Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19 NÎSAN 1987 CUMHURİYET/7 Roma'dan AvrupaVla 'Türkennot' Türkennot, Almanca bir sözciik. Acı, keder, elem ve Türk tehlikesini çağrıştırıyor. Dilleri hâlâ bu tehlikeyi anımsatan deyimlerle dolu olan ttalyanlar ise bugünlerde Roma'da açılan "Anadolu Uygarlıklan Sergisi" ile Türkiye'nin turistik yuzünü yeni yeni keşfediyorlar. NtLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Geçenlerde "Sosyalist Enternasyonal" toplantısını izleyen gazetecilere ayrılan basın salonunda, Başbakanlığın son demlerini yaşayan Bettino Crari ile karşılaştık. Yaptığımız görüşme sırasında, Italyan Başbakanı, Türkiye'nin AET üyeliğine ilişkin olarak yönelttiğimiz sorulardan birini yanıtlarken, "Türkiye, Fas gibi bir Avrupa ülkesi olmamakla birlikte, Avrupa ile sıkı bağlar kurmak durumunda kalmıs bir ülkedir. Biliyorsunuz Fas'ın da AET üyeliğine ilişkin birtakım niyetleri var." dedi. Bir başka deyişle, Craxi, Fas'ın bir AET ülkesine dönüşmek konusundaki niyetleri ne denli gerçekçiyse, Türkiye'ninki de o denli gerçekçidir demeye getiriyordu. Bu yanıt, özellikle bir Akdeniz ülkesinin Başbakanından geldiği düşünüldüğunde, hayli saşırtıcıydı. Ancak Türkiye'nin Italya'daki yaygın imajı göz önüne alındığında Craxi'nin sözlerini hiç yadırgamamak gerekiyordu. Nitekim hafta başında Türkiye'nin AETye tam üyelik başvurusunu geçen ajanslarda da müstakbel 13. üyeadayı tanıtılırken, sıralanan ilk özelliği, Türkiye'nin bir Islam ülkesi olması oldu. Türkiye'nin diğer Avrupa ülkelerinden çok geri olan ekonomisi ve demokrasisinin eksikliklerinden çok sonra söz edildi. Türkiye, İtalya gibi pek çok AET ülkesi için her şeyden önce bir lslam ülkesiydi ve Türkler hâlâ yüzyıllar boyunca Avrupa'nın Hıristiyan kültürünü tehdit eden bir halk olarak hatırlanıyorlardı. Italyanların Orta Avrupa ve Balkanlar üzerinde urmanlaşmış ünlü yazan Oaudio Magris, Avrupa'nın genelinde hep karşılaşılan bu yaklaşımı şöyle ozetliyor: "Almanca'da çok güzel bir sözciik vardır. Çevirisi güçtür. Bu sözcük hilalin yarattığı dehşeti en az bir biçimde tanımlar: "Türkennot"... Türkennot, acı, keder, elem, üzüntü, dert anlamma gelir Almanca'da. Ama aynı zamanda 'Türk tehlikesi' nüansını da içerir. Sözcüğün içinde 'not' ekinin getirdiği kaderci bir kabulleniş de vardır." Gerçekten de bugün hâlâ ttalya'da Türk olduğunuzu söyler söylemez, önce "yok canım", "aman Tannm" gibi hayret ifadeleriyle karşılaşabiliyorsunuz. Genellikle hemen arkadan Sicilyalılann son zamanlara dek ağızlarında dolaşan "Mamma gli Turcni" (Annee Türkler geliyor) şarkısı hatırlatüıyor. Tarih boyunca Türklerin, denizden gelen korsanlar ya da istilacılarla özdeşleştirildiğine dikkat çekiliyor. Fakat her ne kadar şu sırada AET üyeliği talep etmekle, "Türkennot" İtalya'yı ve diğer Avrupa ülkelerini etkisi altına almışsa da İtalya turizm sayesinde yavaş yavaş gerçek Türkiye'yi keşfediyor. Ay başında, Romanın kalbindeki, Rönesans mimarisinin en özgün örneklerinden biri olan "Plazzo Venezia"da açılan "Anadolu Uygarlıklan" sergisine gösterilen ilgj, turizmle gelişen bu duyarlılığın en somut örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. İçeriye girebilmek için kapıda uzun bir kuyruk oluşturan İtalyanlar, serginin girişinde merdivenler boyunca dizilmiş Türkiye'nin güney sahillerini sergileyen fotoğraflar karşışında birbirlerini dirsekliyorlar. Örneğin Afrodisias harabeleri ve Nemrut Dağı tepesindeki dev başlan görüntüleyen fotoğraflar karşışında çakılmış bir çift, araIarında "Söylüyorlardı da bu görkemi düşleyemezdim. Enfes şeyler bunlar. Gerçekten Tiirkiye*ye gitmemiz lazım" diye konuşuyorlar. Sergiye gösterilen ilgiye kültür sayfasının yarısmı ayıran "La Repubblica" gazetesi de "Göhiniişe bakılırsa gelecek yaz herkes Türkiye'ye gidecek" diyor. ABD'de bir Rizeli 1 8 yaşındaki Rizeli Ibrahim, bir Rum toptancının yanında paket taşıyor ve eski bir Mercedes'te yatıp kalkıyor. Bütün umudu bir Amerikalı bayanla naylon evlilik yapıp "green card" sahibi olmak. Ibrahim'in en bozulduğu şey ise, bir gece önce ydttığı kadınların ertesi günü onu tanımamasL "Bu, namus meselesi değil mi ağabey?" diye soruyor... HİKMET ÇETİNKAYA WASHINGTON Caddeler alabildiğine ışıklı ve hareketliydi. "George Town" yani "Corc'un kenti" çılgın bir cumartesi gecesini yaşıyordu. Amerikan gençliği kendine özgü giysiler içinde kızlı erkekli gruplar halinde bir bakıma "George Town"ın canına okuyorlardı. Caddelerin birbirleriyle dikdörtgen biçiminde kesiştiğı VVashington'a geleli henuz birkaç saat olmuştu. Türkiye ile VVashingıon arasındaki zaman farkına yenik duşmemek için önce otelde bir d'iş aldım, sonra da Beyaz Saray'ın önünde bir tur atıp George Town'a çıktım. Bol ışıklı caddede "Banana Republic" yazıb yapı dikkatimi çekti. Turkçesi "Muz Cumhuriyeti" olduğuna göre bu işin içinde Amerikan mizahı yatıyor olmalıydı. "George Town"ı çaprazlayan caddenin köşesinde duran "Banana Republic" kapalıydı. Ama ışıklan yanıyordu. Şöyle vitrinden içeriye baktım, "ne var ne yok" diye. Safarispor giysileri çoğunluklaydı. Spora özenti duyan kimi Amerikalılar için "işbilir" bir Amerikalı, Afrika'yı görmeden, tammadan giyinme olanağı veriyordu. Bu bir ünlu mağazalar zinciriydi. Alayiı bir espriyle Afrika'yı elestiren "Muz Cumhuriyeli" öğrendiğim kadarıyla tüm Amerika'da yaygın, saygılı ve pahalı butiklerden birisiydi, "Banana Republic"in tam önunde ise, bir beyaz kız ile bir zenci genç karanfil ve gul saiıyorlardı Diskotek ve barlardan sarmaş dolaş çıkan 1517 yaş arasındaki gençler ise ellerinde içki şişeleriyle yüksek sesle bağınp şakalaşıyorlardı. Karanfil vg gül satıcısı gençler bu olup bitenlere aldırış etmeden, yoldan geçenlere "Haydi çiçek alın" diye sesleniyorlardı. Çiçekçilere "Kaç para" diye sordum. Gül ve karanfılin tanesi 2 dolardı. Ama pazarlık yapabileceklerini söylüyorlardı. Başımı sallayıp "Bu karanfil ve gülleri kime vereceğim" dedim. Zenci genç, diskoteğin önündeki kızları gösterdi: Onlara vereceksiniz... Baksanıza! Erkek arkadaşlan yok. Bol ışıklı "George Town"ın bir başka özelliği ise pahalı deri, mobilya, kadın giyim eşyası satan magazaların yoğun oluşuydu. Elbet bir de bar ve diskoteklerın bulunuşu. "Garden Opel"e şöyle bir uğrayıp, barda bir süre oturduktan sonra İstanbullu Sahir Erozan'ın işlettigi Cafe Med"e gırdim. Orada da gençlerin çılgınca eğlencelerine tanık oldum. Koreli, İranlı, Rum, Ermeni, Yahudi ve Türk asıllı gençler, kızlı erkekli gruplar halinde, müziğin ritminde kendilerinden geçmiş dans ediyorlardı. Kızlar cömert, erkekler ise hoyratn. Otele döndüğümde saat geceyarısını çoktan geçmişti. Sabah erkenden uyandım. Bir kahvaltı yapıp otomobille VVashington'a 45 mil uzaklıkta 250 bin nufuslu Baltimore şehrine gittim. Baltimore 1950'li yılların "mavi yakalı", işçilerin, ABD'nin önemli ağır sanayi merkezi ve liman şehriydi. 1970'li yıllardaki ekonomik kriz BaJtimore'u da olumsuz yönde etkilemiş, çoğu fabrıkalar kapanmış. O yıllar 40 bin kişinin çalıştığı demir çelik tesislerinde bugun işçi sayısı üç bini biraz aşıyor. Kimya sanayi tesislerinden sadece birisi çalışıyor. Hâlâ ayakta kalabilen ise sadece "Domino" şeker fabrikası. Bu yüzden Baltimore iç turizme açılmış. Fabrikanın bir kıstnı eğlence merkezi olmuş. Liman kenti olması nedeniyle eğlence yerleri hayli bol. Taverna ve barları Rumlar işletiyor. 18 yaşındaki Rize'li Ibrahim Güneşdogdu'yu Baltimore1 de tanıdım. Beş ay önce iki arkadaşıyla Bora Işık gemisinden kaçmışlar. Gemi de bir süre sonra Atlatik Okyanusu'nda alabora olup batmış. Ibrahim, Amerika'da umut anyor. tş bulup çalışacak. Şimdilik bir Rum toptancının yanında paket taşıyor. Kazancı günlük bahşişlerden gelen 510 dolar. Yatıp kalktığı yer bir deponun içindeki bo/uk bir Mercedes otomobil. Bulunduğu yerde boyacılık, tamircilik yapan Türkler var. Birkaç kelime İngilizcesiyle kız arkadaş edinmiş kendisine Ibrahim. Eğer bir Amerikan vatandaşı kadınla "naylon evlilik" yaparsa işler yoluna girecek. Yani "Green Card"ı alacak. Amenka artık göçmen kabul etmiyor. Gelenler turist pasaponuyla giriş yapıyorlar. Eğer bir yakınlan varsa iş bulmaları sorun değil. Eğer yoksa durumları aynı tbrahim gibi oluyor. Bizim İbrahim gibi pek çok kişi tanıdım Washington ve çevresinde. Kaçak işçiler Rum, Ermeni, Yanudi ve Türklerin yanında çalışıyor çoğunlukla. Amerika'da 1 hazirana dek işverenin kaçak işçi çalıştırması suç değil. Ama Amerika'ya kaçak girmek suç. Cezası da ülkesine geri gönderilme. Ibrahim eğer bir olaya filan kanşmazsa yakalanma olasılığı az. Çünkü kaçak işçinin emegi sudan ucuz. Naylon nikâh olayı çok yaygın Amerika'da. Bizim Türkler bu işin uzmanı olmuşlar. Türkiye'de üniversite öğrenimini tamamlamış bir genç kızla tanıştım. Master için gelmiş. Bir Türk pizzacısının yanında kaçak olarak çalışıyor şimdı. Haftada da 100 dolar alıyor ve Turk pizzaasının evinde yatıp kalkıyor. Bir yıl önce Amerika'ya gelen genç kız, geçenlerde zenci bir erkekle naylon evlilik yapmış. Zenci, uç bin dolar karşıhğında kabul etmiş bu hayali evliliği. Bir süre sonra bizim genç kızımız Amerika'da "Green Card" alacak. Işte Rize'li Ibrahim de böyle bir hayal içinde. Kaç yaşında olursa olsun bir kadın anyor. Yaşı hiç önemli değil naylon nikâh yapacağı kadımn. Kendisinden 10 yaş da büyük olur, 40 yaş da. Yeter ki Ibrahim'le nikâh masa IVashington'dan ANADOLV'DANSEVGÎLERLE Anadolu Uygarhklan Sergisi fimdiRoma'daItatyanlanngözlerini Türkiye'ye çeviriyor. sına oturup formalite evliliği yapsın. Ibrahim beş aydır doğru dürüst yıkanmamış. Bir ara kızlara gösteriş yapayım derken bir Türk'un arabasını almış habersiz. Sonra da kaza yapmış. Ceremesi bin dolar tutmuş. Elbette parayı otomobilin sahibi ödemiş tamirciye. Ibrahim'in canını alacak defil ya. İbrahim'le bir süre beyzbol izledik. O konuştu ben dinledim. 18 yaşındaki bu Karadenizli delikanlı pespembe düşlerinin gerçekleşmesi için gelmiş Amerika'ya. Zengin olmak ve Türkiye'ye dönmek tüm amacı. Ama bu nasıl olacak, orası belli değil. Baltimore'de dört bin metrekarelik "Bob's Blabs'da Alman Alpleri'nden esinlenmiş bir eğlence yerinde yaşlan 60 ile 80 arasında değişen çiftİerin 1718 yaşlanndaki kızlı erkekli gruplarla aynı pisti paylaşıp dansetmeleri ise olayın bir başka yönü. 2 dolar vererek girdiğimiz bu eğlence merkezinde, önumüze sunulan bir surahi bira, karşımıza dikilen zenci kızın "Bugün sizin canınız sıkılıyor, gelin sin kırbaçlıystyım" deyip dansa kaldırmak istemesi ise yine bir başka olay. "Alley cat" (Sokak kedisi), chicken (tavuk) dansınm çılgmlığı içindeki 70'lik kadımn 18 yaşındaki delikanlıyla dudak dudağa opuşmesi; 70'lik bir ihtiyann 18 yaşındaki genç kızı bir başka delikanlının elinden kapıp polka yapması, bizler için, şaşırtıcı olabilir, ama Amerikalılar için hayır. Faris'ten üstünde AET aııketi Ne düşünüyorsunuz? Ülkenizi dört yıl önce gezdim. Çok güzel bir ülke ama ekonomisinin geriliği konusunda şüphelerim var. Açık konuşmak gerekirse, Avnıpa'ya yarar getireceğini sanmam. Getireceğinden fazlasını götürecektir. Mesleğiniz? Ticaret temsilcisi. Sağ eğilimli olduğunu söyleyen bir siyasal bilgiler öğrencisi bayan: Haberim var. Çok iyi bir dan bile haberim yok. Bankanm önünde köpeğiyle gezinen bekçi: İlgilendirmez. Oylama olsa karşı oy veririm. Yaşlı bir ev kadını: Evet haberim var. Ne kötü ne de iyi. Emekli pilot: Evet biliyorum. Duyduğum kadarıyla Yunanistan'la sonınlannız var. Yani Yunanistan'ın tutumuna bağlı. Bu yüzden bir şey diyemiyecegim. Genç bir Alman avukat (o da Avrupa'lı olduğuna göre): Bili SABETAY VAROL PARİS Bu guneşli havada metroya binmektense, teleks merkezine yaya yürümek daha zevkli olacak. "Hazır yürümüşken, yoldan geçenlere Türkiye'nin tam üyelik başvurusu hakkında düşüncelerini sorsam" diye geçirdim kafamdan. Psikologlar, utangaç insanlara tanımadıklarını yolda çevirip, sigara ya da para istemeyi bir terapi yöntemi olarak öneriyorlarmış. Ben de "Türkiye'nin tam başvunısundan haberiniz var mt?", "varsa fikriniz nedir?" diye sora sora yurür, hem sokaktaki insamn fikrini öğrenmiş, hem de ruh sağlığımı biraz korumuş olurum. Hergün gezdiğim kıyafetle dolaşsam, genç ve güzel hanımlar ustlerine doğru yürüyünce, laf atan biri sanabilirler, geri kalan nüfus ise "bir frangın yok mu?" diye dilenen biri ile karıştırabilirler diyerekten, Harris Tweed ceketime uygun turuncu renkli bir kravat takarak işe koyuldum. Gözümüze kestirdiğimiz, takım elbiseli, bond çantalı birinden başladık. Yanıt alamasaydık moralimiz bozulur, devam edemeyiz endisesiyle yanıt verebileceğini umduğumuz birine asılmıştık. Türkiye'nin başvurusundan haberiniz var rnı? Evet. Londra'dan Türk gibi Avrupalı RAGIP DURAN ~ LONDRA "Avnıpa üç temel anlayışın sentezidir. MuseviHıristiyan deger yargüan, Rönesanstao bu yana gelişen akılcılık ve insan haklan" Avrupa kurumlarını öğrenmek için kahldığım 10 aylık gazetecilik kursunda böyle demişlerdi. Merkez Paris'ti. O zamanki 10 üye ülkenin baskentlerinde inceleme ve temaslar yapmıştık. En içerlediğira şey, her yolculuk öncesinde. konsolosluk kapılarında uzun vize kuyruklannda zaman öldürmek, bir de sırur, gümrük denetimlerinde bizim AyYıldızlı pasaporta olan derin ve büyük ilgiydi. Kurstakilerin çoğu bu tür muameleden muaftı. Bense menfi bir imtiyaza sahiptim. Sbn olarak, Londra'da yapılan AET zirvesinde de, kendimi bu mecraya oldukça yabancı hissettiğımi hatırhyorum. Zaten yakalanmızdaki basın karüannnzda ülkelerimizin adı yazılıydı. Ve her gazeteci, sadece kendi ülkesinin liderinin basın loplantısuıa katılabiliyordu. Bîz, Yugoslav, birkaç da Arap gazeteciyle birlikte, kapı önlerinde bekleşip durmuştuk. Hazin. AET neyin kısaltıbnışıydı? Aman etrafta toplanmayın! (AET!) Prof. Bozer'in resmi başvuruyu yaptığı gün, lngiliz Dışişleri Bakanhğındaki tanıdığımı aradım: "Biliyorsunuz Roma Anlaşmasının 2, 3 ve 7. maddeieri uyannca başvuru komisyonuna havale edilir. Komisyon gerekli incelemeyi vapar ve göriis oluştnrur. Büabara Bakanlar Konseyi... Parlamento... Üye ülkelerin pariamentolan... vs... Bu soylediklerim en az bir yıl, belki daha uzun bir sare alabilir." Acaba nasıl Avrupalı olunur? Bu konuda bir rehber kitapçık yayımlansa nelere öncelık verilraeli? "Yeriere tükurmeyiı:<z. Çiçekleri koparmayıııız. Otobüste b«rbirinizi itmeyiniz. Hanımlara sarkıntıuV »1meyiniz. Çocugunuzu, kannm dövmeyiniz. Azıulıklara hak lanıyınız. Tutuklu ve mahkunüara lütfen işkence >apmayınız. Komşulannızla daiaşmayııuz. tfade hurriyeüne sınır geürmeyiniz. Uzmanı olmadıgınız konuda ileri geri konuşmayııuz. On yılda bir ihtilal yapmayınız. Çok renkli ve çoksesli olunuz." Tavsiyeleri sonsuzlaştırmak mümkün. Benim değil bu öneri. Ama günün birinde, bir yetkili çıkıp da böyle bir kitapçığın yayunlanmasını savunur ya da benzer içerikli bir nutuk atarsa şaşırmam. Merhaba Avrupalı vatandaş! Sağol! Zinciri içinde uygun adım öyle bir Avrupalı oluruz ki, cürale âlem şaşar kalır vallahi. Cihan, "Türk gibi Avrupalı" deyişiyle saraya tutulur billahi. Şimdi ciddi konuşalım: "AETye girersek demokrasimiz güçlenir" yaklaşımı demokrasiyi dış kökenli gösterir. Ve tasıma suyla dönmez demokrasi. 'Onlar ortak, biz pazar' şian ise iki cepheden de yanlış! Bir kere onlar sanıldığı gibi ortak filan değil Evropa, şu 30 yıldır, 'de jure' ve 'de facto' mevcuttur da, şahsen ben, siyasi, ekonomik, kültürel, ruhi ve hatta seksi duzlemlerde özgün bir Avrupa kimliğini ne duydum ne de gördüm. AET mülayim bir birlik. Geleceği o kadar emin değil. Bizim 'pazar' halimiz ise tartışmalı. Bizimkilerde, huyunu suyunu bilmeden, fabrikatör kızına gönül yakan tamirci çırağı haleti ruhiyesi var biraz. Mava gttneşii. Metroya yüruyerek gitmeli> yürurken de miiiete sormalı: 'Türkiye'nin AET başvurusu için ne dersiniz?' Hem insanlann fikirterini öğrenmiş olurum hem de ruh sağlığımı biraz korumuş olurum. Çünkü pâkologlar utangaç insanlara, tantmadıklannı yolda çevirip agara ya da para istemelerini, bir terapi yöntemi olarak öneriyoriar. fikir. Hem çeşitlilik katacak hem de Avrupa'nın ticaretini geliştirecek. Grafik sanatları öğrencisi bir bayan: Haberim yoktu. Ancak ekonomi açısından ilginç olabilir. Neden olmasın? Taksi zenaatkârı (yani taksi şoförü): Haberim yoktu. Hayır demem.. Emekli ressam: Duymadım ama karşı da çıkmam. Çiçekçi: Okumam yazmam yok. Ben ormanlık bölgeden geliyonım. (büyük olasılıkla çingene) Türkiye'nin neresi olduğunyorum. O.K.'dir. Çunku Türkiye Avmpah'dır. Bir inşaat şirketinin mali sorumlusu: Türkiye'nin ekonomik durumu böylesi bir biiliinleşmeyi gerçekçi kılmaktan uzak. Ancak olaya kültürel açıdan yaklaşmıyorurn. Avrupa kendi içine kapanarak bir kıta olarak kalmamalıdır. Ben, ailesi Kuzey Afrika'dan gelen bir Fransız olarak, tarihi bağlanmız daha kuvvetli olan Fas, Cezayir gibi ulkelerin öncelikle ahnmasını şeglerim. Ama Türkiye'nin gelişme yönündeki siyasal iradesini göster Stuttgart'tan Rüzgârm dünyası AHMET ARPAD STUTTGART Karanlıklar aydınlanıyor. Yüksek duvarlar ortaya çıkıyor. Kuleler, burçlar, mazgallar, taş yığınlan. Heybetli ve ürpertici. Uzaklardan davul sesi. Bir bağırtı. Uzun uzun. Karanlığın içinden iki insan çıkıp geliyor. Bir haberleri var. Ağır ağır yürüyorlar. Suratlan bir tuhaf. Zayıf olanı bağınyor. Diğeri davuluna vuruyor. Bütün gücüyle. Sonra taş kapının karanIığında yine uzaklaşıyorlar. Sesleri duvarlarda, taş yığınlannda yansıyor. Her yer karanlığa bürünüyor. Bir başka köşe hemen aydınlanı,/or. Birkaç insan evlerinden dı:.arı fırlamış. Yüksek sesle ve heyecanla bir şeyler söylüyorlar. Duydukları haber onları ürkütmüş gibi. Bu insanlann da suratı bir tuhaf. Renksiz de. Dar sokaklarda koşuşuyorlar. Ardından büyük bir gürültü duyuluyor. Taşlar yuvarlanıyor. Yer yerinden oynuyor. Sanki deprem var. Yüksek duvarlar yerle bir oluyor. Toplanmış insanlar bağnşıyor. Her yer karanlığa bürünüyor. Çığhklar atarak kaçışıyorlar. Kuklalar. Stuttgart'ta düzenjenen 1987 kukla tiyatroları şenliğine bu yıl bir çok ülke katıldı. Avustralya'dan Birleşik Amerika'ya çeşitli topluluklar değişik masal ve efsaneler sundu. Hepsi de büyüklere. Birbirinden güzel, kukla tiyatrosu sanatırun doruğuna ulaşmış oyunlar. Kukla tiyatrosunda geleceğin başladığı seziliyordu. Oyunlardan en çok ilgi çekeni ve beğenileni, Fransız "Theatrede l'OHfant" topluluğunun sunduğu "Shahantar" adlı düşler efsanesi oldu. 3000 yıllık Shahantar çöl ortasında bir kuzey Afrika kenti. Surlar, kuleler, yüksek duvarlar içinde. Burda yaşayan insanlar dışardaki dünyadan ürküyor. "Rüzgârın dünyası" onlar için korkutucu. mesi bakımından olumlu bir jest. Fakat çok çok uzun bir vadede belki gerçekieşebilir. Doktor doktor dolaşıp, ilaç tanıtan bir genç kadın: Mutlak biçimde karşı değilim. Ama rejiminin >apısı yüzünden bu aşamada kabul edilmemeli. Demokrasiyi ilerletecekse belki faydası olur. Göğsünde kocaman bir haç taşıyan ikinci bir Alman turist: Münihliyim ve Türkiye'nin ekonomik düzeyi çok geri. Karşıt göriişlerinden ötürii insanlann hapse atılmaana tahammül edemhorum. Dinsel ncdenlerle kesinlikle karşı değilim. MUnih'te birçok Türk komşumuz var. Paris'in en zengin mahallelerinden olan 7. bölgenin tipik tutucu ailelerinden birinden gelme iki genç kızı, ayakkabıcı dükkânının önünde sorguladık. "Hiç ama hiç haberimiz yok" "Peki ben söyleyince ne etki yaptı?" "hiç, hiç..." Orta yaşh bir tüccar: Türkiye kendi çıkarlarına uygun bulduğu için başvurdu. Bir e\lilikte iki tarafın da kendi hesabını iyi yapması şart. Avrupa'nın bu işten çıkan var mı, yok mu buna yanıt verme durumunda değilim. Yoksa onlar da sizin bizim gibi insan. Irk ya da kültür aynlığı gütmüyorum. Genç bir hukukçu: Haberin doğru olduğuna inanmıyorum. Yani gerçekliğine inanmıyorum. Dolayısıyla vereceğim yanıt da "boş" bir yanıt olacak Önemli bir postanenin müdürü: Sağcı da solcu da değilim, çünkü aralannda büyük fark kalmadı. Haberim var, bence olumlu. Avrupa giderek büyuyen bir birim olmalı. Ekonomik çıkarlarımıza da uygundur. Genç ve çok güzel bir sekreter bayan: Hayır haberim yok. Ama ilke olarak karşı çıkmam. (acelesi olmadığı her halinden belli olduğundan aynı şahsa ikinci bir soru soruyoruz) Geri kalmış. siyasal problemleri olan Müslüman bir ülkenin Avnıpa'ya gelmesini arzulamam diye bir düşünceye sahip değilsiniz o halde? AET'ye katılmakla sorunları çözülecekse daha da iyi... tşte tüm bu anlattıklanm Rize'li Ibrahim'in pespembe düş dünyasında çeşitli çağnşımlar uyandınyor. Ibrahim günde 78, bilemediniz 10 dolar bahşiş ahyor ama her gece barlarda 34 dolar harcayıp, Amerikalı bir fıstığı o beş aylık yanm yamalak ingilizcesiyle ayartabiliyor. tbrahim'i şaşırtan. kafasım allak bullak eden olay ise, bir gece önce beraber yattığı kadımn onu lanımaması. Bu yüzden çok canı sıkılıyor Ibrahim'in. Öyle canı sıkılıyor ki, "Bu, namus meselesi degil mi agabey ?" diye sorabiliyor üstelik. tbrahim, Amerika'da, ama hiç farkında olmadan Rize'de yaşıyor. Ama bunlan anlatmak çok zor lbrahim'e. Düşle gerçeği bir nakış gibi işlesek kafasına. Bunu ona anlatmak ve o duşsel dunyasından onu uyandırmak o kadar güç ki. ZürihHen Mevsimtik askerler T>OĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH Otelden çıknğjnızda, yollarda, duraklarda, özellikle istasyonlarda grihaki üniformalı, kepli, sırtmda veya bir elinde çantası, diğerinde otomatik tüfeği ile lsviçre ordusundan birine her zaman rastlarsmız. Bir yerden gelir, bir yere giderler. Devamlı devinim içindedirler ve ordudaki görevleri 20 yaşmda başlar, 50 yaşında biter. Herhangi bir özürü nedeniyle sivil savunmaya ayrılanlar ise 60 yaşında. 600 binlik bu aktif ordu, nüfusuna ve metrekareye düşen asker sayısma göre dünyada ön sıraîarda yer alıyor. 2030 yaşlarındakiler her yıl 3 hafta süresince karşüastığınız kılıkla bir yere gider ve otomatik tüfeği, 24 mermisiyle, gelecek yıl katıiacağı yeri bilere^döner. Giysileri ve savaş gücü hep yanında, evdedir. 3040 yaşına geldiğinde ise her iki yılda 2 hafta birliğinde olur. 4050 arasında salt 2 kez 1 haftahğma çağnlu. tşte bütün bunlar, bir Isviçreli erkeğin 180 günlük temel eğitimden sonraki yaşamında yer alan, kaçmamayacağı bir olaydır. lsteyen bu temel eğitimden sonra yine kurslarla astsubay, hatta subay olabilir. Bizim deyimimizle "muvazzaf subay'ları yok. Salt sistemi 'idare eden*, 600700 dolayında asker omuzlarmda yıldu taşıyor. Yani aylıkları devlet tarafından ödenen yalnızca onlar. Diğerlerinin ödenekleri kesintisiz iş\erence karşılanır, o da vergiden düşer. 4 ordusunun (3'üncüsü dağ birliği), hava kuvvetleri ve hava savunmasından kurulu savaş gücünün en büyük subayı TUbay' rütbesinde. Sadtece kriz dönemlerinde, hükümetçe atanan bir 'geueral' komutayı ele alıyor. Bunun yanında silah endüstrisini de işe katmak gerek. Hatta en iyi müşterilerinden biri de, Isviçre'den dışahmda bulunan silahh kuvvetlerimiz. Ama yıllık araştırma, deneme ve geliştirme için harcadıkları 155 mılyon frank (1 frank yaklaşık 425 TL) göz önüne alınırsa başka ahcüarın da olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ve siz, yüzyılm üzerindeki tarafsızhk bayrağım en önde taşjyan bu ülkede dolaşırken, grihaki ünifonnah. kepli, sırtmda veya bir elinde çantası. diğerinde otomatik tüfeği ile tsviçre ordusundan buine her zaman rastlarsmız. Diğer ulkelerin tuzukurulan acaba bu nedenle mi normal veya eğri yoldan kazandıkian paralannı buranın bankalanna yatuırlar?.. Oxford'dan Suç Ingilizlerî teslinı aldı Shahantar oyunundan bir görimtm "Efsaneier arasmdaT Kötülükler ve bilinmezlerle dolu. Hiç durmadan daha çok sur, daha yıiksek duvarlar yapıyorlar. Kent dışına çıkmıyorlar. Yüzyıllar boyu kendi dünyalarında yaşıyorlar. 3000 yılın bitiminde, en son duvarm yapıldığı gün Shahantar'ın tılsımı kristal yuvarlak birden ortadan kayboluyor. Kenti rüzgârlar tehdit ediyor. Surlar ve kuleler yıkılıyor. İnsanlar ne yapacağını bilmiyor. Korkusuz Hanzo ile kızkardeşi Ayla kristal ^varlağın peşine duşüyor. Kentin derinlikleri karanlık. Nereye gitmeliler? Issız ve korkutucu yollarda bir ara birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Shahantar kentinin kat kat altındalar. Hanzo kulağma gelen seslerle irkiliyor. Kimler? Burada yaşayanlar mı var? Birden karşışında tuhaf insanlar. Baykuş suratlı, korkutucu, kambur, sallana sallana yürüyen kişiler. Yüzlerinde sanki maskeler. Hanzo'nun üzerine geliyorlar. En önde iri yarı biri. Kötü bakışlı. "Burası yeraltı!" diye kükrüyor. "Burası bizim dünyamız! Yabanaları yaşatmayız!" Hanzo'nun üzerine saldınyorlar. Uzaklardan birden Ayla1 nın sesi. Hanzo kaçıyor. Karanlıklarda. Kızkardeşinin sesine gidiyor. Ayla küçük bir çocuğun yanmda. Ağlayan bir şeyler mırıldanan çocuk beyaz giysili, beyaz yüzlü. O da korkutucu. Oyuncağını bulamıyor. Hep birlikte anyorlar. Buluyorlar. Bir taşın altında. Kristal yuvarlak! Rüzgârın uğultusu geliyor yukarlardan. Çocuk korkuyor. Ürkek kaçıyor. Hanzo ve Ayla peşinden. Daha aşağılara, daha derinlere iniyorlar. Mırıltılar, homurtular, konuşmalar, dualar. Borazan sesleri. Sütunlar, mermer sütunlar. Taş duvarlarda yazılar, resimler. 3000 yıl öncesinin Shahantar'ındalar. Kentin dibinde. Birden uzaklarda aydınhk! Bir ışık. Yürüyorlar. Koşuyorlar. Aydınlığa. Sevinçle. Umutla. Kurtuluş, ışığın geldiği yerde. Ve kendilerini Shahantar'ın dışmda buluyorlar. Güneşin aydınlattığı, mutlu insanlann yaşadığı bir dünyada. Kentin kapıları açıhyor. Shahantar'ın ürkek ve tnutsuz insanları barış dolu bu dünyaya çıkıyor. Yüzyıllar boyu korktukları rüzgârın dünyasına... Kuklalar. OSMAN BALCIGİL OXFORD İngilizler artık ceplerinde 10 pounttan fazla para taşımıyor... Geceleri sokağa çıkacak çocuklanna dikkatli olmalarını iki kez tembih ediyorlar... Sadece Londra'da her gün iki kadımn tecavüze uğradığını, bir yılda gerçekleşen cinayet olaylarının sayısının 233'e tırmandığım, yine bir yılda 20 bin civarında soygun yapıldığını öğrenip de bu duyarlıhğa hak vermemek mümkun mü? jşçi Partililer ile Muhafazakârlar'ın, parlamentoda olsun parlamento dışında olsun, temel tartışma konularından biri halini alan "suç oranında meydana gelen artış", Ingiltere'de artık sıradan vatandaşın da sözünü en çok ettiği birkaç konudan biri. Polis ve suç bilimciler bunun iki temel nedeni olduğu kanaatindeler: İşsizlik ve uyuşturucu kullammındaki artış. İşçi Partililer'e göre suçlunun adresi açık: Thatcher hükumeti. Muhafazakârlar tabii a>nı kanaatte değiller. Onlar, hukümetin hasta bir toplumla karşı karşıya olduğunu düşünüyorlar. Bu yıl açıklanan rakamlara göre, Jngiltere'de, tecavüz, şiddet ve soygun olaylarmdaki artış inanılmaz boyutlarda. Sözgelemi İşçi Partililer'in "Ingiltere'nin suç başkenti" diye tanunladıkları, ama polisin bu biçimde bir tanımlamayı hak etmediğini iddia ettiği Lonra'da, geçen yıl tecavüze uğrayan kadın sayısı 824. Kendi başına da yeterince dehşet verici olan bu rakamı, bir muhasebede bulunmak isteyen İngilizler otomatik olarak bir yıl öncesinin. rakamlanyla karşılaştınyor ve soğuk terler dökmeye başlıyorlar. Çünkü 1985'te, Londra'da tecavüze uğrayan kadın sayısı "sadece" 570. Bu rakam da, bir yıl gibi kısa bir sürede Londra'da tecavüze uğrayan kadın sayısının yüzde 45 oranında artmış olması demek. Şiddet olaylanna gelince; 1986'da tüm İngiltere'de meydana gelen şiddet olaylarının toplamı 20.308. Bu rakamın bir önceki yılla karşılaştırılması sonucu ortaya çıkansa yüzde 146 gibi yine akıllara seza bir oran. Şiddet olaylanna en çok maruz kalanların 1522 yaş arasındaki gençlerle, elden ayaktan duşmüş yaşlıların olması da işin cabası. Istatistiklere göre, şiddet olaylannda en çok kullamlan araç, bıçak. Bıçak taşımaksa, bugünün İngilteresi'nde vak'ai âdiyeden. Polise göre, bir insanın birini yaralamak istemedikçe Londra gibi bir yerde bıçak taşımasına gerek yok. Oysa bazı bölgelerde üstu aranan her gencin üzerinde en azından bıçak çıkıyor. Soygun da, genel olarak tngiltere'de olsun, özel olarak Lonra'da olsun, suç yekununun önemli kalemlerinden biri. Çoğunlukla gençlik çeteleri tarafından yol kesmek suretiyle gerçekleştirilen ve kıymetli eşyayla paraya yönelik olanlann yani sıra, tngiltere'de profesyoneller de son bir yıldır soygunculukta hamle halindeler. Bu nedenle olsa gerek, geçen sene, polisin "yüksek kıymet vaat eden odaklar" diye adlandırdığı banka; postahane gibi yerlerin uğradığı saldın sayısı 5.902. Soygun sayılamayacak ama paraya yönelik bir suç olan "cüzdan çarpma" ise, neredeyse Londra'nın bir karakteristiği. Çeşitli kuruluşlann, kalabalık yeriere "Aman dikkat! Burası çepçileıin avlanma yeridir!" kabilinden uyarılan duruma biraz neşe katadursun, sadece Londra'da ve sadece geçen bir yılda polise intikal eden "cüzdan çarpma" vakası 9.360. Rakamlar böyle olunca, gözler de şüphesiz işin birinci dereceden sorumlusuna, yani polisin üstüne dikiliyor. Polis ise hesaplaşmaya dünden hazır: "Evet, olaylar karşışında yetersiz kalıyoruz, etkin önlemler alamıyoruz. Bunun nedeni çok açık: Sadece Londra için 3.800 polise daha ihtiyacımız var." Ama Ingiltere'de polise pek aldıran yok. İngilizlerin asıl belirleyici kısmı için öbür yanıyla daha çok ügili: "Tamam. Fazla polis suç işlemeye niyetli olanlann bir kısmım caydırabilir. Ama cayma noktasına gelmeden ev\el husule gelen "suça niyetlenmenin nedenleri', sözgelimi işsizlik ve uyuşturucu kullanımının hakkından nasıl gelinecek? Asıl mesele bu." Rakamlar yayınlana; polis, suçbilimciler, politikacılar, sıradan vatandaşlar tartışa dursun; tabii hayat durmuyor. Sürüyor. Ve bu arada, sadece Londra'da aralıksız olarak her 42 saniyede bir suç işlenmeye devam ediyor.