23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 VENEDÎKTEN (Baştarafı 1. Sayfada) kuşlar misali hep birlikte olmaya çalışan Türkleri kastetmiyorum (Türklerin dış ülkelerde birbirlerine bağlılığı gerçekten de göz yaşartıcı bk play.) Bunun dışında da hep Türklerleyim. Söz gelimi ünlü San Marco Meydanı'na ilk adım attığımda yıllar sonra gerçekleşen bir düşü, 'Venedik'i görmek diişünü' yudum yudum değerlendirmeye, tadına varmağa çalışırken, gel de Zeyyad Selimoğlu ile birlikte olma... Hani yola çıkmadan hemen önce, Gösteri dergisinin son sayısında gözüme çarpan öyküsünde Venedik'teki San Marco Meydanı'nda tstanbul'dan goç rtmiş güvercinleri anlatan Selimoğlu'yla... öyküdeki yeıli malı güvercinler, Italyan hemcinsleriyle tanışıp dostluk kurar. Bu dostluğu ben de kurmak istedim, karınca karannca... Ama o ne? San Marco'da güvercin müvercin yoktu. Tüm eski yapdan derinden derine kemirip yok eden kuşlara karşı kent, bir efsaneyi, bir mitolojiyi yok etmek pahasına kendini savunmaya karar vermiş, San Marco'nun güvercinlerine kıymıştı. Selimoğlu'nun Türk güvercinieri sahiden buralara kadar gelebilseler bile kuşkusuz kendüerini pek yalnız, pek öksüz hissedeceklerdi. Havaalanından kente bir 'Vaporetto' ile gelirken hep Bedrettin Dalan'la birlikte oldum. Bilmem kulaklan çınladı mı? Böylesine eski, böylesine köhnemiş yapılar Dalan'ın elinde olsaydı ne olurdu diye düşündüm. Acaba Haliç'te olduğu gibi taş Ustünde taş bırakmaz, büyük kanalın çevresini de 'Venedik halkına nefes aldıracagım. yeşil sahalar, oyun alanları yaptıracafcım' diye yerle bir eder miydi? Tüm çekiciliklerini, önemlerini HABERLERİN DEVAMI BRÜKSEL'DEN (Baştarafı I. Sayfada) Elleri biçimliydi, adam da sağ yanındaki koltukta oturuyordu. Konuşmadan konuşuyor, bakışmadan bakışıyorlardı. Cüretkâr bir aşk yaşadıkları belliydi. Cüretkâr âşıklara bu şehrin bu kahvesinde mi yoksa o şehrin o kahvesinde mi rasladım diye düşünüyordum. Cüretkâr âşıklara gerçekte mi masalda mı rastladım diye duşünüyordum, garson şarabı getirdi. Cüretkâr âşıklar sonyaz ışıklanna kaçtüar, gözden kayboldular. Gercek, masadaki 1 gazetenin başlığına vurdu . Başlıkta, "Astrid: Elli yıl oldu" yazıyordu. Kocaman bir de fotoğraf vardı. Güzel bir kadın ellerini çenesinin altına kavuşturmuş, biraz mahsun, biraz melankolik, bakıyor. Uzağa mı yakma mı bakıyor, belli değil. Fotoğraftaki kadın Kraliçe Astrid. Îsveç Kralı Karl'ın kızı, eski Belçika Kralı 3. Leopold'un karısı. Şimdiki Kral Baudouinin annesi. 29 Ağustos 1935'de kocasının İsviçre'de yaptığı bir otomobil kazası sonucu otuz yaşında ölmüş. Ama masal daha iyi. Evvel zaman içinde, yaz güneşlerinin hiç batmadığı bir ülkede, sihirli deniz kızları kadar güzel bir prenses varmış. Prenses, yakışıklı mı yakışıklı bir prense vurulmuş. Prens, yağmurlar ülkesinden geliyormuş. Bu ülkeye de Belçika derlermiş. YıUardan 1926 \ilmda, prenses prensi görmeye yağmurlar ülkesinin limanına gelmiş. Aşkı öylesine güçlüymüş ki, görenekleri unutup, kendisini vapurun güvertesinde karşılayan prensin dudaklarına bir buse kondurmuş. Yağmurlar ülkesinin halkı yaz güneşi prensesinin bu hareketini çok sevmiş ve onu bağrına basmış. Sonra, iki âşık dilere destan bir düğünle evlenmişler. Üç çocuklan olmuş. Kıza JosephineChariotte adını vermişler, oğlanlara da Baudouin ve Albert. Yaz güneşi Ülkesinin prensesi yağmurlar Ulkesi halkının kalbini fethetmeye devam ediyormuş. Şimdiye kadar buraya gelen prenseslere hiç benzemiyormuş. Mağazalarda aüş verişini kendisi yapar, sonra da kuyruğa girip sırasıru beklermiş. Çocuklanm da mürebbiyelere bırakmazmış. Yoksullara kol kanat gerer, onlar için yardım kampanyalan düzenlermiş. Bu prenses döneminde yağmurlar ülkesi, etrafmdaki bütün bulutlu fırtınalara rağmen aynı minval yaşamış. Ne komşulardaki kasırgalann selleri basmış, ne de kuraklıklar olmuş. Yağmur hep sindire sindire yağmış. Toprak bereket bulmuş. Bir zaman daha geçmiş, yağmurlar ülkesinin yaşlı kralı ölmüş. Yakışıklı prens, babasının tahtına oturmuş. Bir gün, genç kral, adına Isviçre denilen karli dağlar ülkesine sevgili kansmı tatile götürmüş. Kraliçesini atının terkisine almamış da, atından daha hızlı koşan bir otomobilin dizginlerini tutmuş. Işte ne olduysa o sırada olmuş. Kral bir kaza yapmış, kendi kalmış, prensesi ölmüş. Yağmurlar ülkesinin halkı buna çok üzülmüş. Günlerce iki gözü iki ceşme ağlamış. Zaten bir müddet sonra da ülkeyi kasırgalar kavurmuş, sel ormanı, kan gövdeyi götürmüş. Haik bunu iyi prensesin ölümüne yormuş. Onun için, belki sihirli bir öpücük deniz kızı kadar güzel prensesi uyandınr da eski günler geri gelir diye, her 29 ağustosta onu anmaya söz vermiş. Astrid'in ölümünün bu yıl ellinci yıldönümü. Perşembe günkü dini ayinde küisenin önü, içeri girmeye çalışan insanlarla dolup taşıyordu. tki gündür gazetelerin manşeti bu masal prensesi, televizyon özel programlannda ondan söz ediyor. Güzel sanatlar müzesindeki sergi ona dair. Dukkânlar Astrid'in portreleriyle süslü. Belçika Astrid'i yaşıyor. Belçika belki Astrid'i yaşamıyor. Belçika'nın belki asıl aradığı güvenlik. Kraliçe Astrid geçmiş zamanın güvenliğini simgeliyor. Kutsal aileyi, gençliği, koruyucu meleği, savaşh bir dünyada barışı, ekonomik krizde sosyal refahı simgeliyor. Astrid'i arayış, huzuru arayış. Astrid'i arayış, fırtınada dinginliği arayış. Astrid'i arayış, gerçekte düşü arayış. Masal prensesleri güzeldirler. Üstelik, masallarda, prensesler hep gençtirler ve zaman onları 1 EYLÜL 1985 çirkinleştiremez. Otuz yaşında ölmuş bir yaz güneşi prensesi de hep genç ve güzel kalır. Belçika halkı hâlâ elli yıl sonra Kraliçe Astrid'ini anyorsa bu illa onun kadirşinaslığını göstermez. Masallara olan ihtiyacını da gösterir. însanlann güzei masallara da ihtiyaçlan vardır ve masallan doğuran ihtiyaçlardır. Masallarda, kimi zaman cüretkâr âşıklar son yaz ışıklanna kaçıp bir ulusuı kalbinde taht kurarlar. Masallar bazen gerçek olabilirlerse de, gerçekler hiç bir zaman masal olmazlar. Masallann gerçeklere olan UstUnlüğü de buradan kaynaklanır. Zaten masallann olmadığı bir dünyada da gerçekler daha da çekilmezdirler. TAORMEVA'DAN (Baştarafı 1. Sayfada) gibi, birkaç saat dinlenme olanağı da sağlıyordu. Ama bir görüntü hiç değişmiyordu; arabasından inen herkes, elinde teybini taşıyordu. Çizmenin tam burnunda Villa San Giovanni'den onbeşyirmi dakikalık bir gemi yolculuğuyla geçilen Sicilya Adası, doyasıya eğlerunek, sınır tanımadan içmek, çılgmca yaşamak için bulunmaz bir tatil yeri. Messina'run bebekten, teflon mutfak takımlanna, mercan takılara, kürklere değin her türlu eşyanın satıldığı, mobilya eşyalarının sergilendiği, satıcılann abartıh gösterileri ve bağrışları arasmdaki fuanndan ardımızda bol gürültülü büyük bir kalabahk bırakarak aynldıktan sonra yaklaşık elli kilometre uzaklıktaki Taormina kentine yöneb'yorsunuz. Karşımza umulmadık bir anda tam anlamıyla bir tatil cenneti çıkıyor. Döne döne, kıvnm kıvrım daracık yollardan çok güç bir biçimde kentin merkezine ulaştığınızda bu çabanın boşa gitmediğini görüyorsunuz. Sayısız barlan, kafeleri, irili ufaklı bir yığın dükkânlarıyla Taormina, ister istemez Bodrum'u anımsatıyordu. Birbirinden güzel, çekici ve ilginç hatunlan, değişik, şık giysileriyle ilgi toplarken, erkekleri de oldukça bakımiı ve coşkulu... Akşamüstunün geç saatlerinden başlayarak, deniz giysilerini üstlerinden atanlar, dağın eteklerindeki denizden ayrılarak yukan çıkıyor, bütün aydınlığıyla Taormina'nın gecesine katıhyorlardı. Sırt sırta yürüyen insanlar, kafelerde dondurmalanm yiyor, barlarda gösterişli içkilerini yudumluyorlar; restoranlarda garsonun birinci tabak, yani spagettiden sonraki siparişlerini getirmesini sabırsızhkla beklerken şaraplannı keyifle yudumluyorlar, bu arada sokak ortasında hiç kimseye aldırmaksızın sevişenlere, yanındaki erkekle cadde ortasında bağıra çağıra tartışar. kadınlara anlayışla bakıyorlardı. ttalya'nın diğer kentlerinde olduğu gibi Taormina'da coşkulu, renkli geceler geçiriliyor ağustos ayında. Değişik ülkelerden gelmiş insanlar Floransa'nın Piazza Della Signoria meydanında 14. yüzyılda yapılan Plazzo Vecciho'nun önünde ışıl ışıl, birbirinden güçlüklü ayırt edilebilen müziklerin içinde dans ediyor, çığlık atıyorlar. Meydanm bir köşesinde birisi barok rönesans müziğinden örnekler sunuyor, bir başka köşesinde PenıtnkaAnd dağlannın müziğini çalan gnıp, yerel giysiler ve özgün hareketlerle izleyenleri coştururken; garip görünümlü, çılgın giysili, bol makyajlı bir kadın da elinde saksafonuyla sessizce geziniyor, öte yanda kullandıklan, çaldıkları aletlerin ne olduğu pek belirlenemeyen bir grupla onlara katılanlar kendilerinden geçiyorlardı. Bir kadın Michelangelo ya da Raffaello'nun meleklerıni anımsatan bir figürü, renkli tebeşirlerle, sokak lambasının ışığında benzetmeye çalışarak kaldınma düşünceli biçimde çiziyordu. Commedia Dell Arte oyunculanndan birinin tipine öykünerek giyinmiş bir adam da, şakacı Italyan gençlerini umursamaksızın birtakım devinimlerle, sessiz bir şekilde izleyici çekmeye çabalıyordu. "Çevreyi tanımlamak degil, duygularla yaşamak" diyor Cesare Pavese, İtalya'da sabaha dek uzayan gecelerde: Sokaklarda Napoliten şarkılar ^öyleyerek yürüyen insanlarıyla, birdenbire coşkuyla sevgilisine sarılarak soluk almaksızın öpüşen gençleriyle, her an dans etmeye başlayarak neşeyle, tasasız eğlenmeye hazır çılgın kalabalığıyla Taormina, çizmenin burnunun tam karşısında gelişmiş bir Bodrum'u andınyordu. Vmediktn güzeüiğini kanaOar ve kıyısmdaki belediyece yıktınlmayan eski binalar ohtşturuyor. eskiliklerinden, köhnemişliklerinden alan (çünkü bunlar, o kentin tarihle içiçe yaşadığı büyük âsrın, o benzersiz serüvenin tanıklarıydılar.) Venedik (veya Istanbul) gibi kentleri yönetenlerin acaba tarihle, tarihsel çevre ve tarihsel kent korumacıüğıyla daha yakından tamşmalan için özel bir yasa mı konmalıydı? Bu ve benzeri somlar dolayısıyla Dalan Venedik'te hep yanı başımızdaydı. San Marco Meydaru'na bakan katedralin cephelerini süsleyen fresklerde kavuklu kafalarıyla gözüken Türkler veya aynı katedralin görkemli cephesinin çatısına yerleştirilmiş lstanbul Atmeydanı'ndan Haclı ordulannca alınıp geürilmiş ünlü 4 bronz at heykeli kompozisyonu tarih içinde Türklerle sürekli ilişki içinde bulunmuş bir devlet olan Venediklilerin bu görkemli başkentinde Türkleri akla getiren diğer öğelerdi. Kafam tüm bunlarla doluyken Lido iskelesinin karşısında bir lokantanın önünden geçerken birden durakladım. Pencerenin yanı başında, kalabahk bir aile masasının başında oturan şu kişi, gönümüzün en 'büyük', en azından kimi kamuoyu yoklamalannın beürlediği gibi, en popüler Türklerinden biri değil miydi? Kendimi birden TRT ekramna veya çok satan bir Türk gazetesinin sayfalarına bakar gibi hissettim. Çünkü masatun başında oturan Sakıp Sabancı'dan başkası değildi. Bunu da yanı başımda sürekli Türkleri gezdirmekten ka>naklanan bir düşe yoracaktım nerdeyse... Ama hayır, bu kez her şey gerçekti. 'Sakıp Ağa' da bayramda birçok Türk vatandaşı gibi kendini dışarı atmış ve tatil için Venedik'i seçmişti. Bu 'Ünlü Türk'ü gönmce, ne yalan söyleyeyim sevindim, 'gurbette olma' duygum biraz daha etkisini yitirdi. Ve yaşlı Venedik'i sorunları ve içinde Türklerin de yer aldığı inanılmaz sayıdaki turistleriyle baş başa bırakıp şenliğin fılmlerine döndüm. AMSTERDAM'DAIN (Baştarafı 1. Sayfada) yazıyor, danışmanlık yapıyormuş. Türkiye'ye bu ilk gelişinde 6 gün tstanbul'da kalmış. Önce ona hak veriyorum, ancak biraz sonra vardığı şu yargıya katılmıyorum: "Türidye gerimden edindiğim izlenim, Türklerin turistleri sürekli kazıkladıklan..." Bir hafta önce Kapalıçarşı'daki arsız turist avcılanna bakıp düşilndüklerimi unutmuş, savunmaya geçmişim: "Her büyük keatin turistik bölgelerinde bu biraz böyledir. Bu konuda bir geneUeme yapabilmek için 6 günIttk bir lstanbul gezisi biraz kısa galiba. Türkler yabancılara karşı konuksever bilinirler." Adam uzlaşmaya açık. Anılannı bir kez daha yokluyor: "Çamlıca'daki cay bahçesini çok begendim. Fiyatlar da uygundu" diyor. Eminönu'nden 500 lira verip bindiği Kavaklar vapuru gezisinin güzelliğini anlatıyor. Türkiye'ye yine gelip Anadoluyu, köyleri de gezeceğini söylüyor. Türkiye'de geçirdiğim yaz tatillerinin dönüşü bana ilk günlerde hep zor gelir. Akhm beni buralara itse bile kalbim hep oralara çekmek ister. Çengelköy'de kurulmuş bir sofranın tam karşısında, köprünün Ustünden yükselen hilalin güzelliğinin, Boğaz vapurlanyla yarışan sevimli yunuslann görüntüsü, 5 iri kolyozlu çapariyi çekerken duyduğum çocuksu sevinç tazedir içimde. Silivri'nin susuzluk derdini değil de, bir köyünde, tulumbasından kova kova su çekip iki koca bidonumu karşılık istemeden dolduran adamı anımsarım. Yakınlarımı, eski ve yeni dostlukların sıcakhğını düşünürüm. Evde hummalı bir yemek hazırhğı sırasında koşuştururken "Aaaaaa!.." diye karanlıkta kalıvermemiz bile Türkiye'ye has tatlı bir anıdır. Farkında olmadan, oradayken illallah dedirten "Emine" ya da "Dom dom kurşunu"nu mmldanmaya çahştığım da olur ilk gunlerde. Ama duygularla akıl, geçen günlerle birlikte dengelenmeye başlar. Duygusalhk durulur. Her buralı gibi ben de güzel günlerde bisiklete atlar, hem gezer hem gözlerim. Sokaklarda, parklarda kaygısız oynaşan çocuklara bakarun, Eminönü'nde su satan bizim küçükler gelir akhma. Vohdelpark'ta huzurlu gezinen insanlan görünce ay sonunu zor getiren bizim milyonlanmızı düşünürüm. Sonra, buralarda olan biteni öğrenmek için TV'yi açanm. TRTden kurtulduğuma da şükrederim. Çünkü burada herşey eleştirilebilir, her sorunun üzerine gidilebilir. Örneğin gördüğum en son programda iki konu inceleniyordu. Birincisinde Hollanda ordusunda erlere yapılan kötü rauamele eleştiriliyordu. Ekrana gelen erler askeri eğitimin ağırhğından yakjnıyorlardı. lkincide ise füzelere karşı açılacak geniş kampanyanm hazırhklan anlatıhyordu. Seyir füzelerinin ülkeye sokulmaması için milyonlarca Hollandalı önümüzdeki haftalarda hükümete ve parlamentoya dilekçe verecek. Bakalım füze yanüsı hükümetin, halkın çoğunluğunun isteği karşısındaki tavrı ne olacak? Türkiye*den aynlmak zordur. Buralardan hoşnut olsa da insan, orasını hep düşünüp özler. LONDRA'DAN (Baştarafı 1. Sayfada) Perşembe gunü, rock tarihinin 400 parçası satışa sunuldu: Jimmy Hendrix'in gitarı, Who grubunun davulları, Elton John'un 1949 model arabası, Elvis Presley'in deri ceketi peynir ekmek gibi satıldı. Ingilizcede "haynın" sözcüğünün karşılığı "fan." Fanatikten geliyor. Rock yıldızlanna olan düşkünlüğü, hayranlığı, günlerce kapüannın önünde beklemek, üzerinde yürüdükleri çimenleri yemek, ya da imzasıru sutyeninin içinde saklamakla sınırlı tutmamak gerekiyormuş. John Lennon'ın bronz kabanma sıradan bir portresi 3 bin sterline alıcı buldu. Jimmy Hendrix'in gitarı ise 7 bin sterh'ne. Elton John'un arabasmı, Hintli Maharaj 50 bin sterline degişti. Elvis Presley'in el işi sahne elbisesine de 5 bin sterlin saydı bir rockcu işadanu. tngiltere'de aylık ortalama maaşın 500 sterlin olduğunu hesaba katarsak, korkunç rakamlar bunlar. Sotheby's'in bir yetkilisi geçen yıl da 3 buçuk milyon sterlinlik satış yapüklannı söyledi. Anılar pahalı. En ilginç hatırahk eşyalardan biri, Paul McCartney'in 1970 yılında "Melodymaker" dergisine gönderdiği mektup, "Bcatles'ıo bir daha bir araya gelip gelmeyecegini soracak olursanız benim yanıtım bayır olacaktır" cumlesi ve bir imzadan ibaret mektup, adının açıklanmasını istemeyen bir bayan tarafmdan 11 bin sterline satın alındı. Bayan için, mektubun fevkalâde manası olsa gerek... Geçelim mi buradan "Mektup Yazma Raporu1985"e? Ingilterol altına alınmasına karşın Ort tadoğu'dan ts\ eç'e mülteci akınırun hızı kesilmiş değil. Doğu Almanya'nın Sassnitz limanından kalkan feribotlar her gün gruplar halinde mültecileri İsveçMn Trelleborg limanına getirmekte. Mültecilerin bir bölümü, gemiler limana yanaşmadan önce pasaportlanru yok ederek geri gönderilme olasılığını ortadan kaldırırken, bir bölümü de İsveç polisinin deyişiyle "sahte pasaportla" ya da "sahte vize" ile Isveç'e girme yolunu denemekteler. Isveç^le Doğu Almanya arasmda ilişkilerin son aylarda iyice soğumasının nedeni de, bu mülteci akınının durdurulmaması... Konuyu çeşitli düzeylerde, bu arada Helsinki Konferansı'nın kutlama toplantısında Dışişleri Bakanlığı düze>inde de ele alan iki ülke, gerekli önlemler konusunda bugüne dek herhangi bir anlaşmaya varabilmiş değil. Girişimlerinin Berlin'de "baştansavma" bir tutumla karşılandığını öne süren Îsveç resmi yetkilileri, Berlinİsveç yolcularına Doğu Almanların yalnızca "döviz kaynağı" olarak baktıklannı, Doğu Alman polisinin pasaportları yeterince incelemediğini, sorunu Isveç'in sırtma attıklarını söylüyorlar. Doğu Alman yetkilileri ise şimdilik susmayı yeğliyorlar. Trelleborg'dan Sassnitz limanına doğru başlatılan "sınır dışı etme" olaylan, Isveç'in, Doğu Almanya'dan gelen mültecileri ülke içine bundan böyle kolay kolay bırakmayacağını gösteriyor. İsveç'in geri gönderdiği Ortadoğululann akıbeti ise bilinmiyor. Çoğunun, pasaport kontrolu olmamasmdan yararlanarak Doğu'dan Batı Berlin'e geçtikleri söyleniyor. Meclîs, Evren'in konuşması (Baştarafı 1. Sayfada) saat 10.00'da Meclis bahçesindeki Atatürk anıtına çelenk koyarak saygı duruşunda bulunacaklar. Saat 10.30'da Ankara Büyükşehir Belediye Bandosu Meclis bahçesinde konser verecek, Devlet Halk Dansları Topluluğu göswri yapacak, gece de Meclis binası ışıklandırılacak. Anayasa uyannca kendih'ğinden toplanan Genel Kuml saat lS.OCyte açılacak. En yaşlı üye MDP Rize Milletvekili Turgut Kunter'in başkanlığında toplanan Genel Kurul'da ilk birleşimin açılmasından sonra Cumhurbaşkanı Kenan Evren bir konu şma yapacak. Meclisin yeni yasama yıhna başlaması saat 15.00*ten itibaren TV'den naklen yayımlanacak. Başbakan Turgut Özal'ın ABD'de olması nedeniyle katılamadığı Genel Kurul'un açılış toplantısına parlamento dışındaki siyasi parti liderleri, askeri ve mülki erkan ile yabancı misyon şefleri de davet edildi. Cumhurbaşkanı Evren'in konuşmasuıdan sonra Genel Kuml, çahşmalanna 11 eylüle kadar ara verecek. Bu süre içinde, Meclis Başkanhğı için aday olanlar Başkanlık Divanı'na başvuracaklar. Mecüs Başkanlığı için en kuvvetli aday olarak ANAP Trabzon Milletvekili Necmettin Karaduman gösteriliyor. Yeni yasama yılı için MDP'nin desteğini alan Karaduman'ın görevi dün sona erdi. Nitekim ANAP Genel Bajkan Vekili Mehmet Keçeciler de, üçüncü yasama yılında TBMM Başkanlığına Necmettin Karaduman'ı yeniden aday göstereceklerini açıkladı. Yeni başkan seçilinceye kadar Meclis Başkanlığı görevini en yaşlı Uye Turgut Kunter sürdürecek. Yeni yasama yılına başlarken 5 üyeliği boş bulunan TBMM'de ANAP'ın 208, HP'nin 114, MDP'nin 55 sandalyesi bulunuyor. Meclis'te bağımsız üyelerin sayısı ise 18. Bu arada, TBMM Başkanlık Divanı'run "veda" niteh'ğindeki son toplantısında milletvekilleri otoları ile Meclisin araç ve otobüsleri için bir yıkamayağlama istasyonu açılması kararlaştırıldı. TBMM'nin 1985 yıh yatırım programında yer almayan ancak yapılmasında "zorunluluk" görüldüğü savunulan oto yıkama ünitesinin ön keşif bedeli olarak 27 milyon 600 bin lira ödenek ayrılacak. Beatles'ın eski eşyalan bile hâlâ müyonlar ediyor. re posta idaresi, telsiz, telefon, teleks, teletekst gibi aygıtlann hızla yaygınhk kazanması uzerine, oturup mektubun kadenni araştırmış. 4 bin kişiyi içeren bir anket düzenlemişler, istatistiklen yenilemişler, sonra da toplum bilimciler bulguları tahlil etmiş. Sonuç: Kişisel ya da kitlesel iletişim araçlanndaki hızlı teknolojik gelişmeye rağmen mektup yazma alışkanlığı ölmedi, hatta giderek güçleniyor. Bulgulara göre, Ingilizler, yüzyıl öncesine oranla, bugün iki kat daha fazla mektup yazıyorlar. Bir îngiliz, geçen yıl, ortalama olarak 35 mektup yazarken, bu yıl, bu sayı 41'e çıkmış. 1984'te bir önceki yıla oranla da 16 milyon mektup fazla yazmışlar. Rapor, tarihte ilk yapışkanh pulun Ingilizler tarafından kuüaruldığını hatırlaıtıktan sonra, Kraliçe Victoria'mn büst resmini siyah fonda gösteren ilk pulun "kara peni" diye adlandırıldığım belırtıyor. Cinsiyetlere göre yapılan aynmda ise, özellikle 1225 yaş grubunda, kızlar, kadınlar erkeklerin neredeyse iki katı daha çok mektup yazıyorlar. Içeriğe gelince her 10 mektuptan biri aşk mektubuymuş... Îngiliz posta idaresi araştırma sonuçlanndan son derece memnun. Demek ki insanlar bunca işin gücün arasında hâlâ oturup iki satu bir şeyler yazabiliyor. Yılbaşı, bayram ve doğum günü tebrik kartlarıyla yetinmeden. Telefon sohbetleriyle tatmin olmadan. Bir elin beş parmağı birbirine benzemez ya. Paul'un mektubu Türk parasıyla yaklaşık 8 buçuk milyon lira ederse, bizim mektuplarınuz da eşimize dostumuza sağlık ve mutluluk haberleri ulaştınr. Her şey de parayla ölçülmez ki.... STOCKHOLM'DEN (Baştarafı 1. Sayfada) dar çok sayıda mülteciyi ilk kez sonışturmaya gerek duymadan, ani bir kararla sınır dışı etmiş oldu. Bu beklenmedik gelişme diğer Avrupa ülkelerine göre "cömert" sayılan îsveç mülteci politikasının sarsıntılar geçirdiğini, büyük değişikliklere gebe olduğunu gösterdi. Yıllık mülteci kontenjanını 1500 kişi olarak saptamış olan tsveç, son bir yıl içinde yoğun bir mülteci akınına uğrayınca, gerçekten de hafif bir sarsıntı geçirdi. Başta Stockholm'ün Arlanda Havaalanı olmak üzere sınır kapılanna yığılan binlerce Ortadoğulu mülteci, sınır görevlilerinden belediye encumenlerine, milletvekillerinden sokaktaki adama vanncaya dek birçok çevrede kuşku, korku ve hoşnutsuzluk yarattı. Sınır polisi, eldeki olanaklarla bu kadar insanı sorguya çekemeyeceklerini öne sürerek hükümetten "takviye" isterken, mültecileri barındırma sorunu, bazı belediyelerin devleti protesto etmesine neden oldu. Kimi belediyeler devletin mültecileri barındırmak için kendilerine para vermesini istediler. İşin ilginç yanı, bu belediyelerden bazılarının mülteci politikasını saptamış olan Sosyal Demokrat Partisinin tlinde oluşuydu. Mülteci kamplannda yer kalmayınca, kalan multeciler boş otellere, onanm bekleyen evlere, yurtlara, k;ralık dairelere yerleştirildiler. Sokakuki adam, dışarıdan gelen bu yabancıları bir iki küçük o'ay dışında Danimarka'da olduğt gibi protesto etmedi, ama Isvedilerin genellikle paylaştığı görüş, "Ülkemiz bu kadar mültetiyi kaldırmaz" yolunda... Hıvaalanlarının ve birçok sınır kapısının sıkı biçimde kont MADRİD'DEN (Baştarafı 1. Sayfada) Turizm Bakanı'yla, Dışişleri Bakanı'nın yanı sıra Ekonomi, Maliye, Ticaret Bakanlığı'nı elinde bulunduran "süper bakanının" istifası, İspanyol Başbakanı Gonzalez'in hayli canını sıkmıştı. Hatırlanabileceği gibi son anda "süper" bakan elindeki yetkilere ilaveten Başbakan Yardımcüığı'm da isteyince, mevcut Başbakan Yardımcısı Guerra dayatrruş, Gonzalez iki arada kahnış ve neticede kapışmayı "ya o, ya ben" diyen Guerra kazanmıştı. Gonzalez için de sürpriz olan bu sonuç, kabinesinin en güçlü adammdan, Miguel Boyer'den olması demekti. îşte başkentte tam bu kabine değişikliğinin çalkantılan sürerken, basın birdenbire başka bir iddia ortaya attı. Bu iddiaya göre "süper bakan" Boyer, aslında bir suredir bilinen ilişkisi ve sevgilisi tsabel Preyskr için istifa etmişti. tsabel Preysler ise herhangi bir kadın değildi. Preysler, Julio tglesias'ın eski kansıydı ve halen bir aristokratla evliydi. Boyer'e yakın çevreler her ne kadar Maliye Bakanı'nın istifasını hissi nedenlerle değil de, siyasi nedenlerle izah ediyorlardıysa da, gazetecilerin eline bulunmaz bir malzeme geçmişti: Kadın genç, güzel ve ünîüydü. Frankocu eğilimleri ile tanınan Unlü bir şarkıcının eski kansıydı. Ve şimdi kalkmış, Franko'ya karşı direniş hareketi içinde yer almış, bu uğurda hapislerde yatmış bir sosyalist bakanı ayartmıştı. Üstelik Ispanya'nın eski bir kolonisinden, Filipinlerden geliyordu.. On sekiz yaşında sekreterlik okumak amacıyla Filipinlerden di? Ispanyollardan kemerleri sıkmalarını' isterken, emeklilerin maaşlarından kesintiler yaparken nasıl olurdu da Frankizmi çağnştıran ve lüks içinde yaşayan bir kadına, Boyer böylesine bir tutkuyla kapılabilirdi. îşin tspanyol kamuoyunu rahatsız eden yönü buydu işte. Taaa ki Felipe Gonzalez'in yaz tatili başlayana dek.Kabine değişikliği ve tüm bu olan bitenlerden bunalan Gonzalez, bu kez denizde olsun huzur bulmak istemiş, bu iş için de bir yat tatili planlamıştı. İşte lspanyollar için bu yazın ikinci büyük bombası burada patlak verecekti. Çünkü Gonzalez, birdenbire, demokrasiye geçişten bu yana hiçbir hükümet başkanının kullanmaya cesaret edemediği Franko'nun ünlü özel yatı "Azor" ile Atlantik sularına açılıvermişti. Gerçi yat devletin malıydı ve hukuken bir hükümet başkanınm yatı kullanmasında hiçbir sakınca yoktu ama "Azor" Ispanya'nın unutmak istediği 40 yıllık geçmişin tipik bir simgesiydi. Kısa süren yat gezisinin kamuoyunda yarattığı sert tepkiye az sonra aynı yatla bu kez de Akdeniz'de yaptığı 10 günlük bir geziyle cevap veren Gonzalez'e, eleştiriler sıcak yaz günlerini arkada bırakırken, çığ gibi büyüyordu. Neticede lspanya, bakanlarının gayrimeşru aşkları dahil, her konuda hoşgönilu olmay» öğrenmişti, ama hoşgörü gösteremediği tek konu, kendi yakın geçmişiydi. Boyer ve şimdi özellikie Gonzalez'in kanştırdığı, bu geçmişin bulanık sularıydı. Bu konuda basının murekkebi daha uzun sure kurumayacağa benziyordu. ABD (Baştarafı 1. Sayfada) mek amacıyla orduya alınanlann "AIDS" testinden geçirihnesine karar verildi. BBC, söz konusu testlere ekim ayından itibaren başlanacağını kaydetti. Bu arada, konu ile ilgili olarak bilgi veren Amerikan Silahlı Kuvvetleri sözcüsü, daha ilerde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinde görevli 2 milyon kadar kişinin tümünün "AIDS" testinden geçirilmesinin söz konusu olabileceğini de belirtti. Gözlemciler, vücudun çeşitli hastalıklara karşı direnme yeteneğini yok eden "AIDS" konusunda Amerikan Silahlı Kuvvetleri'nce alınan kararı yerinde bir karar olarak nitelendiriyorlar. a.a.'nın bildirdiğine göre lngiltere'nin kuzeyinde bir televizyon istasyonu, AIDS hastahğı bulunan iki Amerikalı ile yapılacak programı çekmek için gönüllü stüdyo görevlileri arıyor. Leeds'deki Yorkshire televizyon istasyonu sözcüsü, baa stüdyo görevlilerinin, AIDS hastalarının gelecek sab günü bir tıp programına çıkacaklannı duyurmalarından büyük endişeye kapıldıklarını söyledi. Sözcü, Amerikalı AIDS hastalarımn lngiltere'ye gelecekleri ni, programa Îngiliz AIDS hastalannın da çıkartılabileceğini belirtti. Televizyon istasyonu, sağlık açısından bir tehlike olmamasına rağmen görevlilerle yaptığı görüşmede, çekimin gönüllülerle yapılması yolunda anlaşmaya vardı. Sözcü, hiç kimseyi zorla stüdyoya sokma hakkına sahip olmadıklarını da kaydetti. YÖK'te (Baştarafı 1. Sayfada) tehlikesiyle karşı karsıya kalıyor. Mayıs 1985 tarihi itibanyla, sözleşme yenilemesi yapılacak olan araştırma ve öğretim görevlilerinin üniversitelere göre dağılımı şöyle: Akdeniz Universitesi 110, Anadolu Universitesi 232, Ankara Universitesi 725, Atatürk Universitesi, 365, Boğaziçi Universitesi 147, Cumhuriyet Universitesi 185, Çukurova Universitesi 250, 9 Eylül Universitesi 290, Ege Universitesi 610, Fırat Universitesi 130, Erciyes Üniversitesi 170, Gazi Universitesi 486, Hacettepe Üaiversitesi 885, tnönü Universitesi 50, Mimar Sinan Universitesi 293, Trakya Üniversitesi 110, Uludağ Üniversitesi 300, Yıldız Üniversitesi 292. Bilindiği gibi şimdiye dek yalnızca Ankara Üniversitesi'ndeki 725 öğretim görevlisinin sözleşmeleri yapılrruştv. Geri kalan 26 üniversitedeki araştırma ve öğretim görevlilerinin bekleyişleri eylül ayı sonuna dek sürecek. Miguel Boyertn aşkı politikaya ağır bastı. Ispanya'ya gelen, bu arada Iglesias'la evlenerek 3 çocuk sahibi olan Preysler'in öyküsü ve bakanla olan aşkı her gün gazetelerin başköşesini işgal ediyordu artık. Preysler'in yakın geçmişi Ispanyollann ilgisini çekmeyecek gibi de değildi doğrusu. Kısa sürede îspanyol başkentinde zamanının sosyetesine girmeyi başaran ve Franko'nun torunuyla sıkı bir dostluk kuran Preysler bir süre sonra bu çevreden bir markizie anlaşıp, şarkıcıdan aynlmıştı. Grinon Markizi ile evlenip, aristokrasiye de yan kapıdan giren Preysler'in durdurulamayan tırmanışı başlamıştı artık. Devir değişiyordu oysa. Ispanya'da diktatörluk sona ermiş, demokrasiye geçilmiş, ülke sosyalist "defişim"in içine girmişti. tsabel Preysler de bu değişimin ardında kalmayacak, biraz da kocasının bozuk olan mali durumuna çare ararken yeni düzenin en can alıcı hedefine nişan alacaktı: Süper bakan Miguel Boyer'di bu. Preysler'in, yaşamındaki erkekler sayesinde katettiği mesafeye alışık olan tspanyol kamuoyu Miguel Boyer'e şaşıyordu. Asü, soğuk, kararlı görünüşunün ardında tutkulu bir kişilik saklayan bakamn, doktor karısını bırakıp, bir başka kadının peşine duşmesi değildi tspanyolları şaşırtan. Fakat Boyer'in kalbini olduğunca aklını da çelen kadın nasıl olurdu da İsabel Preysler gibi bir kadın olabilir
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear