22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER niyet haline gelmiştir. Ülke terk'leri gelenekseUeşince, bu karamsar zihniyette de bazı gelişmeler olmuştur. Batının "borçlatarak yaşama" politikasına karşılık Osmanlı siyjıset adamları "borçlanarak yaşama"yı temel ilke ve değişmeyen ahn yazısı olarak benimsemişlerdir ve parasal faktör ön plana geçmiştir. Tarih kendi yolunu izleyecektir. Bir devrim sayılan Ikinci Meşrutiyet de kapitülasyon pırangasından kurtulamamış ve hâkimiyeti siyasiye kurumuna başvurmak zorunda bırakılmıştır. Daha başladığı yıl (1908) AvusturyaMacaristan, BosnaHersek'i ülkesine katmış, Bulgaristan da "lstiklâlini" ilân etmiştir. Dönüşü olmayan bu yol parasal plânda, "tazminat" alınarak kapatılmıştır. Trablusgarp savaşı sonunda varılan andlaşmada Osmanlı devletini temsilen bir "Naibi Sultan" (Padişah vekili) tâyin edilmek koşuluyla bölge tümüyle Italyanlara terkedilmiştir. Bu noktaya varmak zor olmuştur. Italyanlann, Bulgaristan ve BosnaHersek örneklerini ileri sürerek, parasal yoldan önerdikleri çözüm yüzgeri edilmiştir. Sonunda Balkan savaşlannın gürültüleri için Afrikai Osmanî yitirilmiştir. HANGİ MANTIK? Osmanlı hükümeti katı tutumundan ötürü hem eski Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, hem de eski Bahriye Nâzırı Mahmut Muhtar Paşa tarafından eleştirilmiştir. Muhtar Paşa'ya göre Italyanlann ekonomik (parasal) önerilerinin uzlaşma^ bir zihniyetle karşılanması ve "hakimiyeti siyasiyemizin olsun muhafazası cihetine gidilmesi "mantık gereğinden iken İtalyanlara zorluk çıkarmakta devam ettik." Bu, batış yılları kafasının ulaşabildiği ufuksuz Osmanlı mantığıdır. Aynı mantıkla, Balkan savaşlan sonunda da karşılaşılır. Kâmil Paşa'nın ünlü Edirne plânı bu zihniyetin tartışmasız benimsediği emperyalist ve faizci Batıya sığınma eğilimine dayanır: "Edirne şehri etrafıyla beraber bitaraf ve hür bir şehir olacaktır. Düveli Muazzama'mn kabul ve tasdiki ile Müslüman bir mutasarrıf ve kadı ile idare olunacak..." ve aynı mantık surüp gidecektir. Kâmil Paşa'yı hainlikle suçlayan Ittihatçılar, 1. Dünya Savaşı öncesi Çarlık Rusya ile yapılan Yeniköy anlaşmasıyla aynı çukura düşmüşlerdir. Şubat 1914'te imzalanan anlaşma sonucu Doğu Anadolu'nun 7 vilayeti resmen yabancı denetimi altına geçiyordu. Yine "devletlerin" sözlü olarak önerdikleri iki umumi müfettiş bu göreve getirilmiştir. Norveçli Yarbay Hoff ve Hollanda'mn Doğu Hindistan eski valilerinden Westenenk. Aylıklan da saptanmıştır (her birine 400 altın lira). Sadrâzam Sait Halim Paşa bu anlasmadan çok memnun olmuştur. Boğaz Nubar Paşa'ya kabinesinde nazırlık önerecek kadar... Sırp teröristi Gabriyel Prinçip sanki imdada yetişmiş ve savaşı başlatan suikast sonunda Osmanlı hükümeti anlaşmayı uygulamaktan vazgeçmiştir. "Harbı Umumi"de benzer uygulamalar getirecektir. Gereksiz hale gelen Mısır Yuksek Komiserliği 1909'da kaldınlmıştı. Otuz küsur yıl sonra, 1915 yılında pkanlan fetva ile "..Hilâfeti Islâmiye aleyhine harbetmekte bulunan Ingiltere hükümeti ile birleşerek Devleti Osmaniye'nin eczai memalikinden bulunan Mısır eyaletini" ülkeden koparmak isteyen, Hidivi esbak İsmail Paşazade Hüseyin Kâmil Paşa'nın tüm ağır cezalara carptırılması kabul edilmiştir. Harbi Umumi (1. Cihan Savaşı) sonunda Batılılar aynı sistemi sürdüreceklerdir. Sevr andlaşmasından bir örnek: "İzmir şehri (ve yöresi)... Hâkimiyeti Osmaniye altında kalacaktır. Maamafih İzmir şehri ile arazii mezkure üzerindeki hukukı hâkimiyetinin icrasını Yunan hükümetine devredecektir (Madde 20.) Istanbul'a gelince, çok ağır şartlar altında yabancı devletlere bağlanıyor ve Türklerin andlaşmaya aykın davranmalan halinde ceza olarak değişiklik yapılacağı tehdidi savruluyordu. FAtZ VE BAĞIMSIZLIK Bu dönemde Sıvas Kongresinde de bir kısım delegelerin aynı zihniyeti sürdürdükleri görulUr. tsmail Hâmi (Danışmend)in konuşmasından: " H e r halde bir müzaharete (koruma ve yardıma) muhtacız ve bunun en iptidai delili de devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizine tekabül etmesidir." Kara Vasıf Bey daha açıktır: "400500 milyon lira borcumuz var, bu parayı kimse kimseye bağışlamaz. Bize bunu ödeyin diyecekler. Bunun için müstakil yaşamaya malî durumumuz müsait değildir." Kongredeki manda (mandat) rejimi önerisinin de hayli eski bir mantıktan kaynaklandığı apaçık ortaya çıkmaktadır. Aynı yıl (1919) İstanbul Divanı Harbi Örfisinde, müddei umumi muavini Feridun Bey, İttihatçıları şöyle suçlamaktadır: "Onİar, Ingiltere ve Fransa'nın uyarılarını dinlememişler ve "36 bankadan 7 milyon lira borç bulamamışlardır." Hâkimiyeti siyasiye, Osmanb devletinin biraz daha fazla yaşamak için düşmanlarıyla beraber bulduğu bir formüldur. Acaba bu formül dışında, değişik bir seçenek düşünebilecek kafalar yok muydu? Borçlanarak yaşama çerçevesini kırabilecek, yeni ufuklar keşfedebilecek insanlar yok muydu? VARDI... Türk Devriminin özellikleri bu noktada apaçık belirir. Millî Hâkimiyet (Ulusal Egemenlik) ile Hâkimiyeti Siyasiye arasındaki fark ne ise, Osmanlı olanla olmayanı ayuan da aynı şeydir. Türkiye Cumhuriyeti bu ayırımda kurulmuştur. Bu bakımdan Osmanlı ıslahat hareketlerinin bir devamı değildir. Ulusal egemenlik, tüm dünya tarihinde fosilleşen rejimleri ruhsuz, asalak kişi ve kurumlan (eşhas ve müessesatı zâile) yıkan devrimci bir ilkedir. Türk devrimînin de kurucu ilkesidir. Tam bağımsızlık (Istiklâli tam) ulusal egemenliğin varlık koşuludur. Türkiye bu ilke ile insanlık tarihi içindeki yerini almıştır. Şimdi Atatürk'ü dinleyiniz: "Işte Efendiler, yeni Türkiye devleti, cihana hâkim o büyük ve kadir fikrin Türkiye'de tecellisidir, tahakkukuduı (gerçekleşmesidir)" (1923). Işte bugün kutladığımız 23 Nisan Egemenliği, bu tutum ve düşüncenin eseridir. Bu yazıdaki fikirierimizi daha önce şu incelememizde ele almıştık: Ikinci Meşruli>el Rejimi ve Ataturk (tdare Hukuku ve llimleri Dergisi, Arahk 1981). KaynakJar bakımından bu çalışmamıza başvurulabilir. 23 NfSAN 1985 Hâkimi> eti Siyasiye ve Ulusal Egemenlik Batılılann "borçlatarak yaşatma" politikasına uyan Osmanlı yöneticileri "borçlanarak yaşamayı" temel ilke ve değişmeyen alınyazısı olarak benimsemişlerdi ve para sorunu ön plana geçmişti. Bunun sonunun nereye vardığını hepimiz biliyoruz. Atatürk'ün düşüncesi ve tutumuysa bizi 23 Nisan Egemenliği'ne ulaştırdı. PENCERE Mendikacılık... Sendikacılık mendikacılık, toplusözleşme moplusözleşme, grev mrev oldu. Bugün ülkemizde namuslu bir sendikacı, sendikal hayatın varlığından söz açamaz. Kaba hesapla enflasyon oranı yüzde 5055, işçiye ücret artışı yüzde 2025'tir. Anlı şanlı ve canlı kanlı sendika ağalarının da gıkı çıkmıyor. Onların yerine kr nuşan yeni yıldızımız Sakıp ağadır: ,. "Bordro mahkumlan, pranga mahkumlarına döndü!.." Patron sendikalarının kodamanlan, Türkİş Genel Başkanı Şevket Yılmaz'ın iki yanağından makas alıyortar; gülüşüp öpüşüyorlar; koklaşıp konuşuyorlar: Çalışma barışı iyidir.. Özveri gerekli.. Patron sendikalarının eski yönetmeni Başbakan Turgut Öza) da Türkİş'e önem vermiyor: "Problem yoktur!.." Türkİş yönetimi ne yapıyor? Alttan gelen yakınmalan duydukça ve üstten gelen baskılan gördükçe bir şeyler yapmaya çabalıyor; ama kıymeti harbiyesi yok gibidir. Ülkemizde sendikal yaşam durmuş bir saattir; enflasyonun akrebiyte yelkovanı ise birbiriyle yarışıyor. * Anadolu'ya tepeden inme getirilen Amerikan sendikacılığı sonunda layığını buldu. Türkİş ağalan, uzun yıllardan beri patronlara yakın işçilere uzak siyasetleriyie ektiklerini biçtiler; şimdi hayrını görsünler. • ABD'de senatörier ve temsilciler, üye olduklan partilerin karariarına uymak zorunda değildiıier. Amerika'da disiplinli siyasal parti rejimi yoktur. İşçi sendikaları da her partinin üyelerini tek tek kendine bağlamaya bakar, partileri birbirinden ayırmaz, bir tutar. Batı Avrupa'da ise siyasal partiler, emekten ye sermayeden yana olmak üzere iki kanada yayılıtiar; partilerin yetkili kurullarının verdikleri karartar, parlamenterleri bağlar. Bu durumda Avrupa'da işçi sendikalarının emekten yana siyasal partileri yeğlemeleri doğaldır. Emekçi örgütleri, sol siyasal partileri tutup destekleyerek, hem alınterini savunmuş, hem yönetime katılarak demokrasiyi güçlendirmiş olurlar. Bu işbirliği süreklidir; seçimlerde geçertidir, kimi zaman organik bir bağa da dönüşebilir. Rkirözgürlüğünden yoksun Türkiye'de siyasal partilerin işlemesi Avrupa'daki düzene, sendikacılık da Amerikan örneğine bağlanınca sözde demokrasimiz arapsaçına döndü; Tür4 Iş yıllardan beri bu karmaşa içinde sermaye ve emek partiIb rini bir kefeye koyarak ağaların siyasetini yürüttü. Bu kadarla da kalmadı; Türkiş'in sendika ağalan, ülkemizde Batı Avrupa sendikacılığına gecertilik kazandırmak isteyen namuslu servdikacıları en ağır biçimde suçlamakta birbirleriyte yarış ettiler. Sonuç ortadadır. • Bugün ülkemizdeki sendikal hayatı sıfıra indirgeyen kararların çıkmasında Türkİş ağalarının payları az değildir, katkıları çoktur ve zaman geçtikçe Türkİş köşeye daha çok sıkışacaktır. Neden? Çünkü olağanüstü koşullarda yönetim koltuklanna oturan ANAP işbitiricilerinin siyasetleri kesindir: Ülke ekonomisini bir avuç holdingle birlikte yönetmek, dış ticareti özel kartele bağlamak, gözetilen şirketlere devlet desteğı sağlamak, Türkiye'yi ucuz emek cennetine çevirmek... Program yürüyor. ''.V.\'"l.S ."• > Ama Türkİş yönetfcilerinde bu gercekteri emekçi halka açıklayacak yürek yok. Bunların derdi gücü, koltuklarını koruma kaygısında odaklaşıyor. Bakalım mendikacılık nereye kadar sürecek; ağalar gemilerini karada nasıl yürütecekler? TARIK ZAFER TUNAYA Osmanlı parlamentosunda, Âyan "âzalan"da, Mebuslar (milletveküleri) da millet'ten, hfikimiyct'i milliye'den, meclisi milli'den, haysiyeli milliye'den, millî'li kavramlardan sık sık söz etmişlerdir. "Kuvvei railliye üzerine müesses meşrutiyeti Osmaniye", "milleti Osmaniye" kullandıkları terimlerdendir. "Istiklâli Osmanî" de öyle. Ne varki bu karmaşık siyaset edebiyatı, üslup ve "hitabet" renkliliği bir yanda bir çelişkiler ve kendi kendini aldatma havası içinde sözcüklerin gerçek anlamlarını yansıtamaz olmuştur. Özellilde Ikinci Meşrutiyet döneminde.. Çok uluslu, milliyetler mozayiği Osmanlı meşrutiyeti nasıl olur da ulusal güce dayandırılabilirdi? Osmanlı yönetici kesimi, o ünlü Sadrı âzamlar ve nâzırlar da bu çizgi dışına çıkmamışlardır. Jön Türkler bile bu üslubun tutkunlarıdır. Düyunu Umumiye ve Osmanlı Bankası uçları arasında, ayaklarında kapitülasyon zinciri bağımsızlıktan sözedilebilir miydi? Bununla beraber gerçeği yansıtan terimler de vardır. Hâkimiyeti siyasiye (siyasal egemenlik) gibi. tŞKODRA'DAN BASRA'YA... "Işkodra'dan Basra'ya kadar" uzanan 3.272.000 km2lik Osmanlı ülkesi üzerinde otuz milyon insan yaşamaktaydı. (1911 bütçe konuşmalarında verilen sayılara göre.) Yamalı bohçaya benzetilen bu geniş ülke etnik bakımdan büyük bir çeşitlilik içindeydi. Ulusal özelliklerini serbestçe geliştiren bu gruplar ve bölgeler ülkenin yapısal parçalan (eczai memalik) sayüıyordu. Çöküş nedenleri yabancı "müdahaleyi" arttırmış ve devletin egemenliğini de zayıflatmıştır. Gelişen milliyetçilik akımlan da, bu zayıflamaya koşut olarak, isyanlan, ihtilâlleri, aynlıkçı gerilimleri yoğunlaştırmıştır. Zamanın büyük devletleri başta Ingiltere, Fransa isyancı kitlelerle Osmanlı devleti arasına girerek sonınları, kapitülasyoncu açıdan çözümleme girişimini ele almışlardır. tkili baskılann ağırlığı altındaki merkez, ister istemez ülkeden kopmalan ve aynlmaları sineye çekmek zorunda kalmıştır. Sorun pamuk ipliğinden bir çözüme bağlanmıştır. Ve ayrüan parça üzerinde "bazı egemenlik kınntıları muhafaza edilme" yoluna gidilmiştir. Bağımsızlık statüsü kazanan yeni devletler "Türkokrasi" dedikleri "Osmanlı boyunduruğundan kurtuluş" onamı içinde "bu kadarcık" eski efendi mirasını kabul etmişlerdir ve bu durumdan da en kısa zamanda kurtulma çarelerini aramışlardır. Bütün bunlar, gerektiğinde bu kitleleri Osmanlı'ya karşı kışkırtan ve ayaklandıran, "devletler''in "Koruyuculuğu" altında oluşmuştur. Böylece merkezle aynlan bölge arasındaki iç hukuk ilişkisi devletlerarası hukuk ilişkisine dönuşmüştur. ülkesinden aynlan parçalar üzerindeki sözde egemenlik türüne Osmanlı siyaset edebiyatında Hâkimiyeti Siyasiye (siyasal egemenlik) adı verilmiştir. Bu gelişmelerin çeşitli asamalardan geçeni de olmuştur ve bunlara kimi ayncalıklar (imtiyazlar) tanınmıştır, (Bulgaristan Prensliği, Cebeli Lübnan gibi). Osmanlı devleti buralan hâlâ kendinin saymış, gerçeği perdeIemiş, olaya büyük kayıp niteliği vermemiştir. Abdülhamit rejimindeki bu aldatıcı sahiplenmeyi Hüseyin Cahit Yalçın tüm canlılığıyla açıklar: " . . . ldarei müstebide gözleri kapatmış, kulaklan tıkamış, dilleri kapamıstı Bir fa7İa nefesle. bir fazla dakika daha sürünmek için her meskenete, her zillete katlanıyordu. Biz hâlâ Bulgaristan bizimdir diye çocuklarımıza okutuyorduk. Bulgaristan çoktan gitmişti". TARİHİN ÜÇGENt Osmanlı yönetimi bu yörelere komiser, vali, naip, kadı gibi atamalar yaparak durumu geçiştirmekteydi. Oysa Osmanlı tarihinin koşullan bir üçgenli "müessese" yaratmış ve yerleştirmişti: "Batılı devletler aynlıkçı öge Osmanh devleti''nden oluşan bu kurum içinde her zaman ağır yitiklere uğrayan Osmanlı devleti olmuştur. Her seferinde ülkesinin bir bölümü üzerindeki denetimini kaybeden, egemenlik haklanndan feragat eden (vazgeçen) o olmuştur. 19. yüzyılın başlanndan itibaren bu vazgeçmeler artacaktır. Osmanlı bürokrasisi özü ve niteliği boşaltılmış egemenlik kavramım " ş e k l i " (biçimsel), "zahiri" (görünüşte) sözcükleriyle de ifade etmiştir. Bir çeşit egemenlik görüntüsünde Batı'nın büyük ağırlığı andlaşmalarda açıkça gösterilir. "Devletlerin muvafakati ile" terimi terklerin başka güçlerle ortaklaşa yapıldığını devletlerarası hukuka geçirmiştir ve Osmanlı egemenliğini sıfıra indirmiştir. Osmanlı politikasındaki bu ana çizgi "İmtiyazatı mahsusa verilerek hâkimiyeti siyasiyede ibka" ilkesi, yaklaşık iki buçuk yüzyıl (16691920) en çok Girit üzerinde uygulanacaktır. Rumelii Şarkî Vilâyeti, Bulgaristan Prensliği, Kıbns, Mısır birer örnek olarak anımsanabilir. BORÇLANARAK YAŞAMA Belirttiğimiz gibi, hâkimiyeti siyasiye Osmanlı aydınlannca doğal sayılmış ve giderek bir zih BURHAN ARPAD HESAPLASMA Darülbedayi'den Gunümuze... Bugün 23 Nisan'ı kutlarken bir başka kutlama üstünde durmak istiyorum. istanbul Belediyesi Şehir Tıyatrosu, 16 Mart 1985 akşamı Atatürk Kültür Merkezi'nde özel bir program sunarak, kuruluşunun 70. yılını kutladı. Daha önce de 8 Mart 1985 akşamı Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde, Lüküs Hayat operetini sunarak renkli bir başlangıç yapıldı. Osmanlı İmparatortuğu'nda 19. yüzyılın ilk yarısına uzanan tiyatro çalışmalan vardır. Bunlar, azınlık çevrelerin kimi amatörce girişimleri sayılabilir. 1908 Meşrutiyeti'nin getirdiği coşkulu hava, ilk Türk gençlerini sahneye çeker. Fakat kamu kuruluşlarıyla az buçuk bağlantı sağlayabilmiş ilk topluluk diyebileceğimiz "Dârülbedâyi'nin perde açması için daha bir on yılın geçmesi gerekir. İstanbul Şehir Tıyatrosu'nun yayımladığı 440 sayılı özel sayıda konuyu değişik açılardan ele alan yazılar var. Bu yetmiş yılın altmış yılını salondan izlemiş bir İstanbullu olarak, dopdolu anılar repertuarımın yapraklannı karıştırıyorum. Cumhuriyet'in ilk yıllannda Şehzadebaşı'nda Ferah Tiyatrosu. Geniş sahnenin kırmızı kadite perdesi açılıp kapanıyor, kapanıp açılıyor. Büyük komedyen Şadi Karagözoğlu, İbnürrefik Ahmet Nuri Bey'in uyarlaması (adaptesi) Sekizinci adlı vodvilinde Habip Neccar rolünde, sevgilisini (Eliza Binemeciyan) genç âşığı ile (Ahmet Muvahhit) yakalamış, inliyor: "Beden mahrum... Vücud sâkıt... Beni mahrum etme..." diye. Behzat Butak (Kayseri Gülleri), Raşid Rıza ve Vasfi Rıza (Çifte Keramet)le başarılı kompozisyonlar sunuyoriar. Sonra, Ertuğrul Muhsin ve arkadaşları. Gerçek Türk tiyatrosunun sağlam temeller üstünde kurulduğu 1925 ramazan repertuarı. Muhsin Ertuğrul'un kalemiyle, oyunuyla ve sanat yöneticiliğiyle natüralist tiyatro örneklerini Türk seyircisine sunduğu o unutulmaz Ferah sezonu. Sonra Tepebaşı sahnesinde İstanbul Belediyesi'ne bağlı ilk kuruluş etkinlikleri. Shakespeare, Schiller, Goethe. Klasik ve çağdaş dünya tiyatrosundan ilginç ürünler. Cumhuriyet'in ilk aydınlarına tiyatroyu sevdiren. tanıtan, benimseten çalışmalar. Dostoyevsky'ler, Gorki'ler, Pirandeilo'lar, Çapek'ler. Zor koşullar altında gerçeklestirildiğini sandığım Şehir Tiyatrosu dergisi, 440. sayısı yararlı bir belgedir. Daha doyurucu, daha yüklü olmasmı gönül isterdi. 70. yılı kutlama programının sahne yanı, yazık ki başansız. Daha doğrusu ele alış ve yola çıkış çok yanlış. Bugün yetmişinci yılını kutladtğımız Şehir Tiyatrosu, bir çeşit skeç ya da revücü bir sunuşla yuceltilemez, tam tersi sonuç alınır. Reşat Rıdvan'ın ya da Cemil Topuzlu'nun ya da Ahmet Vefik Paşa1 nın (İstanbul Şehir Tiyatroşu'yla bağlantı kuramadık) revüde goriinmelerinin anlamı ne? İstanbul Şehir Tıyatrosu'nun onurlu geçmişini canlandırmak için konuyu sağlam bir yaklaşımla ele almak gerekirdı. Dârülbedâyi'nin ilk telif oyunu olarak Baykuş (Halit Fahri Ozansoy), başanlı vodvillerden Sekizinci ya da Çifte Keramet, klasiklerden bir Hamlet ya da Gorki, natüralist örneklerden bir Halk Düşmanı, Baba (Strindberg), Avusturyalı yönetmen Max Meinecke, döneminin ilginç örneği olarak Liliom (Franz Molnar)'dan bir kısa perde ya da ilginç bir bölüm sahneye getirilmeliydi. O günlerin başarılı oyuncularından kimileri aramızda olduğuna göre rollerini sanırım severek ve ısteyerek oynarlardı. Engin Cezzar, Mücap Ofluoğlu, Perihan Tedü, Muhip Arcıman, Ertuğrul Bilda ve daha pek çoğu. Lüküs Hayat operetinin kutlama programında geniş yer alması da yanlış ve bizce yersizdir. Müzikli tiyatroyu aşırı seven bir yazar olarak Lüküs Hayat'a karşı çıkmam yadırganmamalıdır. Zira Şehir Tıyatrosu'nun yetmiş yıllık repertuvarında müzikli tiyatronun sadece üç beş yıllık bir yeri vardır. Şehir Tiyatrocular kendi açılarından haklı olarak müzikli oyunu istememişlerdir. Operet oynandığı yıllarda tiyatro program dergisinde bunu belli eden yazılar vardır. Fakat kutlama gecesi ille de bir müzikli oyun örneği sunulması istendiyse, Lüküs Hayat daha derli toplu, daha yoğunlaştırılmış bir fragman biçiminde araya sıkıştırılabilirdi. Yetmiş yıl, bir sanat topluluğunun geçmişinde az süre değildir. istanbul Şehir Tiyatrosu bu yetmiş yıllık geçmişte çok iniş çıkışlar, çok zikzaklar yapmıştır. Güçlü oyuncular yetiştirmiş, yücettici oyunlar sunmuştur. Yer yer gölgeli de olsa, parıltılı bir geçmişi vardır. Yetmişinci yılı kutlama çabaları, yenı atılımlar ve güçlü bir tiyatrocu elinin topluluğu yönetmesi dileğiyle, bugünkü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hepimize kutlu olsun. İMZA GÜNÜ GEDA Sürekli Kitap Fuarı'nda İLHAN SELÇUK 24 Nisan Çarşamba günü (yarın) saat 15.0018.00 arası kitaplannı imzalayacaktır. Şerefefendi Sokak No: 5. Tel: 527 39 49 Cağaloğluİstanbul ıNTERNAL AUDH MANAGER AND JUNIOR INTERNAL AUDıTORS A ınajor intemational oil and gas client ot' ours has t)penıngs Ibr An Internal Audit Manager vvith lollovving qua!illcations: • University Degree • Minimum 5 \ears public accounting experience • Fluencv ın English Junior Internal Auditors With simılar above qualifıcations. e\cept public accounting experiencc coııld be 13 years. The salary and fringe benefıts are ver> attractive. In addition, intemational training and asMgnments VMII be available. Posıtıons are located in İstanbul. Apply is strict conlidence to P.K.21 Mecidiveköv. İstanbul A MEMBE" (>F ARTHUH YOUNCi IN1 ERNATIONAL T.G. ZİRAAT BANKASI Gücüne crişilmcz Operatör Doktor KAZIM SARI Mua: Mecidiyeköy Buyukdere Cad. No: 57/5 Tel: 166 96 66 166 47 48 Genel Cerrahi Uzmanı
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear