28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3AHÎFE DÖRT II Mayıs 1970 CUMHURÎYET Bir lise öğrencisinin ğu köylü olan Iş sahiplerinin işiermi ruç bekietmeden pek çabuk yapıp kaymakama imzaya götürdiiğüm için, halk arasında pek sevilıniştim. Bunu babama, Alacanın belediye reisi söylemış. Babam da bana: «Oflum, ne ekersen onu biçersin. Bu halk nankör değildir. lyilik edersen iyilik bulursun, aferin.» diye memnunlugunu bildirmiştl HIFZI VELDET VEÜDEDEOGLU ayseri'den Trabzona, (Bogazlıyan Yozgat AtacaÇorum Merzifon Sam6un) üzerinden gidecektün, Bana yolluk gibisinden biraz para da vermişlerdi. Vücutça zayıltım. Fakat bir yandan bilmedigim yerleri görme arzusu (örneğln Trabzon'u hlç görmemlştlm), bir yandan onikind sınifında bulunduğum liseyi bitirme konusundaki büyük istek beni bu yolculuktan yıldırmıyordu. Öğretmen okulunun resim öğretmeni Şevket Bey adında bir zat, ailece Merzifon a gidiyormuş. Evvelki yazılarda sözünü ettiğim Şeref ağabeyimin arkadaşlarındanmış. Onun kiralaraış olduğu tenteli yaylıda bana da yer verdiler. Yine bir bozkır yolculuğu başladı. Sakarya Zaferimn haberini Kayseri'de almış olduğumu ve düşmanın tamamen bozguna uğradığını anlatmıştım. Herkes gibl ben de çok sevinçli idim. Yolöa lâf lâfı açtı, Yozgaftan berl sürüp gelen yaşamımı ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki KARADENİZ K Trabzon yolculndu ve Karadeniz memurluğumu, belki biraz da gençlik icabı öviinerek anlattığırn zaman Şevket Bey'in gözlerinde bir şüphe kıvılcımı parladığını gördürâ. Hemen cebimden, Meclisten almıs olduğum «Mazbaia»yı (yani çalışma süremi gösteren onaylı belgeyi) çıkarıp gösterdim. O belgede, çalıskanlık ve doğruluk gibi, beni övücü sözler de vardı. O zaman Şevket Bey ve hanımı beni kutladılar ve bana «Büyük adam mnamelesi» yapmağa baş ladılar. Zaten o çaglarda insan kendisine «çocuk» muamelesi yapılmasım istemiyor. okulda 19151819 yillannda olmak üzere tam dört yıl yaülı olarak okumuştum. O zamanki yaşıma göre «dört yıl» aa bir zaman mesafesi değildi. Babam o tarihte Alaca kazasında «Bidayet Mahkemesi Reisi» idi. Evvelce îstanbul'da öğretmen iken hukuk mektebinde de okumuş olduğu için, Milli Mücadelede yargıç bulrna hususundakı güçlük yüzünden yapılan teklif üzerine, yargıçlık nıesleğine geçmişti. Bunun nedenini kendisine sordugumda, Arapça bir kelime söylemiş ve sonra bunu Türkçeye çevirerek «Adalet mülkün temelidir», mâdemki lâzım burada çalışmak memlekete daha faydalı olur, demişti. O zaman anlamadığım bu arapça cumler.in «Eladlü esasül mülk> olduğunu sonradan öğrendim. O sırada Alaca Kaymakamı sonradan valiliklerde ve mllletvekilliğinde bulunmuş olan rahmeüi Süheyp Karafakıoğlu idi. (Teknik Üniversitenin eski Rektörü sayın Bedri Karafakıoğlu'nun babası). Bu zat hem hemşerimiz, hem de uzaktan akrabamız oluyordu. Ziyaretine gittiğimizde babam, iftiharla, benim Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışmda orada memur olarak çalıştığımı söyledi. Ben de cebimdeki belgeyi gösterdim. Bunun üzerine: «Yahu, sen mademki errak ve tahrirat kaleminde çalısmışsın, muamelâtı bilirsin. Gel seni kazanın Uhrirat kâtiplijpne tayin edelim. Çoktan beri Uhrirat kâtibi gitti, Idınseyi bulamıyorum» dedi. Ben liseyi bitirecegimi söyltyerek reddedince: «Hlç değilse vekil olarak bir müddet çalış» diye ısrar etti. 400 krş. asli maaşla Alaca kazası tahrirat kâtibi vekili olarak Eylül'ün ylrmisinden Ekim ayımn sonuna degin kırk gün orada çalıştığım süre içinde, çoğunkı ALACA'DA TAHRİRAT KÂTtPLİĞtM oğazlıyan ve Yozgaftan geçerek Alacaya geldik. Yozgat'a dört günde, oradan Alacaya bir günde gelmiştik. Yozgat'ta eski okulumu ziyaret etmeyi unutmadım. Bu B onya ve Kayseri'deki hastalıklarımı babama yazmamıştıra. Yazsaydım, he men gel diyecekti. Şimdi okul vaktini geçirdiğim için doktordan rapor almak gerekince bunu açıkladım ve eski raporlarımı gösterdim. Alacada baba ocağında kendimi toparlamıştım. Gerçi dünyanın en temiz kalbli kadıru, çok sevdiğim anam, yedi yıl önce ölmüştü ama, analığım ban? çok iyi bakıyordu, doktor raporunu ala. rak yeniden yola koyuldurr.. Alaca'dan sonra, Çorum, Merzifon ve Kavak kentlermde kalarak Samsun'a geldim. Ka\ak'tan sonra dağların üstündeki yol kısmına gelince Karadeniz'i bütün genişliği ve «Karahğı» ile gördüm. Ve heyecanlandım. Bu denizi çocukluğumda geçmiştim ama belleğimde bundan pek az bir iz kalmıştı. Bu kez hava kapalı olduğu için Karadertiz gerçekten kara görünüyordu. Samsun'dan (Friji) adındaki bir Fransız vapurunun ambar bileti ile iki günde Trabpon'a geldik. R Yazıda, söz konusn edilen Trateon şehrinden ve Karadeniz sahillerinden cuıel ljir görünüş... ben dayanamadım, ayağa kalka rak: «Affedersiniz hocsm, bu anlattıklarınıı Kur'anı Kerimde var mıdır?» dedim. «Vardır» deyince, onsekiz yaşın körüklediği olanca heyecan ve öfke ile: «Olamaz» cevabuıı verdim. «Ne biliyorsnn?» diye sordu. «Çünkü benim bildiğim kadar, Cenabı Hak böyle süflî şeylerle uğraşmaz» dedim. Çok öfkelendi, beni smıftan dışarı çıkannak lste di, çıkmadım. Kendisi çıktı gitti. «Dine. Kur'an'a küfretmek, öğretmene karşı gelmek» şuçlarını işledigim için okuldan «mü ebbet tard» edilmemi, jani büs bütün kovulmamı isteyen bir ra por yazmış. müdür Ali Canip Bey'e verraiş. Ali Canip Bey beni çagırttı. Önce gayet sert bir şekilde sorguya çekti. Gerçeği hocamın kullandığı çirkin sözleri tekrarlamadan olduğu gibi anlattım. Öğretmene itaat etmiyerek sınıf tan çıkmadığım için azarladı. Disiplin Kurulunda beni tarttan kurtarmış. Yalnız itaatsizlikten (dört izinsiz) cezası aldımdı. Aydın kafalı A. Canip olmasaydı, liseyi bitirmek için katlandığım bütün zahmetler, harcadığım emekler ve bütün istikbalim yok olup gidecekti. Evvelki yıl. ölümünden az önce eşimle birlikte ziyaretine gittiğimizde elini saygt ile öptüğüm rahmetli Ali Canip'e minnet borçluyum. Din bilgisi hocası Recep Efendi yalnız cahil, yalnız yobaz değil, ahlâksız deme ye dilim varmıyor merhametsiz ve zâlim bir adamdı. Aradan bir ay gecmeden başka yere atandı gitti. ögrencüer onu mü dürün uzaklaştırdığıru söylerlerdi. Bizi bu korkudan çok, bir Yunan zırhlısının Karadenizde bir kentimizi bombardıman etmiş ol ması etkilemişti. Çok tizülüyor duk. Bu hâtıra, benim için. Ulusal Kurtulus Savaşı amlanmn en üzücülerinden biri olmuştu. Haziran 1922 sonunda Trabzon Lisesini bitirdim. Hayatta çok önem verdiğim bir aşarr.a ja ulaşmıştım. Önürode ulaşıla cak yeni asamalar vardı. Kendimce bunlann hayalini kurardım. Fakat bu amaca nasıl erişeceğimi bilmiyordum. Liseyi (Pekiyi) derece ile bitirmenin ilk sevinç ve heyecanı geçince, kendimi boşlukta kalmış gibi hissettim. Yeni bir yolculuk baş l'.yacaktı. Fakat bu defaki yolcu luk, şimdilik, «büinmeyene doğnı» bir yolculuktu. TRABZON LİSESİNDE ir kaç yıldan beri hep Anadolu bozkırlarmda, ağaçsız bölgelerde dolaştığım için Trabzon şehri bir gül bahçesi gibi göründü gözüme. Okulumuz da çok güzeldi. Bahçesi, o zamana degin hiç görmediğim portakal ağaçlanyla doluydu. Okulun önündeki meydana «Kabak Mpydanı» derlerdi. Orada futbol oynardık. Okulun içinde «Trabzon tdman Ocağı» adh bir kulüp kurmuştuk. Bu okulun öğrencilfii arasında Halk Partisi iktidan sırasında çeşitli bakanlıklarda bulunmuş olan Tahsin Bekir (Balta) da vardı. Bizlerden yaşl» olan Tahsin Bekir, her zaman kitap okur, Fransızca çalışır, futbol oynamazdı. (Tahsin Bekirle yıllar sonra İsviçrenin Nöşatel ve Almanyanın Berlin şehirlerinde, bu defa Üniversite öğrencisi olarak, yine arkadaşlık ettik.) Trabzon lisesinde, Türkistandan gelmiş olan Behram Lütfü ve Mecit adında iki öğrenci vardı. Bunlann genel kültürleri ve yabancı dil bilgileri çok iyi idL Behram Lütfü ayrıca, okulun büyük salonunda duran piyanoda çeşitli klâsik müzik parçaları çalardı. Sonra aynldı gitti. Pakat Mecit ögrenimini Türkiye'de tamamladı; şimdi Üniversitede öğretim üyesidir. Bu Türkler bizim Kurtulus Savaşı mızla çok yakından ilgili olduklan için, ben onlan adetâ dert ortagı edinmiştim. Bir de Trabzon Lisesinde, ben den iki sınıf aşagıda fakat yaşça benimle akran, Burhan adlı bir arkadaşım vardı. Mert bir çocuktu. Almancayı küçük yaşında ana dili gibi öğrenmiş. Benim Fransızcam, bir lise Fransızcası olarak, fena değildi. Bu dersten nasıl olsa geçerdim. Almancaj'a merak sardım. Trab zonda bulunduğum sürece Burhandan (Metod Alge kitabı ile) Almanca dersi aldım. Bu iyi yü rekli arkadaşunın o zamandan beri bir daha izine raslamadım. Ne yazık! B SAMSUN BOMBARDIMANI Hariranında okula k ö t ü b i r h a b e r g e l konu ve resim: AYH AN BAŞOĞLU CEM SULTAH di: Yunanlılarm Averof zırhlısı Kardenize girmiş ve Samsunu bombardıman etmişti. Trabzonun bombardıman edilmesinden de korkuluyordu. YARIN: Mütareke tstanbulunda üç ay ve Büyük Zafer. DEFINE TAL;P APAYDIN 96 vueDUM Meç OLrXI<SUMtfWJ A! mst Rnıvm TİFFAN^ JONLS GARIH Müdür Ali Canip Bey'in adını daha Yozgattaki Türkçe derslerimizde. Ömer Seyfettinin adıyla birlikte öğrenmiştim. Aynı za manda Edebiyat öğretmeniydi. Fakat derslere çok az gelmişti. Edebiyat öğretmenimiz sonradan Nizamettin Bey isminde bir zât olmuştu; Trabzonda bir edebiyat dergisi çıkanyordu. Bu dergi tutunmuştu. Onda herhalde teşvik olsun diye benim de «Dalgalara» başlıklı bir man zumemi yayınlamıştı. Şimdi dü şünüyorum: O Ulusal Kurtulus Savaşı günlerinde ve savaş sürüp giderken, Trabzon ilinde bir fikir ve edebiyat dergisinin çıkıp yaşamasının, ne denli büyük bir anlamı vardı. Acaba tam kırksekiz yıl sonra, yani şimdi Trabzonda böyle bir dergi çıkanlabilir mi? Çıkarılsa kendini koruyup yaşayabilir mi. bilmem! O tarihte Reşat Nuri' nin ünlü romanı «Çalı Kuşu» yeni yayınlanmıştı. Nizamettin Bey onu okuyarak bir kompozis yon hazırlamamı söylemişti. He nüz onsekizini süren bir gencin romantik duygulan ve yürek çarpmtılan ile bu romanı iki günde okuyup bitirmis ve roman kahramanı «Ferlde» yi tahlil ve takdir eden bir kom pozisyon hazırlamıştım. Hoca befendi. Nizamettin Bey'den sonra edebiyat hocamız, müdür muavini Murat Bey olmuştu (Eski Istanbul Millî Eğitim Müdürü/ve Peçevi Tarihl çeviricisi sayın Murat Uraz). «Kara Mnrat» diye Unü olan bu hocamızı pek severdik. Onun dikte ettiği Divan Edebiyatı not defteri mi bugün hâlâ saklanm. Kendisinden yalnız edebiyat değil. felsefe de okudum. Hem İyi hoca. hem yumuşak, fakat sevpsiyle otorite kurmuş, bir îdareci idi. Trabzonda hastalandığım za man da bana büyük ilei ve şef kat Röstermiştir. Kendisine teşekkür hor.cum vardır. Hımm, şu... Saat kaç? Onbuçuk, dedi Ziya bey. Olur. Getirtelim. Telefona gitü. Biz oraya gitsek olmaz mi? Dur bakalım, bulabilirsek. (Cebinden defter çıkardı, baktı. Numaraları çevirdi.) Seyit Ali «demek birbirlerini tanıyorlar, diye düşündü. Bu iyi oldu işte. Corc ehbabıın bi gelirse, tamam.» Alo, Corc Harris, hello... Takur tukur îngilirce konuşrnaya başladı. Ziya bey anlıyordu herhalde gülümsüyordu, Seyit Ali ise bakü kaldı. Şaşmıştı. «B«k be gâvur dilini de büiyor. Vay canına...» Konuşmalan epey sürdü. Seyit Ali hiç bir şey anlıyamadı. Arada sırada «define» sözü geçiyordu. Demek anlatıyordu Corc ehbaba. «İyi oldu. Gelsin hele. O hakkımızı verir. Aldanmayız hiç değilse.» Memduh bey telefonu örttükten sonra odada gezindi. Düşünüyordu, kurnaz bir hali vardı. Sen nerden tanıyorsun bu gâvuru? diye sordu. Tanırım beyim. Bizim köye geldL Ha. Hımm... İyi Ziya beye bir göz işareti yaptı. Ziya bey iç oda ya geçti. O zaman Seyit Ali'>e yanaştı. İyi yaptın, dedi. Corc fazla verirse ona satalım. İyi oldu. Sağol beyim. Allah senden razı olsun. Vazifemiz hemşerim. Ben senin aldanmam is temem. Yalnız çabuk elden çıkaralım, değilse polis peşinize düşebilir. fDüşündü) Olmazsa ben alayım. Bunlann verdiğinden daha çok veririm. Dur hele bakalım... Çabukça Ziya beyin girdiği odaya gitti. Seyit Ali düşündü «aferim ula Memduh bey. İyi adamsın valla. Helâl olsun, bize sahip çıktın.» Memduh bey heyecanlıydı, Çok söyledin yahu Ziya bey, diye fısüdadı. ÇIKAN KISMIN ÖZETİ Macera, San Francisco'da başlamıştır. Yorgun ve bitkin görünüşlü bir adam, rıhtım çevresindeki dördüncü sınıf pansiyonlardan birir.de bir oda tdralıyor. Burasi daha ziyade gelip geçici çiftlerin uğrak yeridir. Doldurduğu fişten adanun avukat olduğu anlasümıştır. Ne yaptm sen? EHni kolunu sallıyordu. Değil beyefendi, şahane bir mal! Altı yü» bin maddi değeri var. Antika değeri hâriç... Müthi» bir sey öyle mi? İyi be. Vurduk desene? Sana açürtan yüz bin... Aman belli etme! Olur olur. Keşke iki yüz bin deseydin. Ona da fıt olurdu bu deyyuslar. Dinle, bunu acele Amerikaya uçurabilirsek yok mu?... Tabi uçuracağız. Harrisi onun için çağırdım. İyi oldu. En az iki milyon Memduh bey! Doğru söyle? Vallahi öyle. Hârîka!.. " Kucaklaşıp birbirlerinin sırtmı dövdüler. Sonra ayrıldılar. Memduh bey heyecandan ellerini sda yor, parmaklannı oynatıyordu. Ama belli etme? Yook, edilir mi? Yanında biraz para v«r mı? Var biraz. , Ver. Bende de üç bin var. Ellerine biraz para sıkıştıralım. Ben derhal bu gece Istanbula geçireyim. Polis el koyabilir. Sen de Harrisi al, yarın gel. Acele... Olur. lyl akıl. Polis seni arayamaz. Tamam. Gerisini Istanbulda düsünürüz. Oldu. Yalnız... Anladım. Hallederiz. Bana güven. Hissenl fazlasiyle veririm. Peki, inanıyorum. Söz mü? Söz! Ziya bey toplanıp yürüdü. Seyit Ali çuvalı bağlamış, yan:na oturmustu. Salondaki eşyalara bakıyordu. «Breh breh... Şunlara bak yavu, kimbilir ne bunlar? «Içi dolu vitrinler, müzik dolabı, polyester sehpalar Hiç görmediği şeylerdi. , (Arkan rar) 2 Kısık sesle konuşuyorlardı... Divarlar, tazyikli kartondan yapümıştı herhalde... Bitişikte olup bitenler en küçük teferruatına kadar benim ocfamdan da duyuluyordu. Başımı hafifçe doğrultup çocuğun gözlerine baktım... Nasıl da tarafsızdı... Çok yaşamış, akla gelen ve gelmeyen olayların tümünü denemiş, süzgeçten geçirmiş ihtiyar bir adamdan farksızdı... Pişkin ve tecrübeli... «Pek avukata benzemiyorsunuz...» diye mınldandı. Bavula dikkatle baktı, elini uzatıp şöyle bir yokladı : «Annem, oda kirasının iki dolâr olduğunu söyledi. Şayet iki gün kalmak istiyorsanız bunu yarın öğlene kadar bildirmeniz şartmış...» Elimi cebime atarak bir beş dolârhk uzattım ona : «Alın... Hepsini annenize verin...» Yüzünü gözünü buruşturarak hayretle baktı : «Yarın da kalıyor musunuz burada?..» «Hayır.» Tekrar yüzünü gözünü buruşturdu ve ısrarla baktı : «Nereden geldiğinizi sorabilir miyim?..» Bu sual, odaya girdiğinden beri dilinin altındaydı. tliştiğim karyoladan kalkarak pencereye yöneldim. Rıhtım, kurşunî bir pisliğe bürünmüş boj'lu boyunea uzanıyorıîu. Aylardan Şubat'tı. Gökyüzü de kurşunî idi ve pis... Sıra «ıra vinçler yükseliyordu kirli semaya doğru... Tabiatın bir başka açıdan görüntüsüydü bu... Hendesi çekiller ve bir sürü demir çelik karışımı... Yağmur, yolları cilâlamış, dekovil hatlannı da parlatmıştı. Sis, yavaş yavaş dağılıyordu. Arkamda kalan kapının önce çekildiğini, sonra sert bir hareketle kapandığını duyd"um. tri kıyım ÇOCUÜ gitmişti. Tekrar karyolaya döndüm... Müthiş yorgun hissediyordum kendimi... Dizkapaklanmdan böbreklerime doğru çıkan bir yorgunluk... Başımı, yastığa koydugumu hatırlıyorum... Hemencecik uyumuşum. AJır, simsiyah ve rü H. L Dugai YARINSIZ Türkçesi: Adnan TAHİR nın ve de rakamların fosforunda bir süre oyalandım. Oda zifiri karanlıktı Gece çoktan inmiş d'ıye düşünüyordum Soğuk büsbütün artmıçtı. Donuyordum âdeta... Müthı$ bir şeydi bu... Ânl bir kararla doğruldum... Kapı, merdiven ve sokak... *** Bundan sonraki saatlerın nasıl geçtiğini kesinlikle hatırlayamıyorum Âni bir kararla pansiyondan çıktıgımı biliyordum Buna âni bır karar demek doğru degüdi aslında Çünkü kararımı çoktan vermiştim zaten... Uygulama faslı başlıyordu artık Evet. pansiyondan çıkmış, boş. ıslak ve yan karanlık yollarda yürümeğe başlamıştım. Kafam, ruhum, bedenim yollar gibi bomboştu... Yürüyor, durmaksızın yol alıyordum... Ne yaptığını bilmeyen bir şaşkının davranışlan ile arşınhyordum mesafeleri... Aptallaşmış. haftzasını kaybetmij bir geri zekâlıdan farkım olmamalıydı. Bu yörüyü? ne kadar sürmüşta kimbilir..: Belki de saatler ve ssatlpr Bütün bir geeeyi arşılamışım gibi geliyordu bana . Nerede bulunduğumu kestiremiyor kestırmeSe lüzum eörmekslzin yürüyordum .. Hiçblr sey oenı etkilemiyor. dikkatimı çekmıyordu Ne uzaktan gelen sesler. ne de yakmrfan . Neon ampullerinin belli belirsiz aydmlattıgı yollan aşıyor, kavşak AYLÂK MUSA Üzücü bir anı I RABZON Lisesinde güzel ve unutulmaz anılanmın yanın da bir de çok üzücü bir anım vardır: Din bOgisi hocamız Of'lu Recep Efendi idi. Iisenin onikinci sınifında okunan din bilgisl programına göre, «Kitapiinnikâh» (yani dinî evlenme ve boşanma) kurallannı okutuyordu. Kendisine «Millî Mü cadele bir (cihat) rrudır» diye sordugum soruya kızdı, «Sen talcbesin, böyle şeylere kanşma» diye beni yerime oturttu. Buna
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear