünmüştük. Hik- met Çetin Yunus Emre Oratoryosu'nu ilk kez Hungaraton'a yaptırdığında Macarca bile söylenmiş olsa bizim için birdönüm noktasıydı. Bu haffa fstanbul'da çal an Ludnig Dörtlüsü, 1985 yılında Fransız asrllı sanatçılar tarafından kurulmuş. Floransa Oda Müziği ve Portsmouth l luslararası \ anşmalan'nın vanı sıra Menuhin Vakfı ödülünü de kazanan dörtlü, Ra>el ve Berg seslendirdi. Gelelim şu sıralarda ülkemizde ger- çekleştirilmeye çalışılan CD'lere: Gü- rer Aykal yönetiminde Ankara Oda Orkestrası ile Avşegül Sanca'nın ses- lendirdiği Mozartlar'ın ardından Schubert. Beethoven, Elgar, Debussy, Grieg, Rachmaninof. Çaykovski gele- cek. Suna Kan, Ayla trduran, Cihat Aşkın, Ruşen Güneş, Cumhurbaşkan- lığı Senfoni Orkestrası çalacak. 1yi de. daha önceki yazılanmızda alkışladığı- mız bu projenin bu günlerde sürekli CD üreteceğini duyurmuştuk. Hatta okurlanmıza her köşebaşmda ucuz bir fiyatla kendi yorumculanmızın plağı- nı bulacaklannı müjdelemiştik. 12 CD'nın hedeflcndiği projeye Kültür Bkanlığı'nın bugüne kadar olan katkısı sembolik düzeyde kalmış. Daha öteye götürebilmek için yalnız resmi kuruluşlara değil, özel kuru- luşlara da çağn yapmak gerek. Yıldönümü kutlamalannda, yeni yılda böylesi kalıcı bir armağan vere- mezlcr mi? Hem de Türk yorumculan- nın bugüne dek ilk kez bir araya getiri- len bu külliyatına katkıda bulunmakla Türk müzik tarihine katkjda bulun- muş olacaklar. Bir şey daha var: Onca yıl y urtdışında sesini duyurmuş, ken- dine göre bir ekol yaratmış bu yorum- culanmızı canlı konserler dışında ne- rede dinleyebilirsiniz? Onlann plağını yapıp seslerini canlı tuıabilirsek yeni kuşaklara da kalıcı birer örnek sun- muş olacağız. Umanz ülkemizde işti- ha ile başlayıp \anm kalan projeler- den biri olmaz bu CD dizileri. Dünya- nın her yerinde hafıf müzik türlerinde hemen her gün sayısız CD'ler basıl- makta. Clkemizde dc pop, özgün mü- zik, pop-caz, arabesk kasetleri ve CD- leri çeşitli olanaklar bulunup basılıyor, dağıtılnor. Ancak kültür düzeyi yük- sek ülkelerde ciddi müzik çalışmalan- na da devlet olsun özel kuruluşlar ol- sun belli bir sistem içinde el verivor, destek oluyorlar. Böylesi cıddi bir pro- jenin yanm kalması veya lamama er- mesi. bızim kültür düzevimizi ortaya koyacak bir ölçüttür. İDSO'da Michel Beroff Bir zamanlann ünlü pıvanıstı Mic- hel Beroff (1950). mevsim başından beri beklediğimiz sanatçılar arasm- daydı. Ancak. Lucas PfafTın yöneıi- mindekı Brahmsın 1. pıvano konçer- tosunda düş kınklığına uğradık. S'er yer yanlış notalara basması. ilk bö- lümdeki görkemi duvunnaması, son bölüme neredeyse attaca varmış gibi bir coşkuyia girişi ve gönüldcn gelme- yen çalışı bizleri şaşırttı. Ne olmuş bu ünlü piyaniste derken. işin acıklı yönü- nü öğrendik: Meğcrse bir süre önce ge- çirdiği sağ tarafındakı felç nedenivle pıyanıstliğine ara vermiş. Yenıden sahnelere dönüp eski pınltısını yakalamak herhalde zaman alacak. Güzel müzikalitesi ve yumuşak tuşesi ile BerofTu sağhk sorunlan çözülmüş ola- rak yenıden dinlemeyi dileriz. Şef Lucas Pfaff ve İDSO'nun da iyı bireşlik çıkardığı söylene- mez. Özellikle konçertonun gi- rişinde ve son bölümde orkest- ra gereken görkemi duyurmadı, solistle dengeli bir diyalog ku- rulamadı. L'zun zamandır din- lemedığimiz Beethoven'in 4. şenfonisini PfafTyönetimindeki İDSO. nüanslara dikkat ederek yorumladı. Ağır böiümün fazla ciddi oluşu. ilk ve son bölümle- rin de kamçılayıcı coşkudan yoksunluğu biryana. baştan sona aynı solukta dinledık sen- foniyi. Lucas PfafTın bir özellı- ği çağdaş bestecileri tanı- tmakmış. Bugüne dek pek çok yapıtın ilk seslendirisini yapmış. Haftaya kendi ülkesin- de, Fransa"da üç çağdaş beste- cinin üç yeni yapıtını seslendire- cekmiş. Yeni çağın yeni müzi- ğinde hem melodiye dönuş ola- cağına hem de karmaşık yön- temlerin devam edeceğıne inanıyor. Çağdaş bestecilerin kanşık nota yazılanndan yakınıyor. PfafTa göre en önemli iş şefe düşmekte: "Tarih içinden de yaşadığımız günden de iyi müziği seçip çıkartmak or- kestra şefinin elindedir" dıyor. Bu hafta Istanbul'un müzik dunya- sında başta Fransız konuklarda vardı: Ludwig Dörtlüsü. Maurice Ravel, Joa- quin Turina vc Alban Berg gibi çağımı- zın önemli bestecilerinden kuvartetler seslendirmeleri, her zaman dinleyeme- dığimiz bir dağarcığı sunmalan ilginç- tı. Tempolannda. birbirleriyle anlaş- malannda. çalgılar arası söyleşide ve filozofça yorumlannda son derece titiz davrandıklan gibi, çalgılannın akor- dunun kusursuzluğunda da son derece titizdiler. Hele çellist Aıuıe Copery'nin Ra>el kuvartetin bölüm aralannda uzun uzun akorduvla uğraşması hem alışık olmadığımız bir ortam yaşattı hem de biraz vapıtın bütünlüğündeki konsantrasyonu etkiledi. Topluluk, kazandığı ödüller. katıldığı festivaller ve turnelerle seçkınleşmış. Cemal Reşit Rey Salonu'na bu yıl gelen profesyonel sanatçılar arasında ilgıyle izledikleri- mızden bin oldu. İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde soprano Suna Korat ile bariton Mesut İktu'nun konseri beğeni kazandı Korat ve Iktu'dan Rus şarkılan ÜNERBtRKAN Son haftalann en doyurucu. en nitelikli ve değişik müzik etkin- liklerinden birine, İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin yakın geç- mişten görkemli izlenimler uyandıran salonunda tanık ol- dum. Türk operasının gözde isimle- rinden Soprano Suna Korafla Bariton Mesut tktu'nun ortak konserleriydi bu (24 Ocak Pazar- tesi). Konserin özelliği. prog- ramın, hiç de alışık olmadığımız bir şarkı diliyle (Rusça) söylenen şarkılardan ve Rus operalan ar- yalanndan oluşmasıydı. Jouiia Kerlıııova'nın bilgili. dengeli pi- yano eşliğiyle sunulan şarkılan v e aryalannı Korat ve fktu. cümle- leme ustalıklan, entonasyon sağ- lamlıklan. pürüzsüz. renkli, yumuşak dokulu sesleriyle yo- rumladılar. Korat ve Iktu'dan örnek bir çalışma On dokuzuncu yüzyil Rus ope- rasmın kuruculanndan Mihail tvanoviç Glinka'nın nefıs bir me- lodisiyle başlayan. Çaykovski'nın Rahmaninorun Dubuk'un. Alia- Myev'in her bıri tükenmez birezgi kaynağı olarak parlayan şarkılan ve arada, bu bestecilerin, Boro- dinTe Rimski-Korsako\'un ope- ralanndan aryaiarla sürüp giden. gene Günka'nın "Troyka" adlı ikilisiyle parlak bir fınalle son bu- lan konseri, yüksek müzikal nite- liğiyle her zaman anacağım. Ör- nek çalışmalanndan dolayı kut- lıryorum iki seçkin şarkıcımızı. İkili, Giinka'run birmelodisiyle başlayan, Çayko\ski'nin, Rahmaninorun, Dubuk'un, Aliabiyev'- in şarkılanvla süren ve gene Glinka'nın "Troyka"sıyla sona eren zengin bir program sundu. İzmir Devlet Senfoni Orkest- rası'nda Genel Müzik Dırektör- lüğü görevini, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürii sıfatıyla bırlikte. genç bir muzık ada- mımız, Rengim Gökmen yürü- lüyor. Senfonik orkestralarda "sanat jönetimi" ışlerinın uzaktan yöne- tilmesi, bizlere özgü bir olgu. Öte- den beri yineliyorum: fzmir DSO'ja. derleyip toplayıa, sözü dmlenır,bilgisinegüvenilirbir"sü- rekB yönetmen" bulunması gere- kiyor. Gökmen, bu nitelikleri üzerinde taşıyan bir yönetmeni- mizdir; gelin görün ki, mevsim başından bu yana verilen 16 kon- serden yalnızca üçünü yönetmiş, kalan on üç konserden dördünde orkestra, Gökmen'in İzmifdeki meslektaşı Ender Sakpınar'ın yönetimine verilmiş, ötekilerde yedi ayn yönetmen görev almış. Orkestralann. belirli bir program içinde "yabancı" yönetmenlerle de çalışmalan. bütün dünvada geçerli bir uvgulamadır. Ancak. önce orkestranın belli bir sahib). patronu olacaktır: Karajan'ın Berlin'i, Osawa'nın Boston'u Dohnanyi'nin Cleveland'ı hatta bir zamdnlar Lessing'ın daha ön- celen Praetorius'un Cumhurbaş- kanlığı orkestrası gibi. Şefle or- kestranın isımleri, birbirinin ta- mamlayıcısı haline gelecektir. Böylece şef ve orkestra bir arada. içinden çıktıklan kentin bırer "ontır simgesi" olacaklardır Orkestralar yönetim biçiminden yoksun Bizım devlet orkestralanmız. böyle bir yönetim biçiminden voİcsur. bırakıldıklan için perfor- manslan konserden konsere, yö- netmenden yönetmene değişiyor; moralleri. inançlan her zaman avnı çizgi üzerindeyürümüyor. Sız hıç. bir endüstri kuruluşu- nun her hafta ayn bir genel mü- dürie, birsporekibininhermaçta ayn bir antrenörle yönetildiğinı gördünüz mü? Böyle bir fabri- kanın, futbol takımının başanya ulaşabileceğıne inanır mısınız? 21-22 ocak konserlennde. Ender Sakpınar yönetti İzmir DSO'vu: Rus Beşleri'nden Aleksandr Borodin'in ikinci senfonisı. Mo- zart'ın. Fransız besteci Henri To- masi'nin (1901 -1971) Korno kon- çertolan (solist. Francis Orval). Sakpınar'ın zekâsına, sağduy usu- na. ilişkilerindekı insancıllığa. bilgi birikimine her zaman guve- nirim. Orkestranın da bu güvenı içtenlikle duymakta olduğunu bilmek istıvorum. Borodin"in şenfonisini. bu güvenin kanı tlayıcı belgesi olarak gördüm o konserde. Alman komocu Or- val'ın usta işi yorumlannda. bu yumuşak sesîi çalgınm. sologöre- vinde hep tanığı olduğum. din- gin. ferah soluğunu duydum. Milyonlannö:berlediği şarkrnınardrndaM 'hiçkimse' Kâhür Servtsi - "Bir kere daha çal Sam, eski günlerin hatınna", "Ne demek istediğjnizi anlavamadım Bayan Ilsa", "Çd Sam. 'As Time Goes By'i çal." Casablanca filmınde Ingrid Bergman ile DooJev VVilson arasında geçen bu ünlü diyaloğu dünyanın dört bir yanı- nda milyonlarca insan ezbere bilıyor. Dooley Wilson"un söylemeye zorla ıkna edikdiğı şarkırun sözleri ise belki de dün- yada en çok atıfta bulunulan şarkı sözle- ri. Yine de bu ünlü şarkınm sözlerini ya- zan ve besteleyen Herman HupfeM'ın is- mini bilen insan yok denecek kadar az. Casablanca'nın jeneriğinde Herman Hupfeld ısmi yoktu, onun yerine şarkıyı ilk djnlediğinde hiç beğenmemiş olan Max Steiner'in adı müzik aranjörü ola- rak yer alıyordu. Laurence Leamer. Bergman'ın yaşamını kalemealdığı ünlü biyografısine "As Time Goes By" ismıni vermiş, ancak filmle ilgili tüm detaylara yer verirken kitabının ısim babasından hiç söz etmemişti. Yine aynı isımli bir te- levizyon dizısi çekıldiğinde. kımse Hup- feld ısmini anma gereği duvmadı. Hup- feld'in hakkının venldığı tek kaynak Alan Jay Lerner'ın "The .Vlusical Thea- ter" adh yapıtı oldu. "As Time Goes Bv". 1931 yılında sah- nelenmeye başlanan "Everjbody Weko- me" adlı Broadvvav müzikalı için beste- lenmiştı. O zamanlar şarkı pek dikkat çekmemiş. müzıkalde kısa bir süre sah- nelendikten sonra unutulup gitmiştı. Yine de şarkı Elisabcth VV'ek gibi ünlü gece Klübü piyanistlen sayesınde popü- ler bilinçaltına yerleşti. Ama gerçek çıkışını ilk çalınışından tam 11 yıf sonra Casablanca filmi ile yaptı. . Bergman ve Humphery Bogart için taşıdığı güçlü sembolik anlamı ile filmin diyaloglannın bir parçası haline gelen sözlerini bılme- yen kalmadı: o günden sonra ancak çok az kişinin hafızasında, şarkırun giriş bölü- münde yer alan hızlı değişimin yarattığı baskı ve modern yaşamın belirsizîikleri ile ilgili sözler yer edebildi. Hupfeld'in yaşarra hakkında da çok az şey biliniyor. New York'un kuzeybatısı- nda küçük bir kasabada, 1894 yılında dünyaya geldi. Müzik konusundaki de- hası çabuk keşfedildi ve dokuz yaşında keman öğrenimi görmek üzere bursla Al- manya'ya gönderildi. Dönüşünde Ameri- ka'da normal bir liseye devam etmek iste- diyse de 18 yaşında Ziegfeld'in müzikal- lerinde kendi bestelerini çahp söylemeye başlamıştı bile. Binnci Dünya Savaşı yıllannda, deniz kuvvetlerinde çarpıştıktan sonra piyanist ve besteci olarak mesleğini sürdüren Hup- feld, günün gözde Broadvvav revülerinin dile dolanmaya aday şarkılannı bestele- meye başladı.' Nitelikli şarkılan ile eğlence dünyası- nda sarsılmaz bir yer edinmiş olmasına rağmen Hupfeld'in sosyal bir insan ol- madığı anlaşılıyor. "Star Dusf'ın söz- lerini yazan ünlü söz vazan Mitch Pa- ri§h'in Hupfeld'le ilgili anısı bunu kanıtlıyor. Amerikan Bestecıler Yazarlar ve Ya- yımolar Birliği'nin 1920'lenn sonlannda verdığı bir davettc henüz hıçbir hıt par- çaya imza atmamış olmakla bırlikte küçük yaştan beri içıne gırdiğı eğlence dünyasında tanınan bir sima olan Hup- feld ile henüz mesleğine yeni adım at- makta oian Parish, I920"lerin sonla- nnda Amerikan Bestecıler Yazarlar ve Yayımcılar Bırliği'nin verdıği birdavette karşılaşmışlar. Parish. heyecanla Hup- feld'in bestelerine hayranlığını belirtmiş ve bırlikte çalışmayi önermış. Hupfeld soğuk bir sesle. "Kendi bestelerimin söz- lerini kendim jazarım" diverek Parish'ın yanmdan uzaklaşmış. Hupfeld'in İkinci Dünya Savaşı yıllannı askeri kamp ve hastaneleri dolaşarak askerleri eğlendir- meye çalışarak geçirdiği biliniyor. 