02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
BAHIFE DÖRT 14 Aralık 1968 CUMHURÎYET Adam başına millî gelir, yılda 100 dolar.. Dünyanm en kalabalık nüfusu Çin Halk Cumhuriyetinin topraklannda yaşamaktadır. Bu ülkede adam başına düşen ekilmiş toprak miktan bir hektann beşte, altıda biri kadardır. Halkın % 85 ten fazlası köylerde yaşayan Çinlilere, 1949 da; yani Komünist ihtilâlinin başladığı günlerde millî gelirden her yü 50 dolar düşmekteydi... Tabü birçok yerlerde isabet miktan bunun pek çok altmdaydı... Şimdi yühk gayrisafî milli hasıla iki misll olmuştur ki, adam bagına 90100 dolan bulmaktadır.» MflO'Yfl YIIMAZ ÇEriNER râürokrasi, burjuvazinin kardeşidir? lıta şimdi. kar;ımda duran köylüler; benim, o .nuh'tşcm uzun yürüyüşü, su kilometreler ce taban tepen öğrencilerin süm sük gidişleriyle kıyasiamama gü lüyorlardı... Az saçmalık mıydı sözlerım!.. Sakası bile hoş değildi!.. ohbete devam ettik... Peki amma dedim... Köylerde yaşıyarJar ne yapıyor Onlann gücü yetmiyor mu; tohum ekmeye, harman yapmaya? Her köylü ortağı oldufu topraklar da eldninl toplar, işini görürse; dışarıdan yardıma ihtiyaç kalır mı? Beyaz saçlı, köse vüzlU ihtiyar bir Çinli kanştı lâfa: Baza raevslmler dedl.. k5ylerdeld insan giicü kâfi gelmez, o zaman dışarıdan yardım istenir.. ordu yetişir imt'ada, yahut öğrenciler koşarlar... Fakat, asıl mesele bu değildir. Asıl mesele aydınlarla köylülerin elele verme leri ve birbilerinden uzaklaşmamalandır!.. Mao Çe Tung böyle emrediyor!.. Gençler her ytl 1.5 2 ay köylerde kalacak, çalışacaklar dır. Köylünün derdini, ülkenin, toplumun bünyes' i ögrenecekler dir. Yalnız öğrenciler değil... Pekin'de, Kanton'da, Şançhay'da oturan memurlar da gelecektir artık buralara!.. fl H L flR Köylere çahşmaya gönderilen on binlerce kişi kâflleleri... Ne basını, n* de «onunu görmek mümkün değildl.. lnleroe, belkl de onblnlerZaman zınun küçük çocuklar ce lnsan, bazen tfçer, bazen takıhyordu peşlerine.. oturdukdörder sıra halinde giile oylan semtin hududuna kadar onnaya yürüyordn.. Genis kenarları takip ediyor.. sonra yenılelı basır şapkalarım Ince bîr kor rine bırakıyorlardı.. donla boyunlanndan ırkaya aO »abah, Kanton oyaletinin san genç kızlar.. Kuıl Çin bayFu Şan kasabasına gıdiyorragı ile Mao Çe Tungnn resiradum ben... Yanımda biri Türkçc, Ierini ellerinde *ntan delıkanlıdiğeri îngllizce konusan Çinli lar, devrim parkılan »öylüyorarkadajlar vardı... Bir de akıllı dn yollsrda... Hepsinin nrtınd», ve uyanık «.oförümüz... Bir bumuntazam katlanmif. yAtaklan. çuk iki saat süren yol boyunca, lüznmlu esvalannı «oydnklan bu bitmeyen insan tordonu daufak bez çantalar vardı™ iroa yanımızdan uzandı durdu... Onlara bakınca, Çinde, tanki Bir ara, soğuk bir sey içmek seferberlik ilân edilmi?, k » er için geniş gövdeli ıhtiyar ağaçkek eli silâh tutan harkea a«.kelardan birinin altında mola verre gidiyor.. samrdınız!.. Küodik... Orada, orta yaşlı bir köymetrelerce uzanıyordu bu insan lüye tordum: S B Ne o dedim, yoks» yeni bir «Uınn yürüyüş» mü yapıyor Çinli'ler?.. Koca şehrln içinden akıp çelen bu onbinlerce insan nereye gidivor böyle?.. Yatağinı, yorganını nosi var nesi yok sırtlamış göç mü ediyor?.. Çekik siyah gözler, gülmeye başlayınca büsbütün ıcüçüıdü.. înce ince, ufak çığlıkh kahkaha larla cevap verdiler soruma... Bu gençler; köylülere, k«y İU kardeşlerine yardım etmeye gidiyorlar!.. Gülmelerinin sebebi «Uznn yürüyüş» diye kendilerine takılmamdı... 36 Ekim 1934 de baş layıp, 368 gün devam eden, 13 bin 600 kilometrelık yürüyüşü, Mao Çe Tung ve arkadaşıan ha zırlamışlardı... Çin'in kurtuluş Mvasında büyük öneml Tardı bu olayın... 100 bin «işılik orrtunun silâhsız, cephanesiz, gida&ız dünya çevresinin üçte Dinnden fazlasını yaya yürümBsl ne demektir? Basın, bunu «Toplu intihar» diye isimlendirmişti... Kmperyalist ülkelerden yardım alan; be sili, giyimli, silâhlı, uçaklı Çan Kay Şek'in baskısından kurtulup Kuzeydeki Yenan iyaletine sığınmak isteyen Kızıl Ordunun intihar teşebbüsü... Fakat Çinliler kapılannı açroıştı.. bu yan mağlüp, perlsan insanlara.. hem evlerinin, hem de erzak depolannın kapısını... Komünistlerin kendılerini hal ka tanıtmalarını, yakınlaşmalarını sağlamıştı uzun yürüyüs... Dişl Bond MODESTY BLAISE Yani nasıl? Anlıyamadım!.. Meselâ; Ticaret * .kanlığında görevli bir müdür.. bir hâkim.. bir diplomat.. bir sekreter köyde nasıl çalışır? Giicü yeter mi o şartlcra... Bünyesi k.'dınr mı? îhtiyar Çinli başını salladı.. dlğerleri de iştirak ettiler ona... t'ç beş tane d c ' istisnası oIabilir elbette!. Fakat bu kaidevi, bozamaz!.. Tarlada çalışamıyacak adamın eline kimse zorla kazmayı verebilir mi!.. Yalnız şunu biliniz ki. bir memur sabahtan aksama kadar yıllarca büroda oturup çalışırsa uvuşukluğa, tembelliğe alışır.. . Sıhhatine de zararlıdır bu .. Ve bürokrası burjuvaılnin öz be öz kardesidir!akıyorum da, karşıma çıkan bütün bu insanlar blrer filozoftan farksız... Siyasl olaylan, toplumun denlerini öyle değerlendiriyor ki!.. Sâkin duruşlarının, sessiz bakışlarının arkasın da patlamak için fırsat değil ama, zaman bekliyen volkan var... Sinsilik denemez buna!. Sinsiliğin altında kalleşlik, ahlâksızlık yatar... Sinsilik kollar fırsatı!.. Zamanı beklemek ise, Çinliyi Çin 11 yapandır... Işte, 3 bin tnetre uzunluğunda. 40 kapılı Çin seddi... Işte. 13 bin 600 kilometrelik uzun yürüyüş!.. İşte emperyalistlerin, sömürücülerin zulümlerine karşt insanlann asırlarca taharammül etmesi... ve nihayet, ince sanat eserleri. elişleri hapsi hepsi «sabrın» birer canlı örneği değil nıi? Mao Çe Tungun ku^veti buradan geliyor zaten .. O da bir köylü çocuğu.. ve gayet yakından biliyor Çin köylüsür.ün ruh yapısiy le, sosyal yapısını... Devrim felsefesini sağlam b.r temel üzerine oturtmuş böylece... Muvaffakıyetinin sırrı inşa ettiği binanın altında yatıyor... 1927 yılında henüz 41 yaşındayken Mao, şunlan yazmıştır.. «Hunan köylü aj^aklanması üzerine ra por» dan bir kaç satırdır bu... Ve devrimde parola yaptığını gösterir: « Büyük burjuvaıar bizim ger çek düşmanlarımızdır. Küçük bur juvalar, yani işçiler (köylü, küçük esnaf, haydut ve fahişeler bu DUH içindedir) ve işçiler ise gerçek dostlarımızdır. Ne kadar gerçek dostumuz var? Dostlarımızın sayısı 395 milyondur. (O zaman Çinin nüfusu 400 milyondu) Düşmanlarımız ne kadardır? 1 milyon.. Ne dostumuz, ne de düşma r.ımız olmıyan ve ortada kalanlar ne kadardır? Diyelim ki 4 milyon... Tümünü 5 milyon saysak bile, 395 milyon karsısında hiç bir şey değillerdir. 395 milyon birlesiniz!.. Çin"de komünist terbiyeyle yetiştirilen öğrenciler sokaklarda gruplar halinde dolaşarak temsiller vermektedir. Bu a r a d a halk dansları yapılmakta, devrim şarkılan söylenmekte küçük plyesler oynanmaktadır. Her sokagın başında her nıahallede rastlamak m ü m k ü n d ü r onlara... Fotoğrafta, akordeon çalan kızı, oynayan differ gençleri ve seyircileri görüyorsunuz. «Babam gençliğinde olduğu gierken saatlerinde ve akşamları bi }a;Iılığında da dine inanmaçiftlik işlerinde çalışıyordum. yan bir kimseydi. Buna karşı anGündüzleri ise, Konfüçyüs'ü okunem Buda'ya sofuluk derecesinde yordum. öğretmenim çok katı saygılıydı. Bizlere de dini bir bir öğretim sisteminden yanayrtı. terbiye vermisti. Ancak, biz baSık sık döverdi öğrencilerini. Bu bamın din konusundaki şüphcci yüzden 10 yaşındaykcn okuldan tutumuna üzülüvorduk. Dokuz kactım. Eve de dönmekten korkyaşımdayken babamın dinsizliği tum... Ailem beni buluncaya kaüzerinde annemle ciddi nlarak dar üç gün dolastım.» SÖriiştüm. Ve sonra onu imana «Babam ciddi angaryalann usgetirmek için defalarca teşebniitasıydı, beni boş görmekten nefse giriştik, fakat başaramatlık.. ret ederdi. Tutulacak hesap falan Bize küfrederek eğleniyor, ağır yoksa derhal çiftlik işlerine koşhücumlarla bizi eziyordu. Her tururdu. Çabuk öfkelenirdi. Beşeye rağmen o. tannlarla hiçbir ni ve kardeşlerimi sık sık döveriliski istemiyordu..2 di. Bize hiç para vermez, bizim için hiç masraf etmezdi. Her «Bu arada okuduklarım, tizeaym 15 inde, yanında çalışan işrimde etkisini göstermeye başlaçilere ihsanda bulunur; onlara mıştı. Ben de gün geçtikçe 'Şüppirinç ve yumurta verirdi. Fakat heci» oluyordum. Bu değişiklihiçbir zaman et vermemiştir. Bağim annemi endişelendiriyor ve na gelince ne yumurta, ne de ibadete gösterdiğim ihmâle kızıet...» yordu Babam tek kelime söylemiyordu bu konuda.. Bir gün ba«Annem iyi yürekli, vumuşak, bam bir yerdeki parasını almak cömert, baskasının derdini kenİçin giderken yolda bir kaplana dine dert edinen bir kadmdı. rastiamış.. Bu ani karşılaşmadan Her zaman elindckini baskasıyU şaşıran kaplan arkasmı dönüp paylaşmaya hazırdı... Yoksullara kaçmış.. Fakat büsbütün şaşkına acır ve açlık sıralannda ondan dönen babam hayatıru kurtaran pirinç isteyenleri bos döndürmezdî.» ; ':. "feu mucize üzerine uzun uzun düçündü.. Tanrılara küfür etmeme«13 yaşımda llkokuldan ayrılnin daha iyi olacagına kendini dıktan sonra çiftlikte çalışmaya inandırmaya başladı. Ve Budizbaşladım. Bu arada her kitabı yume saygılı görünür oldu. Zaman tarcasına okuyordum. Babamın, raman Buda'nın ruhuna öd agagecenin geç saatlerinde ışık görcı yaktı. Buna rcğmen babam memeşi için odamın pencereleribenim inançlanma karışmamayı ni sıkı sıkıya örtmem gerekiyordaha uygun buldu. Zaten kendisi du. Çok hoşlandığım «Uyancı de başı darda olunca Tanrıya Sözler» kitabını böyle okudum. dua ediyordu.» Eski reformcu aydın yazarlar; Çin'in zayıflıgının, Batıdaki demiryolu, telefon ve buharlı gemi ao Çe Tung, henüz 1617 yaşgibi teknik gelişmelerden yoksun lanndayken okumak arzusuyoluşundan ileri gelditini düştinüla önce yaşadıgı köyün dışıyorlar, bunların ülkelerine gelmena.. sonra, uzak şehirlere doğnı sini istiyorlardı...» açıldı... Bir ara ÇangŞa srtttl... llk defa, gazeteyi orada gördü. «Halkın Gücü» nde Kanton ayaklanması, orada ölen 72 kişinin kahramanhğı öyle anlatılıyordu ki; genç Mao duygulandı bunlardan... Ve hemen bir yazı yazıp okulun duvarına yapıştırdı... Dr. Sun Yat Sen'in, yeni devletin başkanhğını alması İçin Japonya'dan çağırılmasını istiyordu ateşli öğrenci... Bundan sonra Mao, Ulkeslnde geçen bütün siyasal ve sosyal olaylan çok yakından izlemeye başladı... 1912 yılında Hunan eyaletinde yüksek öğretmen okuluna girdi. 1918 de diploma alana kadar kaldı orada... Ve toplum mücadelesindeki ilk tecrübeleri bu okulda kazandı... B Dünyanm dörtde bir nUfusıınun yaşadığı şu koskoca ülkeyi beraherce dolaşırken her yerde; dagında, ovasmda, erinde, sokatında, havasında karşımıza çıkan Mao Çe Tung'u tammamak olacak iş mi? Çin'l ve Çinliyi daha iyi ffi. riip, anlayabilmek için «Tarih» bir kilitli kapıys», anahtan da Mao!.. Tavas yavas O'nu sekillendirelim öyleyse!.. Çocukluğundan gençliğine geldik.. Gençliğinden bııeüne kadar olanları da kısaca anlatarak... Iİ Y AR IN : «Ülkemiz deniz gibi insanlarımız bahk». M TifTany Jones riFFANY JONES j konu ve rcsim: AYHAN BAŞOĞLU g | BUDIN KOPRtfŞJI imdir, milyonlarca sabırlı insan, bir büyük kazanda, kaynatıp kaynatıp da taşıran su ile kendi suyu ile sömürücülerin alevini söndüren adam?.. Kimdir bugün 76 yaşına varan Mao Çe Tung?.. Amerikalı tinlü bir gazeteci olan Edgar Snow savaş yıllarında uzun uzun konuşmuş ve bizzat O'nun agzından dinleyip yazmıştır hayatmı... Bakınız, Mao kendisini nasıl anlatıyor: 1893 yılında, Hunan eyaletinin Hsiang • Tan bölgesinin Ka oKan köyünde doğmuşum... Baba mın adı Mao Jen Ceng, annemin cenç kızhk ismi Wen Ki Mei idi. Babam falrir bir kö.lüydü. Af?.* bir borcu olduğu için pek genç yaşta askere gitmek zorunda kalmıştı. Uzun yıllar askerlik yaptı. Askerden sonra köyümüze döndü. Pintilik derecesine varan tasarnıf hırsı, küçük çapta yaphğı ticaret ve ötelri işler sonunda bir araya get'rdiği bir parça para ile topraklannı tekrar satın almayı başardı.» «Orta halli bir köylü ailesl olarak 15 Mou'luk toprağa sahiptik. (Bir hektar kadar) Bu topraktan yılda 60 ton pirinç üretilebiliyordu. (3581 klg) Ailenin beş kişisi yılda adam başma 7 tondan toplam 35 ton pirinç tüketiyordu. Bu hesaba göre, iyi ürün jillarında 25 tonluk pirinç artıyordu... Ü rün fazlasını değerlendiren babam, küçük bir serınaye biriktirdi ve 7 Mou toprak daha satm aldı. Böylece, aile ztngin köylü dunımuna girdi.» «ögTenime. 8 yaşında bir ilkoIrulda hasladım ve 13 ya^ıma kftdar devam ettim oraya. babahın K Gözleri bir açıldı aman, her biri fincan tabağı kadar büyüdü babanın. Çocuksa, torbayı, kese kâğıtlannı götürdü mutfa ğa bıraktı. Yere yaygı serilen. üstüne telsiz eleğin kasnağı, daha üstüne yuvarlak, büyük tepsi konulan sofraya oturuldu. Küçükler bağdaş kurup sokuldular mı, diz leri bunun altına rahathkla girebiliyordu. Çocuğa ba kışiarı kuşkuluydu babanın, işkilliydi. Hattâ garip bir şeküde dargın, kırgm, kızgmdı. Gözlerini kaldırıp, yüzüne nedenini sorar gibi bakınca, göz göze gelmek istemiyordu çocukla, bakışlarını başka yanlara kaçırıyordu. Yemek yenildi. Sofradan kalkıldı. Küçük kız lok maları onun elinden almı;, onun karnını baba doyumıustu. Çocuk, kahvesini pişirip aşağıdan getirdiği zaman, yıkanmış çoraplarda yırtık ve delik arayan anneye seslendi: Hanım! Efendim? Anne hâlâ çoraplan inceliyordu. Bu oğlanı yalnız sokağa salıvermeyeceksin. Duy dun mu? Olur Bey, peki.. dedi anne. Arka bahçe büyük, diye konuşru baba. Oraya çıkar. Hava almak isterseniz, akşamüstüne doğru hep birlikte çıkar, şöyle istasyona uzanırsınız. Anlaşıldı mı? Olur Bey, anlaşıldı. Çocuk sen de duy dun, anladın mı? Evet baba, dedi çocuk. Anladınsa iyi pekâlâ. Ben babamdan böyle gör düm. Izinsiz hiçbir yere göndermezdi. Hem de orası İstanbulken, böyle Allahm yaban bozkırı değil. Çamlıca gibi yerken. Çocuk: Evet, dedi. Karşıma geçmiş, evet deyip duruyorsun! diye bağırdı baba. Korkuttu çocuğu Hadi al kardeşlerini bahçeye çıkar, bak bakahm. Çocuk, Peki» diyecekken, eliyle ağzını kapattı hemen. Kardeşlerini aldı, bahçeye çıkardı. Babanın dediği kadar varmış, bahçe çok büyüktü. Arada duvar, tahta perde gibi şeyler olmadığmdan, komşularınkiyle karışıp birleşiyordu. Cevizinden ıhlamuruna, dutundan kirazına, her çeşit ağaç. Boy boy. Kimı verleri otlar sarmış bürümüş. Kimi yerler çalı çır pı ıçinde, dikenlik. Isırgan otları alabildiğine. Uzun zamandır kimsenin ayağı basmamış. Çocuk epey sonıa ayırdına vardı ki, yalnız yemiş veren ağaçlar arasında gidilmiş gelinmiş. Kızkardeşini biraz ileride ku caffına aldı. Toprağa yatık, kök sürmüş kalın cevizin altına kadar götürdü. Oturdular. Düzgün, yerinde abiliğe yaraşır şeyler olmuyordu çocuğun duyduklan; durup dururken bir şeyler kımak, yolmak, birisinin kim olursa olsun hep canını yakmak geliyordu içinden. 'Şu san otları toplasam, çaksam kibriti tutuştursam. babaevini ateşe VPsem mi, vermesem rr.i?> Abi, dedi öteden Mustafa, bize azıcık erık koparsana âbi! (Hele zırtaboza! Ben şimdi sana bir erik kopanrım, nereden koptuğunu sen de anlayamazsuı. Ama.J Peki, dedi. Lâstik ayakkabıları çekti çıkardı ayağından. Çoraplar kayıyordu, onlan da çıkartıp çıplak ayakla tır mandı ağaca. Pütürlü ağacın sertliğini tabanlarında duyup yatışıyordu bayağı. Erikleri kopardı kopardı attı. Kapıştılar, yediler. Küçüklerin bakışlannda, bu becerikli abiye karşı. bir çeşit minnet duygusu uyanmıştı. Öl dese, uğruna ölecekler. Ağaçtan kaydı. Mustafa'sına: Git bana bir bıçak bul getir! diye buyurdu. Ekmek bıçağım mı? 'Ölünün körü!1 Hayır. başka bir bıçak. Kasap gatırı. Burada dal keseceğim size, atçılık ojiıayacağız. Sevindi koştu oğlan. Pash, ucu kırık, ancak suyu keser bir bıçakla döndü. Bu olmaz, bu kesmez ama neyse.. Söğutlerin altına girdi. Alt dallardan kesti kopardı. Koydu önlerine hayvanlarını. Ne duruyorsunuz, binsenize! Küçükler, bir o dallara. bir onun yüzüne baktılar. fNe demek istiyor?) Bir zamanlar Düzce'deyken, ev sahiplerinin oğulları Ahmet'le Mehmet'in kendisine gösterip öğrettikleri gibi, o da onlara gösterip öğretti: Şimdi, bu dallar söğüt dalı değildir, her biri birer attır, küheylândır. Ne bakın, böyle, bineceksiniz! Mustafa'sı uçuyordu. Dalı hemen aldı apış ara sına, binmiş oldu. Yalpalanmağa, sıçramağa, kişnemeye başladı. Ezelden biniciymiş meğer. Saime'sini pek sarmadı bu oyun. İsteksiz durdu, Isteksiz baktı abiye. Kız, sen ne duruyorsun? dedi çocuk. Kız baktı, kandırılmış gibi gücenik. burun b vırdı: Yaa, dedi, binmesini bilmiyorum, artan düjerim so"ra. Çocuk, kendini otlann üstüne attı. Başladı deli deli gülmeğe. Oğlan kişnemeleri, sıçramalan kesti, merak y ilgiyle durdu onun başında. Çocuk çevrildi, aşağıdan doğru baktı, kendini merakla seyredene. (Bu yuvarlak, patlak gözler ki min? Ha ha ha.. tnan olsun bahkların, ama babamın değü. Ha ha ha..) Kız, büyük abinin bu durumuna ne diyeceğinl kestiremiyordu. Şaşkm yüzünde korku çizgileri be Hrip, «Anne!» demeğe yeltendi. Sus kız, annenin babamla işi var. dedi çocuk. Benim annem o, dedi oğlan. Senin, dedi çocuk. Babam da benim. Senin olsun. babam da senin. Attan inecem. tnersen in h> f
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear