02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
fFE DÖRT 5 Araîık 1968 raMa, »açla, kasalar !le yapılmış virane evJ.er var. Bu sefaletin ortasında, çimento ile örtülmü} birkaç küçük ev nispeten »üslü görünüyor. Bu mahallelere «Gecekondu» lar denir. Gerçekte, bitmiş olan bir evi yok etmek kanunla yasaktır ve yoksullar el çabukluğu ile barakalar inşa etmek için geceden istifade ederler : Gecekondu inşa etmek, polisle saklambaç oynamak oluyor. 1 Teneke kutulard » su taşıyan kadmlar önümüzden geçiyor. Yollar idaresi yoktur, çeşme ise bir kilometre ötede, tepenin diblndedir. îstidacı, bir »emsiyenin altında bir kasanın üzerine oturmu? ve eski bir Remington makinası ile, çişraan bir kadının söylediği mektubu yazıyor. Eurada yaşayan insanlar kolay İş bulmak ümidindeler ve çocukiarının tahsil görüp başka b:r kadere kavuşacaklarını sanıyorlar. Gerçekte, yeRİ baskıların altında kalıyorlar. Burada ağalar yoktur. Fakat ev'erini üzerine ir.şa ettikleri arazi kpndi malları depildir. Ankara nüfusunun yüzde 4O'ı bu gecekondularda yaşar. Kâh istimlâk tehdidi. kâh tapu senedini vermek vaadiyle her parti manevra sahası buluyor. Fakat daha da kötüsü var. Ankara'da su noksanı vardır. Bütün bu işçi gücünü kullanacak bir sanayi yaratmak imkânsızdır. Ankara bir ıdare merkezidir. Bakanhklarda ria zaten bir odac; ve kapıcı ordusu vardır. Ve bu şekilde ülke rfışına çıkmayı guze almak gerekiyor. Gecekondudan dışarı çıkmak bir rüya halinl alıyor. îş sahasmda gerçek bir karaborsa vardır. Ayrıca da gazetelerde işveren olarak ilân•ar çıkartan dolandırıcılar zavallılan çekiyorlar. î? bulmak arzusu o krdar büyük ki, bu zavalhlar koşuyor ve son tasarruflarım «dosva» veya «cevabın tercüme«i« için harcıyorlar: Sonradan, onlardan kurtulmak için, bir otobüs kiralanır ve Almanya ve Holânda'ya doğru yotcu edi'ıirler. Türk basmı bu biçim hikâyelerden bahsetmemiş değilö*ir. CUMHURİYET Yazon: Denise BURNOUF Derleyen: Emirıe UŞAKLIGiL hılımuı Tttrkiye ğumuz yerden dereye »idejı çayın sana veriyolöylece, seyahat eimek:tığın an, evivnin yanma ıvini inşa edersin.» önüKaradeniz'in köpüklü n. Bana «endi (oprakla10 dönüm vren C;fer, Kirpe köyünün muhtan vadan konuşmaz ve biliki bugünden i ibaren ara mdir. Cafer pek konusJil. Şimdi de :usarak derrediyor ve memnuniyeti ince gülümsüyor. ır arazimizin üzerindeerce gelinciği büküvor. ı evi bir ;neyv* bahçeortasında. DostluBumuz iene önce basladı. Xen cAnabase» da bahsetti pe'yı anyordum. Kirpe1 sey 2.400 jene evvel yasrife uyuyordu: Kcyün «miş Ismi, denizs uzaksck ve sert burun, ha)ğru bakan piâj, «gemi elverişli» hüyük »gaçeler, «zeytin <>gaeı hariç» jğaçh meyva bahçeleri 1960 öncesi ile sonrası arasındaki geçişi, bir yabancının gözü ıle izlemek muhakkak ki ilgi çekicidir. Devrimden önce ve sonra Türkiye'yi ziyaret eden Denise Burnouj'un Paris'te büyük ilgi uyandıran «Tıırkorama» isimli kitabını üzetlemekle. bu ilçi çekici izlenimi okuyuculanımza verdiğinıizi sanıyoruz. Ankara'daki bir memurdan, bir köy öffretmenine. bir subay ile diyaloğa kadar uzanan anılan ile, bir Fransız'ın Tıirkiyc'yi nasıl tamdığım göreceğiz... ve •limanı yakın, '>ir kayanın altında» serin IU kaynağı bile.. ANKARA Mustafa Kemal'in seçtiği başkentte, Maliye Bakanlığında çalışan genç bir memur ile konufuyorum. Kentinl inşa Içln Mnıtafa Kemftl'in niçln bn kadar tapa bir yer seçtiğini her »»1de mer»k ediyorsnnuj? Evet. Bir ihtilâl, önce r»kl zam»o dan bir «kopmadın. Hklkdan iı tenilen gayret ne kadar çok olnrs», kopma o derece keaindlr ve Ihtilâlin başarısı ayni niıbette kalır. tbtilâlct ve laik yenl devletin başkanı, snltanların 1» tanbnl'daki saraylarında vrrleşe mezdi. tstanbnl'nn >ntrikaIarından uzak kalan bir kadro şarttı. Topların ateşinden de uzak.. Eibette. Ayrıca, dinî sebepler de vardı: Sultan Müslümanların halifrsivdi. ( luslararatı lslârn'a karşı özgürlüğümüıü iapatlamak gerekiyordn. Mollaların desteği ile hiç bir ifatilâlin yapıldığını gördünüı mü? Oparlörlerden şarkh bir nıüzik haykırıyor. Dosjum devam ediyor. Mnstafa Krmâl jark müziğinl yasaklamıstı, fakat yeniden ortaya çıktı. Runda da ihtilâl yumuşatılıyor. îhtilâl niçin yumuşatılsın? Bir millet devamlı olnrak gerginlik içinde yaşıyaraaz. Bazı kişiler eski zamanlara diinmek isteve bile, zamanla ber şey yerli yerine girer. Gölbaşı'na Kâzım l!e gittim. Kâzım Fen Fakültesinde Profesör. 50 yaşındadır. 20 sene Doçent kalmış ve daha yer.i Pro fesör olmuştur. Bununla beraber hem Alraanya'da /ıem Fransa'da okumuf, rahatça lört Jisan konuşur ve her fırsatda (Jlusîararası toplantılarda Türkiye'yi temsil eder. Onu yeni başarısmdan dolayı tebrik ettim : Geç olsa bile, hiçten daha lyl dedi. Kâzım'ın eski Chevroletsi Ata türk Bulvarında yavas yavaş iierliyor. önümüzde, keçi derisi dolu bir kamyon. Kâzıtn onu geçmeye hazırland'ğı zaman, kamyonun yan ışığı işaret vermeye başladı. Dikkat, diye seslendim. Kâ ıım gülmeye başladı: Burs.da, h:r şoför dönecek l»aretinl verdiği zaman, aslında sizi kendisini geçmeye dâvet edi yor. Ya eve dönecegl Eaman ne yapar? Hiç... Göl başma vardık. Kfizım çok iyi yüzüyor: Gcnçliğiml tstanbulda geçirdira. Her gün yüzerdim. Ankaraya geldiğiniz zaman, kendinizi fazla yabancı hlssetmediniz mi? tnsan mesleğlnl sevdlgi zaman, bazı suallerden kaçınır. Yabancı bir ülkede profcsörlük yapabilir veya önümüzde bira içcııler fjibl hareket edebilirdim. Bıın lar, Amerikan uyruju olmu? Türkler. Dış yarriım anlamına çiren bir mukavele ile buraya geri geldiler ve aynı diploma ile Türklerden beş misli daha yüksek bir ücret alırlar. Bu onlann bileceği iş... 3cn yine de Türküm. Ankaraya gelmeden, doğııda öğretmenlik yaptım. Orada Amerikalı olmayı dı »iünmeye vak tim kalmıyordu. Başlangiçta da a; da 1.000 TL. kazamrdım. 30 milyon Türk için aşağı yukarı 8.000 doktoruz. 3500 ü îstanbulda, 1200 ü Ankarada. 1000 i de İzmirde çai!«!r. Halkın yüzde S0 inin yaşadığı öteki yerler için de ancak 2000 den biraz fazla doktor kalıyor. Binlerce ciizamlı vardır. Hükümet onlardan yabancılara bahsedilmesini pek sevmez. Fakat dev ' let sırlarına bekçilik etmekle yük lü değilim. Bütün cüzanılıklan kapadık. Cüzamlılar bufün başka hastalar gibi bakılır. Sıhhatlilerin sirayetten korkularını yatıştırmak da vardı. Cüzam Enstitüsü Ankarada açıldığı sırada, ^unıluırbaş'.ianı bir cüzamlı ile o! sık'ştıfrı zaman bir fotoğrar çektirdik. C<azetelerde bu fotoğrafm yayılmasi, bu hastalışrın bufün h?.si;a hastalıklardan farldı o!ni:'.d:g:m ispatlamak bakımından çok yarariı ol muştur. ÎSTİDACI MAKİNASI BAŞINDA Uzun formalitelere girişmek için vaktim müsait değil. Müsaadesiz gitmek zorunda kalıyorum. Ama bn delilik olur. Bu ihtivatsızlıgı tesvik edemem. Yüzü, büyük bir can sıkıntısı ifade ediyor. Beni iyi anlayın. Türkiye'nin bir dostusunuz. Sıkıntıya dü?nıenizi istemem.. Başıma bir şey gelse bile, yine de Türkiye'nin dostu kalırım. Zaten biliyorum ki, Türkiye'de verümiş müsaadeler tam verilmez ve yasak olan şeyler de tam yasak sayümaz. Bilmediğim yerleri gezecek»iniz. Size pek nasihat veremem. Fakat dönüşünüzde beni görün de, maceranm anlatın.. kahul etti. Dev çmar ağacın gölgesinde çay içmeğe gittik. Dört ağa tavla O>TIUyorlar. Uzun sakalh bir hoca tesbih çekiyor. Kurnaz ifadeli bir müfettiş hayvan başlarını sa\Tnaya gel miş ve resmi mevkiini tern^il edcn bir kahverengi deri çantayı masanın üzerine caka ile koymuş. Geldiğimizde, kültürün temsilcisi ni ve beraberindeki yabancıyı selâmlamak için herkes ayağa kalktı. Ağalar kuşkulandırıcı çantadan çıkan kâğıtlara artık yan yan bakmıyorlar, kahvenin sahibi sinekleri kovuyor ve iskemlelerimizi dikkatle siliyor. Vehbi Bozkurt beni takdim ediyor. Müfettişin eli hafif nemli ve yumuşak, ağaların el sıkması çeük gibi. Hoca ise içini derin derin çekiyor, traş edilmiş kafasının üzerindeki takkeyi yerine koyuyor ve yeniden oturuyor. Öbürleri de oturuyorlar. Kapıların önünde oturan baş örtülü kadınlar uzaktan, ses sizce bizi gözetliyorlar. Yaşîı öğretmen. Atatürk'ün kurduğ'.ı bir Köy Enstitüsü'nde ok'imuç. On seneden beri köyünden çik mamış, fakat yakınlarda Ankarada birkaç gün geçirmek niyc'inde. Bugüne kadar bir Fransız ile konmmak fırsatmı bulmamı? ve ifadesi bazan oldukça garip. Ankara'ya işleri için mi gittiğini sorduğum zaman: Hayır. Işlerim burada kalıyor. Ankara'ya sadece eğlenmek için gi diyorum. cevabını aldım. Opera'va gideceğini. bir sergi göreceğini ve birkaç Fransızca kitap alacağını söyledi. Ama edebiyatımızı iyi biliyorsunuz. Herhalde size biraz önce okuduğum Albert Samain'in şiirini kas tediyorsunuz. Hakikatcn çok nâziksiniz. Onu seçme parçalprı kap«ı>'an kitabımdan öğrendim. Bütün sınıf için kitabın sadece bir nüshası var dır, metinlcri sık sık tekrar kopye etmek zorundayım. onları ezbcr bil memde hiç bir yaror yoktur. Esk!den Ankara'daki Fransız Kültiir Ataşesine sık sık kitap istemek için yazardım, fakat hiç bir şey alamamaktan bıktım. Ve böylece öğrencilere bana Köy Enstitüsünde otuz sene önee verilen gramerl ve seçme parça kitabını söyleyip yazdınyorum veya yeniden kopye ediyorum. tnsilizce öğrenmiş olsaydım, Ameri kalılar bana kitnplar verlrlerdi. Ve memleketlerine beni herhalde dâvet ederlerdl. Fakat Verlaine'in hü zünlü ve süzel mehtabını tanımamış olurdum: Ağaçlardaki kuşlara rüyalar getiren, Fıskiyeleri heyecan ile ağlatan, Mermerler arasmda yükselen ince uzun sular. Guma, ^iîi Gorth Tiffany önünde, ysş'A bir şal ile örtülır.üş bir tabut. üç sakallı, bir kurbanhk koyu nu bir ağacırı dibine çekiyor ve boğazım kesiyorlar. Camiin nıinaresinden mÜ27z;n ezan okuyor. Dortmund'da Ailcgemein Elektrizitat GeselJ?chaft tarafmdan 1 msl edilmiş dört hoparlör duajT etrafa iletiyor. Bu adamlar hocdır, çogu cahil din adamlan. Tüm Türkiyede 60.000 hoca var. Diyanet Işleri Reisliğinin istatistiklerine göre, 370 din adr.mı üniversite, 417 si ortaokul bitirmişierdir. 3.500 ü okurr.a yazm?. bilir. Türk halkının dinî eğitiminin kendilerini sözde dine vermiş bir takım tembellere teslim edildiğl söylenebilir. Yaşlı bir öğretmen, Mehmet O. hocalara mümkün oldugu kadar bilgi vermek trörevir.i üstüne almıştır. Her sıra başına ikişerden ak sakalh 30 40 kadar hoca öğrelrr.eni dinlemeye gelir. Karatalıtada Mehmet ayın muh telif devirlerini îarif ediyor. Ders bittiğinde, Mehrnede: Acaba anladılar mı? diye soruyorum. Mehrnef. gülümsiyerek: «Inşallah, onları ikna edebildiğimi ümit ederirn.» • «^îiasım 1938 de, Atatürk lljöldüğü zaman. onu reh• " b e r olarak alanlar ile ölümii sonunda korkudan kurtulanlar. onu anmak îçin birleştiler. Eski askerîer, milliyetçiler, ser best fikirliler, batıdan aydınlığı bekliyenier derin bir üzlintünün içerisinde kalmışlardı. Gelenekçiler, millet olarak tslâmı seçenler, gizlice bir kaç karıya sahip olanlar, Kur'ânda insanlığın bütün kanunlarım bulan lar, telefonda şeytanın konuştuğunu sananlar, kadım güzel bir koleksiyon parçası veya ucuza mal olan bir işçi tutanlar, Türk değü, fakat I^âz, Kürt ve Arap c'.mak istiyenler, bütün bu insanlar dertlerinin sonunu görmeye başladılar; fakat şanlı ölüye hücum etmeyi ihtiyatsızlık olarak kabul ettiler. Ölümünden beri, Atatürk hep saygı ile anıldı. Ama eseri ne oldu? â Hncı Bayram Camiinin kabir akanın tostoparlak bir hali var. Dünyanm her Meclis üyesinin takındığı safdil hava?! ile Eksdâns, Paris'te geçirdif.;i güzel gunleri hatırlamakta, «Oiplnmatlara bas» sigaralardan içmekte. Bakan hâlâ Paris'ten bahsetmekte. Telefon çalıyor. Bakan okeşten beri araba ile bo» ve zür diliyerek telefona cevap vel dalgalı bır bozkırdan geçiyorum. Yalnız telgraf direkleri riyor. Birdenbire, isyan ediyor, gölge yapıyor. kızıyor. Nasıl olur! Bu kadar önemsiz bir şey için onu, tam meşYolun kenarındaki çukurlargul olduyu zaman rahatsız etda bazen bir arabanın veya bir kamyonun iskeleti var. Bu dömek ne demek! Te'efonü sert küntüler orada acaba kaç zabir sekilde kapatıyor. mandtr hırdavatçılan bek'.emek «Nerede kalmıştık... Tahmin te? Bir lıafta, bir ay, bir sene ediyorum ki benden bir şey istiiçerisinde olmuş kazalar mı? Onu yeceksiniz.. hiçbir zaman öğrenemedim. Her Evet efendim. Yabancılar, halde, Türk karayol'arında kaza doğudal.i eyaletlere eid'emiyortehlikesı çok yüksektir. Otomolar. Gereken müsaadeleri alabilbil sayısı Fransa'ya nispetle çok mek için yardımınızt rica ediyodüşük ise de, ölümlü kazalar rum. Türkiye'de Fransa'dakilerinin üç Dofu'va Ritmek istiyorsunnz! misliriir. Delisiniz! Orada ne yapabilirsiDar yol döne dolaşa çıplak bir niz? Uj'Run ne otel, ne de lokandağın yamaçlanm ttnnsmyor. Bu ta vardır. Aynca da görülecek aağın arkasında başka bir dag hiçbir şey yok. Niçin daha ziyavar, ve onun arkasında bir dağ de Ege Bölgesini geztniyorsunuz? daha. Tozlu yolda motör çok güç îzmir dolayları çok hoştur. Efes çalışıyor, benzin iyi değil. Fakat ve Bergama harabelerini, Merbenzinciler insanı saşırtıyorlar. yem Ana'nın evini ve PamnkUaDün akşam. bir benzin istasyonunle'yi çiiriin. Otel bakımından Eçe Bölgesinde büyük bir gayret sarf da kıvanç ile asılmı? bir pankart gördüm: Clean W. C. (temiz 0. 0.). ettik.. Tetkik ettim: doğru idi. Ege Bölgesini zaten biliyoGenç bir adam yağlı bir b?z ile rum. camı sildi. O zaman Güneyi gezin. Ant.tlya, Aspendos.. Giiney sahili . Bey Fransız mı? Evet. Türkiye'nin Riviera'sıdır. Öyleyse camı silcyim, değil mi? Rivieranızı da bilirîm. Gözlüklü, ince siyah papyon kı Anadolu'nun ortasını gezdiravat ile kusursuz bir siyah ceket niz mi? Göreme'nin peri kulelegiymiş beyaz saçh bir adam âniden, ni ve yeraltı kiliselerini, Kayseparayı ödediğim anda, Fransızca ri'yi, Konya ve dervişleri?.. şiir okumaya başladı: Bütün onları da gördüm ve Gonlum saray elbisesi giymis şimdi Doftu'yu görmek istiyorum. bir sultan gibidir, Türkiyc'de ne kadar ilginç şey varsa gördünüz. Bana inanın, Şaştım ve o tarafa döndüm. Yaşh Doğu'ya seyahat etmeye değmez. adam. şapkasını kaldırarak: Ama jine de Türkiye hak Vehbi Bozkurt, Millî Eğitim kında daha iyi bir bilgi elde edeBakanlığınm memuru, 25 seneden bilirim. beri bu köyde öğretmen. Ne diye Bakan hoş havasını kaybedip kendisini takdim etti. çok daha soğuk bir şekilde koÖğretmen Fransızcayı yalnız banuşmaya devam ediyor : şma öğrenmiş, kitaplardan. Şimdi tstediğiniz, yetkim dahilinde onu ilkokul çocuklarma öğretide dejildir. Kime müracaat etyor. mek gerektigini de bilmem. Onu Müfredat programına göre. öjarastırırım ve tabii size bilgi verenciler yabancı dilleri orta okulririm. Ama sizin için bundan fazdan itiharen okurlar. Fakat müla yapamam. fettiş bize ayrı muamele yapmayı Ege bölgesini gezış B B Türk yoüarı Y A R IN : Y O L L A R BUDIN KOPRUSÜ Kecüer Güzel beyaz kıvırcık tüyleriyle, Ankara keçileri neşe ve refah içerisinde, arazinin üzerinden geçip, dikkatle her şeyi silip süpürüyorlar. Ankara asfaltmda, bir tepenin üzerinde beyaz taşlar ile Atatürk'ün bir sözü hatırlatılıyor: «Ağaçsız bir vatan, vatan değildir» Fakat tepervln kendisi ağaçsız. Günün birinde bir milletvekili bir teklifte bulunmuş: Bütün keçileri kesmek ve onlarla orduyu beslemek. Fakat seçmenlerin yüzde 70 i keçi yetiştirirler. Dünyanın en büyük ve en modem parlâmen tosunda otursn T.B.M.M. i isyan etti. Keçinin ülkenin serveti olduğu ve tediye bilânçosunun keçi derisi ihracatı ile korunduğu ispat edildi. «Vduvi koyun veril di ve keçiler ha!en çöl imal et meye devam ediyor. ir dolmuşa bindim. Atatürk Bulvarında birkaç kilometre gittikten fonra, asfalt bitti. Dolmuş harap bir yoldan geçerek bir tepeye tırmanmaya baş!adı. Yr,v?.ş eitti y 'irıiz halde çok toz kaldırdık. Etrafımızda, top • Demek bilmeyon öyle mi kimin, neyin geleceğini?» «Yok vallaha, n'ebliyim?» Deyip caydı. kalkacak oldu da yataktan, çolak kız sanldı ve «kocacığım» dedi ona. O zaman şöyle bir düşündü: «Şey bir. Hümeyra iki, bu üç. Herkes benle evlenmek isterse, ben de kaç parçaya bölüneceğim, doğil mi ya?» Kamyon yokuşlara dayandıkça aşağılarda kalıyordu Ficaklık. Sis bulutları ise çoktan yokolmuş, ortalık kararmaya yüztutarken hava enikonu serinlemişti. Ceketini omuzlarına aldı. Var mıydı ceketi? Var dı vardı. Enişte geçen yılki bavTamda almıştı ya hani; birden daralıp vücudu içine sığmaz olunca, Hâlâ. «Çok çabuk boy atıyor... deyince, terzi hem kollarmı uzator.ış, hem koltuk altlarına birer kama koymuştu ya? Susmuşlar, konuşmuyorlardı kamyondakiler. Çocuğun, bir sevgiüsi, üç evlenme isteklisi, on iki yaşı ve ceketinden daha başka. ayaklarının dibinde. sicimle gazeteye sarılı bir bohçası vardı; içinde, Eniş tenin küçültülüp ona uydurulmuş patiska donları. ten fanilâları, bir iki gömleği ile yama görmüş çorapları. Ortanca halanın evinden büyük halanın evine getirmişti onları, şimdi baba evine götürmekteydi. Bohça da, dikdörtgen parça kumaşlardan sağlamca dikilmiş, yırtıksız bir bohçaydı. Dahası, ceketin sağ iç cebinde kimlik belgesi ve ilkokulu pek iyi» ıle bitirdiğini gösteren yetki belgesi, sol cepteki kalın zarfta resimler. Önce, annenin baba ile bir arada çekümiş gelinlik fotoğrafı; telü duvaklı. Seniye haîa, «Bu duvak balmumundan yapılma çiçcklerle süslüdür» demişti. «Onu sandığımın tâ dibinde sakladım, hoyrat üvey analarınm elinden kur tardım. Ziıa ki, biri toplu iğne ile gözünü oymağa yeltendi kadıncağızın. Büyüyünce sana vereyim, anandır. bakarsın diye sakladım» Şonra, Burgazada da, çamlarm altında gezici fotoğrafçının çektiği resim; Fahim abi. Bülent. Rıfkı, Akif, komşu kızlar, hizmetçiler, dadılar... hep oturmuşlar. Meziyet biraz ona doğru yasianmış. Fahim abi ise kıza doğru bakmış, bakarken kurabiye ısırmış. E?.ha sonra öbür fotoğraflar ve çoğu aararmaya yüztutmuş. Bunlar! Yok, bu böyle sökmezdi. Oradan, son günlerinin örnek yiğitine, «Kaan»lığına sıçradı geçti ki, ulu Türk bahadırîarından Otsokarcı'nm oğludur. Kendisi anasını tanımaz ya, Kaan da babasır.ı tanımaz. Bir gün karşılaşırlar, birbiıierini tanımaksızın çar pışırlar. IV'e Kaan babasmı yenebilir, ne Ots^karcı oğlunu. Çocuğun maskesi sıyrılmca yüzünden, ya da, vaktiyle koyduğu bir işareti tanıymca baba. «Oğ lum!» der, sarılır oğluna. Baba tastamam Otsokarcı oimayınca, tastamam Kaan olamaz bir çocuk. Araya başkaları girer katıtıhr: «Çalıkuşu», «Çölde bir Istanbul Kızı», «Kızıltuğ> ve beli benzeri bütün okuduğu roman kahramanlarının sızıntıh tortusu birikmiştir onda. Rasgele bir kızı. kız izin verirse ve onun da paşa gönlü çekerse, tıpkı Çaiıkuşu'nun Kâmuran'ı gibi, ilk öpüşto aklını basmdan almacasma öpebilirdi; ya da, Araplarm kızı kaçırıp sakladıkları çadirın kapısında, bacaklarını ayırıp gererek dikilebilirdi: «Buradan leşiniz çıkar hepinizin!» Gene de. ne şu ne bu, üç saattir içini yakıp kavuran asıl tasa. gerçek kaygı. Şey'i hepten yitirdiğini kavrayışmdan gelmekteydi. Tasarlamalara giriştikçe hem bölünen. hem bölen. hem çatallaşan, hem de çatal çatal ayıran keskin bir kılıcın üstüne düşmokti bu. Kanı damaıianndan çekildi, yüreği göz göz oidu, sanki ölecek gibi oldu. Geçen yıl vapura binmiş. Mersin'e gitmişti o. Ama bugüne dek, iyi kötü. bilmckteydiler biıbiıierinin nerede olduğunu. Şimdi öyle mi. buluşma ıımurkı kaldı mı, bir daha görebilirler mi birbirlerini, karşılaşabilir!er mi bir yerde? ( Arkası var)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear