Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 AraMc I9SZ CUİUHLKltfte» Tuhafıyeci kadmın cinayeti Derteyen: 1805 senesi Kasıın aymın b.'rirui günü idı. Parisın uzerine toz gıbi ince bir yağmur yağıyordu. Tuhafiyeci Madam Octavie, altında mağazasının, üst katında apartımanının bulunduğu binanın balkonu ile avlusu arasında mekık dokuyor, bir yandan da, bir kotnşusu ile derdleşiyordu. Çok meraktayım, diyordu, kocam üç gündür eve geirnedi. Baş:na bir kaza mı geldi acaba? Komşusu onu teselli etme£2 çahşıyor, fakat kadının meraKiTıi ve endişesini gideremiyordu. Gerçi ınosyö Octavie, ellisinden sonra azrrıiş, çok genç kadınların peşinde dolaşmağa, bazan birkaç gün ortc.dan kaybolup hovardalık âlem!fvinde gezmeğe başlamıştı. Fakat en fazla kaybolduğu ıki gündii. İki gunden sonra gene meydana çıkardı Bu sefer işi uzatmıştı. Madam Octavie nıhayet dayanamadı, polise koştu. Poliste verdiği ifadede, matmazel Reine ısm:nde bir aktristen şübhelendiğini, kocasını, bu aktrisin baştan çiKardığına emin olduğunu söylerAİ^tı. Bu aktrisi buldular. Fakat Reine, Mdsyö Octavie'nin, kendisiae bir tuvalet getirdiği akşamdanberi sık sık ziyaretine geldiğini, kibar ve cömert davrandığı için, adamın gönlünü kırmadığını itiraf nmiş, lâkin, Octavie'yi haftadan fazladır görmediğini söylemişti. Madam Octavie bu itirah işitince: Kocamı bu kadın öldürdii! Feryadını basmıştı. Fakat, polis, bu ithamında yanıldığıru Madam Octavie'ye çabucak ısbat etti. Zira, Mösyö Üctavıe'nin ölümü, Madmazel l?leine'e bir şey kazandıramazdı. Bılâkis, Reine için, Mösyö Octavie'nin yaşamasında fayda vardı. Elde etmeçe muvaffak olduğu bu genç kadına bol para veriyordu. Tahkikata devam edildi. Bir hafta hiç bir netice çıkmadı. Derken, ayın yirmi beşinci günü, Parisin banliyösiinde, boş bir arsada, toprak tesviyesile meşgul işçıler, toprağın altında bir insanm kafası, iki kol, bir de bacak buldular. P.unlar, biçare Mdsyö Octavie'nin, 6teki adile Jereme Napoleon'un cesedinden parçalardı. Cesedin öteki parçalan ne olduğu belli değildi. Dul bayan Octavie, hüngür hüngür ağlamağa başladı, kocasm.n kaülini bulacak olana büyiik mükâfatlar adadı. Sonra, 1889 Haziranında da, Jacques Spina isimli bir Korsikalı ile evlendi. Bu ndam, Jereme Napoleon'un evlenmedtn evvel işletmekte olduğu kasab ticarethanesinde çıraklık otmiş bir adamdı. Otuz iki yaşmda idi. İri yarı, güçlü kuvvetli, kasablığı lıer halinden belli bir yaradı'.r,ta idi. Madam Octavie'yi tanıyaniar, bu evlenme mfclesi etrafmda cnce Kanuninin zafer «layı (Domaniko dö Fnnçeçi'nin 1565 te Uhta üzerine yaptığı resmin lotoğraimdan kopya edilmistir.) Hatice Vildan Seyahat Notları Lâponlar arasında üç ay Çocukluğumuzda belki hepimiz hürıiyetin yegâne kanun yerine geçtiği uzak diyarlara gitmek arrusunu duymujuzdur, Bu arzumuzu tahakkuk ettirmek gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Çünkü nereye gitsek, nereye seyahat etsek bir saat nihayet iki saat sonra karşımıza insanlar içinde blunduğumuzu bize hatırlatan eserler çıkar. Tabiati olduğu gibi görmek ve tadmak tam manasile yalnız kalmak istersek hiç olmazsa Laponyaya kadar gitmemiz lâzım. Laponya İsveç, Norveç, Finlândiya ve Rusyanın şimaline rastlıyan uçsuz bucaksız bir memlekettir. Orada günlerce seyahat etsek karşımıza en ufak köyün hattâ kulübenin dahi çıkmıyacağından emin olabiiriz. Bu garib diyarda bütün kif gece içinde geçer ve derece aıfarın altında elliye kadar iner. Yazın da aydınlık hep devam eder ve gece yarısı olduğu halde ortalık gene jıklıdır. | Tarihten Sahifeler\ On altıncı asırda zafer alayları Yazan: Haluk Y. Şehsuvaroğlu 16. Asırda İstanbul şarka, garba buyuk hıruhat seferleri yapan Türk ordulannın muhte?em zafer alaylarına sahne olmuştur. Yüz yıl boyunca yenilmez bir donanma (Seferi evveli derya) olan Hızırın birinci günü Yah köşkü önünde geçid resmi yapar ve ordularımız mev sim mevsim payitahtın caddelerinden altın ve gümüg tuğ dalgaları ha linde akarak Davudpaşa yahud Üsküdar sahralarına konardı. Halk kıyılarda, yollarda bu muhj teşem gidisin gururile heyecanlanır ve döniişler bir büyük hasretle bek lenip dururdu. 1537 yılında İstanbul halkı Barbaros Hayreddinin efsaneye benzer bir zafer alayını seyretmişti. Bin gene kız fevkalâde nefis elbUelerile bir alayın önünden yürüyorlardı. Onlan baştan başa kırmızılar giymiş, ellerinde altın, gümüş kadehler, surahiler vesair âvâni ile iki yüz gene köle takib ediyordu. Bunların gerisinden omuzlarında birer torba altınla otuz köle ve omuzlarında birer torba akçe ile iki yüz köle yürüyordu. Esir serdarlar omuzlarında birer ikişer top çuha ile alayın en sonunda yer almışlardı. Kanunt, büyük denizeinin tertib ettiği bu alaydan ve ganimetlerden memnun kaldı, kendisine hil'atler giydirildi. Bu asrın en büyük hâdiselerini Kanuninin seferlere çıkışları teşkil etmişti. Hükümdar 1543 senesi nisanının 23. günü ordusile beraber Edirneden kalkarak Macaristan üzerine yürüyordu. (Ordunun en önünde susuzluk hissedenlere su vermek üzere dolu kırba götürmeğe memur olan sakalar yer almışlardı. Onlardan Bonra her biri yedi reisten mürekkeb ve cümlesi iki bin yüzü bulan üç vüz katar katıra hazinelerle, padişahın eşyaları yükletilmişti. Bunu yedekte yüzer topla, dokuz yüz at, ağırlık taşıyan dokuz yüz katır, beş bin dört yüz deve takib ediyordu. Sonra sırasile bin cebeci, beş yüz lâğımcı, sekiz yüz topçu ağalarile dört yüz top arabacısı, kâhyalar, kâtibler, saray erkânı, kilercibaşı, Hazinedarbaşı, Kapıağası, alayda yer almışlardı. Bunların arkasından ordu yürüyordu. Süvariler iki kola bölünmüş haldeydiler. Sağ kolda kırmızı sancaklarile iki bin sipahl, yeşil sancaklarile beş yüz ulufeci, beyaz sancaklarile beş, yüz gureba sol kolda sarı sancaklarile iki bin silâhtar, yeşil ve beyaz çubuklu sancaklarile beş yüz ulufeci, beyaz, kır mızı çubuklu sancaklarile beş yüz guraba vardı. Askerin ardından divan erkânı, Nişancıbaşı, kadıaskerler, önlerinde dörder tuğ bulunan zabitlerile, kölelerile çevrili dört vezir geliyordu. Onlardan sonra padişahın av hademeleri yani doğancılar, şahinciler, çakırcılar, atmacılar, zagarcılar, sam buncular, müteferrikalar, çaşnigirler istablı âmire hademesi geliyorlardı. Gemleri ve özengileri gümüşlü eğer ve gaşyelerinin kenarları sırmalı Rumeli, Anadolu, Karaman, Kürt, Acem, ve Arab atlan birinci, ikinci imrahor ile saraçlar, silâhşor lar ve onların kethüda ve kâtibleri tarafından sevkolunmaktaydılar. Üç yüz mabeyinci at üzerinde ordunun mümtaz kısmının yani kılıc, mızrak, uzun tüfek ile müsellah on iki bin yeniçerinin ilerisinde gidiyorlar ve yeniçerilerin kırmızı bayrakları peşinde üç tuğ bulunuyordu. Nihayet yedi altın çubuklu alem ile yedi tuğ, padişahın gelmekte olduğunu haber veriyordu. Aletlerini demir zincirlerle boyunlarına takmış yüz nekkareci ile yüz tablizen harb havalan çalıyordu. Bunlann arkasından dört yüz solak yürüyordu. Solakların başları padişahın özengisi yanındaydı. Bun lar sorguçlarla müzeyyen külâh ve keçeler giymiş, ipek kuşaklar kuşanmışlardı. Arkalarmda sanatkârane işlenmiş ve altın kakmalarla örülmüş ok glaiları vardı. Solakların padişahın etrafmda teşkil eyledikleri dairenin dışmda Çavuşbaşı maiyetile giden yüz elli çavuş, gümüşten küçük zincir parçaları asılı gümüş asalarını sallayarak, bunların çıkardıkları sese bin defa tekrar ettikleri .padişahım çok yaşa> sadalarıru karıştırmaktaydılar.. Solakların teşkil ettikleri safın içinde başlarında altın miğfer ve ellerinde altın mızrak bulunan ve en kıymetli kumaslaıdan yapılmış elbiseler giymiş yetmiş peyk vardı. Kamınî Sultan Süleyman bunların ortasında gayet giızel bir ata binmişti. Hükümdar (haiif bulutlar arkasından şa'şaabahşa olan guneş gibi) solakların dalgalı serguçları arasında mestur idi...) (1). Istanbuldaki Avusturya sefiri Busbecq de 1559 senesi hazirarunda Kanuninin, ordusile beraber Asya kıt'asma geçişini seyretmişti. Sefir (muhteşem ordunun azimetini görmekten pek mütelezziz) olmuştu. O da göz kamaştıran sorguç ve tuğ dalgalarına hayran kalmış. birbirinden güzel silâhlarile kahraman yeniçeriler, birbirinden yiğit süvariler durmadan geçip gitmişü. Uzun bir geçidin sonlarında nihayet Kanuni görünmüştü. (Sultari gayet muhteşem bir ata binmişti. Yüzünün ifadesi sertti, kaşları çatılmıştı. Pek müteessir olduğu belli idi. Sultanın arkasında üç geno içoğlanı görünyordu. Biri bir su kabı, diğeri bir kaput, üçüncüsü de çekmece taşıyordu. Arkalarında da bir çok harem ağası ve oda hizmetçileri var« dı. Alayın dümdarını iki yüz kadar süvariden mürekkeb bir mufreze teşkil ediyordu.) Barbarostan sonra Piyale Paşa da İstanbula Cerbe muharebesinin ganimetlerile dönmüştü. Busbecq, şahidi olduğu bu zafer alayını çöyle hikâye etmektedir: (Eylulde muzaffer donanma esirler, ganimetler ve zabtolunan sefinelerle beraber İstanbula avdet etti. Biz hıristiyanlar için ne kadar felâketli ve acıklı bir manzara ise Türkler için de o kadar neşeli bir manzara. Donanma ilk gece İstanbul kapılarında demirledi. Maksad sabahleyin büyük seyirci kütlesi karşısmda limana pek tantanalı bir surette girmekti. Süleyman, liman medhaline merbut sütunlu mevkie inmişti. Burası saray bahçesinin temadisinden teşckkül eder. Süleyman donanmpyı ve donanmada teşhir edilen esir hıristiyan zabitlerini yakından gormek istiyordu. Amiral gemisinin kıçında Don AIuaro de Sonte ile Napoli ve Sicilya donanmalarınm amiralleri Don Berenguer de Requesnes ve Don Saveho de Leyna teşhir olunmuşlardı. Zaptedilen kadırgalar, kürekleri ve küpeşteleri alınarak sadece tekne haline sokulmuşlardı. Bu Türk gemilerine nazaran yüzden küçük biçimsiz ve adi şeyler görünüyordu. Bu merasimde Süleymanın yüzünü görenler onda hiç bir gayrimutad gurur nişanesi müşahede etmediklerini söylüyorlar.. ) (2). Arkası Sa. 7, Sü. 8 de (1) Sinan Çavuştan naklen, Ham mer. (2) Türk mektubları. leri bir hayli dedikodu yaptılar. Fakat yavaş yavaş bu dedikoJular bitti, tabii hal avdet sttı. Madam Octavie, bu geniş cmuzlu, iri yan, kalın dudaklı, kt:a gözlü, uzun kirpikli genç kocayj bayılıyordu. Onu eve bağlamak için, hiç bir masraftan çe^inmemiş, apartımanı yeni baştan s,uslemış, şıklaştırmış, yeni mobilye almıştı. Fakat, kasab çırağı, giınler geçtikçe, bütün bu alâyışe lağmen, hayatı tatsız bulmağa başlamıştı. Kadın, yaşına yakijmayaeak derecede süslü ve açık saçık giyinmesine rağmen, süratle ıhtiy?rlıyordu. Jacques Spjna, kansınm istibdadı altında fena halde sık'lıyor, yalnız başına sokağa rıkmsk imkânı bulamadıkça kafese kapatılmış bir vahşi hayvan gibi sabırsızlanıyor, taşacak bahane arıyordu. m ! Güzel Reine, ilk kocasını nasıl elinden aldıysa bu ikinciyi de oylece baştan çıkarmıştı. O günden itibaren kan kooanm hayatı bir cehennem azabına döndü. Kadın, Jaeques Spina'y.» verdiği ceb harçlığını kesivermiştl. Burada karnın doyuyor, bır şeye ihtıyacın yok, diyordu. ğını hatırlamıyordu. O zaman mesele anlaşıldı. Tarağı, Jacques, meıresıne almış, bedelini uzun zaman ödeyememiş, kuyumcu da parasını ıstemek üzere Madam Octavie'ye başvurmuştu. Bunun üzerine kızılca kıvamet koptu. Kan koca müthiş bir kavga ettiler. Bu kavga arasında, Laponyada uzaktan uzağa birkaç kulübeden mürekkeb bir köy göze çarpar. Bunlar gezici olmıyan yerli halka aiddir. Halk oralarda çok basit bir hayat sürer ve geçimini balık tutmak, ava gitmek, hayvan beslemekle geçirir. Bu adamlar muktesid olduklan kadar misafirperverdirler. Orada dondurucu bir sis ortasında geçirdiğimiz tehlikeli macerayı henüz unutmuş değıliz. Soğuktan ve yorgunluktan helâk olacağımız bir sırada önümuzde akir bir Laponyalının mutevazı kulübesi görünmüştü. Orada büyük bir misafirperverlikle karşılandığımızı söylemeğe hac«t yok. Fakat kamp ismi vereceğimiz bu ufak kulübe toplulukları bazan you o taraflara düşen seyyaha garib »ürprizler saklar. Bir gece yorgun ırgm avdan dönerek bir Laponyaının evinde istirahat ederken birden köşeden bir ses yükseldi. Brazaville radyosunun spikeri konuşuordu. Nasıl hayretler içinde kaldıjpmm tahmin edersiniz. Ev sahibi düğmeyi çevirdi Bu sefer de aris karşımıta çıktı. Laponyalılar bazan yolun nihayet u'di'tu uzak köylere giderek hay,an derilerine karşılık saat, radyo i'esaire alırlar. Bu memleket inanları bedeviler gibi yaşarlar ve mevsimine göre yer değiştirirler. K)şın Laponyalı ormanlar ortasında deri ve bezden mamul çadırında yaşar. Orada rüzgânn iniltisini, kuraların ulumalarını ve tsbiatin bm bir sesini dinliyerek bitmek bilmiysn geceyi geçirir. Lâkin kış mevsimi yavaş yavaş parçalanır. günün birinde ilk şafak, ufukları mütereddid bir ışıkla aydınlatır. Artık her geçen gün bu ışığın kasvet veren geceye galibiyetini kaydeder. O zaman yerlerinde durmak bilmiyen Laponyalılar önlerinde ren sürülerini sürerek memleketi dolaşmağa çıkar!ar ve daha ziyade sivrisinek bulunmıyan buz denizinin rüzgârlı sahillerine giderler. Gecesiz günlerin şa'şaası içinde hayat tekrar başlar ve herkes çok kısa sürecek olan yazdan istifadeye bakar. Sonbahar gelip günün ışığı azaldığı zaman da Laponyalılar tekrar tası tarağı toparlıyarak İsveç ve Finlândiya hududuna yakın yerlere varmak üzere yola koyulurlar. Çok sert bir ıklimi olan bu çıplak memleketin ne de olsa güzel tarafları yok değildir. Onun zevkine varmak için çadınnı ucsuz bucaksız çollerine dikmiş ve insan bulunmıyan bu boşluklarda kendini tam manasile yalnız hissetmiş olmak lâzım. Bu diyarın en fena tarafı bataklıklarıdır. Fakat medeniyet her gün ilerliyor ve onun pijtarı olan yollar Laponyanin içine doğru uzanıyor. Günün birinde bu memleket de sakladığı esran kaybederek dünyanın öteki taraflarına benziyecek. Bu* sıkıya rağmen, gene de fırsat bulmuş, şehirde bazı ?izli miinasebetler tesis etmişti. Kansınm bol bol verdiği ceb harçlığmjı büyük bir kısmını, düşüp Kaıktıjjı kadınlara hediye parası olarak harcıyor, altında ezildiği istibdadın hıncını bu suretle çıkarmağa çahşıyordu. Madam Octavie, yavaş yavaş kendisinden uzaklaştığıru hisseltiBir müddet böj .e devam rtti, ği kocasının hallerinden şıiphcye sonra bir gün, bir kuyumru, Madüşmekte gecikmemişti. Bir akşam dam Octavie'ye müracaat etti, bir peşine düştü, Jacquesi, Malaquais fatura uzattı. Bu faturala, mci rıhtımında bir eve girerken gördü. kakmalı bir baea tarak bedeli olaBu ev, aktris Reine'nin eviydi. O rak sekiz yüz frank yazılı ;di. Mazaman Madam Octavie işi an'adı. dam Octavie böyle bir »arruc aldı a* «t F »k wa *\ . » Cildinizin gizli kalan güzelliğini meydana çıkarau SABUN... MÜSTAHlkN F.devrimizin en modern sabun fabrikaların dan biri olan Mecidiyekoyündeki Yeni Puro Fabrikasmın mamulâtıdır. En üstOn iptidai madde ve tamamen hususi btr formülle imal edilen Yeni Puro, en lük* ve en pahalı Amerikan Sabuntarının ayarındadır. Puro citdi be«ler, korur, kadife gibi yumuşak. çiç»k 9 l b i taze yapar. faal BOL KÖPÜKLÜ NEFİS KOKULU PURO Tuvalet Sabunu yüzde yüz saftır Jacnues, aktris Peine'i sevdiçini, onunla münasebeti olduğunu itiraf etmış, boşanma teklihnde bulunmuştu. Madam Octavie: Kat'iyyen! Diye haykırdı. Artık o günden sonra, ruhatiyeci kadının evi, sık sık kavga sesltıile vavgara'aria, eürültü'»r'.ç dolmağa başladı. Hattâ bir gün, kavga yı o derece ileri gotürdüler ki, Madam Octavie eline bir bıçak ahp kocasının üstüne yürüdü, ondan, müthiş bir tokat ye^i. İrrHaJ SPFlerine koşanlar polis çağırmağa l mecrur o'^ular. M=ha!l« nalkı bu işin sonu fenaya varacağını kestirmeğe başlamıştı. Nihayet bir sabah, tuhafiyeci dük kânınır» kapısı açılmadı. Dükkânı her sabah Madam Octavie bizzat açardı. O gün, vakit bir hayli geç olduğu halde kepenklerin kapalı kalması şüpheli bir durum gösteriyordu. Baş tezgâhtar Josephine, eve kadar çıkıp anahtan patrondan istemeğe karar verdi, çıktı. Biraz sonra, dehşet içinde aşağı indi. Apartımamn kapısını kırık bulmuş, içeri girmiş. yatak odasında, kan kocayı, yataklannda, kanlar içinde görmüştü. O sırada oradan iki zaptjye memuru geçmekte idi. Onlann da refakatinde yukan çıkıldığı zaman, Madam Octavie'nin ve kocası Jacques'in. sel gibi akmış bir kan yığım ortasında yatmakta oldukları görülmüştü. Adamın boğazından fışkıran kanlar duvarlan kmla boyamışü. Apaçık yaradan hâlâ kan sızıyordu. Kadının da göğsünde, yüzünde ve sağ kolunda bereler vardı. kocasını katletmekten sanıktı. Jac^ues ölmüştü. Fakat Madam Tuhafiyeci Madam Octavie'nin Octavie bavpm bir haldevdi. Bi muhakemesi çok heyecanh oldu. raz sonra gözleıini açtı. şaşkın şaş Iddia makamı, Jacques Spina'yı kın etrafına bakmdı, mecalsiz bir öldürenin bizzat Madam Octavie olduğunu ispata yarıyan kuvvetli sesle: delillere sahib değildi. Herşey tah Ne oluyor' diye sordu. Sonra zihnini topladı, bir feryad minden ibaret kahyordu. Fakat bu tahnünlerin temelleri sağlamdı. Bu kopardı: Haydudlar!. Haydudlar hü temeller arasında en kuvvetlisini I de, vaktile Madam Octavie ile kacum ettiler... Bizi soydular... sab çırağı Jaque« Spina arasında Kadının küpelsrile, bir konsolun ^lınıp verilen mektublardan, kadıgözüne sakladığını söylediği üç bin nın itina ile sakladığı bir tanesi yedi yüz frank para yok olmuştu. teşkil ediyordu. Jacques, hayli esBiçare Jacques'ın ceketinin ce ki bir tarih taşıyan bu mektubunbinde de beş on para bozukluk, da şöyle diyordu: bir de ufak tefek hesablar yazılı «Seni seviyorum. Seni dünyada bir ceb defteri bulundu . herşeyden fazla seviyorum ve saBir zabıt kâtibi bu defterdeki na tek başıma sahib olmak istihesabları okuduğu sırada Madam yorum. Serbest kalacağını bana Octavie yerinde doğrulmuş: vadettindi, unutma. Biliyorsun ki, Alçak, diye bağırmıştı. o oros bu hususta sana bütün kuvvetimle puya hediyeler ahyormuş. yardıma hazınm.» Tam o sırada içeri giren komiVaktile sevişmiş olduklan artık ser bu sözü işitmişti: bir sır olmaktan çıkan Madam Oc Hangi oroapu? diye sordu. tavie ile kasab çırağı Jacques SpiOctavie, bu suale cevab verme na'nın, Mösyö Octavie'yi yoketmiş, Jacques'ın kanlı cesedinin ya mek için projeler kurmu; olduklanına tekrar uzanmış, bayılmıçü. rına bundan büyük delil olamaz1869 senesi mayısuun birinci dı. Bu delil böylece bulundııktan günu, bu işe memur edilen sorgu sonra, işin üst tarafını tahmin et Arkon Sa. 6, Sü. 6 «a hâkimi, Madam Octavie hakkında tevkif müzekkeresi kesti. Kidıa, DAMLA SÜT ÇAPAMARKA=