Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER seçimine ışık tutmada, sesini duyurmada, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıllardır süregelen gelenek ve ilkelerine uyum göstermeleri, eskilerin deyimi iie "sem'i itibar" etmeleri, "hikmeti hükümet"in doğal bir gereği değil miydi? Sayın Özal bunu yapmamıştır. Yapmadığına göre bunun doyurucu gerekçesini kamuoyuna açıklaması hukuk devleti olmanın kaçınılmaz gereğidir. Şunu peşin olarak belirtmek isteriz ki, bu naciz satırları yazan eski bir asker olarak, kişisel gözlemlerimize göre, çoğu asker kökenlilerimiz gibi "sol"a oldukça kapalı, ama Aıaııirkçü özelliğe sahip ideolojik yapılan ile "iktidar benim" diye hoşgörü sınırlarını aşacak davranışlara girişmedikleri sürece "sağ" iktidarlar için pek de sorun yaratmayacağı benzer demokrasi anlayışları ile, ulusal savunma, kolektif güvenlik, NATO, TürkABD ilişkilerine dair askeri ve politik görüş ve yaklaşımları ile ve nihayet omuzlarındaki yıldız sayısı ve on üç harf ten oluşan ad ve soyadlanndaki garip benzerlikleri ile (Necdet Öztorun / Necip Torumtay) birbirlerinden "kıl payı farklı" olan, kuşkusuz standart üstü mesleksel formasyonlarına, seciyeli kişiliklerine karşı farksız takdir duyguları ile mütehalli olduğumuz bu iki eski silah arkadasımızm, Genelkurmay Başkanhğı görevine getirilmelerinde birini otekine tercih düşüncesi akhmızdan geçmeksizin bu satırları kaleme aldık. Ama elbette birinden biri tercih edilecekti, bu kaçınılmaz bir gerekti. Ne var ki, böyle bir tercih ve teklif yapılırken, önemle ve hassasiyetle dikkat nazanna alınacak öğeler, uyulması icabeden yöntemler, ilkeler de vardı. Bizim, bu mütevazı yazımızda, nesnel inceleme merceğinin altına koyup eleştirmek istediğimiz, bir bakıma onaylamadığımız, affedemediğimiz husus, Sayın Özal'ın ve hükümetinin, Amerika'yı sanki yeni baştan keşfetmeye kalkar gibi davranmalan, son derece ters, tehlikeli, bağışlanması zor bir hatalı yol ve yöntem izleyerek, kolay kolay onanlmayacak bir "hükümet etme" örneği ortaya koymuş olmalarıdır. muoyuna sesleniyor: "Bakanlar Kurulu Orgeneral Üruğ'un yerine Orgeneral Öztorun'un Genelkurmay Başkanı olmasını istemiyor!" (Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi'nin 30 Haziran 1987 sayısının sürmanşeti.) Yunanistan başkenti Atina'ya yaraşır bir haber ve Papandreu'nun başkanlığındaki PASOK iktidanna uygun düşen bir tasarruf... Oldu mu!.. Anayasanın izin verdiği bir tasarruf hakkı olduğu için hükümetin tercihine şapka çıkanrdık ama iki koşulun yerine getirilmesi kaydıyla: 1. Bu "takdir"in, sekter politik mülahazalara dayanmaması. 2. Uygulamada, devlet hiyerarşisinde büyük ağırhğı ve önemli yeri olan kişinin ya da kişilerin izzeti nefsini, prestijini zedelemeden, Silahlı Kuvvetlerin saygınlığını gölgelemeden, "competence" sınırlarına saygı duyarak, hiç değilse kişi ve kurum bakımından İngilizlerin "To save the appearances" dedikleri "zevahiri (görünüşü) kurtaracak" sağlıkh, serin kanh, ölçülü bir yöntem uygulanması. Bu koşullardan birincisinin ne denli yerine getirildiğini bilemiyoruz. Kamuoyunu inandırmak Sayın Özal'a düşer; ama ikinci koşulun yerine getirilmediği gün kadar açık. Arkasında, "komutanı hükümetçe azledilen, görevden ahnan" bir kara ordusu bırakmaktansa istifa etmeyi yeğleyecek onur sahibi bir asker olduğunu kanıtlayan Öztorun'a, acaba Sayın Başbakan, Genelkurmay Başkanhğı görevi için, sorumlu hükümet başkanı olarak, en azından, kendisinin ve hükümetinin görüşünü uygun bir dil ile anlatsa, 2 temmuzda Genelkurmay Başkanı nasbedilecek Öztorun, birbuçuk iki ay kadar Genelkurmay Başkanhğı yaptıktan sonra, ama herçebâdâbad 30 Afiustos 1987'den bir kaç gün önce kişisel, va da sağlık nedenleri ileri sürerek görevden affını istemek suretiyle emekliye aynlsa ve yerine Orgeneral Torumtay atansa idi kıyamet mi kopardı ve Özal hükümeti, anayasal takdir ve teklif hakkını kullanamamış aciz bir hükümet durumuna mı düşmüş olurdu? Tabii hiçbiri... Öyle görünüyor ki Sayın Özal, oldukça duygusal davranmış, Silahlı Kuvvetlere karşı, anayasadan kaynaklanan dramatik bir güç gösterisinde bulunarak ülkenin "kuvvetli adamı" imajını yaratmak istemiştir. Demokrasilerde "sivil yönetim üzerinde asker baskısını ortadan kaldırma, siyasal iktidarın demokratik anayasal hakkını kullanma" gerekçesi, "zevahiri kurtarmak" için ileri sürülen "gereksiz" bir gerekçeden başka bir şey değildir. Sivffleşmek, Demokratikleşmek Evet Ama. . . Genelkurmay Başkanlığı'na kimin getirileceğini "teklif etme" Bakanlar Kurulu'nun hakkıdır, yetkisindedir ve sorumluluğundadır. Bunun tereddüt edilecek, tartışılacak, yorumlanacak bir yönü yok. Deyim yerinde ise "hukuksal bir aksiyom"... Sağduyu sahibi, hele "demokrasi" sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir kimse buna karşı çıkamaz, Ama bu, madalyonun bir yönüdür. PENCERE Güncel Tarih... 23 TEMMUZ 1987 CELtL GÜRKAN Emekli General Konunun güncelliğini biraz yitirmesini, sıcaklığının azalmasını bekledim. Şimdi eski bir asker gözüyle rahatça yazabilirim artık. Hemen açıklayalım ki, bir nebze okur yazarhğınuz vardır ve okuduğumuzu da anlayacak bir idrak düzeyine erişmiş sade bir Türk vatandaşıyız. Demokrasinin, ama gerçek demokrasinin, aziz Türk ulusuna en çok yaraşan bir idare şekli olduğuna inanıyoruz. Bu itibarla, anayasamızın 117. maddesinin dördüncü bendindeki, "Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu'nun teklifı üzerine Cumhurbaşkanı'nca atanır" tümcesini okumada, anlamada ve de yorumlamada herhangi bir zorluğa düşmüş değiliz. Genelkurmay Başkanhğı'na kimin getirileceğini "teklif etme" Bakanlar Kurulu'nun hakkıdır, yetkisindedir ve sorumluluğundadır. Bunun tereddüt edilecek, tartışılacak, yorumlanacak bir yönü yok. Deyim yerinde ise "hukuksal bir aksiyom"... Sağduyu sahibi, hele "demokrasi" sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir kimse buna karşı çıkamaz. Ama bu, madalyonun bir yönüdür. Bir de öteki yönü var.. Sayın Özal, bu duyarlı ve önemli sorunla ilgili 29 haziran günkü demecinde aynen şöyle demiştir: "Bakanlar Kurulu, Orgeneral Uruğ'un yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Özlonın'un getirilmesini istememiştir. Konu Sayın Cumhurbaşkanı'na benim tarafımdan bildirilmiştir. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Sayın Necip Torumtay. Kara Kuvvetleri KomutanlığTna ve bilahare de Genelkurmay Başkanlığı'na getirilecektir. Hukümetin teklifi budur. Bu, hükümetin takdiridir!" Demek oluyor ki, başında Sayın Özal'ın bulunduğu Bakanlar Kurulu, Orgeneral Öztorun'a, Orgeneral Üruğ'dan sonra en kıdemli kuvvet komutanı olarak birçok kez vekâlet ettiği Genelkurmay Başkanhğı görevini, şu ya da bu nedenle "tevdi ve emanet etme"yi uygun görmemiş, tercihini bir başka orgeneral üzerinde belirtmiştir. Sayın Özal da, bu takdir ve tercih işinde doğal ve haklı olarak tasarrufun, kişisel bir tasarruf değil, 21 kişiden oluşan Bakanlar Kurulu tasarrufu olduğunu dikkatle, özenle ve ısrarla vurgulamak gereğini duymuştur. Şimdi bir an düşünelim: Sayın Cumhurbaşkanı, 2 temmuz günü, Orgeneral Üruğ'un ayrılışı nedeniyle düzenlenen törende bir konuşma yapmı^ ve aynen şöyle demiştir: "... Orgeneralliğe kadar yükselmiş, kuvvet komutanlığına kadar yükselmiş bir arkadaştmız karşısında ayrım yapmak o kadar zordur ki... Düşüniinüz, bine yakın bir sınıftan iki tane orgeneral... Binde iki.. O kadar seçilerek, böyle elenerek gelmiş. Şimdi bu iki arkadaş arasında elbette nitelikler bakımından birinin otekine iistün olduğu taraf var. Bunu da 22 ayar altın ile 24 ayar altın arasındaki farka benzetiyonım. Bunu biz fark edemeyiz; ama kuyumcu fark edebilir. Bu kadar zordur ve insan ölçüsü kadar da zor bir ölçü yoktur. Tartısı yoktur. Her insana göre değer başka türlüdür. Bunu biz Şura toplantılarındaki tekliflerde yakinen yaşadık... Yeni gelecek arkadaşlarımız da hakikaten çeşitli kademelerde hizmet vermiş, üstiin başan sağlamış arkadaşlarımızdır. Aynlan arkadaşlanmız da öyle. Aralannda kıl payı fark vardır..." Bunu, ömriînün en az 4550 yıhnı Silahlı Kuvvetler'de geçirmiş, asteğmenden kuvvet komutanı orgeneral, oramirale kadar binlerce subaya olumlu, olumsuz sicil vermiş, tercihler yapmış, tezkiyelerde bulunmuş seçkin ve deneyimli bir asker, bir Cumhurbaşkanı olarak söylüyor Sayın Evren... Ama gelin görün ki, vicdani sorumluluk bilincine sahip bir kişi olduğu için Sayın Evren'i bile ürküten bu "kıl payı fark"ı tefrik ve temyiz etme sorununu, içlerinden biri hariç, hepsi de askerlik dışında değişik mesleklerden gelmiş, nerede ise yedek subaylık anılannı bile çoktan unutmuş, Allah bilir içlerinde bir çoğu, Orgeneral Özıorun ve Torumtay ile iki çift laf etmemiş, kokteyller, törenler dışında ciddi bir konuda söyleşmemiş, el sıkışmamış 21 sayın bakan, başlarında Sayın Özal olduğu halde, aralannda "kıl payı fark" olan bu iki seçkin orgeneral arasında, mesleki niteliğin de büyük ağırlık taşıdığı bir seçim yapmak bakımından, birer "usta kuyumcu" hazakatiyle takdir haklannı kullanmışlardır ("Öztorun'u istemiyoruz!" ve öneride bulunmuşlar "Torumtay'ı seçtik!"). İki koşulun yerine getirilmesiyle... Askerlikteki oldukça geniş göziemlerimize ve mütevazı deneyimlerimize dayanarak ve inanarak söylüyoruz ki, o kutsal ocağm gelenekleri uyannca, Sayın Öztorun, üstlenmesine 23 gün kalmış Genelkurmay Başkanhğı makamının üniforma gereği olan sırma işlemeli apolet takılı yeni elbisesini bile hazırlatmıştı büyük olasılıkla. Türk Silahlı Kuvvetleri, en küçük erinden en üst düzey komutanına kadar yeni komutanlarının buna Başkomutanlannın da diyebilirsiniz kim olacağmı biliyor ve onu selamlamaya hazırlanıyordu. Son yıllarda bazı kişi ve çevrelerin, mutlak demokrasi aşkından olacak, ardı arası kesilmez retoriklerinin etkisi ile ordu aleyhinde yaratılmak istenen olumsuz imajlara karşın, ezici çoğunluğu ile ordusuna bağlı. güvenir, takdirkâr ve kadirbilir Türk kamuoyu, bu şerefli ocağın geleneklerine uyularak, 2 temmuzda kimin Aslanlı Kapı'dan girip Genelkurmay Başkanhğı koltuğuna oıuracağını biliyor ve böyle bir nöbet değişimine en ufak itiraz, olumsuz tepki göstermiyordu. İnanıyordu ki, ordunun iç sorunu olan bu değişiklik, anayasa çerçevesinde demokrasimizi zayıflatmayan, tersine. güçlendiren bir hava içinde yapılacaktı. Hal böyle iken, ANAP iktidarı, durmuş oturmuş istikrarlı iktidarlarda kolay kolay rastlanmayan bir "sürpriz" kararla adeta bir bomba patlatıyor ve Başbakan'ın ağzından Türk ve dünya ka Sonuç Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bin bir emek ve özverisi ile yetiştirilmiş seçkin bir askere gözyaşı döktürerek, o şerefli ocağın gelenek ve göreneklerini yok sayarak ve dolayısıyla evrensel prestijini yaralayarak hiçbir yere vanlamaz. Şayet Özal hükümeti, bazı yazar ve düşün adamlarımızın, basın organlannın savunur göründükleri Batı demokrasilerinin gözünde "Türkiye'de gerçek anlamda, bütün adap ve erkânı ile, kuralları ile işleyen bir demokrasi ve sivil yönetim vardır!" imajını yaratmak "anayasanın hükümete verdiği takdir yetkisini pekâlâ kullanabileceğini kanıtlamak" istiyor idiyse ve nihayet bunda da samimi ise, bunun yolu, mahzâ "iktidarız!" diye Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde mübalatsız tasarruflarda bulunmaktan geçmez. Nereden geçer diye mi soruyorsunuz? Sayılamayacak o kadar çok yolu var ki... Hukuk devleti olmanın gereği Sorunu, T.C. Devleti'nin Genelkurmay Başkanhğı bağlamında ele aldığımızda, Başbakan Sayın Özal'ın ve kabinesinin, münhasıran siyasal (politik) düşünceler, hesaplar ve öğeler dışında, mesleki açıdan isabetli bir takdir ve tercih süzgecinden geçiremeyecekleri gün gibi açık olan böyle bir seçme işini, "madem ki demokratik rejim içinde yaşıyoruz ve anayasa da teklif hakkını hükümete vermiştir, öyle ise mutlak takdir ve tercih hakkımızı biz kullanırız!" gibilerden vâhi saplantılara kapılmayıp, başkomutanını, en azından mesleksel (profesyonel) nitelikleri açısından seçmede ya da EVET/HAYIR OKTAY AKBAL VEEAT İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Kürsüsü Ordinaryüs Profesörü, eski istanbul Vali ve Belediye Başkanı, Büyükelçi, İstanbul Milletvekili, İmar İskân ve Sağlık Bakanı, Profesör Fahrettin Kerim Gökay Vakfı kurucusu ve başkanı Basının Özgürlük Savaşımı... Türkiye Gazeteciler Sendikası. "Bu dönemde ve ülkenin özellik taşıyan ekonomik ve sosyal gelişim süreci içinde Basın Konseyi'nde yer almamak kararındayız" diyor. Basın ozgürlüğüne kavuştuğumuzdan bu yana seksen yıl geçmış, ama biz bir türlü çağdaş toplumlara yakışan gerçek bir özgürlüğe; yazma, yaratma. haber alıp verme, eleştiri yapabilme ozgürlüğüne ulaşabilmiş değiliz. Yarın 24 temmuz... Basın bayramı saydığımız gün... 1908 devriminden sonra basına özgürlük tanındı, ama bu özgürlük yasalar çerçevesinde' bir özgürlüktü O gün bugün böyle bir özgürlük içinde yaşıyoruz. Nasıl bir özgürlükse!.. Size bir şey söylesem, ben otuz yıldır hemen her gün yazarım, hiçbir zaman tam anlamıyla. örneğin Batılı bir gazete yazarının duyduğu, anladığı, uygutadığı kadar bir özgürlük duymadım Böyle bir güzel duyguyu yaşamadım. Her zaman "Şu sözcüğü kullansam mı, yoksa başka bir sözcük mü bulsam, falan kişiye dokunsam mı. şu konuyu gündeme getirsem mi?" diye kendi kendime düşünmüşümdür Türk gazetecisi, yazarı, önce kendisine hesap vermek zorundadır, önce kendini denetlemek... Yani içsansür!.. En güçlü. en acımasız sansür de budur. Kişi dayanamaz düşüncesini apaçık yazar. ama derken aklını başına toplar. yazdıklannı yeniden derler toparlar... İkinci Meşrutiyet'ten önce sansür vardı. Gazetenin yazıları, haberleri sütun sütun sansürcülere gönderilir. onlar okur, orasını burasını çizerlerdi. Yasak sözcükler vardı, "burun, yıldız. Murat" gibi, "tahtakurusu" bile yasaktı, tahtı kurusun anlaşılır diye!.. Sansür kötü bir şeydi elbet. ama hiç değilse yazarlann başı derde girmiyordu! Sansürcüler sakıncalı bulduklan bölümleri yayımlatmadıkları için kimse mahkemelere götürülmüyor; tutuklanmıyordu yazdıkları yüzünden... Sansürcülük kalktı, ama bu kez yazarlar savcılıkların denetimıne girdiler. Savcılıklar yayımlanmış yazılarda suç arayıp buluyor yazarları, sorumlulan adalet önünde hesap vermeye çağırıyorlardı bu kez... Sansürün kalkması iyi mi olmuştu. yoksa kötü mü, karar sizin! Ben 24 Temmuz Basın Bayramı'nın her kutlanışında bunu düşünürüm. Gerçek bir basın özgürlüğünün özlemini duyarım. Anayasa ve yasalar çizgisinde yazdığımız nice yazıdan ötürü suçlanmışızdır, hatta bu yüzden hapislere girenler pek çoktur. Basın özgürlüğü vardır, ama değişen ikttdarların çıkardıkları basın yasalan bu özgürlüğü çeşitli yollardan önlemeyi başarır. Hele sıkıyönetim dönemlerinde ki ülkemizde sık sık yaşanan bir olaydır sıkıyönetim sözü edilen basın özgürlüğü büsbütün ortadan kalkar. Kendi özsansürümüz, gazete sorumlularının sansürü, savcıların sansürü yetmezmiş gibi, bir de Basın Konseyi kurarak meslek arkadaşlarımızla bir çeşit sansür kurmak isteyenler de var. Bu arkadaşlar arasında içtenlikli olanların düşüncelerine saygı duyuyorum. Ama böyle bir konseyin gereğine, yararına inanmıyorum. 1960'tan sonra da Basın Ahlak Yasası hazırlanmış, bunu uygulayacak Basın Şeref Divanı kurulmuştu. Ne var ki bu divanda çoğunluğu sağlayanlar kendileri gibi düşünmeyenleri kınamaya, böylelerinin haklı başvurularını geri çevirmeye başlamıştı. Burhan Arpad'ın karşılaştığı tatsız bir durumu anımsıyorum. Belki bir gün kendisi yazar bunu... Basın Konseyi'nin baş savunucularından değerli arkadaşım Oktay Ekşi'ye göre, bu kurul basın özgürlüğünü kısıtlamaya teşebbüs edenleri veya edecek olanları caydıracaktır. Basın ozgürlüğüne yönelecek bir tehdit doğduğu zaman Basın Konseyi Yüksek Kurulu derhal harekete geçecektir... Öte yandan, Nail Güreli, Ahmet Abakay gibi gazeteciler böyle bir konseyin gereksizliğini savunuyorlar. Güreli'ye göre yapılması gereken, "basın özgürlüğünü gerçekleştirmek için ödünsüz. gözüpek bir savaşım vermektir Özgürlüğe kavuşmadan yapılacak özgürlük uzlaşmaları o özgürlüğü hiçbir zaman sağlayamaz." 24 Temmuz Basın Bayramı'nı gerçek basın ozgürlüğüne tam anlamıyla kavuşamamış biı ortamda kutluyoruz. Sıkıyönetim kalkmış tır, ama olağanüstü durum sürmektedir. DGM savcıları gazeteleri suç aramak için didik didik etmektedir. iktidar partisi de demokrasiyi savunan basına ise hiç de iyi gözle bakmarnaktadır. Kâğıda yapılan sürekli zamlar. açılan davalar, soruşturmalar, tepemizde sallanan Demokles kılıçlarıdır. Bir de kendi kendimızi denetleyecek konsey mi kuralım? Doğrusu ben her türlü konseye karşı olduğum gibi, Basın Konseyi'ni de yapay ve gereksiz buluyorum. Batısıyla Dogusuyla dünya, kaygılı gözlerini Basra'ya çevirmiş, bektiyor. Amerikan bayrağı çekmiş Kuveyt tankerleri Hürmüz Boğazı'nı geçerek Körfez'e girdiğinde Tahran ne yapacak? iran, Amerikan bandıralı tankerleri vurursa ne olacak? Dünyayı alevlere boğacak dinamitin fitilini yakmak için ilk kibriti kim çakacak? iranlrak savaşı birdenbire denetlenemez boyutlara ulaşıp Türkiye'yi de içine alabilir mi? Uzmanlar Basra Körfezi çevresinde düğümlenmiş çıkariarın karmaşık hesabında ayrıntılı yorumlar yapıyorlar. 21. yüzy> la yaklaşan dünyamızda "tarih baba"öa çağdaşlaştı; artık televizyona çıkıyor; gorürrtü veriyor; ekranlara yansıyor; boyunu, posunu, sakalını, bıyığını renkli kameralarm değişik açılannda izleyebiliyoruz. Gazeteler artık "günlük" olmaktan çıkmak zorundadır. Televizyon öylesine gelişii ve iletişım öylesine gorselleşti ki, yazılı basına geçmişle geleceğı bütünlesiirip yoğurduktan sonra günü gününe tarih yazrnak gibi bir işlev düşüyor. • Artık pek kullanılmayan tanımıyla "kapitalizmin Bmperyalizmr Basra Körfezi çevresinde tarihin gelişimini dondurmak inadındadır. Çöllerin kumları üzerine emperyallzmin bastonuyla küçük küçük devtetlerin sınırlarını çizeceksin. Her devletin başına bir kukla kral, bir sultan, bir emir, bir şeyh oturtacaksın. 14 yuzyıl önceki ortaçağ düzenini sürdürmek için çabalayan surtan ya da şeyh, Batının hizmetindedir. Saatler iştemryor mu Basra Körfezi çevresinde? Takvim yapraklan düşmüyor mu? Kımıltsız bir bataklığa benzeyen Körfez'i dalgalandıran yalnız tankerier midır? Tarih öncesinde yasamış ağır ve büyük yaratıklara benzeyen tankerlerin birisi gidip birisi geliyor sularda... Geri kalmış insanlann üzerinde yaşadıkları çöllerin dibinden çekilmiş yaglı kara petrol Batı Avrupa'ya, Amerika'ya, Japonya'ya taşınacak; refahın, bilimin, teknotojinin yarattığı lüks duzenlerde uygariığın itici gücüne dönüşecek... Ve petrol suttanlan, şeyhleri, emirleri, görkemli saraylannda emperyalizmin gözetim ve denetimi altında saltanatlarını sürdürecekler; çok zoriandıklan zaman, uluslararası kapitalizmin bankalarına Amerikan Doiarı istif etmek için gidip geten petrol tankerierine elli bir yıldızlı bayrağı çekecekler... * Ortadoğu'da, İranlrak savaşı olsun, Lübnan iç savaşı olsun, din, mezhep, aşiret, milliyet çatışması olsun, bütün karmaşıklığıyla bolgeyi barut fıçısına döndüren olaytann kökeninde ABD'nin, Batı Avrupa'nın, Japonya'nın kapitalist sömürüsü itici güç niteligi taşımıyor mu? Biliyorum, boylesine bir açıklama Türkiye'de okumusyazmış çoğu kişiyi artık tedirgin ediyor. Evet, İran geridir, karanlıktır; Humeyni ölüm tellalıdır; Bağdat'ın yıkılması, Şii başkaldırmasının dalgalarını Akdeniz'e kadar yayacaktır. Peki, ya öteki cephe? Aklı başında bir insar azıcık tarih okumuş bir sağduyu sahibi, dünya haritasına göz atan bilinçli bir kişi, Ortadoğu'daki karanlığın yalnız iran'dan kaynaklandığını savunabilir mi? Sultanlarıyla, şeyhleriyle, emirieriyte Arap Yarımadası'nın siyasal haritasına oturtulmuş ortaçağ düzenlerini, Amerikan kap'rtalizminin emperyalizmi ne kadar desteklerse desteklesin bu dünyanın yıkılması kaçımlmazdır. Ama bu ortaçağ düzenlerinin yıkılmaması için direnen Batı, bir dünya savaşım bile goze alabiliyorsa, yazık uygartığımıza... • Çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye'de de basının dış kaynağı yüzde 99 Amerikan ajanslarının tekeli altındadır. Ne yazık ki Ortadoğu'da bile bu oranı değiştirecek bir haber akışınt sağlayamadık. Bununla birlikte tarihi bütün güncelliğiyle yaşadığımızı da unutmayalım. Tarih bize geri düzenlerin yıkılmaya mahkum olduklannı ve insanlığın gelişmesiyle uygariığın yayılmasında bir başka kural bulunmadığını açık seçik Öğretmiştir. Ortadoğu'ya biraz da bu gözle bakabilirsek, Amerikan petrol kumpanyalarının basınından biraz daha ileride yorum yapmak olanağına Türk olarak kavuşabiliriz. Ord. Prof. Dr. VEEAT ve BAŞSAĞUĞI Cemiyetimiz fahri üyesi, Basın^Şeref Kartı sahibi Ord. Prof. Dr. FAHRETTİN KERİM GÖKAY 22 Temmuz 1987 tarihinde hakkın rahmetine kavuşmuştur. Merhumun cenazesi 24 temmuz cuma günü Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra Göztepe Sahrayı Cedit'te aile mezarlığına defnedilecektir. FAHRETTİN KERİM GÖKAY 22 Temmuz 1987 çarşamba günü vefat etmiştir. Vefatı büyük üzüntü ile karşılanan Ord. Prof. Dr. Gökay'a Tanndan rahmet, ailesine, yakanlanna ve üyelerimize başsağhgı dileriz. GAZETECİLER CEMİYETİ İstanbul Vali ve Belediye Başkanlanndan Ord. Prof. Dr. AİLESİ KASETLERI DINLEDINIZ MI? • Fikret Kızılok Bülent Ortacgil FAHRETTIN KERİM GÖKAyın vefatını teessürle öğrenmiş bulunuyoruz. Kederli ailesine ve tüm tstanbullulara taziyetlerimizi ve başsağlığı dileklerimizi sunar, merhuma Tanndan rahmet dileriz. BAŞSAĞLIĞI İstanbul Vali.ve Belediye Reisi olarak; îstanbul şehrine ve İstanbullulara yaptığı hizmetlerle sembolleşen mümtaz şahsiyet, değerli bilim ve devlet adamı muhterem hocamız: İSTANBUL VALİLİĞİ Işçi sınıfının yiğit önderi "PENCERE ÖNÜ ÇİÇEGİ" • İsmail Demircioğlu KEMAL TÜRKLER'İ "ŞIRDAŞ TÜRKÜSÜ" YAPIM: Çek>rdek Sanatev DAĞITIM: Kaynak M J Z K Ord. Prof. Dr. Tıcaret ' Pıccatu'a' Tınaztepe Çarş>sı Nc 17 Bakirkoyıst Tel 570 09 69 DEVOILONS LES MYSTERES DU FRANÇAIS İsteme adresi: Yargı Kitap ve Yayınevi, Zafer Çarşısı No: 22 Yenişehir/ANKARA Tel: 133 51 27 ve 133 03 27 İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'nden almıs olduğum pasomu ve öğrenci kimliğirtıi yitirdim. Geçersızdir. KÜRŞAT GÜZEY NÜRJS hüviyet cüzdanımı ve sigorta kartımı kaybeltim. Hükümsüzdür. HAYDAR ŞALVARLIOCLU Sevim SÖNMEZ FAHRETTİN KERİM GÖKATın vefatını derin bir teessürle öğrenmiş bulunuyoruz. Şehircilik ve belediyecilik konularındaki çalışmalarıyla kendinden sonraki yönetici kuşaklara daima önderlik ve rehberlik eden değerli hocamıza Tanndan rahmet, kederli ailesine ve hemşerilerimize başsağlığı dileriz. G.O.PAŞALI GENÇLER ADINA NAZtF USLU 7. ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz. Işçi Sınıfımızın Sendikal önderi Genel Başkanımız ölümünün 7. yıhnda anısı mücadelemize ışık tutuyor T. MADENtŞ, BANKSEN, GENELİŞ, TÜMHAStŞ, ASTERtŞ, Y.HABERtŞ, TEKSTÜL SENDtKASI ÜYELERİ KEMAL TURKLER'in MUKADDER DOYMAZ (KABAŞ) ile tSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI YUSUF KABAŞ 22/7/1987 evlendiler. GÖNEN