1951 vılında öldüğünde, popüler müzik sahnesınde yer alan çağdaşlannın arası- nda atılmış sesız bir çığlıktı artık. Hup- feld'ın milyonda bir çıkan ve milyonlara seslenen bir şarkımn ardmdakı "hiç kim- se" olarak kalmasının nedenlerinden bıri. hiçbir Broadvvay şovunu baştan aşağı bestelememiş olması. bunun yerine tek tek parçalan, başkalannın imzasıyla ünlenen şovlann arasına serpiştirmiş ol- masıvdı Görkemlı Broadvvay dünyasında bir mınyatür sanatçısı konumuna düşüşü- nün ardında bu tercıh yatıvordu. ama romantık sözlenn müzikle kusursuz bir uyuma kavuşarak klsıkleştiği ve "zaman geçtikçe" bizı büyülemeyı sürdüren tek bir şarkı ıçın bile adının anılmayı hak et- lığı ortada. DUSUNCEYE SAYGI MEMETFUAT RabiaHatun Geçenlerde bir yazar arkadaş telefon edip Rabia Ha- fcjn'u bilip bilmediğimi sordu. Sonra da ortaya çıkış yılla- rındaki tartışmalardan söz etmemi istedi. Anımsayabil- diğim kadarını anlattım. Daha önce bilmiyormuş bu olayı, şiirleri de bayağı beğenmiş, heyecanlıydı. "Nasıl olurda bilmezsin Rabia Hatun'u?"dedim. Ama kcnuşmamızdan anladım ki bizim herkesçe bi- lindiğini sandığımız bazı şeyleri bizden sonraki kuşaklar bilmiyorlar. Şaşmamak, tersine sorumluluğunu duymak gerekir. Bilmediklerine göre biz aktararnamışız demek- tir. Rabia Hatun'un geleceğe aktarımı konusunda sanırım bir türlü çözülemeyen sorun şuydu: Eleştirmenler çağı- mızda yaşadığı halde geçmişte yaşamış gibi yazan bu şairi nereye koyacaklarına karar veremediler. Çağdaş şiir antolojilerinde yer almadığı gibi, Divan şiiri antoloji- lerinde de yer almadı. 1961 de yayımlanan 44 sayfalık minicik kitabı da yayın dünyasının savrukluğu içinde yitip gitti... Oysa Vasfi Mahir Kocatürk'ün derlediği, 1947de Var- lık Yayınları arasında çıkan Divan Şiiri Antolojisi'nde en sona Rabia Hatun'un üç şiiri alınarakşöyle bir not eklenmişti: "Birkaç parça şiiri ellerde ve dillerde dolaşan, fakat hayatı hakkında hiçbir bilgi edinilemeyen Rabia Hatun'- un yaşadığı asır belli değil. Biz bu hususta bir hüküm vermemekle beraber, antolojimizi onun güzel mısrala- rından mahrum etmemek düşüncesiyle şiirlerini kitabı- mızın sonuna ilave ettik." Aslında bu şiirlerin yazan fsmail Hâmi Danişmend idi. "Şapka" dediğimiz düzeltme imini kullanmaya çok önem veren bu tarihçimiz, kendi adındaki bütün "a "ların üstüne şapka koyduğu gibi takma adını da "Râbia Hâ- tun" diye yazıyordu Ne var ki bu adı açıkça üstlenmiş değildi. B'ümem han- gi yüzyılda yaşamış bir kadın şairin şiirlerini bulduğunu ileri sürüyordu. ismail Hâmi Danişmend'in kendi adıyla, ayrıca "Muhtî" mahlasıyla da şiirler yazdığı bilindiği için, yazın tarihçileri olayı kuşkuyla karşıladılar. Araya dilciler de girince, bir aldatmacayla karşı karşıya olun- duğu yadsınamayacak bir biçimde ortaya çıktı. Şiirlerin dili söylenen yüzyılın dili değildi.. İsmail Hâmi Danişmend bunun üzerine ilk savından vazgeçerek "RabiaHatun"^ adını bir süre önce ölenkarı- sının kullandığını ileri sürdü. Şiirleri o yazmıştı. Genç, güzel, hulyalı bir kadının fotoğrafı yayımlandı. Tarihten gelen gizeminin yerini çağdaş bir gizem almıştı, ama ne çare ki olayı tartışanlar arasında, bu genç, güzel. hulyalı kadının yazın öğretmenliğini yapmış olan bir kişi de var- dı... Aldatmaca ortaya vurulduktan yıllarca sonra İsmail Hâmi Danişmend işte o 44 sayfalık minicik kitabı yayım- ladı: Râbia Hâtun Şiirleri, Bâbıâlı Yayınevi, 1961. Başta- ki kısa açıklamada. tartışmalara katılmış olanlar, alaycı bir dille "mütehassıs ulemâ ve iidebâ" diye anılıyor, herkesin takma ad kullanmakta özgür olduğuna değini- liyordu. Sanki yazın tarihçileri aldatılmaya kalkılmamış, bir tür eski yapıt düzmeciliği yapılmamış da, salt birisi takma adla şıir yayımladığı için boş yere gürültü patırtı edilmişti... Rabia Hatun Şiirleri adı altında bir araya getirilenkırfcu birşiirinotuzsekizidörtlük, üçüikilikti. 1960larınbaşın-'• da yayımlanan bu minik kitapçık fazla bir yankı uyandır- madı. Belleklere kazınan eski dörtlüklere yenileri eklen- medi. Genel kanı Rabia Hatun'un butün şiirlerinin güzel olmadığı yolundaydı... llgisizlik büyük oranda bundandı, ama okurlarda alda- tılmış olmanın yarattığı bir küskünlük de vardı... RABİA HATUN Dillerde dolaşan şiirleri: 1. Bir kâsedür alav dolu gönlüm, yanâ yanâ Men tâ senün yanunda dahî hasretem sanâ! Yaşlar dökende söndüremez âteş/mi sû: Sunsan elünle kaanumu içsem kanâ kanâ! 2. Olsandı sen semâ, olsandı sen havâ, Alsamdı men senF dem dem, nefes nefes! Olsandı sen zaman, olsamdı men mekân, Eflâki dolduran bir aşk olurdu bes! 3Pâyin sadâsı gelse de sen hîç gelmesen, Men dinlesem kıyâmete dek. vuslat istemen.' Bulsam izinle semtıni, ol semte irmesem, Aşsam zamânı hasretin encâmı gelmeden! 'Yurttaş Kane' fılminin aktörlerinden Joseph Cotten öldü LOS A.NGELES (AA) - "Yurttaş Kane" fıimınin unutulmaz aktörü Joseph Cotten. 88 yaşında zatürreeye venik düserek öldü. Ingrid Bergman, Bette Davis ve Manlvn Monroe ile pek çok film- de rol alan Cotten'in eşi Paricia Medina. ünlü aktörün Los Ange- les'taki evlerindeöldüğünü sövledi. 1905 yılında Petersburg'tado- ğan Cotten. 1940 vılında Hollvvvood'agelerek ilk fîlmı olan "Yuri- taş Kane"de rol aldı. Orson VV'elles'ın bu unutulmaz filminde. VVcllcs'in eski bir dostunu canlandıran Cotten. filmdeki "Onun en iyi dostuydum. Ancak bana kalırsa tam birserseri gıbidavranıvor- du" cümlesi ile ün yapmıştı. Cukor. Hitchcock, Dieterle ve Vidor gibi bü>ük yönetmenlerin fılmlennde. genellikle karmaşık bir ruh haline sahip sivri karakterleri canlandıran Cotten. toplam 75 film- de rol aldı. Ingrid Bergman ile "Hantise" (Saplantı). Bette Davis ılc "L'Argent De La Vieılle" ve Marilvn Monroe ile "Nıagara" adlı filmlerde rol alan Joseph Cotten. son olarak vvestem ve korku türü filmlerde oynadı. 1981 vılında beyin kanaması geçıreıı Cotten. Hollyvvood dünvasına veda etmek zorunda kalmıştı "Casablanca"da Humphrey Bogart ve Dooley NVilson.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear