Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
28 AğustM ltH* 1 | ASKERLİK BAHİSLERİ { c Tatlı bir hayalin lıazin akıbeti «Parisfen Tih Sahrasma» adlı eserin yeni baskısı münasebetile FENNI BAHISLER Türlü mikroblara karşı yeni iîâçlar Yazan: Rıdvan Teze! Evvelce yazmış olduğumuz «Yeni Iâclar, serlevhalı bir yazımızda, munhasıran, penicilyne'den bahsetmiş ve bu ilâcın, terkibinde yeni yeni şekiller vücude getirilmekte olduğunu ilâve etmiştirk. Bugünkü yarımızı, aynı smıftan, anti biyodklere hasredeceğiz. İlâc sanayii tekâmül etmiş olan memleketlerde, yeni ve daha müessir olan anti biyotiklerin araştırılmasma hiç fâsıla verilmeden dern clunmaktadır. Buna sebeb olarak, iki mühim noktayı gösterebiliriz: 1 Bulunmuş olan bir anti biyctiğin tesiri, nihajet birkaç hastahğa şamildir. Şümulü arttırmak için yeni ilâcların bulunması icab etmektedir. 2 Bulunmuş olan bir anti biyotiğin tesirine, mikrobiar, zamanla. muafiyet kesbetmektedirler. Tat bik olunan dozajın arttırılmasma mukabil, tesirin artmaması, anti biyatiğin bünyesinde ufak tefek değişikliklerin yapılmasını zarurî kılmaktadır. Bu da, o Uâcın bünyesinin esaslı bir şekilde tetkikini ve sentezini icab ettirmektedir. Kim yevî formülü aydınlatıhmş, ve hattâ sentezine geçilmiş olan, bir iıâcın bünyesinde yapılacak ufak tefek tahavvüller, onun tesirini, az çok değiştirmektedir. Bunun bariz bir misalini, streptomycin'de verebiliriz. Nitekim, Dr. Selman Waksman. 1942 de streptothracin'i, 1943 te streptoxnycin"i keşfetmifü . Bunlardan ilki zehirli tssir yaptığı görülerek terkedilmiş, streptomycin'in daha elverişli olduğu snl;çı!mıştı. Tetkikler. streptomycin'in de, bazı kötü tesirleri olduğunu ortaya koymuş, bu tesiri bertaraf etmek iç.in Dihydrostreptomycin elde oluntnuçtu. Demek oluyor ki, terkib değişecek olursa, iyi ve fena tesirler de, tahavvül edebiliyor. Gerek terkibi değiştirmek ve gerek maliyeti düşünnek bakım;ndan. sentez yani sun'î bir şekilds istihsal üzermde ısrarla durulmaktadır. Streptomycin'in, Koch basilleri, vani verem mîhrobuna karşı olan tesiirnde nev'ama bir muafiyet görülmekte olduğundan, yeni ve daha müessir anti biyotiklerin araştırılmasına devam olunmuş, ve ner«ıycin bulunmuştur. Neomycin'e geçmezden evvel, anti bijotiklerin tesir mekanizmalarına. birkaç satırla temas etmek istiyoruz. Bugüne kadar yapılmış olan tetkikler fföslermiçtir ki, anti biyotikler, mikroblarm, taazzuv, ve tekessürünü, önlemektedir. Taazzuv ede miyen mikrob için, ölüm mukadderdir. Aldığı gıdayı temessül edemiyen bakteride. bazı salâhiyctli kinıselere göre. bir nevi felc hâsıl •i'rr.aktadu. Amerikada, yapılan aylık, altı *on streptomycin'in, dort buçuk tonu, verem tedavisinde kullanılmnkla beraber, yukarıda arzettiğimiz, muafiyet meselesi, neomycin'in bulunmasma yol açmıştır. Veremle mücadele yolunda müessir olacak Uâcın gene streptomyein familyasır.dan oltnası icab edeceğini düşünen Dr. Waksman, aynı toprak nümunelerinden tecrid ettiği 20 çeşid mantarı ayrı ayrı üretmiş. ve binlerce tecrübe yaparak, neomvcin'i bulmuştur. Yeni bir anti biyotik bulunduğu raman, bunun tatbikata intikali iki kademe arzetmektedir: 1 Evvelâ, tecrübe tüplerinde müspet netice alınması; 2 Bilâhare, insanî bünyede müspet netice alınması lâzım gelmektedir . Neomycin'le yapılmış olan tecriibeler, tüp tecrüb«leri, çok parlak olmakla beraber, insanî bünyede aynı neticenin elmabileceğini iddia etmek kat'iyyen mümkün değildir. Diğer taraftan veremli hayvanlar üzerindeki araştırmaları idame ettirebilecek kadar neomyçin, halen, elde mevcud değildir. Üzerinde araştumalar yapılan diğer anti biyotiklere birkaç kelime ile temas etmeyi faydalı bulmaktayız. Bacillosporin: Gram negatif uzviyetler üzerindeki tesiri görülmüş olan bu antibiyotik, streptotnycin'e nazaran daha mahdud sayıda, mikroba müessir olmakla beraber. tesir ettiklerine karşı birkaç yüz defa kuvvetli tesirler göstermketedir. Koch basillerine karşı hiçbir tesir göstermemistir. Polvmysiıi; Toprakta, sularda, lâğımlarda bulunan polymyxa isimli basilden istihrac olunmaktadır. BaciUosporin ile benzerliği fazlacadır. Lâboratuar tecrübelerinde, tifo, tulâremi, paratifo, idrar yolu enfeksiyonlan, bazı nevi menenjitler, ve yaralardan vâki olacak 2eMrlenmelerde müessirdir. Chloromycetin: Venezuella'dan getirilmiş olan bir toprak nümunesinden istihrac olunmuş bulunan chloromycetin, birçok stafilokoklara karşı müessirdir. Zehirli tesiri çok az olan bu ilâc, zerkolunduğu gibi, ağızdan da almabilmektedir. Tifus tedavisinde kullamlabileceği, son zamanlarda anlaşılmış bulunuyor. Anreomycin: Aktinomiset sınıfmdan, streptomyces aureofaciens isimli mantarm ifrazatıdır. Aureomycin ismini sarı renginden almaktadır. Lîtince altın Aurum olduğu cihetle altın renkli ilâc mânasına gelmek üzere bu isim verilmiştir. Bugüne kadar yapılan araştırmalar, veremle mücadelede streptomycin'dan daha müessir olduğnnu göstermis bulunuyor. Bacitarcin ; Bir c;enc kızın yarastndan tecrid edümiş olan Bacillus suptilte'in ifrazatıdır. Sadece zerk şeklinde tatbik olunan bu ilâc, streptomvcin'le kanştırılarak da kullanılabilmektedir. Vücutten daha uzun bir zamanda ihrac olunmaktndır. Gramicidin: Vücude zehirli tesirler yapmakta olan bu anti biyotik, stafiîokoklara karşı ^ 2184 kadar müessirdir. Bu zikrettirâhniz anti biyotiklerin, tsttikata intikal etmesi zarr.ana mütevakkıftır. İnsanî bün>*edeki tesirlerinin ne olacağını mevdana çıkarmak üzere, denemeler yapmadan, çeşidli lâboratuar hayvanları üzerinde tecrübeleri yapılması mutad olduğundan, ticarî ölçüdeki istihsalin, yapılmakta olan bu lâboratuar araştırmalanna bağlı olduğu, ve ancak müspet neticelerin istihsalinden sonra buntın kabil olacağını zikretmeye lüzum görmüyoruz. nınııııııııınımıııınnııtnııtıııınntıtıııııntnııı TARinTE\ SAHIFELER IIIIUUIIIUMIUIlUIUUHUIUIlUUIUUHUUUIIUUI Istanbulda resim saıtatı Yazan: Haluh Y. Sehsuvaroğlu Osmanlı Türkleri tezyinî resmi eskidenberi kullanıyorlardı. İstanbul alındıktan sonra, Fatih Sultan Mehmedin taassubdan uzak sanatseverliği, Osmanlı saraymda resme büyük bir mevki verdi. On beş ve on altıncı asırlarda İstanbulda bir taraftan garb, diğer taraftan İran sanatkârları çalışıyorlardı. Bu iki ayrı sanat cereyanı arasında kendi ruh ve duyuşumuza uygun bir Türk nakış ve tasvir sanati doğdu. Bu asırlara aid Türk minyatürleri tetkik edildiği vakit İran minyatürlerinden ayrı bir karaktere malik oldukları derhal müşahede edilir, bu minyatürler realist bir görüş ve sadelikle çizilmiştir. On beş ve on altıncı asırlarda Osmanlı sarayında nakkaşlar ve musavvirler, tasvir yapmak, şehnamelerin resimlerini hazırlamak, saray ve kasırların nakışlarını çizmek, sultan düğünlermdeki nahillerin üzerindeki çiçek, meyva, kuş resimlerini yapmak ve diğer nakşa taalluk eden işleri görmeğe çalışıyorlardı. Bilhassa büyük dinî mâbedlerin, sarayların yapıldığı bu asırlarda nakkaşların geniş bir faaliyet sah^sı vardı. Saray nakkaşhanesinde Türk ve İran sanatkârları ayrı kollar halinde çalışırlardı. Saraydaki nakkaş ve musavvirlere rağmen İstanbulda garb anlayışında bir resim sanati 19 uncu asırdan evvel doğmamıştır. Fatih devrinde başta Gentib Bellini olmak üzere İstanbula bazı İtalyan sanatkârları gehniştir. Biraz şüpheli olmakla beraber Veronab meşhur Malteo'nun İstanbula bir seyahat yaptığı ve Fatihin madalyonlarmdan birini imal etflği söyleniyor. Sarayda çahştığı muhakkak olan sanatkârlardan birisi de Maestro lostasizio de Ferrara'dir. Bu devirde iki kuvvetli Türk ressamı da dikkati çekmektedir. Bunlardan biri Fatihin portresini yapan Sinan Beyle, Şibli Ahmeddır. Bu iki sanatkârın İstanbula gelen İtalyan ressamlarına talebelik ettikleri söylenmektedir. II. Bayizidin insan tasvirine karşı gösterdiği taassuba mukabil Yavuz Sultan Selim yaptırdığı bir köşkün duvarına büyük babası Fatihin portresinı resmettırecek ve sarayına bir kadın statüsü alacak kadar ileri bir zihniyet göstermişti. O devirde İstanbulda yaşıyan Tommara di Tolfo 1 nisan 1519 da Mikel Anje yazdığı bir mektubla sanatkâra, plâstik sanatlara büyük muhabbeti olan Yavuz Sultan Selim devrinde İstanbula gelmesini tavsiye ediyordu. Kanunî Süleyman devrinde nakkaşlara ve musavvirlere aynı büyük alâka gösterildi. îran sanatkârlarından Şahkulu ile Tebrizli Veli Can bu devrin meşhur musavvirleri arasındaydılar. Diğer taraftan Holandalı ressam Picter Coeck Van Aelest de İstanbula geldi. Sanatkâr 1533 de bir seccadeye işlenmek üzere şayanı dıkkat bir gravür yaptı. Padişahın Atmeydanmdan maiyetile beraber geçişini tasvir ediyordu. ken diyor ki: (Taşbaz Pehlivan Ali, padişahlan serdar ve vezirleri revan ve Bağdad cenklerini yazmada Veli Can evvel gibt idi. İstanbulda tasvirlerle fala bakan falcılar da vardı. Onlar da eski padişahların, hesabsız kalelerle cenk ve cidallerinin, deryada Keştilerin sureti mukatelelerinin tasvirlerini yapıp, dükkânlarma asarlar ve halk gelip bir akçeye talih tutardı.) 18 inci asırda İstanbul içtimal hayatmı ve devrin tiplerini bir Türk sanatkârı görtişile yaşatan Levnîdir. Levnî gayet realist ve ince bir şekilde çalışmıştır. 18 inci asırda İstanbula gelen garbli ressamlar, garb usulü çalışmayı yerli sanatkârlar arasında yaymağa başladılar. Y. B. Van Mour, Antoine de Favray, J. B. Hilaine, Melling, 18 inci asır İstanbulunu semtlerile, merasimlerile yaşatmış sanatkârlar arasmdadır. 18 inci asnn ikinci yarısında İstanbulda yerli musavvirlerin minyatürle garb tekniğinde portre araaında, yağh boya ile yeni resimler yapmağa başladıklarını görüyoruz. Resimler kırmızı zemin üzerine çalışarak meydana getirilmiş ve vücudleri zeminden ayırmak, omuz başlarmı ve diğer vücud kısımlarım belirtmek için de bazılarında yaldız kullanılmıştır. Minyatürden bu tarz resme dönüş I. Mahmud devrinde bajlamıştı. Ayvansarayî Hüseyin Efendi eserinde (Mahmud Han Gazinin cülusunadek mücessem tasvirler zuhur etmemisti.) di yor. 18 inci asır sonlarında resiı artık ders olarak Mühendishane nin programına sokulmuş, e lâ yabancı ressamların kısa bir zamanda zabitlerden yetişmi^ sanatkârların hocalığile tedrisat iyi neticeler vermişti. 19 uncu asrm ilk Türk res» samları bu mektebden yetişmig lerdi. Bunlar arasında İbrahim Paşa, Tevfik Paşa, Şeker Ahmed Paşa, Hüsnü Yusuf Bey, Hüseyin Zekâi Paşa, Halil Paşa bulunmaktadır. Garb anlayışındaki resim sanati 19 uncu asırda büyük bir hızla gelişerek bugünkü •ekâmü.lüne erişmiş oldu. Yazan: ÂBİDİN DAV'ER 1915 şubatmm 3 üncü günü henüz şafak sökmemiştır. Alaca karanlıkta, Süveyş Kanalmın batı kıyılan, Mısır toprağı «Allah Allah!» nâralarile inlemektedir. Makinelitüfek ateşlerile delık deş.k olarak yarı batmış tumbazlardan fırlayan bir avuç siingü takmış kahraman Türk askeri, tek kurşun atmadan Kanalı geçmiştir. Onlara verilen v,azife. Yavuz Sultan Selimin 16 ncı asrın başlarında büyük b:r ordu :1e yaptığını tekrarlamak, Mısırı ikinci defa fethetmektır. Bu kahramanlar, donanma himayesinde sahili tak.ben çolü geçen Yavuzun ordusundan çok daha güç ve ağır şartlarla Tih sahrasını, Sma çölünii, hiç kimsenin geçmedıği orcasından geçmişlerdı; onlar hattâ Mısır kalesinin müdafaa hendeği Süveyş kanalını da geçmişlerdi. Fakat bu Türk askerlerı ne kadar kahraman, ne kadar fedakâr olurlarsa olsun, bir hayali, bir hayalimuhali gerçekleştirecek vasıtalardan ve imkânlardan mahrum idiler. Biraz sonra «Allah, Allah» sadaları kesıldi ve gecenin karanlıklarında bir yıldız gıbi parlıyan Mısırı fethetmek hülyası, doğan güneşin parlak ışığile aydmlanan hakikat karşısında sönüp gitti. Yalnız iki zayıf tümenden mürekkeb olan bu küçük Türk ordusuna, Mısırı fethedeceğiz. Marş ileri! Denilmişti. Bu ordu, yoldan değil: izden bile mahrum kum ve taş çöllerinde, suyunu ve erzakını yüzlerce kılometre mesaleden develerle taşıyarak, gündüzleri kızgm güneş altmda yanarak, geceleri çöl soğuğunda titreyerek günlerce yürüdükten sonra, 120 metre genişliğindeki su hendeğine, Süveyş kanahna dayanmıştı. Bir baskınla kanal geçilecek ve Mısır fethediliverecekti. Kanalı yalnız bir avuç kahraman geçebildi ve Mısır fethedilemedi; çünkü edılemezdi. Çünkü kanahn içinde İngiliz Fransız harb gemileri ağır toplarile ateş püskürüyordu. Çünkü kanahn batı sahili baştan aşağı tahkim edilmişti; yüzlerce makinelitüfek kanalı tarıyordu; sahil boyunca dolaşan zırhlı trenler ölüm saçıyorlardı Küçük bir Türk ordusunun fethetmek vazifesini aldığı Mısırda, en az 50.000 Britanya askeri vardı. Bunun 25.000 kişisi, kanalı müdafaa ediyordu. 11 harb gemisinin ağır, orta, hafif bataryalarından, zırhlı trenlerin toplarından başka, çabuk ateşli 10 sahra ve dağ bataryası ile 13 uçak, bir çok makinelitüfekle mücehhez bulunan bu 25 b:n kişiyi destekliyordu. Buna mukabil kanalı geçerek Mısırı fethedecek olan Türk ordusu muharib, gayrimuharib 24.000 kişiden ibaretti. Bu kuvvetin topçusu da 3 âdi ateşli, 8 çabuk ateşli dağ ve sahra bataryası ile 15 santimetrelik çabuk ateşli bir obüs bataryasından, yani 40 toptan ibaretti. Türk ordusunda tek uçak, tek otomobil yoktu. Nakil vasıtalan, yarı aç, yarı susuz deve, at, katır, manda ve öküzden ibaretti. Tumbazlar ve cephane mahdud idi. Teîsiz, hattâ telli telgraf yoktu. İşte arkası susuz ve yolsuz çöl olan bu küçük kuvvete, kendisinden sayıca en az 2 misli üstür ve arkasmda demiryolları bulunan, suyu bol. cephanesi bol ve denizden süratle takviyesi mümkün olan Mısırdaki İngiliz ordusunu yenmek ve Mısırı feth?*mek vazifesi verilmişti. Cjşmamn şiddetli ateşi ile çeük < = a ç tumbazlar delindi; bazıları yarı yolda battı. İçindekilerden makinelitüfek kurşunlarile şehid olanların mübarek nâ';!srı ile yaralananlarm kanlı vücudleri kanahn suları içine gömüldü. Görülmemış kahramanhklar neticesinde, karşı sahile yalnız 2 bölük kadar geçebilmişti. Fakat karşıya varan tumbazlar geri dönemedikleri iç.n kanal hücumu âkim kaldı. İyi ki akim kaldı. Bu küçük kuvvet karşıya geçebilseydi, topyekun ımha edilmeğe mahkumdu. Bu hayal uğruna verilen zayiat 13 subay, 156 er şehid; 18 subay. 399 er yaralı; 16 subay, 803 er kayıb olmak üzere, 52 subay, 1358 erdi. Kayıbların bir kısmı kanalda boğulanlar, bir kısrhı da karşı kıyıda «Allah Allah!» diye dövüşe dövüs.e esir düşenlerdi. Yıldönümü faîan olmadan bu kanal seferinden bahsedişimin sebebı, bu harekete bir kurmay binbaşı olarak iştirak etmiş olan emekli Orgeneral Ali Fuad Erden'in, 30 yıl evvel neşretmiş olduğu «Paristen Tih sahrasma» adlı güzel eserini yeni harflerle bastırmış ve bir sayısını bana hediye etmek lutfunda bulunmuş olmasîdır. Muhterem emekli Orgeneralin Mısırı fethetmek hülyasınm daha Osmanlı devleti harbe girmedei nasıl dnğduğunu eserind» şöyle anlatıyor: «Alman Ba§kumandarüık Erkânıharbıye Reisi General Von Moltke, Enver Pasaya gönderdiğı 10 ağustos 1914 tarihli tahriratta: «Osmanlı müttefıkin vazifesi mümkün olduğu kadar çok Rus ve tngiliz asker kuvvetlerini bağlamak ve sıkı i>ir faalıyetle İslâm ihtilâlini gerçekleştırmek olduğunu ve bu maksadla Kafkasyaya karşı bir hareket yapılması ve b'lhassa Mısıra karşı bir teşebbüse girişilmesı arzu edildiğmı ve Afusturyamn , yükünü hafıfletmek içm Osmanlı darülharblerinde, hsrekâta kabıl ckluğu kadar, erken başlanması lüzumlu olduğunu» bıldirırrşti. İşte Mısır seferi fikri böyle doğmuştu ve Osmanlı ordıısunda hizmet eden Alman subayları ve bilhassa Von Kress, müteakıb günlerde mütemadi telkinlerile. bu fikri Mısırı fetih hülyasj halinde cazib bir şekîe sokmuşlardı. O sıralarda Tasviri Efkâr gazetesmde yazı işleri müdürü idim. Üçü de Allahm rahmetine kavuşmuş olan üstadım Yunus Nadi ile Talha, Velid Ebüzziya kardeşler, rahmetlı Ahmed Rasimi muhabir olarak kuvvei seferiye ile beraber göndermeğe karar vermişlerdi. Askerî eserleri okuyarak askerlikten bıraz anladığım için çölün ve Süveyş kanalmın kolayca geçilerek Mısırın fethedilebileceğine bır türlü inanamıyordum. Bir gün rahmetli Yunus Nadiye bu şüphemi söyledim. Kanaldaki harb gemilerine karşı ne yapabiliriz? dedım. Bilmem kim ona, kanahn içindekı gemilerden yapılacak top ateşlerinin tesirile iki taraftaki kum yığınlarmın kanalı kapatacağını ve bu suretle kanahn kolayca geçilebileceğ ni söylemişti: Mısır fethetmek hayali, o zaman o kadar tatlı gelmişti ki bu hayalin hakikat olacağına inananlar pek çoktu. Dördüncü Ordu Kumandanı Zeki Paşa, kanala taarruz edecek ordunun son demiryol üssünün 500 kilometre mesafede bulunduğunu, bu mesafenin 300 kilometrelik kısmının, yolsuz, susuz ve ıssız bir çöl olduğunu, çölü geçen kuvvetin, 100120 metre genişliğinde ve içinde ağır toplarla mücehhez harb gemileri dolaşan bir su hendeğüe, yani Süveyş kanalile karşılaşacağını, kanalın karşı sahilinin kuvvetli bir surette tahkim edilmiş olduğunu bildirmiş; bu yüzden 4 üncü Ordu Kumandanlığmdan almmıştı. 8 inci Kolordu Kumandanı Mersinli Cemal Paşa kanal seferinin icrasına memur edilmiş, Kolordu Kurmay Başkanlığına da yarbay Von Kress tayin edilmişti. Devlet harbe girdikten sonra da Bahriye Nazın Cemal Pa§a, 4 üncü Ordu Kumandanı olmuştu. Onun Kurmay Başkanı da Alman subaylarından albay Von Frankenberg idi. İşte bu Almanlarm telkinleridir ki ilk önce Mısırda fazla İngiliz askerini i?gal etmek maksadile ortaya atılan kanala karşı bir hareket yapmak fikrini, Mısırı fethetmsk hülyası haline sokmuştur. 1749 da Frankfurt'ta doğmuş olan büyük Alman şairi Goethe'nin bu sene 200 üncü doğum yıldönümü kutlanıyor. Maddileşmiş, tersine dönmüş ve siyasî, içtimaî sayısız derdlerle mücadele etmekte olan dünyanın böyle bir «annıa, işi ıîe bu kadar fazla ilgileneceğini pek de ümid etmezdik. Fakat anlaşılıyor ki, hâlâ insanlar üzerinde büyük ruhlarm, müstesna kabiliyetlerin icra ettikleri tesir hükmünü sürdürüp gitmektedir. Her tarafta olduğu gibi memleketimizde de şairin şahsiyeti çeşidli bakımlardan tahlil ediliyor. cCumhuriyet» te de değerli ilim ve edebiyat üstadları o dâhiyi kendi menşurlarmdan süzüp bize sundular. Bu sütun fazla ciddî ve ağırbaşlı konulardan ziyade, hafif, kolay okunur, kolay anlaşılır ve sindirilir mevzulara tahsis edilmiştir. Buna rağmen «Faust» müellifinin hatırasını yâda bigâna kalmaya gönlümüz razı olmadı. İşi, hâssî bakımdn tutturmanın karileri sıkmamak babmda faydalı o» lacağını düşündük ve «Wilhelrn Meister» muharririnin kadın, seyahat, çalışma meraklarmda n şöyle gelişigüzel bahsedivermeyi uygun gördük. *** Goethe, kadın sevgisine, kadın dostluğuna ve arakdaşlığma çok ehemmiyet veren bir insandı. Halbuki ekseri büyük sanatçüar bu karakterde değildirler. «Cinsi lâti£> e karşı kimi derin bir ihtiras, kimi geniş bir nefret duyar. Bir kısmı onu oyuncak, eğlence addeder. bazıları Tanrıl?.ştırmaya kadar varır. Fakat Goethe büyük bir sanatçı olmasına rağmen o hususta pek normal hisler belirtmiş, kadmları diğer alelâde hemcinsleri gibi sevmiştir. 1797 de İsviçredeki Zürich gölünün kenarmda hatırladığı Frankfurtlu sevgilisi Lili Shönemann için yazdığı şiirin şu kıt'asına bakm' Ey, sevgui Lili, ben seni sevmemis olsaydım, Bu manzaranm bana zevk vermesi Bu hülya tahakkuk etmeyince Mısır seferme «Birinci Kanal Seferı» adı verılmış ve ondan sonra. kanala karşı dığer bazı p.kınlar yapılmıştır. Bu hareketlerde karşı tarafta evvelâ Çanakkale seferini açmak, sonra da Filistin ve Suriye taarruzlarım yapmak fikrını doğurmuştur. Netıce malumdur. Sayın emekli Orgeneral, kitabmın bir yenode şöyle diyor: «Kanahn zaptı o zamanki hal ve şartlara göre muhal idi. Bız, buna inanmak istememistik. Mu hal olduğunu bizzat ve fiüen tecrübe ettik. fGeldik, gördük, anladık.» Bu «geldik, gördük, anladık» cümlesı. Cesar'm kolayca kazandığı bır zafer üzerine söyled:ği «Veni, vıdi, vici» den alınmıştır ki «geldim. eördüm, yendım» mânasına gelır. Bır avuç kuvvetle Tih sahrasını, S,na çölünü, Süveyş kanalını geçerek Mısırı fethetmek gibi tatlı bir hayal uğruna acı bir hakıkatle karşılaşanlar için bu sözü «gittik, gördük, yenildik» şeklınde tekrarlamak daha doğru değil midir? *** Emekli Orgeneral sayın Ali Fuad Erden.n bu çok güzel eserini her vatandaş okumalıdır. Birinci Dünya Harbinin bu bir tek macerasmda bile büyük bir ibret ve intibah dersi vardır. İkinci Dünj'a Harbi sırasında da, bizi dışarıdan ve içeriden böyle maceralara sürüklemek istevenler olmuştur. Fakat sütten pğzımız yandığı için yoğurdu üfliyerek yemeği öğrenmiştik. Onun için bütün bu teşvikleri, tahrikleri ve sayretleri boşa çıkardık. Maceradan kaçman, yüzde yüz bir Türk siyaseti tak:b eden Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğunun hayaller ve maeeralar yoluna gitrr.edi; Allaha şükür, korkunc bir harb cehennemine atılmadık ve intihar etmedik. ABİDİN DAVER Ressam Bellini nin Fatih Sultan Mehmed lablosu Kanunî zamanında İstanbula gelen ressamlardan Melchoir Lorich de şehrin büyük bir panoramasını, harb gemilerini, Kanunînin ve Hurrem Sultanın bir portresini resmetmişti. Ressam Andr6 Thenet de Kanuninin oğlu şehzade Mustafanın çok muvaffak olmuş bir portresini yaptı. Bu devirde vezirler arasında da tasvir sanatine karşı büyük bir alâka görülüyordu. 1578 de vazifesinden dönen Avusturya Elçisi Vıyanaya müteaddid Türk vezirlerinin portrelerini götürdü. Kanunî, Budinden İstanbula getirilen heykelleri Atmeydanına dikt:rmiş ve tasvir sanatine karşı beslenen taassub bu suretle kırılmak istenmişti. Bu devrin Türk musavvirleri arasında matrahçı Nasuh ve Nigârî Mahlasile resim yapan, şiirler yazan Haydar Reis en başta gelenlerindendir. Asrm sonlarında İstanbul musavvirleri arasında hakikaten büyük bır artist olan Hünernamenin minyatürlerini yapan Osman vardır. 17 nci asır bir çok musavvirlerin ve bazı yabancı sanatkârların çizdikleri portrelerde mühim bazı şahsiyetler yaşatılmıştır. Evliya Çelebi İstanbuldaki musavvirlerden bahseder Linyit kömiirleri yangmlara sebeb oluyor Ankara, 27 (Telefonla) Halka yakacak olarak satılan linyit kömürlerının durdukları yerde tutuştuğu görülmüştür. Bilhassa kapalı yerlerde bulunan linyitler tutuşarak yangmlara sebeb olduğundan, Ankara Belediyesi, halkı ikaza lüzum görmüş ve linyit kullananların bunları açıkta muhafaza etmelerini. tutuşmalara karşı da tertibat almalarını ilân etmişt r. Millî Piyango lalihlileri Mılli Piyangonun 15 Ağıostos 1949 çekılişinde buyuk ıkramıye kaıanan ve bugüne kadar MıHi Piyango burolarma veya Ziraat Bankası şubelerine müracaatle paralarını alan tallhliler şunlardır: 100.000 lira: Bilecik. Soğudün Koyunlu kö>"ünde 36 numarada rencber Tevfik Tür. 50.000 lira: Ankarada Yakub Özdoğan adında bir vatandaş. 10.000 lira: Aydm. Hukıimet caddesi 7 nci Fokak 5 numarada marangoz Mustafa Mengudur, Akçaabadda isminln yayınlamtıasını istemiyen bir vatand3ş. İzmir, Hurşidlye mahaHesi 933 üncü sokak 59 numarada zücaciyeci Moşe Aruh. Konyada Roma devrine aid Şimal Memleketleri ve Bi bir eser bulundu Konya, 27 (a a.) Dün şehrimizin îhsaniye mahallesmde bir lâğım çukuru kazılırken üç metre derinlikte Roma devrine aid kıymetli bir lâhid bulunmuştur. İki metreden fazla uzunlukta olan mermer lâhidin üzeri nakışh ve dört köşesi birer arslan başı ile müzeyyendir. Bu eski eser üzerinde mcelemeler yapan Millî Eğitim ve Müze Müdürleri, lâhidin Klâsik Eserler Müzesine nakledılmesine karar vermiştir. Milletlerarası Terbiye ve Tedrisaf Kongresi Oluyıt Bu uünyada mes'ud olmaklığ%mtn Imltlnı var m\ydı? Coethe'de kadın, seyahat ve çalışma merakı Ne kadar temiz, saf ve insanî bir aşk, değil mi? O kadar insanî ki her fanî gibi Goethe de sihrine cazibesine kapıldığı yeni bir çehre, yeni bir ruh karşısında yavaş yavaş Lili'yi unuruyor ve Isviçreli fabrikatörlerden David Schultess'in karısı Barbara Schulthess'e âşık oluyor. Edebiyat tarihçilerine nazaran «Goethe daha memleketinde iken dostu Lavater'den bu zarif ve aydm kadının methini işitmiş, adeta masallardaki gibi kulaktan ve uzaktan kendisine hayranlık beslemeğe başlamıştı. Mektub yazmış. cevab almış ve bu suretle aralarında samimî bir muhabere teessüs etmiştir. Eserlerinde Goethe'nin (tabiat) adını vermekten hoşlandığı şahsiyet odur.» Goethe, İtalya seyahatindon sonra faniliğin bir zaafma daha düşüyor ve Konstans'ta Barbara ılf bir sevda haftası yaşadıktan sonra memleketine dönüyor, hıristiyanlık aleyhinde yazı yazmaya koyuluyoı ve mutaassıb İsviçreli Barbara'dan soğuyor, Christiane isminde bir kadını evine alarak bir arada yaşımaya başlıyor. Hani, nerede kaldı, o ruh, fikir arkadaşlığı. Demek ki, dâhikr de, cahiller kadar hercailik hklerine kapılabiliyorlarmış!. «Werther> yazan sade üç kadın m yaşadı? Hiç şüphesiz, bayır. Fakat onun hayahnda, sade ahpabı mı, yoksa aynı zamanda metresi Goethe, Werther'i yazdığı günlerde mi, pek iyi bilinmiyen «..Charlotteı de dahil olmak üzere bu bir kaç Hav\ra kızı en mühim rolleri oynamışlardı. *** Goethe, kadmlar kadar, seyahati de severdi. Ama, pek uzaklara gitmezdi. Almanyanın işgali esnasında önce hocası olduğu. sonra müşavirliğini ve nazırhğmı yapüğı Prens Karl Friedrich ile Fransaya, yalni3 başına İtalyaya, üç defa İsviçreye yaptığı seyahatler bellibaşlı memleket aşırı gezileridir. Bu seyahatler bazan ona yeni aşklar hazırladığı gibi, yeni eserler yazmasını da ilham etmiştir. Vâkıa, şimdl de bir çok edibler, bir kısım romanlarını gördükleri yeni memleketlerin U' fuklarınm ruhlarında yarattığı kud retle destekliyerek vücude getiriyorlar ama, hiç birininki FranSfurflu Almanrn kitabları gibi ebed! bir sanat abidesi kıymetini kazana sevgili Lilij ben senı sevmemis olsaydım, fidnci sdhifeden devam, nasıl bir ruh yakınlığı gösterdiğini kaydetmeden geçmek insafsızlık olur. Finlandiya mümessilleri, vaktile bir Türk profesörünün «Beyaz Zanbaklar memleketi» ni Türldere tanıttığını duyduklan zaman bu tanımayı arttırmak maksadile Türkiye mümessillerine bir Finlandiya ziyareti teklif ettiler. Bu alâka ve Diyarbakırda Inırulacak bu teklif, biri şimalde öteki cenubda bultınan bu iki medeniyet bekfabrika çisi halk arasındaki sempatinin deAnkara, 27 (Telefonla) Di rinliğini göstermeğe kâfidir. yarbakırda kurulması kararlaşan yünlü mensucat fabrikası, Stockhobn'da milletlerarası spor Sümerbankça ihaleye konmuş ve milletlerarası terbiye ve maarif tur. Bu inşaat için ortalama 2 kongreleri birtiği için bütün diğer milyon lira harcanacaktır. milletlere aid bayraklar gibi Türk bayrağının da caddelerden ve konbilmekten âcizim. Kaldı ki, dünya gre salonlanndan kaldınldığını zan çapında iş yapmak arzu eden bir netmeyiniz. Zira, milletlerarası sütadam, gönlünü eğlendirmek isti çülük kongresi beşhyor. Türkiye yenlerin lâflarına tutulmaktan sa bu kongrede, İsveç iktisadiyatını kınmalıdır. Çü.ıkü ortaya koyaca yakından bilen ve yüksek tahsilini ğınız eserin kusursuz olmasma ken burada yaptığı için isveçceye de dileri mâni oldukları halde onu mükemmel surette vâkıf bulunan muvaffak olmamış gördükleri tak ticaret ataşemiz Ahmed Karaosman dirde ilk tenkid âvâzesi de müba tarafından temsil edilecek ve bizreklerin ağzmdan yükselir.» deki Eütçülüğe aid rapor okunaYaptığı tenbihlere rağmen eğer caktır. Ayru zamanda maarifçi olan bir <tıraşçı. şairin kapısını zorla Ahmed Karaosman Beyin, Necdet yıp içeri girer ve yazı odasma ka Köktürk ve Ziyaeddin Fahri ile dar gelmek cüretini gösterse bile beraber dünya muallim birliklerikarşılaştığı soğuk tavırdan hemen nin müşterek eseri olan ve mevzuu cesareti kırılırdı. Edib, elleri arka itibarile Türk maarifini de yakınsmda hiç bir şey söylemeden öyle dan alâkalandıran terbiye ve tedriput gibi dururdu. Ziyaretçi haün sat kongresinde Türkiyeyi temsil mıyor. sayıhr bir şahsiyet bile olsa Goethe eylediğini de kaydetmek isterim. Goethe «Dichtung und Wahrheit = Şür ve Hakikat, i 1774 te boğazmda h i ; bir gıcık hissetmediisviçreye yaptığı ilk seyahati es ği halde kasden öksürür, muhatanasında kaleme aldı ve gördükleri bınm sözünü, İşletmeler Bakanı Ya öyle mi? ni hiç bir muharrire nasib olmıyaZonguldakta Gibi alaylı bir cümle ile keserdi. cak şekilde anlattı. Böylelikle de konuşma çarçabuk «Brife aus der SchVeiz = IsviçZonguldak, 27 (a.a.) (Mureden mektublar» ı da tee birinci sona ererdi. habirimiz bildiriyor): İşletmeler ve ikinci İsviçre seyahatlerinin in Edib, aldığı mekrubları ikiye a y Bakanı Münir Birsel, beraberıntıbaları ve ihtisaslan ile doludur. rırdı. Kendisinden bir şey istiyen de Etibank Umum Müdürü Fe«Oli şarkısı», «Su perilerinin tür lerinkileri derhal kâğıd sepetine rid Nazmi Gürmen ile Sümerküsü», «Fery und Bütelz> opereti atardı. Benliğine yeni bir varlık bank Umum Müdürü Cevad Agibi eserleri hep o seyahatler>n katacak. dimaŞına venj bir fikir ıl dıgün ve uzmanlar olduğu halmahsulüdür. Ayrıca «Wilhelm Tell» ham edecek olanlar varsa onları de bu sabah şehrimize gelmiştir. hayaüna dair bir eser için de not saklar ve cevab!anduırdı. Bazıları İstasyonda Vali. Vali Vekili, lar aldı. plânlaf vücude getirdi, fs Goethe'nin bu huyunu egositlikle kat ömrü bunu yazmaya yetmedi vasıflandırırlar, hattâ bir takımları Belediye Başkanı ile Ereğli KöSen Gotar tepesine hayraa böj'le hareket etmesini gayriinsan'î mürleri İşletmesi Umum Müdüdı. Hattâ bu dağın eteğinde telâkki etmeğe kadar varırlardı. rü tarafından karşılanan Bakan, kendi âciz durumunu gösteren şa Lâkin, eğer o, titiz da\Tanmıyarak, sırasile Vilâyeti, Belediye, Cumirin bizzat eli ile yaptığı bir de re her gelene ve her mektub yazana huriyet Halk Partisi ve Demokyüz verseydi, Faust ve VViîhelm rat Partiyi. Garnizon Komutansim mevcuddur. Meister gibi ölmez eserleri yarata lığını ziyaret ettikten sonra Kö*** bilir miydi? mür İşletmesinin Çaydamar. ÜGoethe gibi filozof tablatli bir in Goethe, gazetelerin siyasî ve assanuı çalışma hususunda pek o kerî haberlere tahsis ettikleri sü zülmez ve Dilâver tesislerini gezmiştir. kadar titizlik göstermiyeceği akla tunları okumazdı: I gelebihr. Bilâkis dâhi şair düzenli Ben, derdi, şu anda ne genera Kral Abdullah, İngiliz Kral gayret sarfetmenin ve muntazam um, ne nazırım, ne de dıplomat.. faaliyet göstermenin en büyük bir onun için bunları okumakla hicLir ve Kraliçesinin misafiri timsali idi. Ustad diyor ki: fayda elde edemiyeceğim gibi, pek Londra, 27 (B.B.C.) Ürdün «Serbest çahşabilmek için dost kısa ömrümü de boş yere geçirmiş Kralı Abdullah bugün öğle yelöirınızın haber vermeden sizi ziya olurum.. Onun yüz elli yıl önce koyduğu meğini İskoçyada Balmoral şarete gelmeleri zevkine nihayet vermek esastır. Onlaruı size, yabancı bu çalışma disiplininden bir kısmını tosunda Kral George ve Kraliçe fikirler aşılamaktan başka bir fay olsun bugün nefsimize tatbik ede Elızabeth ile beraber yemiştir. daları dokunamaz. Böyle şeylere ise büirsek, bize ne mutlu! Kral Abdullah, 5 eylulde İshiç ihtiyacım yok. Ben, dimağımdan Toplayan panyaya gidecek ve General taşan fikirleri kâğıd üzerine dökeA. H.K. Franco ile görügecektir.