22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kendilerine verilen bu haklardan yararlandıkları görülmektedir. Yasalar bir üstyapı kurumu olarak kadının toplumdaki ikincil durumunu değiştirmek için gerekli fakat yeterli değildir. Yasaların etkili bir biçimde uygulanması sağlanabilirse kadının toplumdaki konumunu değiştirmeye yönelik adımlar atılabilir. Türk kadınının toplum içindeki yerinin değişmesi hem biçimsel, hem de öze ait bir çok çelişkilere beraberinde getirmiştir. Ülkemizde ilköğrenim zorunlu olmasına karşın hâlâ okuma yazma bilmeyenlerin oranı 1980 nüfus sayımı sonuçlanna göre ^b 31,2 gibi küçümsenmeyecek bir düzeydedir. Cumhuriyetin 61. yılını arkada bıraktığımız şu günlerde kırsal ve kentsel yörelerimizde okuma yazma kurslan açılması övunçle haber başlığı yapümaktadır. özellikle okula gönderilmeyen kız çocuklar nedeniyle okuma yazma bilmeyenlerin oranı kırsal alanda % 65 civanna yükselmektedir. Bu sonuç cinsiyet ayrımı yapılmaksızın ilköğrenim zorunluğu getiren yasanın kentsel ve kırsal, çoğunlukla da kırsal yörelerdeki nüfusu kapsamadığını ve özellikle kadın nüfusta işlerlik kazanamadığını göstermektedir. Kadının çalışma hayatına katılış biçiminin oransal duşüklüğu ile kadın emeğine, erkeğe kıyasla az ücret odeniyor olması ve Medeni Kanun'un tek evlilik koşuluna karşın, hâlâ birden fazla evliliğin de toplumda bulunması, yasalarla tanınan haklann gerçek hayata yansımadığını gösteren kapsamh örneklerdir. Kadının giyimi konusunda da son on yılda buyuk bir gerileme olmuştur. Bu konuda yasaların etkinliğini 12 Eylül öncesi ideolojik saplantıların fazlasıyla etkilediği gozlenmektedîr. 1985 Turkiyesinde çarşaf, baş örtüsu ve uzun pardesü ile dolaşanlann sayısının giderek artması, üniversitelerde giyim kuşam konusunun hâlâ gündeme gelmesi, çeşitli genelge ve kararlarla bu konuya dikkatin çekilerek çağdaş giyim konusunda gençlerin yönlendirilmesi; hem yasalann geçerliliğini yaygınlaştırmak hem de toplumsal değişmenin ileriye dönük gelişmesini engellemelere karşı alınan önlemlerdir. KADININ TOPLUMSAL KONUMU Kâdına ilişkin konu ve sorunları toplumsal ve ekonomik yapıdaki ilişkiler bütünü içinde ele alıp değerlendirmek gerekir. Toplum salt ekonomik ilişkiler çerçevesinde yönlenen ve bu ilişkilere göre belirlenen bir yapı değildir. Eğitim, din, ideoloji, gelenek ve görenekler, değerler ve benzeri üstyapı öğelerinin toplumsal yapıyı belirlemede önemli rol ve katkıları vardır. Yani kadımn sadece ekonomik ozgürlük kazanması ya da yasal hak ve guvencelere kavuşmuş olması toplum içindeki konumunun erkeklerle aynı düzeye gelmesini sağlamaz. Kısaca kadının toplumda erkeklerle eşit konuma gelebilmesi için hem uretim sürecinde etkin (aktiO bir rol alarak ekonomik bağımsızlığını kazanması, hem de toplumda kadına verilen değerin, kadın erkek ilişkilerini belirleyen geleneklerin, kurallann, kadının aile ve çeşitli toplumsal kurumlardaki yerinin ve işlevinin değişmesi gerekmektedir. Toplumumuzda "Kız çocuğa harcanacak emek ve para boşa gidecektir" düşüncesiyle hareket eden babaların sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Nüfusun hâlâ yandan fazlasının yaşadığı köy, kasaba ve hatta buyuk kentlerın gecekondu bölgelerinde kız çocuk aile içinde fazlalıktır, istenmeyen bir varhktır. Kız çocuk babanın gözünde sadece evlendirileceği zaman önemsenen bir varlık haline gelir. Çünkü artık onu satıp para kazanacaktır. Özetle, toplumun, özellikle erkeğin gözünde kadın, her turlü sıkıntıya katlanacak, bulduğuyla daha doğrusu kendisine verilenle yetinecek, elde edemediğini aramaya sormaya hakkı olmayan, erkeğine hizmet ve çocuklarına analık yapmakla görevli olan ve fakat haklan olmayan bir varhktır. Bu görüşler hızlı değişim süreci içinde olan toplumumuzun kentsel bölgeierinde de kendini hissettirmektedir. Öğrenim görmüş erkeklerimiz arasında kadının kendisi ile aynı düzeyde çalışmasını, aynı parayı kazanmasını ve hatta daha üst düzeylere ulaşmasmı kabul edemeyen ve buna tepki gösterenlerin sayısı da az değildir. Bununla beraber sanayileşme ve kentleşmenin doğal sonucu olarak kadının evinin dışında ücretli olarak çalışma hayatına girişi zorunlu bir olgudur artık. Temel sorun, kadının toplum içinde alışılagelmiş yerinin değişmesidir. Bu değişme gerçekleştiği anda doğal olarak toplumsal rolü değişecek ve sorunlar kendiliğinden çözüme kavuşacaktır. Bu durum bizi kadın erkek eşitliği konusuna göturmektedir. Kuşkusuz bu eşitlik toplumun insanoğluna tanıdığı örneğin eğitimde fırsat eşitliği, eşit işe eşit ucret, eşit izin, eşit emeklilik gibi haklar ve fırsatlar yonünden ele ahnmalı, doğanın iki ayn cinse vermiş olduğu nitelikler ve yetenekler yonünden değil. Kadın erkek eşitliği iki cinsin birbirlerinin eksikliğini tamamlaması yönünde düşünülürse bir anlam kazanır. Bu noktada kadın ve erkeğin eğitimi büyük önem taşımaktadır. 2 ARALIK 1984 Türk Kadını Çağdaşlaşabildi mi? Kadına ilişkin konu ve sorunları toplumsal ve ekonomik yapıdaki Jişkiler bütünü içinde ele alıp değerlendirmek gerekir. Kendisine, yasalarla tanınan hakların gerçek hayata yansımadığını gösteren kapsamh örnekler var. PENCERE Anayasayı Delmek? 1982 Anayasası'nın 167'nci maddesinin başlığında "dış ticaretin düzenlenmesi" deyimi de yer alıyor. Acaba devlet dış ticareti nasıl düzenliyecektir? Bu sorunun yanıtını öğrenmek için 167'nci maddenin birinci fıkrasına başvurmak gerekir: "Madde 167 Devlet; para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalannın sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili ve anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler." Görüldüğü gibi 1982 Anayasası kartelleşmeyi kesinlikle yasaklamaktadır ve "dış ticarette" kartelleşmenin yasa dışı olduğu da özellikle vurgulanmıştır. • Kartelleşme ne demektir? " Kartel, firmaların bağımsızlıklarını kaybetmeden gruplaşarak belirli bir pazar üzerinde monopol durumlarını korumak amacıyla birleşmeleridir." Mm, saum, fiyat konulan üzerinde butünleşen şirketlerin kartelleşmesi, serbest piyasa ekonomisine ters düşer; tekelleşmenin bir türüdür. Özal hükümeti ise kanun hükmünde bir karamameyle Türkiye'nin dış ticaretini 17 şirketten olusan bir kartele bağlamıştır. Bu grupa giren firmalar "gözetilen şirketler" diye anılmaktadııiar ve ülke içinde alım, ülke dışına dönük yüzlerinde satım kartelini Özal'ın desteğiyle kurmuşlardır. • Odalar Birliği Başkanı Mehmet Yazar, 29 Eylül 1984 günü Giresun'da Karadeniz Bölge Toplantısmda "ihracatçı ş/riceflergrubu" adıylaanılan bu kartele ilişkin açıklamalar yaipmıştır. Sayın Mehmet Yazar'ın verdiği bilgilere göre durum şöyledir: Devlet 1 ABD Dolan'nın fiyatını 410 lira olarak belirfediği gün, aynı doları normal bir ihracatçıdan yüzde 43 fazlasma 588 liraya, 'ihracatçı sermaye şirketleri'nden ise yüzde 59 fazlasına 651 liraya almaktadır.'' 'İhracatçı sermaye şirketleri (kartel) 1984'ün ilk sekiz ayında toplam ihracatın yüzde 40'ını gerçekleştirmişlerdir. 1985 yılında bu dolayda bir pay ile enaz3.5 milyar dolariık ihracat yapabilirler. Bunun anlamı mevcut uygulamanın devamı halinde, 'ihracatçı sermaye şirketlen'ne 1 trilyon Türk LJrası'nın biraz altında veya biraz üstünde dolaylı sübvansiyon gereğidir." Hesaplar üç aşağı beş yukarı değişebilir; ama anayasasında piyasanın özellikle dış ticaretin tekellere bağlanmasını kesinlikle yasaklamış bir devlette, kartel kurulabilir mi? 17 şirketten oluşan bu kartele devlet özel olarak Amerikan Doları başına yüzde 60 daha yüksek fiyat saptayabilir mi? Ülkede ihracat yapmak isteyen küçük ve orta şirketler kartelin turnikesinden geçmeye zorlanabilir mi? 17 şirketten oluşan kartele yılda 1 trilyona tırmanan destek sağlanabilir mi? İç ve dış ticarette kartelleşmeyi yasaklayan anayasa hükümet eliyle delinmemiş midir? • Anayasa devletin temel yapısmı, ilkelerini, işleyiş kurallarını gösterir. Anayasaya uyulmazsa, ülkede hukuk anarşisı başlar; hele hükümetın anayasayı hiçe sayması ve çiğnemesi akla sığacak bir ış değildir. Bu durumda devletin sorumlu organlan yasaların verdiği bütün yetkileri sonuna dek kullanmalıdırlar. Konu Meclis'te mi çözülür? Anayasa Mahkemesi'ne mi gidilir? Bir başka yol mu bulunur? Bilemeyiz; ama bir yol ve yordam bulunmalı... Prof. Dr. BİRSEN GÖKÇE Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dekanı Türk kadını şu günlerde seçme ve seçilme hakkına sahip olrnanın ellinci yılına ulaşrnak üzeredir. Parlak söylevlerle kutlanacağı kuşkusuz olan bu konu üzerinde; aynı dönem Cumhuriyet Türkiyesi'nin olanaklarından yararlanarak yetişen ve yetenekİeri ölçüsünde toplum yaşamına hizmet venneye çalışırken çeşitli soranlarla karşılaşan bir Türk kadmı olarak düşündüklerimizi yazraayı, kısa da olsa bir değerlendirme yapmayı görev sayıyoruz. tnsanlığın gelişimini birlikte sağlayan, birlikte yürüten ve birbirlerini her alanda tamarrüayan kadın erkek ikilisinden ilki üzerinde duruluyor da neden ikincisinden yani erkekten söz edilmiyor? Bunun yanıtı, aşağı yukan her aydının bilgisi içindedir. Yüzyıllardan beri kadının daima arka planda bırakılmışlığı, erkeğin, üzerinde söz sahibi olduğu bir " m e t a " olarak düşünülmüşlüğü, kısacası erkeğin sınıfsal konum içinde birinci sınıf, kadının ise ikinci sınıf vatandaş sayıldığı bilinmektedir. Bunlar üstünde durmayacağım. Kadının uretime doğrudan ya da dolaylı katkıları hiçbir zaman bağımsız bir güç olarak düşünülmemiştir. OysaTurk toplumunda kadın, yaşamm her döneminde "kadın" olması nedeniyle ortaya çıkan çeşitli sorunları çözmek için uğraş vermektedir. Kırsal kesimde ücretsiz tarım işçisi olarak çalışan köy kadınlanndan kentteki ev kadınına, fabrikadaki işçi kadından büroda eli kalem tutan kadına kadar bütün kadınlar çalışmakta, dolaylı ya da doğrudan üretime katkıda bulunmaktadırlar. Çalışma koşullannm değişik oluşu, karşılaşılan somnlann kapsam ve niteliklerini etkilemekle beraber temel sorun kadının toplum içindeki yeri konusunda ortaya çıkmaktadır. Özellikle toplumumuzda doğumdan itibaren kızlara karşı olumsuz bir tutum geliştirildiği gözlenmektedir. Çeşitli araştırmalarla saptanan bu olumsuz tutum doğal olarak kadının toplum içindeki konumunu da olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum, önce " i n s a n " olma hakkına aykırı değil mi? ATATÜRK, KADINI tNSAN YERtNE KOYDU Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını izleyen devrim hareketleri çeşitli alanlara yöneldiği gibi aile ve kadın konusunu da kapsamına almıştır. Cumhuriyetımizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, siyasal savaşım kadar toplumsal savaşıma da önem vermiştir. Atatürk özellikle Türk kadınının içinde bulunduğu durumu, Türk ailesinin sorunlannı bir toplumbilimci yaklaşımıyla gözlemiş ve Türk kadınının toplum içinde yaraşır olduğu sosyo ekonomik yerini alması için büyük çaba sarfetmiştir. Atatürk 1923'te Konya'da kadınlar ile, yine aynı yıl tzmir'de ve 1925'te Kastamonu'da yaptığı konuşmalarda tstiklâl Savaşı'nda Türk kadınının gösterdiği özverili çalışmalan halka anlatarak hem kadın konusunda görüşlerini açıklıyor, hem de toplumu bu konuda daha sonraki yıllarda yapmayı düşündüğü yasal değişikliklere hazıflıyordu. Nitekim bu konuda ilk yasal değişiklik 1926'da Medeni Kanun'un kabul edilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu kanunla ailede kadın ve erkeğe eşit haklar verilmiş, kan ve kocanın ayn ayn mal sahibi olabilmeleri, mirasın çocuklar arasında eşit olarak dağıtılması öngörülmüş ve aile üyelerinin kişilik haklannı koruyucu hükümler getirilmiştir. Daha sonra çeşitli yasalarla kadın haklarında ilerlemeler kaydedilmiş ve son olarak 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı da kendisine tanınmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları da kadın erkek ayrımını ortadan kaldıncı bir biçimde hazırlanmıştır. Çok özel hükümler dışında kadın erkek sözcükleri her iki Anayasa'da da kullanılmamıştır. Yasaların öngördüğü bir çok açık ve kesin hükme karşın kadınlarımızın pek az bir kısmınm EVET/HAYIR OKTAY AKBAL 'Tercüman' gazetesinde bir haber okumuştum, bunda, Avni Akyol, İlhan Evliyaoğlu ve Mehmet Özgüneş'in AKDTYK'na uzman ya da danışman olarak atandıkları yazılıydı. Bu konuda düşündüklerimi yazdım. Önce bu üç eski bakanın dil, tarih alanlarında ne denli uzman oiduklarını sordum. Ortada belirli bir yapıt yoktu. Ne dil, ne tarih ne de kültür alanlarında bir etkinlikleri görülmüştu. AKDTYK'da uzman ya da danışman adı altında yeni yeni kişilerin görevlendirilmesi işsızlere iş bulma' çaresı gibi geldi bana... Birkaç gün önce Sayın Özgüneş'le Sayın Evliyaoğlu'ndan birer açıklama getdı. AKDTYK'da kurulan Milli Komite'de görevlendirildikleri, bu iş için hiçbir ücret almadıklarını bildiriyorlar. Bu arada, Sayın Avni Akyol'dan da uzun bir mektup aldım, o da aynı şeyleri söylüyor. ilgılerinden ötürü kendilerine teşekkür ederım. Sayın Akyol'un açıklamaları üzerinde biraz durmak istiyorum. Akyol, danışman ya da uzman olarak atanmadıklarını, Kurum Yasası'nın 103. maddesi uyarınca Atatürk Kültür Merkezi içinde Yer Alacak Tesis ve Alanlann Yönetimi Ile ilgili Milli Komite"de görev aldıklarmı yazıyor. Bildirildiğirte göre görev karşılığı hiçbir ücret ödenmeyecekmiş. Oysa her görevin bir karşılğı vardır, olmalıdır. Sayın.Akyol u tanımam, kısa süre Kültür Bakanlığı yaptı, gönderdiği uzun mektupta "kültür ve eğitim alanıyla ilgili uzman" olduğunu bildirıyor. Ankara Eğ. Fakültesi'nde 'planlama' konusunda yüksek lisans yapmış; Devlet Pianlama'da uzman olarak çalışmış, genel eğitim, halk eğitimi vb. konularda çeşitli raporlar, yazılar yazmış. Yaşamı boyunca herhangi, bir resmi veya özel işyerinde, devlet memurluğu dışında görev almadığını belirtiyor. Sonra da "Çok yoğun bir şekilde kültür ve sanat oiaylannın ve çalışmalarının içindeyım" diyerek 'Profesyonel çalışmalan' dışında on beş 'görevi'ni de şöylece sıralıyor: Uluslararası istanbul Festıvali Kültür ve Sanat Vakfı'nda Başkan Yardımcılığı ve Genel Koordinatörlük, Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekilliğı; TBMM Milli Saraylar Sempozyumu Genel Koordinatörlüğü; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Organizasyonu Genel Koordinatörlüğü; Klasik Türk Musikisi Vakiı kurucu üyeltği; Uluslararası Türk Halı Kongresi ve Fuan Genel Koordinatörlüğü; Türk Tanıtma Vakfı mütevelli üyeliğı. Türk Kalp Vakfı BaşkanBütun bu uğraşları yüklenen, bütün bunları gereği gibi başaran bir kişryi alkışlamamak olası değildir.. Simdı bunlara AKDTYK'nın "Merkez Alanı İçerisınde Yer Alacak Tesis ve Alanlann Yönetimi ile İlgili Milli Komite" üyeliği de eklenince insan şaşırıyor!... Bir kişi bu kacar çok ve değişik konulan kapsayan işleri nasıl başarıyor, üstelikde bunlardan herhangi bir çıkar sağlamıyor diye!.. Ben Tercüman'daki haberde belirtien 'uzmanlık' ya da 'danışnanlık' üzerinde durmuştum. Oysa öyle değilmiş, bambaşkabır uğraşmış söz konusu edilen... AKDTYK alanı içine yer alacai tesis ve alanlann yönetimi imş! Bu ne demekse, hangi anlarra gelirse!..Sayın Akyol'la SayınÖzgüneş'in, Sayın Evliyaoğlu'run daha önce, haberi yayımlaan Tercüman' gazetesine bir acklama ya da yaianlama göndarneleri gerekmez miydi? Ben bu üç eski bakanın AKDT'K'ya uzman ya da danışman oarak atandıklarını bu gazetede ocuyarak düşüncelerimi yazdım.SayınAkyol'unbuncauğraşın içindeı hem de hiçbir ücret alma;an başarıyla çıkması şaşknlık vericidir ve kutlanmaya değe bir çabadır. Mektubunu olduğu gibi bu sütunda yayımlamak sterdim, ama çok uzun olduğuıdan bunu yapamadım, kusura akmasın. Ama yazımda yeterli sıklamayı yaptığımı, okurlanmı v» söz konusu kişilerin durumunı.da gereği gibi aydınhğaçıteırdşmı sanıyorum. OKURLARDAN Toplumumuzun bitmeyen sorunları olduğu gibi bizlerin de apayn bir sorunu var: Bizler Usküdar ilçesinin Y. Dudullu mahalle sakinleriyiz. Trafıh sorunu Açıklama Üstüne... Çocuklarımızın okullara gidip gelmede büyük bir trafik sorunu var. Mahallemize en yakın olan "Mediha Tansel" tlkokulu olan eğitim yuvası bizden uzak olup, Şile asfaltı okulumuzla bizi ayınyor ve aynı zamanda kaza olmadığı gün geçmiyor. Bu yol üzerinde örneğin; geçit yok, trafik memuru yok, Geçtiğimiz günlerde Ankara ışıklandırma yok. Bu tür ve İstanbul'da açılan kitap önleyici durumlar olmayirfta ' • fuarlan kitap severter çocuklanmız ve bizlere . . ' ,A İarafından ilgi ile karşılandı. kazalar uzak olmuyor. Basta Kuşkusuz kitap fuarlarının karayollan olmak üzere ve açılması yerinde ve belediye tüm tstanbul'un bir desteklenecek bir olaydır. sürü yerine üst geçit yaptıklan gibi bizim bölgemiz olan Y. Dudullu Mah. Ihlamurkuyu üzerine de bir geçit yapılmasını yetkililerden bekliyoruz veya şimdilik en azından ışıklandırma veya sürekli trafik memuru verilmesini talep ediyoruz. YUKARI DUDULLU MAH. ADINA MAHMUT ŞENGÜL İSTANBUL Yapüan istatistiklere gore okumayı sevmeyen bir ulus olduğumuz belirlenmistir. Okuma yazma oranınm fv 70leri aştığı yurdumuzda günlük gazete satışının 2.5 milyon, haftalık dergi satışının 20 bin ve kitap satışlarmm ise 1520 bin arasında olduğu saptanmıstır. 50 milyonluk yurdumuzda bu rakamların düşündürücü olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bir ulusun dünyadaki saygınlığı bir oranda kültür düzeyi ile ilintilidir. Işte bu nedenlerle son yıllarda düzenlenen kitap fuarlarında amaç okuru kitaba çekmek ve kişiye okuma ahşkanhğının kazandınlmasma yöneliktir. Başmda da vurguladığımız gibi bu fuarlarm düzenlenmesi desteklenebilecek bir olaydır, ancak TRT'nin yeterli ve nitelikli bir sanat izlencesine yer vermediği gözönüne almırsa bu kitap fuarlarının salt buyuk kentlere 6'zgü olmaması, Anadoluya kaydırılması ve buradaki kitlelere de seslenmesi yerinde olur görüşündeyiz. Anadolu'nun dört bir yanında kitapseverler olduğu unutulmamalıdır. Bu dileğimizin gerçekleşmesini yaymevlerinden beklerken, yurdun dört bir yanında açılacak kitap fuarlan umudumuz, daha çok okuyup kültürlü bir ulus olmak amacımız olmalıdır. ŞÜKRÜ KARAMAN ANKARA Kitap fuarlarının ardından Hiç vergisiz.Jo 50 net kazanç. Devlet güvencesinde! Devletten halkımıza bir imkân. Hiç vergisiz... % 50 net kazanç... Hamiline yazılı. 6 ay vadeli Hazine Bonoları tasarruflarınıza devlet güvencesinde yüksek kazanç sağhyor. Şimdi yararlanın. Hazine Bonolan'nın satışı, T.C. Merkez Bankası'nın ve T.C. Ziraat Bankası'nın tüm şubelerinde devam etmektedir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear