Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/6 28 AĞUSTOS 1988 Perpignan'dan Üzüm bağııı daıı aşk şarkıJarı MİNE G. SAULNtER PERPİGNAN (Perpignan, Fransa'nın Akdeniz kıyısında Ispanya'ya en yakın kenti). Yaz aylarında Güney Fransa'nın karizmasına rakip çıkmak çok zordur. Bir yaşam biçımi, bir anlayıştır burası. Ve bu keyfi asla duşleyemez Paris ya da Strasbourg sokaklarırun insan mağrnası ıçinde eriyen biri. Kanadah genç evlilerin "in vitro" oğullan Gabriel ile birlikte nüfusu 21'e yükselen bizim köy için temmuz ayının son iki pazanndan biri çok önemli bir gundür. Köylülerin canları hangisinı çekiyorsa o pazar, Katalancada büyük şenlik anlamına gelen bir "FesU Major" ile kutlanır. Ne hikmetse epeyce ünlenmiştjr bu minicik köyiin kocaman bayramı ve civar köylerden akın akın insan gelir eğlenmeye. Şenlikten on beş gün önce, nefîs bir şarap üreticisi olan Belediye Başkanı, başkan yardımcılanndan ölu gömüculüğune kadar tüm payeleri uzerinde toplayan ve asbnda belediyenin başkandan gayn tek memuru olan Katalan Josef, köy sakinlerini toplayıp şenliğin düzenini sapiarlar. Sonra köylüler arasında iş bölümu yapılır. Kimi içki satacak, kimi sosis kızartacaktır. Piyangonun büyük ikramiyesini geleneksel olarak yerli çobanımız verir: Ingiltere'de bir pub Biraz içecek, bıraz patates kızartması, sıcak bıra, dumanlı hava ve bitıp tükenmeyen sohbet Işte Ingılız pubları Sabahtan akşaıııa pubda oturmak İngiltere'de 70yıllık birgelenek yıkıldı. Artık publar sabahtan akşama kadar açık tutulacak. Bir zamanlar işçilerin veriminin düşmesini önlemek için alınan karar, şimdi publara daha çok takılmak isteyenler tarafından aşıldı. EDİP EMİL ÖYMEN LONDRA Geienekleri korumak, hatta unutulmuş olanlan canlandırmaktan söz eden muhafazakâr hukutnet, tamamen lngiltere'ye özgu bir geleneğı oy çokluğu ile yıktı geçti. 1916'dan beri yururlukte olan Pub Nizamnamesi değıştı. Publar artık öğleyin açılıp, hemen yemek sonrası kapanmayacak, akşam üzeri yeniden açılıp bu sefer de gece 10 oldu mu bir kez daha kapanmayacak. Sabah 11, gece 11 hep açık duracak. Pazar haric. Pazar gunleri oğleden sonra kapalıyız. Yeni uygulama zaten bir tek tngiltere ve Galler'deki 67 bin pub için. tskoçya ve Kuzey trlanda'da pub nizamnamesi yıllar once değiştirilmiştı. Birinci Dunya Savaşı sırasında silah fabrikalarında ışçileri içkı konusunda hizaya getirmek gerekmiş, içki satışı sınırlanmış. Ama her uygulamayı kısa surede geleneğe dönuştüren, kurala ve ilkeye bağlayan Ingilızler, Avnıpa'da eşi görulmedık bir Pub Nizamnamesı'nı de kâğıda kaleme dökmüşler. Tam 72 yıl boyunca her gun saat 14.50'de ve her gee 22.50 oldu mu pubda bir çan çalınıp, "Beyler, zaman dolmuştur!" denmiş. 10 dakika sonra da pub kapanmış. Pub, "Putolic House" yani "Halk Evi"nin kısası. tngilizlerın yemek yemeden, ayakta içki içtikleri, dumandan göz gözu görmez, havasız, bazen bahçeli sosyal mekân. Arada yemek ya da sandviç yenenlerı de var. Ama esas, patates kızartması ya da yer fıstığı (leblebi, fındık, fıstık hak getire) atıştınlarak ılık bira. Bir de olmayan tngiliz mutfağına özgu sosisler, talaş böreğimsiler, bol kalorili, karbonhidrat ve kolesterollu intihar aletleri. Türkiye dahil bırçok yerde taklit edilmeye çahşılan pub, aslında lngiliz kültürünun dokunmadığı hıçbır yerde var olamaz. Fransızlann kahvehaneleri gibi. tngiliz pubında ılık Ingılız fıçı birası içilir. Soğuk bıra merakiısı "yabancı" "Lager" isteyecek. Londra dışında hâlâ turist uğrağı olmayan yerlerde Lager bulmak şans işi. Ama surekli soğuk bira isteyen Amerikalılar sayesinde bu iş de halloluyor artık. Turistin Amerikalısı baştacı çünku. Muşteri velinimetimizdir. Onun uğruna pub nizamnamemizi de değiştiririz. Değiştiririz de acaba gelenek meraklısı tngilizler ille de uyar mı? Yeni saatler yurürluğe girdikten sonra da pubını eski saate göre açıp kapayanlar olduğunu yazdı gazeteler. Bir başka pub, isadamlanna kolaylık olsun diye bir köşeye seyyar telefonlar ve faks yerleştirdi. lşadamı içerken, ofisiyle ilışkisi mi kesilsin yani? Londm'dan Canlı kuzu ya da mini mini bir oğlak. Kazananın gönlü bu şirin şeyı ne kesmeye ne de beslemeye elvermediğinden çoğu kez sahibine geri dönen, akıllıca ikramiyedir. tkinci derece ikramiyeleri yine komşu köyun bağışladığı domuz budu jambonlan, başkanın şaraplan, şampanya şişeleri, civar festivallere davetiyeler oluştunır ve biletleri şenlik günü satmaktan köyun guzel banımlan sorumludur. Bayram günü öğleden sonra, bir Katalan orkestrası ile başlar. Civardan gelen gerçek Katalanlar, akşama kadar, Fransa'dan tspanya'ya tüm Katalunya toprakJannın tek ve biricik ulusal dansı "Sardane" yaparlar. lspanya ıç savaşı sırasında, dönemediği ülkesine hiç olmazsa yakın olabilmek için civar köylerden Ceret adlı minyatür dünya cenne DarEsSakun 'dan Afrikalının renkli düşü: Avrupa'ya ayak basmak tatil cennetlerine benziyor. Ruya gibı de bir adı var. Oyster BayIstiridye Koyu. Her akşamustu Oyster Bay'ı işten çıkan DarEsSalamlılar dolduruyor. (DarEsSalam Tanzanya'nın Hint Okyanusu kıyısında bir kent). Bakışlaruu limana giren bır gemiye dikmiş bir zenci, uzun, ince bir palmiyenin denize doğru kıvnlarak göğe uzanan govdesırıe tunemiş oturuyor. Akşam denizinin son demlerinin ksyfıni çıkaranlar yavaş yavaş sudan çıkıyorlar Kaygan kumlar uzerinde koşuşan çocuklar, aralarında guluşuyorlar. Mısır, kalamar, şeker kamışı, fındık, fıstık, dondurma, gazoz, soyulmuş tropik meyveler satan seyyar satıcılar deniz kenarına tezgâhlannı kuruyorlar. Oyster Bay, DarEsSalam'ın en moda buluşma yeri. Her akşam piyasa yapmaya çıkan yeni zengin burjuvalar arabalarını, koyun ilerisine park ediyorlar. Battaniyelerini, piknik örtülerini, kumlann uzerine serip DarEsSalam'ın tum renklere altın bir filtre çeken grup sefasını yaşıyorlar. Burada nüfusun yüzde 25'ıni oluşturan Muslumanlar hemen belli oluyor. Çunku çarşaflı kadınlarla, beyler kumlar uzerinde derhal kesin sırurlar koyan bir "apartheıd" oluşturuyorlar. Ingilizlerin ardından ülkede hâkim ekonomık guç olarak beliren Hint burjuvazisi ile yerli siyahlar arasındaki görunmeyen duvarlar da ilk bakışta seziliyor. Zaten Oyster Bay'ın mudavimlerinin çoğu Hintli. İpek ya da ipek taklidi şarıleri ve kumlann uzerinde her an dengelerini kaybedecekleri ızlenımini veren ince topuklu ayakkabılarıyla Hintli hanımlar, Oyster Bay akşamlarına resmi bir kokteyl havası katıyorlar. Pahalı RangeRover ya da Mercedesleriyle fiyaka yapan erkekler, arabalarını plajın ortasına park ediyorlar. Fakat "Oyster Bay" de piknik yapmaya bile guçleri yetmeyen büyuk çoğunluk içm A\ rupa, pek az şanslının erişebildiği buyuk bir, umut kapısı. 50 dolan bir araya getirerek karadan Uganda, Sudan ve Mısır yoluyla Avrupa'ya ulaşmaya çalışanlar bile var. Bu yolu deneyenlerden çoğu kez bır daha haber çıkmıvor. Londra'ya uçakla bır gıdiş bıletı ıçın gereken 600 dolan bir araya getirebılmek ıse Tanzanya'da düşunmesi bile olanaksız bir duş. Tehlikelı bir serüven olsa da zengin Batı'ya uiaşmanın en rağbet gören yolu denızden geçiyor. Butun iş, varı yoğu satıp Maputo ya da Kenya'da Mombassa gibi hareketli bir limana ya da Batı Afrika'da karaborsa işgucu piyasası eanJı Lagos'a kapağı atabilmekıe Ondan sonra yapılacak ış, özel bir çalışma ıznı gerektirmeyen Liberya ya da Panama bandırah bir gemiye mıço olarak kapağı atmak. Yolculuk boyunca herhangi bir lımanda metcliksiz bırakıhvermek pahasına da olsa, bu seruveni goze alanlann Avrupa'da hedeflediklerı ılk lıman Atina. DarEsSalam'da anlatılanlara bakılırsa, Atina en kolay iş bulunan duş limanı. Avrupa'ya gidemeyenler <ein bır diğer umut kapısı DarEsSalam'dakı Avrupalılar. Bir "Avrupalı" diplomatın evinde ahçılık yapan Andren Phiri, guney sımnndakı kuçuk bir Afrika ülkesi olan Malavvi'den buraya gelebilmek için 20 dolar biriktirmiş. Bu, şimdi bır ayda aldığı maaşa eşit bir mıktar. İki buçuk gun, gece günduz suren bir otobus yolculuğundan sonra sefaretlerden birıne kapağı atan Andrew kısa surede ahçılığı 200 kişilik resepsiyonlara istakozlu antreler hazırlayabilecek kadar oğrenmiş. Ne ki Andrew Phıri bu kulubenin tutsağı. Sokağa çıktığı takdirde Tanzanya polisi tarafından durdurulup, sınır dışı edilmekten korkuyor. Çunku çalışma ve ıkametgâh ızni yok. "Master" (sahıb)in uç köpeğine her sabah mamalannı hazırlarken bile kaderci gülümsemesini yitırmeyen Andrew, bu esarete razı. Köpeklerle aynı mısır unu bulamacını yiyen, ancak onların porsiyouuna uç kilo et ek'eyen Andrevv, iki buçuk yaşındaki tek kızının bu kadar eti bir.,yıl içinde gdremeyeceğini biliyor. Ama kendısinı beyazlann standartlarıyla değil, çamur ve samandan yapılmış kulubulerde yaşayan, yemeklerını odun ateşi uzerinde pişiren Tanzanyalılann ezici çoğunluğuyla karşılaştınyor. Doktoru, yolu, suyu, elektriği, bir gaz lambası bile olmayan Afnkaiılar ıçinde Andrew Phiri kendıni "kurtarmış" sayıyor. tinde uzun sttre yaşayan Picasso1 ya "Banş Dansı Sardane" adlı tablosunu esinleyen bu Katalan folkloru, Turk, Balkan, Rus halk oyunlannı tatmış bizlere oldukça yavan gelir aslında. Zurnaya yakın akraba birtaJcım aletler, ince sivri sesler çıkararak sürüp giderken, ellerini dirsekten kırıp omuz düzeyinde birbirlerine kenetleyen Katalanlar parmak uçlanmn üstünde söylentiye göreepeyce matematiksel, karmaşık ve minık adımlarla zıplarlar. Picasso'yu bu dansın guzelliğinden çok felsefesinin etkılediğı kesin. Sardane oynamak yalnız Katalanlara özgü, ulusal bir gunır sorunudur. Köyun ahalisi olabilirsiniz, toprak alır, yerleşir, yıllardır oturuyor olabilirsiniz buralarda. Ama sizd Sardane halkasına sokmazlar. Eh, her içe dönuklüğ*ln bir bedeli var. Sardane'ı yalnız Katalanlar oynayabildiğinden ve de tüm köyde topu topu iki Katalan kaldığından (diğerleri hep çokuluslu) yılda bir kez, o da civar köylerden takviye görerek dans ediyorlar böyle işte. Gece olunca Sardane orkestrası çılunıru toplar ve yerini köy bayramlarında uzmanlaşmı; bir hafif müzik orkestrasına bırakır. Bağırsak bozukluğundan bademcik ameliyatına kadar her telden çalan köy doktorlannı andıran bu orkestra, gençlere Pink Floyd, yaşlılara da Yves Montand'ın "Les fenilles mortes"una uzanan bir yelpazede, herkesin gönlünü hof eder. Gece yansı piyango çekilir, kazananlann şerefine içilir ve görevli gençler içince birbirleriyle dalaşan ihtiyarcıkları ayırmaya çalışırken, kimi delikanlılar da az önce dans ettikleri güzel kızlarla, gökyüzfl yıldızlarının bir başka panldadığı üzüm bağlanna doğru gözden kaybolurlar. Köy şenliği bitmiş, ama köy sakinlerinin hiçbiri, koşuşturmaktan ^lenememiştir. Onlann bayramı, masraflar ve gereksinimler çıkanldıktan sonra kalan parayla bir sonraki pazar, belediye başkanının açtığı özel şaraplarla kendi aralarında yapılır. Bu yıl köy şenliğine yetişemedik, ama başkanın şarap mahzeninde üslenen şenlik sonrası ziyafete katıldık. Yirmi bir kışiye kocaman bir "paella" yaptı lspanyol komşumuz. Başkan en güzel şaraplarını açtı masaya. Herkes iskemlesini, çatalını bıçağını ve kâğıt tabağını aldı, geldi. Altı aylık küçük Gabriel'e anası, 87'nin "muscat" üzümlerinden çekilmiş, misk kokulu, amber renkli şarabından tattırdı. Kafayı çeken sanşın kuaför komşumuz, mahzenin dev fıçılanna girdi. Charles Trenet'nin "Tatlı Fransa" şarkısını, kolkola sallanarak söyledi yaşlısı genci. Başkan Noe'nin (yani Nuh) yardımcısı, ölü gömücü Joseph, fotoğraf çektiğimi görünce, "Çek, çek" dedi. "Gerçek Torderesli kaç kişi kaldı ki? Bir ben, bir de başkan. Üerde bakıp, bunlar Katalandı dersin." Bu minik köyu, atraksiyonlannı herkese sergileyen bir sirk sanmaym. Gecen yıl buraları merak eden bir okuyucumuz ta Toulouse'dan kalkıp gelmiş, bizim 681i çobana ahret sorulan yöneltmis, sonra da: "Ben burada gitarbv çalıyor, bülbuUer şakıyor diye geldim, köpck ulumalanndan başka bir şey duymadım" deyıp kırık düşlenni cebine koyaraİc gitmiş. Yıllardır meşe fıçılarda eskittiği şarabın tadını, gunlük üzüm sırasında bulamazsınız. Hayvanat bahçesinde aslan kaplan gördük diye cangılları tanıyor sayılmayız. Küçük dağ köyleri, biraz da "Sardane" dansına benzer. Yabancılar oynayamaz. O köylerin vitrini, aynası yoktur. Dışandan görülmezler, içlerinde uzun uzun yaşamış olmak gerekir tadına varabilmek için. NİLGÜN CERRAHOGLU DARESSALAM Yarım ay şeklinde uzanan, palmiyelerin çevrelediği, ince beyaz kumlu bir plaj. tlk bakışta Karaıb Denızi'ndeki Anası, Gargantua'yı ııasıl doğıırdu? Fransa'nın en bunık, en eski, bir yudumda başdöndüren şaraplannın üretildiği bağları uzerlerinden yabankazlaruun uçtuğu ruzgârda hışırdayan yulaf ve mısır tarlalarını suiayarak akar gider. La Deviniere bu bolge lehçesinde yabankazı anlamına gelen bir sozcukle yakından ilişkili. Geleceği haber veren kâhinlerle buyuculerın dostuymuş yabankazlaıı. Onun için Rabelais'nin doğduğu bu eve de bir zamanlar buyuculenn barınağı olduğundan, La Deviniere adını vermişler. XV. yuzyıldan kalma tıpik bir ev burası. Arduvazçatılı, taş duvarlı, iki katlı bir ev. Rabelais'nin doğduğu ikinci kattaki odaya dıştan bır merdivenle çıkılıyor. Orada, iki yani kadife perdeli kocarnaıi yatağın uzerinde doğum sancılan çekerken gördum Gargamelle'i. Gargamelle de kım? diyeceksiniz. Rabelais'nin bir dev olan ünlu kahramanı Gargantua'nın anası. Gargantua da yara:ıcısı Rabelais gibi, bu bolgede, bu evde doğar. Ne var kı, yazaruı deyışıyle "pek garip bir biçimde." Yanımdaki Fransız dostlarıma Gargantua'nın nasıl dunyaya geldiğinı soruyorum, pek anımsamıyorlar. Rabelais'yi okumuşlar elbet. Pantagnıel'in babası buyuk Gargantua'nın seruvenlerirü okulda ezberlemiş. Paris'te NortreDame Kilisesi'nin kocaman çanlannı nasıl kaçırdığını, işediğinde kadm ve çocukları saymazsak, tam ikiyuz altmış bin dortyuz onsekiz kişinin nasıl boğulduğunu, bir oluruşta birkaç duzine jambon, fume sığır dilı ve tonlarca balık yumurtasıyla humban nasıl govdeye indirdiğını, içkiye sabahtan başla>ıp fıçılarla şarabı bana mısın demeden içtiğini öyle ya, "Bedenimde tek bir delik yok ki, şarap susuzluğu kovaiamasın orada" dıye yazar Rabelais, Picrocholine savaşlarındakı kahıamanlıklarını, altı hacıyn salatada nasıl yediğıni, hatta kivm: bol tuylü bir kaz palazıyla sildiğini bile anımsıyorlardı da nasıl doğduğunu unutmuşlardı nedense. tyı kı Sabahattin Eyuboğlu Azra Erhat Vedat Gunyol uçlusunun Gargantua çevirilerinı yanıma almışım. Rabelais'nin Fransızcada ulaştığı doyumsuz tada Turkçede de vararak okuyorum. Okuyup ozetleyeceğim onlara: "Az sonra ahla\ıp oflamaya, bağmp cağırmaya başladı Gargamelle. Hemen dörl bir \andan bir suru ebe geldi, alt vanını jokladıklannda bir hayli pis kokulu deri parçalan buldular, çocuk geliyor sandılar, ovsa içi boşalı>ordu kıç barsağı dediğimiz kalın barsak ge>şemesi dolayısıyla. çunku yukarda söylediğimiz gibi, gereginden fazla işkembe vemişti. Derken aralanndaki bir kocakan ki, hekimlikte buyuk un salmış ve oraja altmış yıl once Sainl Genou yakınındaki Brizepaille'dan gelmişti ona oyle korkunç biizucu bir ilaç verdi ki, butun dubur kaslan sıkı sıkı kapandı, öylesine ki, düşunmesi iğrençtir, ama dişleseniz açamazdınız: Hani şe> tan, Saint Martin vaaz ederken iki geveze kadının konuşmalannı yaziyormuş da >er kalmadıgı için derivi dişleriyle çekip uzatmış. Bu sıkışma yuzünden yukarda rahim zarları ge>şemiş ve çocuk zarlardan dışan sıçrayıp boş damara girmiş ve oradan kann zarını da geçerek omuzlara kadar çıkmış (ki, orada raezkur damar ikive bolunur), sola doğru vollanmış ve sol kulaktan dışan çıkmış." Dostlanmdan ozur dilemiyorum, okurlaıdan da. Rabelais'nin, yukandaki satırlardan da anlaşılacağı gibi tıp öğrenımı gormuş üstadın dehası, dıl dehası, bu kabalıkta, Fransızların "esprit gaulois" dedıkleri bu tur ilkel şakalarda aranmahdır çunku. Kaldı ki, burası Içmenistan ülkesinin başkentı sayılır. Az önce dostlarımın mahzeninden bolgenin en guzel şaraplannı mideye ındirdik. Arabayla Rabelais ustanın, yaşamı boyunca Sorbonne'un sansurunden yakasını kurtaramamış bu büyuk yazarın izini surmeden once, bağlar, bağlar, bağlar arasından geçtik. Asmalarda uzumler salkım salkımdı. Chinon'da durup kentin yamacındaki şatoya karşı hafiften demlendik. Şimdi, Gargantua'daki zıl zurna sarhoşların konuşmalannı duyar gibi oluyorum: "Ben belli saaüerde içerim, papanın katin gibi" diyor biri "Ben içkimi dua kitabından içerim, başpapazlar gibi" dıyor otekı. Bır başkası "Damariara giren içkiden çişbaneye damla gitmez" diye haykırıyor. Beriki kendince felsefe yapıyor: "Dunyada ilkin susuzluk mu var idi, joksa içki mi? Susuzluk var idi, çunku susanıadan kim içebilirdi masumluğunda. İçki var idi, zira privatio presuppoint babiium (Yokluk varlığı şart koşar). Latincem kuvvetlidir." "Şarap değil. ipek mubarek!" diye soze karışıyor bir başkası. "Şerefe abbap. Devir, devir!" diye karşılık veriyor ona pek de şair ruhlu olmayan bin. Tburaine'den NEDİM GÜRSEL TOURAİNE Ld Deviniere'deyiz. Rabelais'nin doğduğu evde. En güzel, en mukemmel, en tetniz Fransızcanın Touraine'de, yani Loıre ırmağımn bulana durula aktıeı bu bölgede konuşulduğu söylenir. (Touraine, Fransa'nın ortasında, en buyuk kenti Tours olan bir bölge). Loire, yuvarlak kuleli, sivri külahlı, birbırinden guzel ve alımlı şatolar arasından akıp gider okyanusa doğru, Gargantua'yı doyurmak başlı başına bır sorundur. Bu müthiş kahraman Ra belais'in dev duşgücüdür TÜRKİYE'nin ilk ARGOS'u MUyarhk saııat skandalı DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH L'eli Eberhardt'la olayı konuştuğumuzda ortava çıkan 40 milyon franklık (yaklaşık 40 milyar TL) gorsel sanat skandalı soz konusuydu. 49 yaşındaki ressam Edgar Mrugalla; Renoir, Picasso, Kokoschka başta olmak uzere birçok sanatçımn 2500 dolayında yapıtını çoğaltmış ve aracılarla satışa surmuştü. Olay polisiye bir olaydı ama sanatseverleri bu konuda uyarma ve koruma açısından bilgiye gereksinmemiz vardı. Isterseniz önce gelışmeyi inceleyelim ve sonra nelere dikkat etmemizın gerektiğıni ele alalım. Zurihli açıkarttırma evi uzmanı Ueli Eberhardt'a; Dusseldofrlu bır antıkacı satılması için Lyonel Feıninger'den karakalem çalışmaları ve akuareller yolluyor Gelenlerin incelenmesi bilirkışilerce pozıtif açıklanıyor, yani duzmece. şiler de msan, aldanmış olabilir, işin içine bilmeden kanşabılir. Yeter ki aldatma niyetiyle bağıntı kurulmuş olmasın. Ama ayru kışiden Auguste Rodin'ın 3 bronz plastiğini alınca şaşırdık. Hemen bu birinci bağıntıyı kopardık." "Peki ikinci gelişme?" "Almanya'da >aşayan Yugoslav asıllı bir bayandan zamanında Picasso eskizleri almıştık. Bunlar da duzmeceydi. Arkasından Emit Nolde'nın bır akuarelinı yolladı. İncelemesini istediğımiz SeebuhlPdeki Nolde Muzesı orijinalliğini bildirdi. Biz de elde ettiğimiz kazançtan Picasso için verdiğimız emeğı duştuk. Buna kızan bayan, polise kataloğumuzda gerçek dışı eserlerin de yer aldığını bildirmiş. Bolge savcısı, hemen iki polisle kapımıza dayandı. Sunduklarımızın ilkler olduğunu kanıtladık. Ancak bu Yugoslav bayanla, Dusseldorflu satıcı arasındaki bağıntıyı saptamıştık, belirttik. Fakat ışın bu kadar buyuyeceğini, sahtekârlığın çorap sokuğu gibi çozuleceğını, bu boyutlara varacağını doğrusu hesaplamamıştık " yanltş olduğunu bilmeden bir şeyler ediniyoruz. Kendimizi nasıl koruyacagız?" "En onemlisi 1 frankı 50 santime alamayacağmızda yatıyor. Ucuz sunulan bir şeyde daha dikkatli davranmalıyız. Ayrıca yayımlanan yıllıklarda bütün açık arttırmalarla ilgili bilgiler özetlenmiştir. Eğer alacağınızın ederi 10 bin frank (yaklaşık 10 milyon TL) uzerinde ise, kuşkulu kalmak yerine, bir bilirkişiye danışmak en iyisidir. 250 franklık bir ekspertiz raporu rahat uyumanızı sağlar." "Bilirkişiler yanılmaz mı?" "Bu doğal. Fakat güvenli bir firmadan, galeriden veya açık arttırma evinden seçtiğiruzde, verilen 5 yıl garantiyi de duşunun." "Hangi ressamlarda dikkatli olmak gerekir?" " Pahalı, hemen elden çıkanlabilinen, milletin aradığı ve duzmecesi kolay her şeyin çoğaltılnıası yapılır. Bu böyle gelmiş, boyle gidecektir. Dalı'de, Juan Gris'de kılı kırk yarmalı. Picasso'da da problem var, ama onun eserlerinin tumu tam saptandığından bi"Çoğumuz neyin doğru, neyin raz inceleme yeterlidir." Zürih 'ten Butun bunlardan sonra durup dinlenmek olur mu! Rabelais'nin yaşamından, Gargantua'nın, gerçekte bir devin seruvenlerini değil çağının belli başlı humanıst göruşlerini dile getirdiğinden soz edecek, Rabelais'yi ozgur duşunceyi savunan cağdaş bır yazar olarak tanımlayacaktım, ama ne "Peki hemen polise mi bildirgam! Eyuboğlu Gunyol : Erhat diniz?" uçlusunun nefis cevirilennden de "Hayır, bu durumlarla arada öğrenebilnsiniz bu bilgilerı. sırada karşılaşırız. Çalıştığımız kı