23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 EKİM 1988 CUMHURÎYET/7 Roma'dan Nerede o kapalı evler? nında yer alıyor. Boşanmanın yasak olduğu yıllarda, evliliğin tekdüzeliğini unutmak amacıyla birbirlerine bu evlerde randevu veren burjuvalar, enteller, cinsel yaşarnın ilk ze\rklerini bu genelevlerin kendine has günah atmosferi içinde tatmış bir zamanın toy delikanlıları, VlP'lere mahsus yan kapıdan gizlice iceri alınan politikacılar, din adamlan ve bürokratik hiyerarşinin tanınrruş isiraleri birer birer genelev lerle ilgili anılannı açıklıyorlar. dınlarından kurtarmak ve o zamanlar "Fransız hasıalıgı" adıyla anılan frengiyi denetim altına almak kaygısıyla çalıştırılmaya başlatılan "kapalı evler"in, bir tren kompartımanı gibi sınıflara ayrıldığı anlatılıyor. Yüzyılın başında, proleter olanlarda aşk yapmanın fiks fiyatı 1 liret, orta hallilerde 5 liret, lüks evlerde ise 10 liret imiş. Tek, çift, bütün, yarım saat, bir saat gibi çeşitli kategorilere aynlan servislerin ücretleri de belirlenen bu baz fiyatı üzerinden ayarlanıyormuş. Verilen servisin ayrıntılanna göre ayarlanan bu fiyatlar, aynca yüdan yüa enflasyon hızına göre de yeniden tespit ediliyormuş. Genelevin girişindeki kasadan alınan ortası delik bir jeton karşıhğında satılan aşkın gelirine devlet ortak oluyor ve satılan jetonların sayısına göre "kapalı evler"i vergilendiriyormuş. Bunun karşılığında müşterilerin merakını ve düş gücünü sürekli canlı tutabilmek amacıyla her 15 günde bir nöbet değiştiren kadınlar da sürekli olarak devlet denitimindeki bir doktorun kontrolü altında bulunduruluyormuş. Devlet lısansı ile çalışan bu evlerde ilk kez çahşmaya gelen hanımlar, özellikle taşrada, üstü açık bir araba içinde kent içinde ufak bir tur atar, şık giysileriyle kentin erkek nüfusunu selamlarmış. Çabşma saatleri genellikle sabah saat 10 ve geceyansı ile sınırlanıyormuş. Çok lüks olanları dışında, bu evlerde yemek ve içki servisi yasakmış. Çünkü muhafazakâr politikacılar bu tip uzun boylu servislerin erkekleri evlerinden iyice uzaklaştıracağından korktuklan için bu tip taleplere karşı çıkıyorlarmış. Genellikle öğleden sonra aşk yapmaya başlayan Italyanlar arasında herhangi bir erkencî çıkması olasılığına karşı da sabahlan muhakkak bir hanım nöbetçi kalırmış. Şimdi ttalyan kamuoyunun ilgiyle izlediği sergilere bile konu olan "kapalı evler"in 30 yıl önce bu ülkenin erotik yaşamından çıkması ise yaşlı, ufak tefek, sosyalist bir hanım milletvekilinin mücadelesi sonucu olmuş. Bu tnücadele ile ttalya'nın unutulmaz siyasıleri arasına katılan Lina Merlin, İtalya gibi artık modernieşen bir ulkede devletin genelev çahştırması kadar yersiz ve onur kıncı bir iş olamayacağını anlatana kadar 10 yılını vermiş. Terörist değil bunlar, uç boymız şapkalı Guardia Civile. Tanınıp da vurulmamak için önlem alrnışiar. lSSO'ta, îtalyan birliğinin kurulduğu yülarda, Torinolu milli kahraman Cavour'un girişimiyle kurulan ve pancurlarını kapalı tutmak zorunluluğu nedeniyle Îtalya'da hâlâ "kapalı evler" olarak anılan eski genelevler yine gündemde bu günlerde. NİLGÜN CERRAHOĞLU Boşanma onların asüişi Maldiv Adnları, BM'ye üye ülkeler arasında boşanma oramnda hep önde. Her on kişiden sekizi en az bir kere boşanmış. Baros'tan ROMA AIDS ve nostalji, ttalya'da bir zamanlar gerçek bir KtT kurumu gibi çalışan eski genelevleri yeniden gündeme getiriyor. Fransa'dan sonra Avrupa'da en çok AIDS vakasına rastlanılan Îtalya'da, şimdi "paralı aşk"ı eskiden olduğu gibi yeniden denetirn altına almayı savunanlar artıyor. Îtalyan erotik yaşamını bir yüzyıl boyunca etkileyen ve devlet tarafından çalıştırılan randevu evlerinin kapatılışının 30. yüdönü1860'ta, Îtalyan birliğinin kurulmü ile birlikte basan nostaljinin duğu yıllarda, Torinolu milli kahde bunda payı var. raman Cavour'un girişimi ile kuSophia Loren'in unutulmaz rulan ve pancurlarını hep kapalı filmlerinden "ttalyan Usnlü Evli tutmak zorunluluğu nedeniyle lik"te belleklere yer eden uzun, si ttalya'da hâlâ "kapalı evler" olark yah, şeffaf bir giysiyle canlandır anılan bu eski genelevlerin en ildığı genelev kadınlarının arşivler ginç yönlerinden biri, gerçek birer de tozlanmış fotoğraflan, birkaç KtT kurumu olmalan. Yeni inşa haftadır gene gazetelerin ön pla edilmekte olan ülkeyi sokak ka Madrid'den Eh, pes doğrusu! ğın ötesine geçip güçsüzlükle boyun eğiyor ve karuksıyorsunuz onİarı. Sürekli bir işkenceyi, her gün yinelenen bir aşağılanmayı, hayat pahalılığını, halkla alay eden yönelimleri kanıksamak gibi bir şey bu. Cinayetler de kanıksanıyor. özerk olan olmayan her tspanyol bölgesinin ETA'ya özenen bir kurtuluş ordusu var böyle kanıksanan. Portekiz'e bitişik Galiçya yöresinin bağımsızlığını kafaya takan ve fakat ardında ETA'nın Bask ülkesinde bulduğu desteği bulamayan GRAPO örgütü de bunlardan biri. Öylesine yalnız, çaresiz, anlamsızcasına kıyıcılar ki, polis "patetik kriminel", yani dokunaklı caniler diye anıyor bunları. Madrid'in Santa Engracia sokağında bir ulusal kimlik kartı dağıtım bürosu var. Bizdeki nüfus idaresi gibi. Geçen 4 ekim sabahı, GRAPO çetesinin "KORUNYA (Coruna) KOMANDO" birimini oluşturduklan var sayılan silahlı bir kadın ve iki erkek, saat 9.25'te kimlik kartı bürosuna dahyor, büroyu koruyan iki polisten birini hemen kapının önünde öldürüyor, diğeri üstüne sıkılan kurşunlar karşısında kendini yan odalardan birine atacak zamanı ancak bulurken teröristler bir kutu dolusu boş kimlik kartını alarak sıvışıyorlar. Olayın akışı buraya kadar olağan. tnsan polis de olsa her sabahın köründe teröristler basacak diye tetikte bekleyemez. Saldınya hazırlıksız yakalanıp, hele birinin sorgusuz sorusuz öldürülmesinden sonra öteki polisin üstüne ateş eden saldırgandan kaçıp saklanması da doğal. O sırada büroda sıra bekleyen silahsız ve günahsız 50 kişinin memurlarla birlikte kendilerini yere atıp canlarıru korumaya çalışmaları da insanca bir tepki. Oyunun sürpriz perdesi, teröristler çıkıp gittikten sonra açılıyor: Saldırıdan önce kuyrukta bekleyen 50 kişinin yattıkları yerden kalkıp, kapının önündeki cesede rağmen yaptıkları ilk iş, yeniden kuyruğa girmek oluyor. Hem de "Siz benim öniimdcj'diniz, ben sizin ardınızdaydım," diye yer göstererek. Geçen günlerde gazetelerin birinci sayfasuıda garip bir fotoğraf yer aldı. IRA ya da ETA üyelerinin arada bir yaptığı basın toplantılarında kullandıkları maskelerle bir masa başında gazetecilerie konuşan üç kişinin fotoğrafıydı bu. Bir farkla: Toplantıyı >"apan terörist değil Guardia Civile görevlileriydi ve maskelerinin üstüne geçirdikleri ünlü "uç bo>nuz" lu şapkalamla, yasa dışı sendikalan adına isteklerde bulunuyorlardı. tsteklerinin en başında ise, Bask ülkesinde can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle, Guardia Civile örgütünün bölgeden kademeli olarak çekilmesı yer almaktaydı. Ulusal polis örgütüne bağlı çok sayıda güvenlik görevlisinin de uzun süredir aynı şeyi istediği biliniyor: Bask Ulkesini özerk güvenlik güçlerinin (ve kışlada bekleyen ordunun) denetimine buakarak çekip gitmek. Siz söyleyin, "patetik" değil de nedir bu durum? MUMTAZ ARIKAN BAROS Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan istatistikler, evli insanların daha uzun yaşadığını gösteriyormuş. Bu, zamanın onlara pek uzun gelmesiyle mi ilgilidir, bilemem (!) Ama Maldivlilerin evliliğe karşı özel yakınlığını görünce, bunda bir iş var herhalde dedim. Yüzyıllar önce, adaları ziyaret eden ünlü Arap gezgini lbni Batuta, yazdığı kitapta, Maldiv kadınlarından uzun uzun söz etmiş, onları yere göğe sığdıramamıştı. Ulkede 6 ay kalan Batuta, "Miiteaddit kereler evlendim" diyordu! 1880'lerde adaları gezen tngiliz gazetecisi C V . Rosset da, fazla V ayrıntı vermemekle birlikte, kadınların süse ve mücevhere çok düşkün olduklannı, bu durumun, sosyal düzeyleri oranında çeşitlilik kazandığını anlatmaktaydı. Müslüman oluşlan, görünüşte kadınları kısıtlıyor gibiyse de aslında öyle değil. Ortalıkta fazla görünmeseler de, kadınlar sosyal yaşamın önemli öğesi. Belki de, tropik iklim kendi özel yasalannı uyguluyor demek daha doğru. Bu konuda din fazla etkili olamıyor. Maldiv Adalan'nda öteden beri evlilik ve boşanma başlıca dedikodu konulanru oluşturmaktaymış. Eskiden, erkekler zenginliği ölçüsünde fazla eşle evlenirmiş. Zamanla bu sayı 34'e düşmüş. Şimdi birden fazla karısı olan yok değil, ama oranı az deniyor. Ama daha ilginci, boşanmaya fazla rastlanması. Öyle ki, Maldiv Adaları, Birleşmiş Milletler'e üye ülkeler arasında bu konuda birinciliği kimseye kaptırmıyormuş! Her on kişiden sekizi en az bir kez boşanmış!. Kadın veya erkek için, "seni boşuyonım" deyip, bunu yörenin yöneticisine (gazi deniyor) bildirmek yeterliymiş. Evlenmek de burada çok kolay. Bazen taraflardan birinin törende bulunmaması bile tuhaf karşılanmazmış. Temsilcileri bu işi tamamlayabilirmiş. Daha sonra iki tanık, yörenin "gazi"siyle gidip resmi kayıtları tamamlarmış. Yeni evliler çok isterse, "Kaveni Sa" dedikleri küçük bir davet verirmiş. Hani, akşam yemeğinden sonra otururken, karısı adama sormuş: "Sevgilim, bir daba diinyaya gelsen yine benimle evlenir miydin?" Adam yanıtlamış: "Yahu, şurada oturmuş güzel güzel kahvemizi yudumluyoruz. Kavga çıkarmanın âlemi var mı?!" Maldiv liler, yeniden evlenmek için bir daha dünyaya gehneyi beklemiyor. Aynı kişiyle birkaç kez evlenmek alışıfmış bir olay. Ortalama 810 kez evlenip boşanan Maldivliler arasında rekor, 89 rakamıyla bir erkekteymiş. BrükseVden 'Jhkit geldi beyirri' ret ilişkisi yaşadığı ülkeyi söyledi. Kanallann bitmezliğinden, göğün kurşuniliğinden, tramvaylaıın buğusundan ve küçük burjuvaların çekilmezliğinden bahsetti. Taşralılıktan nefret etti. Güzelliklerden taviz vermedi. Cigaradan, kadınlardan ve kanserden öldü. Aşağıda serbest tercümesi aktanlan "Bu adamlarda" şarkısı, Belçika taşrası ve küçük burjuvalara dairdir: Işin doğrusu Beyim, Bu adamlarda Beyim, Konuşulmaz Beyim. Konuşulraaz da hesap edilir. HADİ U L U E N G İ N BRÜKSEL Bu hafta, Jacques Brel'in onuncu ölüm yıldönümüydü. "Fransız şarkısı"nın en büyük ustası Belçikalıydı. Hayatı, ölümü, korkuyu ve pek nadiren sevinci söyledi. Aykırı, düstursuz ve put kırıcıydı. Kuzeyi de söyledi. Aşk ve neftlkin Babalık var, Kabak kavun olaru, Burnu pabuç olanı, Adından bihaber olanı, Efendi öylesine içiyor ki, Ya da içmiştir ki, On parmağı lüzumsuz, Kendisi fütursuz, Kendisi dut, Ve Şah zanneder kendini, Her gece kafayı bulup Boktan şarapla, Sonra sabahın köründe tıkılır, Uyku sersemi, kilise dibine Kaskatı, taş mihrap gibi, Akbeyaz, Paskalya mumu gibi Ve sonra mırıldanır Ve sonra şaşı gözü. tşin doğrusu Beyim, Bu adamlarda Beyim, Yaşanmaz Beyim, Yaşanmaz da dua edilir. Sonra ötekisi var. Saçı süpürge olanı, Saçı taraksız olanı, Mendebur olanı. Sırtından gömleğıni verir Küçük bahtiyar insanlara, Denise kızı everdi ya, Yani şehrin kızı, Yani başka yerin kızı. Ve bitmedi daha Küçük dalavereleri,, Küçük şapkalan, Küçük mantoları, Küçük arabaları, Havası olsun ister, Ama yok hiç havası, Paşahk taslamamaiı Züğürtken kasası. Işin doğrusu Beyim, Bu adamlarda Beyim, Yaşanmaz Beyim, Yaşanmaz da riya edilir. Sonra, öbürleri var, Anası bir şey demez, yokmuş. Şimdi Avrupa'nın en büyük porno piyasalarından birini elinde tutan İtalya, bilinen, alışılmış bir adreste, sıkı doktor kontrolü altında ve bir muhabbet ortamı içinde neredeyse dostlarla birlikte işlenen o eski günahlann tadını arıyor. Postendüstri toplumunun porno filmlerinin yalnızlığı, süpermarketlere dönüşen sexshop'lann kişiliksizliği ve AIDS, Lina Merlin'in ilerici yasasıyla kapanan "kapalı evter"i nostaljik bir düşe çeviriyor. Birkaç terörist gelip, kimlik kartı dağıtılan bir birimi basıyor, nöbetçi iki polisten birini öldürüp ötekini ve kuyrukta bekleyenleri yerlere yapıştırıp gidiyorlar. Ne ki, Lina Merlin'in zamanııı Sonra ne oluyor? Yere yapışanlar ayağa kalkıp üstlerini da telekızlar, modern masaj sa silkeliyor ve yeniden kuyruğa giriyorlar. lonları, her gün gazetelere sayfa ne gaddar... Anlamsızlığın en uç sayfa ilan veren escort servisleri MİNE G. SAULNIER noktasında, hayretin ve kızgınlıMADRİD tspanyol polisi ölümü kanıksadı. Kamuoyu da terörist çetelerini. tspanya'nın başına dert olan yalnız Bask ayrılıkçılandır sanmayın. ETA, kurumlaşmış bir timsahlar ordusu. En çok sesi onlar çıkanyor, doğru. Haklılığı tartışmalı da olsa belli bir amaca hizmet ediyor, devletin temel varlığına nişan alıyorlar çünkü. Bir de küçük, yeşil, kaygan ve sevimsiz kertenkele toplulukları var ki, aptalcasına kıyıcı, öylesi DelfVden Jacques Brel Ya da elinin körü, Ve sabah akşam, Güzelim evliya suratlı babası Odundan çerçevesi Posbıyık hergelesi. Vefat etmiştir de düşüp, Öküz trene bakar çehresi, Tıkınır sonra çorbayı, Ve kocaman höpürtüleri, Ve kocaman höpünuleri, Ve sonra kocakarı var, Durmadan titretileni, Geberesi diye seslenileni, Mangır kalsın diye beklenileni Mangır kalsın diye beklenileni. Ve hiç kulak verilmeyeni Buruşuk ellerinin dediğine. Ve sonra ve sonra, Ve Frida var. Güneş kadar güzel olanı, Bana deli divane olanı, DEMİR ÖZLÜ Benim yavuklum olanı, DELFt Dokuz yüı aşkın bir Ve diyoruz ki çok, evimiz olacak, süredir Akdeniz'e inmemişüm. Bilinçaltı bir sansür mü? Akdeniz Ve her yani pencere nostaljiyi arttırır mı? Yoksa varVe sanki hiç duvarsız, lığına inandığım halde karşıtlık da Ve kesin değilse de eğer duyduğum "Akdeniz duyartıgY'na Ve belki mürnkun. karşı bir yadsıma duygusu mu? Çünkü öbürleri istemiyorlar, Yoksa hiçbiri değil de yolumun Çünkü öbürleri istemiyorlar, düşmemesi mi? Yoksa özlemin o Öbürleri diyorlar ki, düzlemlere henüz yükselmemesi Çünkü o çok güzelmiş bana, mi? Çözümlemesi zor bir dunım. Çünkü ben yalnız Birdenbire, umulmadık bir anda, Akdeniz'de, Yunanistan'da, Korent Körfezi kıyısındaki küçüKedi boğazlamaya müstahakmışım, cük Itea kasabasında, denize bakan Galini Oteli'nin bir odasındaHiç öldürmedim kedi, yıra. Sabahleyin, beyaza yakm Ya da eskiden, açık renkteki suyun yüzüne vuran Ya da unuttum. güneş ışığı, balkonun tahta panYa da leş kokuyordular. curları arasından aydınlığını sızYani istemiyorlar. dınyor. Anlıyorsunuz: Bu sıcacık, yumuşacık iklimde daha çok uyuRastlaşınca bazen, maya olanak yok. Balkona çıkıp Sanki kasten değümiş gibi, beyaz denize bakıyorsunuz: Birkaç Gözleri yaşlı, balıkçı sandalı durgun denizin Frida, geleceğim diyor, tenhalığı içinde denizden ağlarım Frida, kaçacağım diyor. çekiyor. Ve ben bir saniye, Yalnız bir saniye, Biraz sonra sizi on altı kilomettnanıyorum Beyim. re ötedeki, denizden yüksek Delfi'ye götürecek otobüs gelecek. Bir saniye, Delfi'ye. Orada Avrupa ParlamenYalnız bir saniye tosu ülkeleri "aodiovisuel" alandaki haklan garanti altına alacak Çünkü bu adamlarda Beyim, bir Karta (Şart) hazırlıyorlar. Şarta "Ddfi Şart" adı verilecek ve Gidilmez Beyim. bütün ülkelerden uygulanması isGidilmez. tenecek. Şart Avrupa Birliği'nin kültürel alanda da yaratılmasının Saat geç oldu Beyim, bir adımı (Uk adunı da değil). 1950 Dönüş vaktim geldi Beyim. Ddimdir önemlisi ler oraya ve antik çağda, bu yer, dünyanın raerkezi sayıldı. Delfı'de arkeolojik bölgede, pek çok yıkıntı var. Tapınağın görkemli sütunlarından birkaçı da ayakta duruyor. Bütün Yunanistan gibi bu bölge de eşsiz bir turizm merkezi. Başını alıp büyümemiş küçük kasabalar. Ucuz fiyatlı küçük küçük oteller. Küçük dükkânlar, lokanta ve kahveler. Delfi'nin yükseküğinden aşağıya baktığıruzda, Korent Körfezi'nin açık maviyeşil denizini görmeden önce, zaman zaman deniz sandığımz zeytinlik ormanım görüyorsunuz. Yollar bu yüksekliğe kıvnlarak çıRoma Sözleşmesi'nin, fikirsel kıyor ve Delfı'de güneş ile ışıktan haklar konusundaki Bern Sözleş başka, sanırım Apollon'un görevmesi'nin daha politik daha heye lendirdiği Poseidon hafif meltemican verici bir uzantısı. ni hiç eksik etmiyor. Delfı, Eski Yunan'ın kutsal yerlerinden biri: Kült toprak. Orada Yunanistan turizm tesislerini, çok ünlü Apollon Tapınağı'nın doğayı bozmadan, görkeme özenkalıntılan var. Kâhinlerin oturdu meden kurmuş. Fiyatları da çok ğu yer. Büyük tskender bile o kâ kişinin ödeyebileceği düzeyde tuthinlerin ayağına kadar gelerek rauş. Otellerde de kasabalarda da kendi geleceği hakkında bilgiler temizlikten geçilmiyor. almamış mıydı? Bu toprak Eski Işığın ve güneşin önemini bilYunan ve bütün bir antik çağ üze mez değildim. Iklimin de. "En rinde en büyük etkiyi yapmış olan önemlisi iklimdir, iklimlerdir" ditopraktı. ye de yazmıştım. Ama bütün anGüneş ve ışık tannsı Apollon, tik çağ boyunca ışığın ve güneşin, Zeus'la Leto'nun oğluydu. Delos dolayısıyla da yeryüzünün merkeAdası'nda doğdu, sonra da Del zi olmuş Delfi'yi gördüm. Kahvefi'ye geldi. Orada canavar Piton'u lerinde, köpüğii çatlamamış, kaöldürdü. Öldürdüğü yere Delfı Ta tışıksız Türk kahvesi içtim. Denipınağı'nı kurdu. Sonra Apollon zin üstündeki ışık gözlerimi kabu tapınakta birçok tannyı kutsa maştırdı. Uygar, kişilikli, saldındı: Yer tannsı Ye ileThemis'i. De sız, kavgasız yaşayan halkı tanımeter ile Poseidon'u. Tapınak gi dım yeniden. Dilerim Akdeniz'in derek ünlendi. Kâhinler yerleşti ışığı gözlerinizi kamaştırsın. Modelin minyatürü \stad, ziyaretçiye huzur ve uyum taşıyan bir Isveç kasabası. Belediyenin sağ ve soi partileri, yönetim ve muhalefet olarak her cuma bir araya geliyor ve yerel sorunlarmı tartışıp, çözüp ayrılıyorlar. tsveç modelinin çekici bir minyatürü Ystad. YAVUZ BAYDAR YSTAD Dört vagondan ibaret dizel tren, güveç renkli, iki katlı, küçük bir binarun yanında, madeni çığlıklar atarak duruyor. Malmö'de başlayan, Güney lsveç*in hafif engebeli, verimli topraklarında süren yaklaşık 50 kmîlik bir yolculuktan sonra, bugüne kadar hep görmeyi istediğim, nedense bir türlü fırsatını bulamadığım Ystad'a varmış dururndayım. Trenden inen 6 kişinin peşine takılıp istasyon binasına giriyorum önce Içerisi loş. Bir yanda, çatlak derili, yaşlı bir sedir var. Dipte, duvarda, sararmış, parmak izleri ile asınmış bir tren tarifesi. Gişe kapalı. Gelecek trenin kalkışına daha iki saat var. Alışılmışın tersine, istasyon binasının girişi Ystad kasabasına değil, şileplerin ve yolcu gemilerinin ağırbaşlı bir edayla beklediği limana bakıyor. Limanın istasyon binasının sol tarafına düşen bölümünden, Polonya'nın Swinoujcse kentine ve Danimarka'ya ait Bornholm Adası'na giden feribotlar kalkıyor. tsveç'in, çehresini türlü makyajlarla koruyabilmiş, pencerelenni tarihin derinliklerine acan sayılı kentlerinden biri Ystad. Ortaçağda bölgenin en önemli, en canlı yerleşim merkezi olan Ystad, geçen yüzyılın ortalanna kadar, ü1kenin kıtaya öncelikle ticari açıdan en işlek bağlantı noktası konumundaymış. Jagend etkileri taşıyan, bembeyaz, alımlı Continental du Sud Oteli, Ystad'ı Isveç"in dışına taşıran en tanınmış öğeler arasında yer almakta. İsveç, Danimarka ve Alman aristokrasisinin sayfıye serüvenlerine bir zamanlar mekânlık etmiş olan du Sud, bir süre kapalı kaldıktan sonra aynı işlevi bugün de sürdürüyor, ancak hizmet ettiği sınıfların beğenileri, yasama bakışı çok farklı: Kısa erimli, bayağı, sığ. Soylu mekânlarda kitsch konukların sayısı artmakta. Du Sud'u cepheden kesen caddeyi izlerseniz, çok geçmeden kasabanın tarihi alaruna ulaşıyorsunuz. Belediye binasının baktığı Stortorget, bugün (de) pazar yeri olarak kullanılıyor. Kırmızı, adeta eflatun suratlı, iri yanaklı, hantal yürüyüşlü Güney İsveç köylüleri, burada yine patates, lahana, şalgam, çilek vesaire satışım sürdürüyorlar. Tarihi alanda, daha kuzey enlemlerinin İsveç kentlerinde pek sık rastlayamayacağınız bir canlılık göze çarpıyor: Işte hanl harıl yerel politika sohbetine dalmış iki mütekait; işte, indirımli satışlardan bulduğu giysileri metheden, komşusuna da aynı mağazayı öneren yaşlı kadın, boğusan ilkokul çocukları, pipo tüttüren bir çiftçi, ellerinde çantaları, hararetle bir şeyler tartışan, banka memuru tipli, orta yaşlı üç adam.. Belediye binasının geçmişi, Napolyon'un Hansa kentlerini birer birer ele geçirdiği yıllara, 160170 yü öncesine kadar uzanıyor. Bina Lundgren Sarayı olarak anılmakta. Saraya adını veren Carl Martin Lundgren'in yaşamı, geçen yüzyıl başlarında parlayan tsveç ticaret burjuvazisine hem bir kesit açıyor hem de ülkenin bu yüzyılda zenginleşmede kullandığı yöntemlere bir parça ışjk tutuyor. Orta çaph ticaret filosuyla İngiltere ile kıta arasında 1810'larda bağlantı sağlayan Lundgren, Napolyon'un lngiltereAvrupa bağlantısını kesmesi üzerine, Ystad'ı bu ülkenin tek işler limanı olarak korumuş ve olağanüstü bir servetin sahibi olmuş. Durumu fark eden Napolyon'un "Ya bize İsveç olarak savas açacaksınız ya da tngilize!" tehdidi gelince, tngütere'ye danışıklı olarak kâğıt üzerinde savaş bile ilan edilmiş! Ticareti durdurmaya kalkan Napolyon olmuş, kimin umurunda! Yaklaşık 4000 kişiyi banndıran kent merkezi, işlevsellik tutkunu belediyecilerin yıkımından son anda kurtulmuş. Her şey, kent ortasında turuncu haşmetiyle yükselen ortacağ manastırı Greabrödra'nm (tsveç'in en eski iki manastınndan biri: 1267'de yapılmış) yıkılmak üzere belediyece satın almmasıyla başlamış. Ama kent sakinleri karşı çıkmıslar buna, kurduklan örgüt, yarı harap durum daki eski evleri de belediyenin satın alması ve onarması için baskı oluşturmuş. Belediyeciler razı olmuşlar sonunda ve Ystad'ın tarihi merkezi, kaldırım taşlarına vanncaya dek onarılıpkorunmuş. Kentte manastıı olarak kullarulmış bir iki küçük yapı, bugün banka ve sigorta şirketi tarafından işyeri olarak kullanılıyor. Ystad, ziyaretçiye huzur ve uyum taşıyan bir İsveç kasabası. Belediyenin sağ ve sol partileri, yönetim ve muhalefet olarak her cuma günü bir araya geliyor ve yerel sorunları karşılıklı anlayış içinde çözümlüyor. Ystad, İsveç modelinin çekici bir minyatürü. Ystad'dan Atina'dan Ermişin terlik sesleri STELYO BERBERAKİS ATİNA Yaz aylannın ateşli güneşi yerini ılık sonbahar günlerine bırakırken bile Atina'nın bitişiğindeki liman kenti Pire'den karşıdaki Egina Adası'na hâlâ çok gidip gelen var. Egina Adası fıstığıyla ünlü, ama tarihi ve dini özellikleri de var. Başkent Atina'nın bulunduğu çorak Attika Yanmadası'nın tam karşısındaki Egina Adası yeşillikler içinde. Pire Limanı'ndan kalkan Flying Dolphin'İCTİe 45 dakika, araba vapurlanyla 1.5 saat uzaklıktaki Egina Adası'nın iki limanı var. Biri Egina Limanı diğeri Aghia Marina Limanı. Atinalı ve Pireliler yaz aylanmn o dayanılmaz günlerinden bir an olsun kaçabilmek için hafta sonlarında Egina Adası'nı yeğliyorlar, ama sonbahar günlerinde de bu ada bir gezinti yeri gibi kullanılıyor. Taze balık, bol iyotlu temiz hava, billur gibi bir deniz, Atina ve Pire'nin yaz kış bitmek tükenmek bilmeyen kirli havasına bir "iksir" niteliğinde. Küçük geleneksel evler, restore edilen klasik mimarili binalar, yemyeşil fıstık ağaçları ve yüksek dağlarına tırmandıkça alabildiğine ormanlıklar Atina'daki rutin yaşamı unutturuyor insana... Sonbahar günlerinde bile alabildiğine yabancı turistlerle dolu olan Egina, dini çevrelerin takdir ettiği bir ada haline geldi son 27 yıldır. Çünkü bu adada Aziz Nektarios'un mezarı ve adına inşa edilmiş bir manastır var. Aslen tstanbullu olan Nektarios, İstanbul'daki papaz okulunu bitirdikten sonra Yunanistan'a, Kanada'ya gitmiş ve ilahiyat tahsilini sonuna dek sürdürmüştü. Daha sonraki yıllarda Egina Adası'na yerleşen peder Nektarios, 1950'Ii yıllarda ölmüş... Yaşadığı yıllarda insanlara yaptığı iyiliklerle ün salan Nektarios, bu iyiliklerini ölümünden sonra da sürdürmüş... Ada ahalisine sık sık görünerek yaralarına "merhem" süren Nektarios'un bu azizlikleri kilisenin kulağına kadar gitmiş. Kilise "gerekli araştırma ve incelemelerini" yaptıktan sonra peder Nektarios'u 1961 yılmda "Aziz" ilan etmiş. Egina Adası'nın iki liman kenti arasında kalan ormanlık bir bölge var. Bu bölgenin adı "Aghios Nektarios". Aghios Nektarios adlı bir manastır ve içinde bir mezar... Manastır, Yunanistan'daki tüm manastırlar gibi çok temiz, bakımh, sükunet içinde bir yer. Aziz'in ölene kadar kullandığı ev şimdi bir müze gibi ziyaretçilere açık. Evin içinde büyük bir kütüphane... Raflarında yüzlerce tngilizce, Fransızca, Yunanca dini kitaplar, ansiklopediler... Duvarlarda ikonlar... Azizin ölüm döşeği... Cenazesinden fotoğraflar ve diplomaları... Manastıra herkes girebiliyor. Kadınların ise mutlaka etek giymesi gerekiyor. Pantolonlu gelen kadın ziyaretçiye, pantoionunun üzerinden giyebileceği bir fistan veriliyor. Manastırın içinde aynca bir kilise. Bu kilisede ise ayin yapıldığı saatlerde "erkekler dışan" çıkanlıyor... Kilisenin içinde yüzlerce avize, adaklar, ikonlar, mumlar... Büyük bir insan kalabahğı her gün bu manastırı ziyaret ediyor. Manastırın tam orta yerinde koca bir çınar ağacı ve ağacın bitim yerinde bir lahit... Lahitin metrelerce dibinde Aziz Nektarios'un ııaa^ı... "Çok dindar" olanlar bu lahitin etrafında dolaşıyor ve soğuk ıjermer taşına "kulak veriyor..." Rivayete göre "içi temiz olanlar, Aziz Nektarios'un raezannda dolaşırken terlik seslerini dinlevebiliyor." Biz de kulak verdik, ancak kulağımıza hiçbir ses gelmedi... Aıihkis Nekıarios Manastırrnı arkamızda bırakıo Aghia Marina adlı küçük balıkçı köyüne yönelirken yolda. yine ormanlıklann arasında bir tapınak yükseliyor. Atina'daki Akropol'ün sanki bir minyatürü... Afea adı verilen bu tapınak, adanın en yüksek tepelerinden birinde inşa edilmiş... Egina Adası'nda bir hafta sonu, karşı yakadaki Atinalı ve Pireliler için yazkış bir "vaha" gibi görüiüyor. Egina Adası'ndan, feribotla Pire Limanı'na yaklaşırken o büyük şehirlere özgü bir sıcaıc esinti insanın yüzünü perde gibi sarıyor... Ve Atinalılar yine rutin hayata başlıyor... Tekstil ve Deri Makınaları uretimi, Mobılya sanayiı ve Turizm sektörlerinde faahyetgösteren bir İSVİÇRE HOLDINGINE, MUHASEBE MÜDÜRLERİ MUHASEBE ELEMANLARI alınacaktır. Adaylarda lisan bilgisi ve Computer deneyimi tercih sebebıdır. Adayların özgeçmişlerını bildirır meklup ve bir fotoğraflarını aşağıdakı adrese göndermelerı rica olunur. VE +Türkiye GRAF KARD GARNITURLERI SAN. ve TIC.A.S. Eski Londra Asfaltı Beşyol Sanayi Sıtesi SEFAKOY/ISTANBUL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear