26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAHİFE DÖRT otobüsiin ön camından yola, nemen her dakıka soruyorlar Geldik mi Avusturya'ya? Galiba, onlar da Hamlet gibi o) makla olmamak arasında, bir çiz gıye gelip dayanmanın, korkusu ıçindeydüer. tşte geldik.. Pasaportlar toplandu Çok geçmeden bir Avusturya gümrükçüsü geldi otobüse. Beş işçi a dayını çağırdı aşağıya. Burası Sırat köprüsüydü, bakalım geçebilecekler miydi? Derken, otobüsün şoforü, beni, Konservatuar ho casını da çağırdıklarını soyleraez mi? Şişırmesız, butün otekı otobüs yolcularınm bu çağırmadan sevindıklerıni sezdim. Almanyaya, ancak kendılerinin gırebilecek leri, başka hiç kimsenin Almanya'ya girme hakkına sahip olmadığı övüncünde olmalıydilar. De mek böyle durumlarda, vatandaşlık, kader ortaklığı filân para etmiyordu. Otobüsten indim. Gümrükçülere gazeteci olduğumu soyledim. Yuzüme baktılar, ellerime baktılar, işçi eli mi, değil mi diye? Cebimdeki dövizi çıkartıp saydılar. Konsen'atuar hocası da, ispatladı elındeki bir belgeyle işçi olmadığını. Pasaportlanmıza bastüar muhürü.. 30 Haziran 1970 CUMHITRİYI ALMANYA YOLLA RECEP BILGINER VUSTURYA smırında, Alman ya Avusturya ışbirhği vardı. Sanki, şemşiyesi ile meşhur Chamberlain'in, Viyana bulıyması sonucu, Avusturya'yı Al manya'ya teslim ettiği günlerdcydik. Sanki, iki ayrı devlet değıl de, tek bir devlettüer. Tek bır kafa, tek bir vucut, tek bir tutum olarak çalısıyorlardı. Renk leri, dilleri gıbi, srnır kapılarında ki gumrükçülerin davranışlsrı arasında da bir fark kalmamıştı. Viyana'da, öteki şehirlerde, hattâ dağbaşlarında büe, savaşın bütCn kötü ve yıkıcı etkilcrine rağmen ince ve zârifliklerini yiürmeyen Avusturyahlar, sınır boylannda, Prusyalı askcrler gibi, katı v e dısiplin düşkunü kesilmişlerdi.  Sınır Kapılarında sürek avı Vur emri vardı smır nöbetçilerine. Vur emri vardı, onlar da vuruyorlardı ve vurunca da öldürüyorlardı. Emir emirdi. Emrin olduğu yerde, bu vals ve operet ulkesinin yumuşak insanları büe kabalaşıyorlardı. Ama madalyonun bir de öteki yüzü vardı. Otobüslcr, mınibüsler, trenler dolusu kaçak işçi daya nıyordu Avusturya sınır kapıları na. îstanbulda türeyen işçi sdmsarlan, ellerinde Avusturya ve Almanya sınır kapılannın anahta rı varmış gibi, bu hayal ülkesine gırmek, iş guç sahibi, para sahi bi, otomobil sahibi olraak isteyen insanları, kandırıyorlar, para larını alıyorlardı. Bu işçi adaylapı, dertlerine deva için doktor yerine büyücülere ve üfurükçülere gıden hastalara benziyorlardı. Bunun için de deva bulacaklanna, başları derde giriyordu. • YOL BİLMEZ C Son günlerde, sınır kapıları gibi, kapıların ötesindeki sınır çizgilerinde de kaçak Türk işçisi avı başlamışh. Amansız, acunasız. UNKÜ getirihp, getirilip, Avusturya sınır kapısından bı rakılıjorlardı. Geri çevrildik lerinde de: «Biz sizi, kaçak olarak Avusturya'ya gokarız» dıye onları tekrar sızdırıyorlar ve geti rıp tehhkenin kucağına atıyorlardı. Yol bılmez, dil bilnıez Anadolu insanları da, kaçak olarak sız maya çalıştıkları sınır çizgilerinde, nobetçilerin makinalı tufek ateşlerine hedef oluyorlardı. Hadi diyelim ki, bu insanlar tehlıkenin farkında değiller. Far kmda olsalar da «Umut dünyası bu» deyip, hep kötü giden, ile risi için de kendi vatanlarmda pek ıımut verici olmayan şanslarını bir kere de yabancı sınır boy larından denemeye kalkıyorlar. Peki ama, vatandaşı bu aldatılmalardan kurtaracak devletin, her şeyi bilmesi gereken kafası, her şeyi görraesi gereken gözü ve her yere uzanabilecek kolu v e koruyucu eli nerede? Evet, nerede, dış ticaret açığını işçilerimi zın gonderecekleri dövizle kapat mak isteyen hükurnet? Ha, hüku met mi? O Hamletin dediği gıbi •Olmak, ya da olmamak, lşte bütun mesele burada» Evet, Türkiye'de ancak «olmak veya olmamak meselesi» her seye çözüm ge tirecektir. Çalışmak üzere Almanyaya gitmek için gerekli muameleyi tamamlama amacı ile trtil Burosu onunde biriken ve sıra bekleyen büılerce vatandaştan sadece küçük bir grı Almanyadan içeri, lşte böyle suklum puklum, yan utanma hahnde gırdik. Hemen her otobus bu durumdaymıs.. Arada bir, kontrolsüz geçilınce, bayram yapıvorlarmış işçüerımiz.. Daha ilerde de sözünü edeceğımiz gibi, işçi vatandaşlarımızın çoğu. zoru ve ceza>ı gormeden. kendilerini Alman yasalarına uy mak zorunda sa>mıyorlar. Bunun boyle olmadığı bır anlasü sa, her gun bıraz daha Almanyada azalan sevgi ve itıbanmızı kur tarmış olacağız. Ama bunu, nasıl. kim, kime anlatacak? Hangi yetkılı, hangi yetenek ve görenekle. Hem anlatan çıksa bıle, bu anlayış ortamında, anlatıl ları dinleyen çıkacak mı'. YARIN GELEN AĞLAR, GİDEN AĞLAR • GERtYE DOGRU • HEYECAN O V E SONUNDA geldık dayandık Avusturya sınır kapısına. Kılometrelerce geriden itibaren, Beyşehirin Üzümlü bucağın dan bu beş işçi adayı, gozlerıni bir sınır nobetçisı gibi, dıkmisler CEMSULTAH TEKt BEŞ işçi adaymın pasaportlannı alıkoydular. Eşyaİarmı otobüsten indirdiler. Cantalannı ellerıne verdıler. Avusturya'ya kabul edılmemişlerdı. Yol bilnıez, dil bılmez bu beş Anadolu insanı, ellerinde. bavulları, geriye, Yugoslavya'ya doğru yola düştuler. Huzünlü, biük, ağlamaklı. Otobüste kalan, vatandaşlanndan hıç bir yardım isteye meden. Onlar, 12 kılometre geride kalan Yugoslavya'nm Lubluyana şehrıne gıdecekler, oradan Türkiyeye dönme ç«relerini arayacaklardı. Karşüarma gene bır ijçı sımsan çıkıp, ceplenndekı uç beş kuruşu da alarak, onları da Avusturya'ya kaçak sokmak ma cerasına süruklemezse.. Onlar geri, bız ilerı, yollarımıza devam etük. Onlar acılı, bız mem nun. Avusturya. güzel ülke, kartpostallarda gorduğumuz kadar, hattâ kartpostallarda gorduğümuzden de guzel. İnsanları da, gerçekten, •evunlı, terbiyeh, ince.. Her yerde temızlık, her yerde guzellık, her yerde medenıyet. İki gundür, kursağımıza sıcak bir şey girmemişti. Soluksuz, duraksız de\am ettiğimiz yolculukta, azık torbalarımızda, ya da çan talarunızda. ne varsa onları yıyorduk. IIlV ııııııııı 2 1 ıııuıııııııı olayın başlangıcı MUZAFFER BUYRUKÇU Gazetenin bobinlerini Vezirhandaki depodan yı.varlaya yuvarlaya matbaava getiren SUasiı Mus Ufa, çıplak. Goril kollan gibi uzun kıllı kollarını sallaya sallaja girdi, Doğan'a. sarı \e jumuk yumuk dişlerini gdstererek gulumsedi, ajakyoluna \oncldi. «Babam \ar» dedi Doğan, babasına kulak verdi: Adını duymadığı kimselere sövup sayıyordu. Sivaslı Mustafa'nuı belden jukarıs» çıplaktı. Yer \er murekkep, yağ ve tozla kirlenmiş kollanndan ter damlacıklan, sümüklüböceklcr örncği parlak şeritler bırakarak akıyordu parraaklanna doğru. Gö gus çukurundan dortbeş damlanın ansızın gbbeğiııe yuvarlandıgını, (îöbeğini orten kılların arasında kaybolduğunu gordu Doğan vc yuzunc baktı. Bir saflık, blr çocuksuluk \ardi yüıunde. Matbaada cigara içmcycn tek adamdı ve bir oturuşta birburuk ekmek yiyordu. Çirkin ama sevimli bir adamdı. Ü»t çenesi beygir çenesl gibi (ırlaktı ve ko. nuşunca etrafa tükurükler saçıyordu. Kâmil efendi, çıkar çıkmaz Mustaia girdi ayak yoluna. kapıyı kapamadan ayaklarını yanlara mçarak şar şar i;eme>e başladı. •Ha a>ı ha!» dedi Kâmil efendi, Tarlada mı Işerıln be?» Doğan'a baktı uzun ncun. Sonra bakış ları Doğan'ı aştı, sol elinln bışparmajındsn >arısı kopan ve kanayan tımajh üflemeye koynldu. Birdcn Mustafa'ya dondu. Ulan a>ı, hep senin yiizunden oldu.» •Bcn mi dedim tımağını kopart diye?» dedi Mustafa, paııtolonunun düğmelerini iliklije ilikleje yanına sokuldu. •O büyuk bobini it demeseydin.. N'eyıe, bu kan durmayacak, ne yapacaçız?» Mustafa, •Dur» dedi, asker palaskası genişliğin deki kemerlnin iç tarafım cakıyla kazıdı ve kazıdık larını kopuk tırnağın bulunduğu yere bastırdı, *Kıpırdatma.» aşağıya indi, makine silmekte kullanılan beyaz bezlerdcn birini getlrdi, nkı «ıkı sardı, yiizüne baktı gülerek, «Oldu ma?» «Ayı Mustafaaaa!» diye bağırdılar aşağıdan. •Kim o genc?» dedi MusUfa gülerek. •Şinasl abi!» dedi Doğan. Mustafa. alnındaki terleri kolnyla sUdi. «Ulan aynn!» «Glt bak bakalım ne Ister bu hayvanlar!» dedi Kâmil efendi, parmagıoa, baktu «Hikâyeyi verdim baba» dedi Doğan. Kâmil efendi oğlunun yüzune görmez gözlerle baktı, Çıkar cebimden su tabakayı» dedi. L'zandı, sol ceket cebinden alüminyum cigara tabakasını çı karırken bozuk paralara değdi parmak uçlan, bir Ikisini parmak ları arasına kıstırarak almayı düşun du ama Hadi be, iki saattır ne yapıyorsun?» deyince korktu, tabakayı açtı, sarı lâstiklerin altmdan cek tiği bir cigarayı çizgi dndaklannın arasma yerleşrlrdi. yaktı. «4ferin dedi Resat bev. sırtımı okşadı. hep yaz dedi.» ^••••••••••••••••••••••••••ııı Kâmil efendi oğlunu llk kez görüyormus dik dik baktı gozlerinln içlne, «Nc mır mır et sin?» dedi. •Rcşat be>e soyledim, idare müdürüne söyl cek, nıakinlst olacam.» «Bok olacaksın: dedi Kâmil rfendi öfkeyle aynı anda parmağmdan gelen keskin bir acı yiı nü buruşturdu. •Hep kapıcılık mı yapacaın burda? istersen rcttip Napalım. istersen operatorluk oğren dedi şat be>.» «Altı ay para vermezlcr. bosa çalışacak A«a?ınd<< pahuç >ok» dedi, sandaljc>e oturdu, zetcnin birini rekti, goz gczdirdi. Ama aklı parı ğinda^dı vc zonklamasını dinliyordu. Bobin S' gozlerinin bnünc. «inirleııdi, gazeteje \urdu. Doğan babasınııı kalın. esmerleşmiş ense; baktı: saclan buyümüştii. •Haııi bir hikâye >azıyordum ya, onu az b Rcşat be>e verdim» dedi. «Ne olacak sonra?» dedi, alaylı ala> lı baktı. Doğan, babasının bu davranışına içerledi sö>lediği için pişman oldu. «Yaymlayacaklar be nirlerse.» «Bcn anlamam» dedi Kâmil efendi, Kafa ol dı mektebini bırakmazdın.» BcjTiindcn bir sıcaklık ayaklanna doğru ı Doğan'm, «Bcn mi bıraktım mektebi?» «Yok, beıı?.... «Scn okuma, gel orda çalış demedin mi bab Sepete doldurduğu ve omuzunda tasıdığı ; >unıurlajla yokuşu çıkarken polisin kovaladığı scrscrinin çarpısıyla yere yuvarlanışını, sarılaı beyazlan birbirine kanşarak akan yumurtal. bakarkcn ağlayışuıı hatırladı. «Mektebe verecek param mı var benir Bırak simdi hikâyeyi de doğru dürüs çalış H kcs sikâyetçi senden» dedi Kâmil efendi a dedikleriyle ilgisi yokmus ve bu durum onn ı fazla üzmüyormns gibi bir rahatlıkla bir hab yüksek sesle oknmaya koyuldu. «Niye? Ne yapıyornm ki?» dedl Doğan h gınlıkla. Kâmil efendi gazeteyl ıtti, cigaradan cel fi dnmanı üfledl, yumrujunn Doğan'ın yüzi bakarak masays vurdu, «Çalısmıyorsun. Ça san kimse şikâyet etmec» diye bafırdı. «Daha nasıl calısayıra baba? Saat beste k kıp geliyorum. Bütün odalan temialiyornm, y leri silivonım. Ben sokağa çıktıgım zaman b kes horul horul nynyor. Haftada elli liraya kadar çalısılır» dedi Doğan ve sonra da dav: nısında blr karsı kovns, bir bas kaldırıs olc gunn sezdiği için korkta ve bu korkuyl» bal sına baktı. (Arkası vır • PEK PERİŞAN  DİŞİ BOND L>LAN şoförler, kendıleri de. yemek yemek gereğini duymuş olacaklar, Graı yakınlarında, küçük bir kasabada durdu lar. Lokantaya girdık. Otobüsun kadm yolcularından bir ikısi, fi» tanlarının altındaki, cicili bıcili pijamalarıyla lokantaya gelip oturdular. Ajaklarında soket çorap ve terlık vardı. Entarüerinm eteği, iki gundür otobüste oturmaktan, buruş buruştu. Saçları darmadağınık. Şöyle biraz kendilerıne çeki duzen vermek gereğini du\Tnamışlardı. Lokantanın müj terıleri arasında bulunan kadınlarla. birer manken kıı kadar gulel olan garson kızların yarunda, pek perişan kalıyordu bizim kadmlanmız. Herkes hoşgörü ile, »ma hayret dolu bakışlarla onları süzüyordu. Bu insanlar, nerden, hangi dıinyadan gelmişler diyeî Üstelik, bu kadın işçiler, iki yıl dır Almanya'da çalışıvorlardı, • VE NİHAYET E NtHAYET Almanya smır kapısı. lşte, burada, insan Türk olmanın kıvancı yerıne, öfkesini du>Tiyor en azından. öteki Alman sınır kapılarında ol duğu gıbi, Salzburg yakınındakı bu kapıda da, otomobiller ve içindekı yolcular, arabanm sıgorta kartmı ve pasaportlannı uzaktan gosterip geçerler. Bu geçişten, Türk yolcular istisna edılır. Turk yolcuların bulunduğu, otomobıller ve otobüsler, mutlaka aranır, hem de sıkıcs. Insanın ağı nna gıder ama, durum bu. Alman Gümrukçülerine göre, her Türk bır kaçakçıdır. Aranmalıdır. Yânı, Türkler. ayırımsız, ya uyujturucu rr.adde, ya halı, ya da Almanya'ya girmesi yasak, zararlı yıyecek maddesi kaçırmaktadırlar. Gerçı, yapılan aramalarda, sık sık, Almanya'daki bazı işçileri mizin, kimi benzin deposunda, ki mi yedek lâstiğın içinde, kimi ba gaj döşemesinin altında uyuşturucu madde sokarken yakalanmıs tır. Almanlar da biri de bir, binl de» deyip her Türkü. arayıp tanyorlar bunun için. Zarnan zaman sert. kırıcı. hakaret edici olarak. V 51 « Sadece iki değil... Oç klşi...» Şaşınr gıbi oluyor birdenbıre: « Kımmiş üçüncü kışi?...» « Filipin'h uşak... Onda da bahçe kapısının bır anahtan vardı...» Ümıtsizhği anrfınr bir hareket yapıyor... Sor.ra da jüriden yana dönüyor... Bir sey demıyor ama şoyle demek istediği muhakkak: «Görüyorsunuz ya .. Gerçekleri yüzeye çıkarmak ne kadar güç?...» « Fihpın'li usakta sadece bahçe kapısınm »nahtan vardı. Kovuşturma sırasında ve tanıkların açıklamasına dayanarak bu tespit edilmısti zaten . lyi ama aynı acahtarla söz konusu adam villâya da girebilir tniydiT...» Bır sessizlik başgösteriyor yine... Biraz önce damdan düşercesine lâfını kesmekle çok iyi ettim herhalde. Mary Weaver'e çullanarak onu da bu lşe ille bulaştırmak istiyor, Jüriyi kendinden yana çekmek için büyük çaba gösterıyordu Oysa simdi bu hevesi kursağında kalmıs, uyandırmak istediği hava da etkisıni kaybetmış durumda... Masasına dönüyor, kâgıtlanna, dosyalarına, notlanna yumuluyor. Jüri üyeleri arasında gözlerini bir an için bıle olsa ontfan ayınnayan bir kadın var. Dudaklan aralık, yanaklan kıpkırmızı. bakı<=lannda da bir cam parlakhğı... Şu anda hayatının en heyecach, en unutulmaz bır bölümünü vasadıgı muhakkak. Nihayet Fletcher masasından kalkıyor... Kararlı ve azımll . « Açık!amalarımzı dıkkate ılarak meselevı sizin açınızdan bir kere daha gözden geçırelim Sız, mis Weaverle geçirdığiniz bir gecenin sabahında erkenden kalkıyor, fakat arkadasmızı uvanchrmıyorsunuz. Bununla yetinmivor. ona aıt çantadan villânın anahtanm alıyorsunuz .. Sonra da arabanın anahtanm... Mıs VVeaver'i uvandırmaksızın yaDiyorsunuz bütün bu işleri Evden çıkıyor. arka merdıvenden irıyorsunuz Hedefiniz Pine Woods .. Stephen Weaver'in villâsına girlyorsunuz Maktul dünvanın en süpheci, en kuruntulu adamlanndan biri Ona göre siz blr rabancısınız ömründe ilk rtefa görüyor sizi .. Buna rağmen pek şaşırmıyor . Daha doğrusu kapıldiğı şaşkınlıktan çabucak kurtanyor kendinl. Adınızı da duymuş değil o güne kadar Sabahın böylesine erken bir saatinde orada görünmenlzi yadırgamıvor .. Saat sabahın henüz yedisi... Garip bir ras!antı. O günkü olaylar. olağanüstfi niteliklerine raSıren maktul flzerinde normal dısı blr tesir uvandırmıvor nedense... Birksç rfakika sevezelik ediyor=;unu7 Rahat rahat ve sükunetle Sonra sİ7 sahinı» blr vesüeyle onun arka^ıns seçiyorsunu7. Demlr çubuğu kavrıvor, adam raSızın bevnini daSıtıyorsunuz Artık evden çikabilir«iniz Ve Bvle vapıvor^unuz Araa ak 5İ tesadüf .. Bahce kapısınm önünde hiç he»apta bulunmadıSı hslde ml« WeaverHe burun bunına ffPİIvor<;unuz Mi* Weaver, sabahın o saatindp «dz konusu vavlava temiz hsvs »lmair ve günesin dogusunu scvrefmek Icın eıtmış ola TİFFANY JONES 3^, ' CAMIŞ CV»1 ıJ fşe A >. 1 sEvju^y Bü OLAy OUJeSA TASOM'A İCf GÖZU S3fc ; Diccı ÇÖK ö3WUCkiC TCŞEKKUe / SPEBIM y L GARTH 1 • n •'ı °< S 3« »"«• • DEKLARE FİŞİ B AYLÂK \«USA PECÎ > ) ) ] ^»«» İZD1 OTOBÜSU. önce, pek sı kı bir kontrole tâbı tutacaklarmış gibi gorünmediler. He pimize, birer deklare fişâ verdiler. Bu fişte, halınız, rakrruz, » garanız, sucuk ve pastırmanız, konservenız, var mı, varsa ne kadar v r diye soruyorlardı. Fişlerı doldurup verdık. Herkes, hiç bir şey yok diyordu. Fişler toplanıp gozden geçirildi. Bir gümrükcü gelip. yolculardan. beşine eşyalarmı indirip gümrük binasına getirmelerinı soyledi. Ve baş ladı bavulların, çantaların aranması. Aman efendim? Teneke teneke zeytinyağlar. koca koca halılar, bir bakkal dükkânı açacak kadar pastırma. sucuk, rakı.. Bu nun üzerine hepimize eşyalarımızı indirmemizi bildirdiler. Muamele deaişti Gümrükçülerın ka?ları iyice çatılmıştı. Artık rica eder gıbi değil. emredici idiler Ve tabiî. bütün işçilerin bavullanndan, halılar, rakılar, kilolarca «ucuk vessire çıktı. Hele sucuklarla pastırmalar çıktıkça, Almanlar, alaycı, küçümseyic) bir tavır takmıvorlard:. Hepsini çöp tenekesine attılar. Bunlar rehir. bunlar tehlike diyorlard). H. | , Duggj YARINSI2 ADAM Türkçesi: Adnan TAHİF cak... Orada karşılaşıverlyorsunuz... Hazır kaı şılaşmısken siz de kalkıyor, amcasının katledı mış bulunrfuğunu kendısine »öylüyorsunuz. Tahmınımce tabii...» Fletcher konuşmasını bu noktada adetft b çakla kesercesine ikiye bölüyor ve j ü n üyele rinden yana dönerek kollarını göğsünde ka vuşturuyor: « Salonda hazır bulunan herkese seslenı yorum . Kendimizl blr an için Mary Weaver'ı yerine koyalım . Liedenski'nm açıklamasmı d gerçekmiş gib) kabullenelim Bir vegen. bı genç kadın, öz amca^ının katledıldtğı habenn alıyor . Bir şeyler vapmak su va da bu $ekild' yardım »ağlamak tçin sanıve bile kaybetmeksi zin hemen koşmaz mı?... Havcfi maktu] hesa bma yapılacak hiçblr sev, basvurulacak çare dı yoktu diyelim.. Kaatilin bir an 8nce yakalan masını kolayar.tırmak için polise hemen habeı vermez miydf T...» Sesini lylce yumusatıyor. tatlı bir tonda konuşmasını »ürdürüyoı : « Fakat mis Weav«r bunlardan hiçbırint yarımıyor.. Yapmaga lüzum eörmüvor daha dogrusu. Sevgilisınin lâflan kenriısim ikna ıC'n vetivor da artıvor b'.le . Hattâ onu «abahın böylesine erker bir «aatirıde, orada crrriugü ıcln hayret etmıs dertei?il. Her sev normal... Normal rfegil. normalın bil*» ü'tünrie Bövleca hemen San Francisco'va dnm"vorlar llk uçaîa atlavıp Newyork'a crlereklerdır Her bakım dan saf, masum ve tertemiz insanlar bövle davranabilir ancak .. Degil mi?... Haksi7 mıyım acaba' > .«,^^»«^wo«»«.«' (Arkaa. rar) I 1 MVETIYELERINIZKIN ÂİtE MAIBAASt SB S4.7B Reklâmcılik: 1803 6557
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear