26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET 11 Araîık 1972 HüUE C^ECESÎ SAÜHA HAHIM, tSuieHfl KADRî fcAWWiM Uf\H SANA... 6EM AIOCAMi PöKü? HAYAÎIN& YfcNü>FN ğA^LAftSıM. 4Ö2Lti^tu Eü'Mi UYÜVAMAM. AU^Mi^iM # DA Î>A # f t i ÖÜüM 5TE& C ffAPİ KUIMJYI DıiAMi ET\ÜAHA McVüTVt ME$&Jft xi M, röv ÎJ t DfYiM. AÂ& 1... Toyg TlMu3öIpüf4 N l . ONA £5 ÖLMAK KÖİA7 P c a î l p ^ , İ 5AMA. SAYCriDA RiNm HAi?! ÂLUH Hı UfAMAtAÖ/M.ı. İzmir'in içinde SAMİM KOCAGÖZ'ÜN ROMANI 127 »Öyle ya . hakîısm...» deyip geçtim. îçimden de «mürai», ikiyüzlü herif... sözleri geçti ama \ uttuni. Yaşlı adam, ben, Gülsercn, diptoki dut nğacınm altma oturduk. Çayian kahvecı, hemen koşturdu. Ona, bır gozdağı vcrmek için, iyice yukarıdan attırrr , «Kahveci başı, yarın öbürgün buraya tefüş gelecek. Şu Atatürk'ün yerini tertemiz görmeli.. » Yüksek sesle söyledığirn bu sozlere, bütun masalar dan kulak kabarttılar. Rugan çizmeli baym, üç ar kndaşı ile oturduğu rnasa, taş kesildi. Kahvcci, olağanüstü bir telâşla bize hizmet etmcye çahşıyordu: «Başüstune cfendım; yarın sabah orasını tertemîz ederim.» Karşıhğmı verdi. Çaylanmızı içip biîirdik. Bayram Dayı'nm hal ve hatınm, çoluk çocuğunu, torunlannı sorduk, konustuk Sonra, seccadeyı, sepeti aîdım doğruldum. Gülseren de Icımosu kucskladı. Yaşlı adama, herkesin duyabileceği bir sesle; "Buyur Bayram Dayt, seni bi?im ai'abayla a^ağidakı köyunç bırakalım . » deıhrn. Beyaz sakalmı sıvazlayıp şevinçle arkamıza duştü. Kahveci, koştu, verdiğim paranın üstünü getirdi. Elimizden seccadeyi. sepeti, termosu alıp, srabaya dek taşımak istedı, Buyük bir jestle, engel oldum. Kahvecinin merdivenlerinden îneceğîmiz sıra. rugan çizmeliyle arkadaşları. dayanamadılar; akıllarmca Bayram Dayıya takılinar: «Koca sakalh İsmct Paşa'cı seni!» Sesimi çıkarmadım ama Bayram Dayı, karsıhğt yapıstırdı: • Ben. ne particiyim, ne dc İsmct Paşa'cı' Ben, Mustafa Kcmal Paşacıyım' Anladınız mi?» Gevrek gevrek güldüler. Bîraz uzaklaşınca Gülseren, sdylendi: «Bayram Dayıyı alıp köyüne bırakmamız iyi oldu. HırpalayaPaklavdı sözleriyle...» Yaglı, beyaz sakalh adam, gülümsedi: «Gördün kızım, cuvaplarmı aldılar, Beni korkutamazlar,.,» Ortalık kararmaya başlamıştı arabaya blndigimizde. Üç kılometre aşağıdakı köyüne bıraktık Bayram Dayıyı. Yeniden yola koyuldnğumuzda Gülseren, rnerakla sordu: «Şu tefliş işinî nasıl yaptıracaksm Emre?» «Hangi teftiş işini?» »Canım Belknhvç'nin temizliği işinî.ı.» " iPok yuknııdan attım Ribi geliyor sana ama, bu iş çok kolay. Yarın Kulupte Vali'nin özel kalem müdürüne bir çift söz edeceğim. Öbür gün, bir trafik arabası Belkahve've gidecek... Yönetim ışlpnndç nc bu parücüik yahu! diye bir de nutuk atarım mudur beye . » »Yakamazsak cızlatırız ha!» diye Gülseren, gülmeye başladı. Emekli Albay Nazif Tınaztepe, oturduğu koltuğu, bıraz duvara do§ru çevirmiş, sırtmı bize yan dönmüştü. Snl yfikasmdakı masanın üstünde, sol elinm eksık üç parmağma karşın, alışkm eylemlerle sbküp, birkaç parçaya ayırdığı tabancası, tabancasmm mermileri vardı. Akşam yemeğini yeıken, radyonun verdıği haberleri dinlemiştik: Harbiye, toptan, Ankara'nm ortalık yerinde. bir gosten yuruyuşü yapmışü. Yıldız Ablam, sakin sakin yemeğini yiyen enişteme, «Aman Allahım Sabri! neler oluyor Ankara'da?» dive bağırmış, Yarbay Tezen dc, sadece gülümsemiş, «E.. olacak böyle şeyler Yıldız... Telâşlanacak ne var bunda?» Karşıhğmı vermişti. Albay, damadma dikkatli dik kalli bakrmş: sonra da tok bir sesle sormuştu; «Bu bir parola mı yarbay?» «Olabilir Albayım.» «Yakmdır öyleyse...» diye, babam gülümsemiş; biz de, annem, ablam, birbırimizin yüzüne bakmış kalmıştık. Yemekten kalkmca Albay, ellerini yıkadı Gıttı dolaptan tabancasmı getirdi. ݧte boylece koltuğu duvara çevirip, tabancayı sökmeye başladı. Anneme de, «Hanım, şu senm dıkiş makinesinin yağını getirir misin?» dedi. Annem, küçük yağdanlığı masatıın üzerine koyarken sordu: «Hayrola Nazif?» Albay Nazif Tınaztepe, ne* dense birdenbire çok ciddi bir hal almıştı ya, yine de anneme şaka yollu, eski dille karşıhk verdi: «Hediye Hanım, vazıyet kesbi vahamet eyledi; hinı hacette elimizin altında bulunsun şu tabanca... Çoktandır da bakım görmedi!» Annem, gülmeye başladı: «Şimdi sen de kendini, yirmi yaşmda Harbiye'li mi sayıyorsun?» «Ne sandm ya!» Babamm bu karşıhğma hepimiz güldük. Onun bize aldırdığı yoktu. Dikkatle tabancasmı temizhyordu. Gunlerden beri, evin içındc, belli etmemeye çalıştığı bir telâşla dolaşan, eve gırip çıkan; bazı geceler eve hiç gelmeyen eniştem, bu gece nedense. terliklerini ayağma geçirmış, tül perdesi çekik, açık pencerenin önündeki koltuğa yerleşmiş, gazcteleri karıştınyor, bir yandan da bızımle birlikte gulüp, bizi izliyordu. Yine günlerdcn beri, annemi, ablamı, «yeni göreve başladık; çok çahşmak gerek; bir türlü de çıkıp şöyle bir uy gun eve bakamadık.. Neyse ki birkaç haftaya dek, işler tavsayacak...» diye oy^Uyordu. Babam, tebancasını temizlemeye başlayınca, eniştemin eylemlerine bir anlam vermiş olacak ki Yıldız Ablam, ^ok heyecanlandı. Ama heyecanmı belli etmemek için örgüsünü alıp sedire çöktü. Kaşları çatılmış, parmaklan şişlerin arasmda hızla oynuyordu. Annem, mutfağa geçti. Yarbay, bu kez, yerinden kalktı, telefonun bulunduğu masanın yanındaki koltuğa oturdu. Cebinden bir not defteri çıkardı: «Bakahm.. beni arayan arkadaşlar olur belki.. Bu Harbiye'nin yürüyüşü çok önemli...» diye, söylendi. Babam, sordu: Bu kadar heyecanh durumda Kumandanın gösterdiği ilgisizlik beni şaşırttı, sapsan oldum. Halil Paşa rakı masasj başındaydı ve sarhoştu. Kumandan askenn kanım kadehe koymuş ıçiyor gibi geldi bana... Der hal tepkj gösterdim: Rüvavı Bekir Samj degil, sanınm Kolordu görüyor, çünkü Bekir bey uyanıktır, biz uyu yoruz. Sert bir selam verip çadırdan çıktım. Elli adım atmış atmamıştım ki, Yaver Fuat'ın: Selâhattin.. diye seslendığini duydum. Kumandan beni istiyormu?. tçeri girdim. Manzara deminki gibi degiîdi. Herkes ayaktaydı. ve yüzleri bir kaygı kaplamıştı. Halil Paşa sordu: Ne yapmak istiyorsun? Geride birçok birlikler vardır ve hepsi telefonla bağhdır. Hepsini nehir kenarma süreriz ve yakalamaya uğraşmz. Kolordu karargâhıyla Dicle arasmda bir tabur ihtiyattadır. Bunu da ben ahr Dicle kenarma giderim. Paşa: Ne istiyorsan yap! Yüzbaşı Selâhattin'in Roman Hedef: şahsmıza karşı bir tarızı taşıdığmı düşünememiştim. Heyecanla yapîlmış bu davramşımın hizmetime bağışlanmasını dilerim. Halil Paşa boynuma sarıldı, amımdan öptü: Haydi çocuğum, her vakıt memlekete böyle çalış, azız olursun.. dedi. Sabahm ilk aydmlandığı sıralarda yorgun argm yatağıma uzandım. n her yanı çelık levhalar ve un torbalarıyla ateşe karşı düzenlendikten sonra, ıçine on beş gün.hatta bir av Kutülammare'ye yetecek erzak yerleştirilmiş. Gemi bütün ateşlerden sıyrıldıktan sonra «Mehdı» mevkiine uîaşmış. Burada bır gün önce tesadufen kırılan telefon direğinin kaîın telgraf kablosu su altında pervanesine dolanmca durmak zorunda kalmış Sahıle gelen bir batarya (Ali İhsan beyin bırlıklennden) ateşı gemının bacasmâ isabet ederek yangm çıkarmış. Bu sırada sahıldekı askerler süngü hücumuvla gemiyi zaptetmişler. Mürettebatı esir etmişler. Sonradan anladık ki eğer gemınin taşıdığı erzak Kutülammare'ye varmış olsaydı, yolda buiunan Irjgılız bırlıklen cepheye yetışerek düşmanı kurtaracaklardl. <x) Talih!.. ETır yıkıK telgraf dıreğınin teh, kaderin değışmesını. sağlamıştı. ( Esir ahnan vapura «Kendi gelen» adını koyduk. Erzakı orduya dağıttık. Kaptan binbaşıyı o civar Arapları tanıyordu. İngıliz Gizlı Örgütü derhal faaliyete geçtı. Kaptanı kaçırmak ıstedı, ama kaçarken öldürüldü. Alman uçağının gelmesiyle artık Kutülammare'ye İngıhz uçak larmm erzak taşıması engellenmişti. Erzak taşıyan vapur yakalanmış o ümit de bitmişh. Kutülammare'de açlık son haddini bulmuştu. Hergün 400500 Arap şehri terkedip bize sığınıyordu. Açlık ve hastahk şehrı bitkin duruma düşürmüştü. 26 Nısan 1916 günü Thousend' ın isteği üzerine Kurmay Başkanı Basri Kutülammare'ye gittı, İngiliz Kumandanıvla görüştü. Thowsend şu teklifi yaptı: «Kutülammare'de mevcut kırk iki top, on bin küsur tüfek ve makineli tüfek sağlam o tlhan SELÇVK larak Türklere teshm edılecek, ayrıca bır mılyon îngıîiz lirasi verılecek, buna karşıhk Kutülammare'dekı İngılız ordusu ser best bırakılacak. Bu ordu Hmdıstana çıdecek ve savaşın sonuna kadar bır "daha hiçbir harp sahnesınde görev almıya; cak.» ' Dc>/e = ym; . I Tekneyi, her ne pahasma olursa olsun ele geçirmek gerekiyordu. İhtiyat tabur, bu maksatla kıyıya indirilmişti. Fakat, hiç beklenmedik bir anda korkunç bir ateş yağmuru başlayacak, toplar, makinelitüfekler ölüm kusapaktı. GÖRÜŞME 27 Nısan 1916 günü Thowsend ve Halil Paşa ıkı tarafın hatları arasında Dicle üzerınde buluştular, goruştüler. İngiliz Generah vereceğı parayı uç mıl yona çıkardı. Halil Paşa kayıtsı^, şartsız teshm tekhfinde bulundu. 28 Nısan 1916da ıkı îngıliz subayı konuşma ıçın geldıler. Bunlara da 29 Nısan 1916 günü oğleye kadar teshm olunmazsa muharebeye başlanacağl ve Kutülammare'ye zorla. gırıleceğı söylendi. CEHENNEM Telefon başına geldım. Üç beş dakıka içinde bütün grup bırliklerine bilgı verdim. Her ıki kıyıda ne kadar bırlik varsa sahile sürülerek mutlaka gelen ve henüz ne olduğu bılinmeyen vapurun yakalanmasının sağlan masmı Grup Kumandanı adına tebliğ ettım. Öncelikle karşı kıyı kumandanı Aîbay Ali îhsan beye Bu vapurun yakalanması için bütün tedbirlerin almmasını Grup Kumandanı sizden rica ediyor.. dedim. Grup Kumandanına söyle ne pahasma olursa olsun, bu gemi yakalanacakrır.. diye cevap verdi. On Üçüncü Kolordu Kumandanı Ali İhsan beyin bu ıfadesi beni sevindirmıştı. İhtiyat taburunu aldım, sahıle geldım. Henüz gemi ortada yoktu. Pakat bize birkaç kilometre yukarda müthiş bır ateş başladı. Projektörler, tenvır tabancaları, toplar, makineli tüfekler ve herşey bir cehennemi andınyordu. Ne var kı bır nehrin ıkı kıyısından atılan kurşunlar, top mermileri, ikı kıyıda bulunan dost birliklerine de kavıp verdi rmeye başladı. Biz yavaş yavaş vapurun gürultusunü duyuyorduk ve bilinmeyen birşey bekliyorduk. Tabur Kumandanı Bağdatlı Binbaşı Ali Rıza cesur bır adamdı. Dicle üzerınde en son birlik bizdik. Eğer gemi bize kadar gelır, bizı de geçerse artık Kutulammare'ye selâmetle gırmış olacaktı. Tabur Kumandanı: Selâhattin, dedi, şımdı emır verelim, yüzme bilen erler soyunsun, ellerıne bomba alsınlar, vapur bize kadar gelirse suya atılsınlar, bombalarla hücum etsinler Bu fikır olumluydu. Derhal yüz kadar er bu işe atandı. Hepimiz heyecanla bekliyorduk. Cehennemı ateş devam ediyor ve saatler geçiyordu. Tam bu sırada bize aşağı yukarı üç kilometre uzaklıkta «Mehdi» denen yerde: Padihasım çok yaşa.. seslerı duyuldu. Vapurun gürültüsü durdu. Hemen bir atlı koşturduk. Gelen haber: Vapur yakalandı. Erzak dolu bir gemiymiş, subayları ve erleri esir edilmiş. Haberi alınca ata atladım, Kolorduya geldim. Ortada kimse yok. Olayı derhal bütün cepheye bıldırdim. Düşmanın bir saldınsının muhtemel olduğunu ve bır lıklerin sabaha kadar uyanık ve sabahla birlikte savaşa hazır bulunmasım Grup Kumanda nı namma yazdım. ATEŞE KARŞI O gün öğrendik ki. gelen vapur Dicle'de ışliyen îngihzlerın «Linç» kumpanvasî dedikleri kumpanyaya aıt gemilerdenmiş. Kaptanı Kavlos yirmi vıldan ben bu kumpanyanın dırektörü durumunda ve gerçekten bir İngiliz binbaşısıymış. Vapurun 4 0 yıl önce Cumhuriyet STANBL'L Adlıye binasının yanmasına sebep olduğu iddia^ıvle tutuklanan kapıcı Arap Ethem'le bu işte ihmali gorulen odacıbası Mehmet ve dığer kapıcı Mehmet efendıler tahkikat evrakı ıle dun Bırıncı Sorgu Hakimliğine verılmiş, «orgu hâkimi de bunları geç vakte kadar dinlemiştir. Muddeıumumilik, Adlıye Sarayının yanmasmda sorumlu oldukları sanılan bu tutuklulardan başka vazifelerını ıhmal eden bazı kimselef hakkmda da tahkikat vapmaktadır. Simdiye kadar 50 kisıfıin ifadc^i ahnmıstır. Bunlar arasında Adliye Leva7im Mrmuru Tevfik ve rttğer bazı memurlar da bu 11.12.1933 SÖSİfÖI^ I ADLİYE YANGIKINDÂÎSÎ JArkası var) Anika yaşarken YAZAN : İVO ANDRİÇ ÇEVİRENLER: Adnan ÖZYALÇINER İlhami EMİN Geçen yıl. Kırnoyclçev'in kızı Anika'yı görünce, şimdiye kadar habeıdar olmadlğl, şimdiyse umut beslemekten korktuğu bir görüntüyle karşılaştığını sandı Bunca yıl sonra ilk kez, gunduzlerle gecelerin o karanlık, o korkunç Krısta'nın oldurulmesiyle kendi kendine kıyma duşuncesıne kapılmadan geçmesine tanık oluyordu. Bu dünyada onu, handa geçirdiği sabahtan onceki yaşamasma döndürebilecek bir şeym olabıleceği düşüncesi bile ayaga kalkmasına yardımcı oluyordu. Ama, yine de, umutla düşüncenin ötesine geçilmesi gerekip iş eyleme dayanmca Mihaylo'nun karsji&ına yalnızca onun bildiği, onun gdrduğü aşılmaz güçlükler çıkıyordu. Gençliğinin baijlangıcından bu yana ezik ve içine kapalı biri olduğurtdan bu kızla karşılaşıncaya kadar çıkar yolu bulamamıştı, ona şevinçle, içtenlikle yaklaşıyor, o anda da birdenbire titreyi» geri çekiliyordu. Çünkü, Anika'nın yanında kendinden geçip mutlu olurken aynı anda ıçindeki Kristinıça'dan titriyordu. Dayanılmaz bir çekicüıkle kızın guluşunu, harekftlerini ansıyarak yalnızlarken sovledıklerine kapılıp gidiyor; her şeyde Kristiniça'yla bir benzerlik arıyordu, bulunabileceöi düşüncesiyse onu korkutma\a yetiyordu. Bu durum, bütün sevincinı, neşesini yok edıp kızın kaışısmda onu garip davranışlı bir adam durumuna sokuyordu Böylece bu bir yıl, gerçek bir anlaşmaya va ramadan geçerek kcsın olaıak ayrılmalarının nedeni oldu. (O sıralarda genç kız, günden güne daha çok güzelleşip daha şaşırtıcı bır bıçımde ge lışerek bakışları üstüne daha çok çeker olmuştu.) Bu gıbı durumlarda kaçınılmaz olan kırgınhk, önemsiz bır ncdenden, yakla^makta olan ilk yazda patlak verecekti. Günün birinde Mihaylo'ya yaşlı Plema gelip kendısını Anika'nın çağırdığını söyledi Kızın evine gıtmeyi uygun bulmuyordu ama, yine de çağrıyı kabul lü. Kırnoyelçev'in evi kasabanın ötcki evlerinden daha gösterişli döşenmişti. Renkte, döşemede. örtülerde yabancı bıçimlerle asırı gösterış me rakı zenginliklerinin işareti sayılmazdı İşte bu evde Amka ona daha da acaip gelmişti Hıdrelle7 çünü ne yapmayı düşündüğünü sormak için ça§ırmıştı Kısık, ac;ır sesi, durgun beyaz yüzüyle, sorduğu gereksiz soru arasında Mıhaylo'yu büsbütün şaşkınd çeviren büyük bir tuiarsızlık vardı. Önccdcn anlaştıkları gibi «sağ olursa» ITidrellez Tffoı rücüne yüzdeyüz gideceğine söz vermiskcn Anika, ona: Ben de, sağ kalır, evlenmezsem gelirim, dedi. Şu birkaç gün içinde evlenmiyeceksin ya? Her şey yapabihrim. Hayır, yapamazaın. Öyle mi sanıyorsun? Tuhafça söylenen bu söz, kızın yüzüne bak maya zorlamıştı onu, , Ganellikle donuk olan gözleri, şimdi içlerinden aydmlatılmıştı sanki, aynı anda hem saydam, hem de donuk görünüyorlardı; hemen o an da da kanla gözyaşına boğuldular, kanlı gözyaşınm rengiyle ateşinden parıldamaya başlamısşlardı, bakışmdaysa belirli bir sertlik, saydamlık ve katılık vardı. Mihaylo, şaşkın, ınanmıyarak bu gözlere bakıyor, bakışlarının değişmesini ya da bir aldamş, bir hayal gibi uçup gitmesini bekliyordu. Tersine kızın bakışları daha da sertleşip saydamlaştıkta parlakhğı daha çok canlıhk kazanarak güçleniyordu. O anda kafasınm içinde kıvılcımlanan düşünceden korunnıak istedikçe düşünce daha da belirginleşiyor, bu saplantıdan kurtulmak için bağırmaktan güç» lukle ahkoyuyordu kendini; bir zamanlar handa karşılaştığı. sonradan da çoğunlukla korkunç, sıkıntı düşlerinde gördüğü, onu mutsuz kılan tanıdık bir bakıştı bu. Bu göalerde kaçılması gereken ama hiçbir zaman pek uzağa ka çılamıyacağını bildiği Kristiniça'nın korkunç, gizlı amaçlarla dolu olan yırtıcı bakışları vardı. Mihaylo lyıne düştüğü umutsuzluktan ok gibi, hızla uyanıp ona bakan bu gözleri parçalarnak istemişti. Çoğunlukla kulübelerle yol üstü meyhanelerinde kan ter içinde, kısık bir çığlıkla bir denbire sıçrayarak uyandığmda yaptığı gibi. Gözler uzaklaşmamış, tersine, karşısında. eskisi gibi, kımıldamaksızın parıldıyordu. Böylece düş le gerçek arasmda kıvramrken Anika durmadan: Öyle mi sanıyorsun? der gibi geliyordu ona. Aslında kızın bir kez söylediği bu söz, yüz kat artarak yankılanıyordu kulaklarında. Bu süre içinde, ikisi de, birbirine kımıldamaksızın, sevgililerin ilk günlerindeki gibi ya da yalnızca gözbebeklerinin sfeçilebildiği karanlık ormanda çarpışan iki yırtıcı hayvanmısçasma bakıyordu. En uzun süren sevgi dolu bakışmaların da sonu gelir bir gün Gözlerinin etkisınden kurtulan Mihaylo'nun bakışları bu sefer dc incecik derili, güzel, parlak elleriyle toi pembe tırnaklarına takıldı Bu, sonunda onu, kendi kor kunç durumunun gerçeğini görmesine yardımcı olup uyanma umudundt.n vazgeçirdi. Ilcmen de kapana kıstırılan yırtıcı bir hayvan gibi gerilemeğe başladı. (Arkası var) Ote taraftan da dün Istanbul sinde evraka bir şeycikler oîBaıo^una mensup 265 avukat madığını ileri sürmüşlerdir Dün toplanan avukatlar yeni halkevi salonunda toplanarak alınacak tedbirlerı gorüşmuş Adliye binası olarak seçilen live yangın sebeplerı tartısma ko man hanının Adliye için elvenusu olmustur. Bazı avukat rişli o!mad"ığmı ve Dördüncü lar Almanya'da, Raystag yan Vakıf hanının uygun olacağı eınmda iskemle masa gibi eş hakkında fikir birliğinde buyaların yanmıs olduğunu fakat lunmuşlardır. ÎSPANYA'DA çıkan ihtüâl genislemektedir. Gelen haberlere göre bir çok şehirlerde kanlı çarpışmalar olmakta, bombalarla köprü ve kiliseler uçurulmaktadır. SOFYA'DA çıkan gazeteler, Bulgar Kıralının Belg. rat'a gıttiğıni ve bu seyahatin Balkan sulhünü temın maksadı ile yapıldığjnı yazmaktadırlar. ATÎNA'DA üniversite cğrencilerinin üniversite binası önünde bazı gösteriler yapmakta ve taşlarla camlan kırmakta oldukları haber verilmektedir. (x) Selâhattin Yurtoğlu anılannı 938 vıhnda kaleme alırken şu satırları da vazmaktan kendini atemamıştır: «Burada bir ders daha vardır: Kendi karasularım ve kendi iç sularım ve iç mcmleketini yabancı şirketlere vermiş olan milletler bilmelidirler ki yarın bir muharebe gününde bu şiıketler birer casus ve ihanet şebekesi olacaklardır. Barış zamanında kemirdikleri millî ekonomi varhğına bu ıhanetleriHi de katacahlardır. İngiliİTefı "BeTcs^n sene Trakta çahştıktan sonra lrak'ı almışlardır. tşte simdi Cum luıriyet Hükümrtinin yabancı şirketleri birer birer miHîleştirmesinin anlamı daha iyi anlaşılır. tç memleketteki her vabancı şirket barış zamamnda bir ekonomi mikrobu. kavga zamamnda bir hivanet koludur. Bütün tarih, ülkesinde yabancı ellere ve sermayclere yer vermiş mazlumların ıstırabını dile getiriyor.» YARIN : BİR BSLDİRİ VE TEBRİKLER DİŞİ BOND BUÛISE SİZ/ OMUN ıCIN LE.»4fJlt BÜL VEOMUh/LA BİCÜICTE ÇALIŞIH\. 2 A M Û M B A $ A I K A Ç SÎ TlFFANY JONES YA ÇÜ^UKLEC ÛL I / T O ; İKT^^SUN. DUCA^At^uM^ iyi gEYDiH.I^ , >>S<.'.'<<7HLEFONJLASE/9^ HAM'DA TANISTJ/ DÖMDÛ\ İ RI ' ASUNDA SEN Rl DBSİLMİ Tl'CDÎNJ ONLA SABAHA KARŞI Sabaha karşı Basri bey geldi, Kumandan Halil Paşa yoktu. Gün doğarken Halil Paşa da bitkm durumda göfündü. Kumandan çadırma girdikten sonra nefer geldi. Kumandan beni ıstiyormuş. Gittim. Yanında Basri vardı. Halil Paşa gayet üzüntülü bir tavırla: Selâhattin, bu gece hizmetınden memnunum. Sana büyük günler dilerim. Fakat bu zaferin tadından beni yoksun bırak tın. Bana rakı masası başmda uyuyorsun diye hakaret ettin. Maamafıh sen bu acı çıkışı yapmamış olsaydm, biz de bu kadar hızlı hareket edemiyecektik. Sana dargın değilim, beni bu kadar acı sözle kırmamalıydın, bunu daha güzel söyleyebilirdin. Kumandanın bu çok mert ve vüksek konuşmasına cevap verdım: Görev ve memleket aşkından doğan bu hareketimin sizin GARTH A7LANTIK INALTIN. DAXİ DE. NİZALTtDA..
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear