23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yeryüzünde Arapça bilmeyen Müslüman toplumların da bulunduğunu, öte yandan Arapçanın çağdaş bilgi ile uygarlığın taşıyıcısı bir dil olma niteliğini çoktan yitirmiş olduğunu görmezden geliyorlardı. TÜRKÇENİN AĞIR BASIŞI Sonuçta doğal olarak Türkçe ağır bastı, 19O8'de İkinci Meşrutiyet'le halka doğru büyük bir adım daha atıldı, ilköğretimin zorunlu dili Türkçe oldu. Yalnız eğitim açısından değil, toplum ile devlet ilişkisinin dille yeniden düzenlenişi açısından da önemli bir adımdır bu. Ancak, Arapça öğretim yapmakta sürekli direnen medresede, Türkçe, coğrafya, tarih gibi konuların okutulabilmesi için bile 1910 yılına değin beklemek gerekti. Cumhuriyet döneminde, 1924'te Öğretim Birliği Yasası, 1928'de yeni Türk abecesiyle ilgili yasa, 1932'de de Türk Dil Kurumu'nun oluş:urulması, ulusal bilincin yaratılması, ülke yönetimi ile yurttaşlar arasındaki ilişkilerin uygarlaştınlması doğrultusunda, birbirinden ayn görülemeyecek büyük atılımlardır. Yeni Türk toplumunun özgür, inançh bireyleri ile laik cumhuriyet yönetimi arasındaki ilişki, devletin yurttaşla, yurttaşın devletle iletişimi, uygar bir töreye bağlanıyordu böylece. Temeli laiklik olan Türkiye Cumhuriyeti'nde her yurttaş, ülkenin koyu Osmanhca ya da Arapça'nın dinsel kökenli töresi ya da yetkeci kuralları ile yönetilemeyeceğinin bilincindedir. Eğitimde medrese yöntemlerine dönülemeyeceğinin de. Cumhuriyetle yönetilen bir toplumun yurttaşı olmak, padişahın kulu olmaktan çok daha başka bir anlam taşır. Eski dilin sözcüklerine aşırı bir tutkuyla sanlmak, aydınlarla halk arasında, devlet ile yurîtaşlar arasında yeni duvarlar yaratmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Her türlü özentiden uzak olan "bilim" sözcüğüne kızdığımız için medresenin "îlm"ini bağnmıza bastık diyelim. Bunun ardından, yakın bir süre içinde öğretim kurumlarımızda aynı kökün "ilmî", "ilmiyye", "ilmihal", "ilmiyyat", ulum", " u l e m a " , " a l i m " , "alimane", "allame" vb. gibi türevlerine dönme olanağı var mıdır? Kim kullanır bunları, kökü halk bilincinde bütün canhhğıyla yaşayan "bilmek", "bilim", "bilimsel", "bilgin", "bilgili", "bilim adamı" vb. gibi açık seçik anlaşılır sözcükler dururken? 1952'de Anayasa, Teşkilatı Esasiye Kanunu'na çevrilirken diriltilmesine çalışılan "tecelli", "temerküz", "bizzat", "marifetiyle", "ilühak", "itimat", "maznun", "inhilâl", "taalluk", "vekalet", "ekseriyet", "selahiyet", "riyaset", "Erkanı Harbiye" türünden sayısız sözcükten hangisi bugünkü Anayasa'da yer almıştır? Kamu kurumlan ile kuruluşlarının yazışmalarında hangisi kullanılıyor? Neden? Kökleri halkın doğal dilinde, Türkçede olmadığı için. Bu sözcüklere yeni bir dönüşü denemenin kime ne yararı olacaktır? ASIL AŞIRII IK OSMANLKACUJk kan "inkılâp" türünder sözcükler? Doğal bir dil olmayan Osmanlıcanın sözcüklerini, kökü, halkta olmayan bu kaskatı sözcükleri zorla diriltme çabasının boşa çıkacağını 1952'deki Teşkilatı Esasiye Kanunu deneyi apaçık göstermiştir. Diriltilmesine çalışılan sözcüklerden çoğunu bugün toplumun büyük çoğunluğu anlamıyor. Nitekim, eski dile özlem duyanlar, anlaşılamamak korkusundan dolayı, koyu Osmanhca sözcükleri yeni Türkçe sözcüklerle yan yana, içiçe kullanarak "ilke ve inkılâp" türünden incilerle bir aşure dil yaratıyorlar. Böylece öfkelerine bir hoşgörü süsü verdiklerini de sanıyorlar. Oysa bütün bu çaba, bu zorlama, aşınlığın böylesi, kafaları karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. ULLSAL BİLİNÇTEN DO€UŞ Doğal bir dilde kurallara uygun biçimde türetilebilecek birimlerin, sözcüklerle tümcelerin, sayıca sınırsız olduğu, çağdaş dilbilimde tartışmasız benimsenen bir gerçektir. Hiçbir bireyin yaşamı, bunlann hepsini kullanmaya, işitmeye, okumaya yetmez. Dilin bu özelliği, gelecek çağtardaki gelişmesinin de başlıca kaynağıdır. Osmanhca yapay bir dil olduğundan, bu özellikten, gelecekte yaşama gücünden yoksundur. Yapay solunumla bile uzay çağına ayak uyduramaz artık. Bu ülkede en güzel şiirler, çağımıza yaraşır bilimsel başarılar, uygar düşünce ile yaratıcı davranış, geriye değil ileriye dönük bir aşırılıktan, kökleri ulusal bilinçte olan an Türkçeden boy verecektir. V'eriyor. 9 ARALIK 1984 Türkçe'nin Gelecekte Yaşama Güeü Osmanlıca'mn en belirgin yönü, halk çoğunluğuncaanlaşılamaz nitelikte olmasıdır. Yüzyıllardır süregelen Osmanlı Imparatorluğu 'nda Türkçe'nin, ilk olarak 1876 Anayasası'yla (1. Meşrutiyet) resmi dil kabul edilmesi, bu bakımdan ilginç bir gelişmedir. PENCERE Halkını Seven Adam... Öfkeliydi, yetenekliydi, tepkiliydi, çabuk kızardı, sık sık yinelerdi: Ben halkımı severim!.. Belli belirsiz bir övünçle söylerdi bunu; çünkü "halkını sevmesi" kişiliği için bir erdem ya da özveri gibiydi; sözlerinin tınısında "ben tebaamı severim"'diyen eski zamansultanlarından kalma bir titreşim var mıydı? Bunca okumuş, yazmış, gün görmüş, dünyayı gezmiş, zengin sofralarda, görkemli toplantılarda, seçkin çevrelerde bulunmuş bir kişinin "halkını sevmesi" "/üfuf'muydu? Bir gün sordum: Niçin "halkımı seviyorum" diyorsun da "halkı severim" demiyorsun? Durdu, baktı: Halkım benim!.. Çoğu kez bizimkinin "halkını" çok sevdiğini gördüm; ama insanları seviyor muydu? Yalnız adamdı; hırçındı, kavgacıydı, kıskançtı; sık sık yinelerdi: Piyasada adam yok!.. Kâzım iyidir ama... Bırak şu geri zekâlıyı; oturup üç beş lâf edemezsin; hem o rezil herif, benim için Enis'e neler söylemiş biliyor musun? Hayır. Bilsen böyle konuşmazdın... Peki Enis? Enis mi? O dangalak da iki yüzlüdür; Kâzım'ın benim için söylediklerini bana yetiştirdi; ama ciğerinin ne yana yattığını ben çok eskiden beri bilirim. Ayşe?.. Eh, bir kadın için fena değil.. Kendi konusunda uzman... Kafası işlemez! Kullanabilirsen bir yararı olabilir; zayıftır. Hüsamettin? O kadar hastalandım, mahkemelere düştüm; bir kez aramadı, namussuz, alçak... Yahu senin hiç dostun yok mu? Güvendiğin kişi bulunmaz mı çevrende? Ben Tanrı gibi yalnızlığı seçtim. • Herkes kötüydü de bizimki mi iyiydi? Olur a!.. Kötü yazgı kiminin çevresine de kötüleri doldurur. Adamcağız evlenir, seçtiği kadın canına okur; sever, sevdiğini başkası elinden alır; ortak işe girer, ortağı kazık atar; ev satın alır, komşusu belâ kesilir; iş yaşamında dostları birleşip ayağını kaydırırlar. Hayat kolay değil... Binbir kişiyle ilişkiye geçiyorsun; o rezil, bu yalancı. beriki yetersiz, öteki küçük adam... Kimisi görgüsüz, kimisi sözünün eri değil, kimisi şöyle böyle, kimisi benci, kimisi bencil, kimisi korkak,kimisi dangalak,kimisi sersem, kimisi hırslarının kölesi, kimisi geri zekâlı, kimisi ruh hastası, kimisi nankör, kimisi hain, kimisi kazıkçı... Bu kez ben öfkelenmeye başladım: Ulan!.. Sen hiç kimseyi adam gibi, yürekten, taa gönlünden koparak; kusurlarıyla, erdemleriyle, güzellikleriyle, çirkinlikleriyle sevemez misin? Yine donuk donuk baktı: Ben halkımı severim. • İnsanları sevmeyen; ama, "halkını seven" çok kişi var bu toplumda... Benim de kafamda bir soru var: İnsanlan sevmeyen kişi halkı sevebilir mi? Prof. Dr. AKŞİT GÖKTÜRK Dilin en önemli yönü, toplum içindeki ilişkileri düzenleyici işlevidir. Özellikle çağımızın ilerlemiş toplumlarında, gerek bireylerle kamu kuruluşlarının kendi aralarındaki, gerekse ülke yönetimi ile yurttaşlar arasındaki ilişkilerin özgür demokratik bir biçimde sürdürülebilmesi, dilin bu yönüyle yakından ilgilidir. Bu açıdan, Türk Dil Devrimi'nin de, cumhuriyetin kuruluşuyla Türkiye'de yerleşen yeni devlet anlayışının, halkçı bir yönetimde yurttaşlara sunulan aydınlatıcı eğitim düzenlemelerinin, bir parçası olarak görülmesi gerekir. Günümüzde, demokrasinin temeli olan özgür kamuoyunun bir hoşgörü ortamında etkisini gösterebilmesi açısından büyük önem taşır bu. Yıllardır çağdaş Türkçe konusunda görüş belirtmiş sayısız yazarın, araştırmacının, düşünürün, Türk Dil Devrimi'ni ülkemizde, cumhuriyetin, uluslaşmanın, halka dönük bir yönetimin vazgeçilmez temeli olarak tanımlayagelmesi, üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir noktadır. 1876 MECLtSt NDEKt OLAY Osmanlılarda ülke yönetiminin dili, Arapça, Farsça, Türkçe kanşımı yapay bir seçkinler dilidir. Bu dilin en belirgin yönü, halk çoğunluğunca anlaşılamaz nitelikte olmasıdır. Bu nedenle Osmanhca, yakın tarihimizde halkın ülke yönetiminde söz sahibi olmaya başlamasından bu yana önemini gitgide artan bir hızla yitirmiştir. Yüzyıllardır süregelen Osmanlı İmparatorluğu'nda Türkçenin ilk olarak Birinci Meşrutiyet'le, 1876 Anayasası'nın 18. maddesiyle resmi dil kabul edilmesi, bu bakımdan ilginç bir gelişmedir. Ancak, ünlü tarihçi Enver Ziya Karal'ın, "Osmanlı Tarihi'nde Türk Dili Sorunu" (1) konulu incelemesinde belirttiğine göre, bu ilk Osmanlı Meclisi'ne ülkenin değişik bölgelerinden gelen milletvekillerinin oturumlarda konuştukları Türkçeyi tutanaklara geçirebilmekte bile büyük güçlükle karşılaşılmıştır. Meclis'in Osmanhca eğitimli yazmanları, milletvekillerinin konuştuğu dili anlamamışlardır. Öylesine bir uçurum vardır, devletin dili ile halkın dili arasında. Ahmet Mithat Efendi, tutanakları yazmakla, bu arada üyelerin konuştuğu Türkçeyi de Osmanhca yazı diline çevirmekle görevlendirilmiştir. Bu çetin görevin ağırhğı altında bir gün Meclis'te düşüp bayılmıştır. İşte bu ortamda, Birinci Meşrutiyet'i izleyen dönemde Türkçe Osmanhca tartışması hızlanır. Gerçekte sorun yeni değil, Osmanlı İmparatorluğu'nda on dokuzuncu yüzyıl başlarından beri, çağdaşlaşma girişimlerine koşut olarak süregelen bir sorundur. Bu dönemde dil konusundaki tartışmalarda Türkçecilerin savlan, resmi yazışma dilinin yahnlaştınhnası, abece'nin (alfabenin) düzenlenmesi, Türkçenin Arapça ile Farçadan arıtılarak bağımsızlaştırılması, çağdaş bilgiyi kendi olanaklarıyla dile getirebilecek düzeye ulaştırılması gibi noktalarda yoğunlaşır. Osmanlıcacıların savlan ise, Türkçenin bağımsız bir dil olamayacağı, Arapçanın bizim bilim ile yazı dilimiz olduğu yolundadır. Bir önemli sav da, Arapçanın bütün Islam toplumlannda dinin dili olduğudur. Nitekim, Ikinci Abdülhamit de: "Arapça güzel lısandır, keşke eskiden resmi dil Arapça kabul olunsa idi. Hayreddin Pasa'nın sadrazamlığı zamanında, Arapça'nın resmi dil olmasını ben teklif ettim. O zaman Sait Paşa Başkâtip idi, direndi. Sonra Türklük kalmaz dedi. O da boş laf idi. Neden kalmasın? Aksine Araplarla daha sıkı bağımız olurdu," (2) der bu konuda. Yönetiminin temeli din, eğitim düzeni de medrese olan bir devletin, "Halifei ruyi zemin" sanını taşıyan padişahının, kendi durumu ile çıkarlan açısından böyle düşünmesi doğal sayılabilir. Ancak padişahın yanı sıra, bütün Osmanlıcacılar, Arapçaya bu denli yaslanırken. Türkceci eğilim aşınhkla suçlanırken, bugün "doğrultu" varken "istikâmet", "yazım", varken " i m l a " , "sözcük" varken " k e l i m e " , " b i l i m " varken "ilim", " d i l " varken "lisan" diyen geriye dönük aşınlık hangi gerekçeyle açıklanabilir? Ya o (1) Bilim Kullur ve Ögretim Dili CMaefendi kul ilişkisini çağrıştıran rak Türkçe, Ankara, Türk Tarih Ku"arz etmek", söylenmesi yedi rumu, 1978 S. 797. den yetmişe herkesin dilini bur (2) Ay. S. 62. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL OKURLARDAN Telefon Başmüdürünün demeci tstanbul Telefon Başmüdürü Sayın Fehmi Sökmener'in gazetelerdeki son demecini şaşkınlıkla okudum. Sayın Sökmener, "Erenköy'de süper tercihli telefonlann günü gününe yerine getirildiğini" açıklıyor. Oysa, ben bundan on dört yıl önce 12/3/1970 tarihinde 10738 sıra numarası ile Telefon tdaresVne başvurmuştum. Hâlâ telefon verilmedi. Erenköy'de 3000 telefon dağıtılışında, sıramın gelmesine yüz kişi vardı. Sayın Başmüdüre soruyorum, bu 3000 telefon kime ve nasıl gitti? Öğrendiğime göre, benden sonra 2500 kişi telefon almıs. ı\'itekim, son olarak Anadolu Yakası Telefon Mudürluğü 'nden Hikmet Karademir ve Meral Gülkurusu imzalanyla atdığım 25/7/84 tarihli yazıda, "santral sahasındaki telefon dağıtımında müracaat tarihiniz itibanyla sıranız gelmiş bulunmaktadır. Ancak, telefon tesisini istediğiniz adresin şebeke durumu müsait olmadığından, talebinizin bugün için yerine getirilmesi mümkün olmamaktadır" denmektedir. Sayın Basmüdürün belirttiği gibi süper tercihli biri olsa yani para, hak ve hukuka galebe çalsa, aynı gün telefon var. Buna karşüık 14 yıldan beri bekleyene yok. ÜMtT BALKIR tSTANBUL matbaalann çevresinde oturan vatandaslann şikâyetlerinden gelmektedir. Matbaalann sosyal yasantıya zarar vermediğini iddia eden kişinin, yanında matbaa bulunan bir evde yasamasım değil de, sadece bir gecesini geçirmesini isterim. Uykunuzun en tatlı anında beyninizin içine kadar işleyen makine gürültüleri kimsenin hoşuna gitmez sanırım. Bir de yanınızdaki matbaa cumartesi, pazar demeyip gece gündüz çalışıyorsa sinir sisteminizin ne hale geleceğini siz düşünün. tSMAtL AVCI tSTANBUL Dergi Yapraklarında... "Kara bir kurşunla kaplıydı gök biliyorduk bilmek yeterse aşkı ve sevinci neye yarar!" Oktay Rifat'ın 'Gösteri'deki şiirini okurken geçmişe kayıverdim. Yaş gereği! Gelecekten çok geçmişe dönüğüz artık... Yalnız ben mi? Benim kuşağımın bütün yazar ve şairleri... Bu ayın dergilerine baktım, ne çok anı yazısı, günlük var! Ben de öteden beri günlükçüyüm. 1965'ten bu yana güncelerimi yayımlarım zaman zaman. Ama benimki çocukluk, ilkgençlik günlerime dayanır. 1940'ların, 50'lerin defterleri bile duruyor... Son yıllarda bakıyorum günlük, günce yazanlar çoğaldı, Oktay Rifat'ın dizelerindeki gibi aşkı ve sevinci' daha doğrusu yaşamayı bilmek istiyorlar, bilmek, duymak, anlatmak... Şiirlerle, öyküyle, olmazsa günceyle... Cemal Süreya 'Milliyet Sanat'ta '61. Gün'ü yazmış. Günlerine birer sayı vererek, tarih atmadan. Naim Tirali 'Eleştiri'de 'Günlük'ten parçalar yayımlamış. Salâh Birsel de 'Yaşlılık Günlüğü'nü 'Düşün' dergisinde... Fethi Naci'nin 'Eleştiri Günlüğü'nü anımsayalım. Tarık Dursun K.'nın 'Yaşadıkça'sı da bir çeşit günlük değil mi? Bunlara bu ayın dergilerinde görmediğim, Mehmet Şeyda'nın 'Romancının Günlüğü', Tomris'in 'Gün Dökümü' ile Buyrukçu'nun yaşamının günlerini uzun uzun anlatan yazılarını eklemek de gerek... Aralık ayı dergileri önümde... Hepsini okudum, diyemem; okumaya çalıştım. Hiç değilse çoğunu okudum. Ne çok gereksiz yazı var, okumaya pek değmeyen türden! Ne çok da şiir! Ama çoğunu sevdim desem yalan olmaz. Genç şairler birbiri ardına yetişiyor. Yaşlılar da boş durmuyorlar. Bu ay Sabahattin Kudret'in, 'Bir Zaman Düşu'nün el üstünde tutulduğu bir zaman parçaşı olmuş... Eleştiri'de Emin Özdemir 'Güneşi Isıtan Ozan'da şöyle diyor: "Günlük gerçeklerin cenderesi içinde küçülen evrenimizi genişietmeye çalışıyor S.K. Aksal, Güneşi ısıtarak ya da güneşe ziller çaldırtarak yaptırıyor bunu" 'Düşün'de Refik Durbaş da "Bütün şiirlerin sarnıcında alttan alta bir yeraltı suyu gibi akar gider zaman ve düşler. Ve oldukca geniş bir sözcük dağarcığının meridyenleriyle donatılır şiirlerin coğrafyası: Kuş"Paranızın, istikbalinizin emnryeti." lar, kediler, köpekler, akşam, gökyüzü, kapı, masa, pencere, odalar, bulut, yağmur, lamba, yorgun döşekler. Bir selvi göğe iliştirilmiştir, gök evlere yapışıktır, bulutlar düşe kalka sokaklardan geçer" diye yazıyor. Aksal'ın şiirlerindeki evreni çizerken... Sabahattin Kudret de 'Düşün'de çıkan konuşmasında "...sanatın gizlerinden biri de nesneye, doğaya, varlığa biraz da şaşırmış bir gözle bakabilmektir" demiş... Ama anılar, anılar, hep anılar!.. Bu ayın dergilerindeki yazıların çoğunda ağır basan hep geçmiş!.. Dinamo 'Düşün'de Yahya Kemal'i Haseki Hastanesinde ziyaretini anlatıyor. Birsel, dediğim gibi 62 yaşından sonraki yaşlılık izlenimlerini... Dergilerde bol bol yer alan başka bir yazı çeşidi de: Soruşturmalar... 'Gösteri'de Yahya Kemal'in 100. yılı dolayısıyla sormuşlar: Gelenek mi Gelecek mi? Aynca Aziz Nesin üstüne düşünceler... Sanat Olayı'nda da başka bir soruşturma: 'Ba(Arkası 8. Sayfada) Bir eleştiri 16 Kasım 1984 tarihinde "Basımevleri Güç Durumda" başlığı altında bu sütunda çıkan yazıda; matbaalann çevreye, tarihi bütünlüğe, turizme ve sosyal yasantıya zarar vermediği belirtilmektedir. Bu yazının arastınlmadan ve düsünülmeden yazıldığma en iyi örnek, söz konusu Işbirlîği Iş Bankası'nda bir hesap açın. Tasarrufiınuz İş Bankası'yla işbirliği yapsın... "Güven"i tanısın. İş Bankası güvenliğinde çalışsın, payını tam alsın. TURKIYE $ BANKASI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear