23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Ağustos 1948 CLMHLRlYET ııımunuııuı.nıuıtui'mıuiinnnıuutnMuunniii YUNUS JVADI <( <( Tork Güreşi,, ne İlâyeler \r Feımî Bahisler Hey, llısınız). Gülüştüler. Ben de gülümI sedım amma bir hayii de utandım. Bir 19 mayıs günü.. Ankara stad Bu suretle eğlenceye katıimı? bulunyomımdayız. Gençlık ve Spor 3ay duk. ,ramı.. Bcl ışıklı, bahar kokulu bir İlk dansa kalktığım zaman ön sa gün. londaki pistin arkasına dusen kısrmda Sahada dalga dalga jafak rengi ı u z u n bir masa etrafında oturmuş hubayraklar, alt:n başaklar gibi yük lunan bir grup arasında Aratrrkü seselen iimid ve neje dolu başlarla ö çer gibi oldum. Dans ettı^'/n bayanpüşüyor. dan sordum. Gülümsiyerpk: (Evet, Üçaklar göklerin mavi boşluğuna odur..) dedi ve ilâve etti: 'Sız kena!t:n cklar gibi saplanmış; havDda disini hiç görmediniz rr.i?) her an değişen bir renk ve ses kayO güne kadar gerçek görn.emiştim. naşması var. Yainız resimlerinden tanyordum. Formalı genç kızların cıvıltısında, Birden mahjyetini anlıyamadığım bir tarıhe ün veren bayrakların musiki heyecana kapıidım. Artık Diricık düsinde, çevik izcilerm gözlerinin pa şür.rem Onu yakından göif bil.nekti. rıltısında onu, havada onu her jey Dansın bitmesini sabırsızlıkla beklede onu duyuyorduk. dim. O kadar yanımızda, yakjmmızda, *** içımizde idi. Nerede ise kalkacak. alAtatürkü iyice görebilereğim bir t:n saçlan bir ışık yağmuru halinde j'er seçtim; duvarın zaviyesini siper ruzgâra savrulmuş, gözlc'me hiç aldım, mütemadiyen Onun tarafına sönmıyen m£vi güneşlerle bize eskı bakıyorum: Sol yanmda Falih Rıfs: gibi bakacak, o cana can kanştı kı; Ata ona bir şeyler yazdırıyor... ran sıcak, aynı zamanda gür sesile hi İ;te Kılıç Ali. Biraz ötede Rüçen tab edecekti. Eşref.. Masanın ihtiram yerınde ihdaha Günün eşsiz dekcru ve «O» nun tıyar bir adam ofuruyor vc güzel hayali içinde düşiirürken ya tammadığım, fakat tacınmış bir çok nımda, saçlarma kır dü^müş arkada sima.. şım eski bir enıir subayı bana Ben, hem görünmemek, hem de bu hikâyeyi anlattı: çck iyi görmek telâşı içindeylm. A< Izmirin kurtuluşundan bir kaç rasıra büfeye gidiyor, çabucak yerirr.e gün scnra «O» nunîa birlıkte efeler dönüyorum. Çok büyük işler yapan yurdu Ödemişten İzmire dönüyor bu dev adamı yakından görmenin duk. Otomobilde «O». genç bir kur hazzı, saadeti içindeyim. Kendi kenmay ve ben vardık. Tireye yakın bir dıme öğünüyorum da: dönemeçte uzaktan haykıra haykıra Işte diyorum; onunJa bir çatı bize doğru gelen bir köylüye rastla altmdayız; a\Tiı havayı beraber tedık. Ellerile işaretler yapıyor, ara neffüs ediyoruz.. Onu tarih sahifesız ffhey, durun> diye bağmyordu. lerinden tanıyacak olan sonraki neŞcför otomobili h:zla sürmeye ha sillerimiz bizleri ne kadar kıskanazırianırken «OJ «yavaşlat ve dur» caklar; bu müstesna devirde yaşamadedi. Otomobil ancak yüs metre ö dıklarına ne hayıflanacaklardır... terie hızını p^bildi, köylü ve biraz Gdzlerim miknatislenmiş gibi Onda'ıa gerisinds bir insan kr.labalığı da, hayallere dalmak üzere ıdim. Abi?e» dnğru yaldaşıyordu. tanın bir iîareti ile F. Rıfk: ayağa Köylü otomobıle varınca hiç bir kalktı, yazdığını okumaya başladı. şey soylemeden her birimizi ayrı Fakat bir şey duyulmuyorau Çünkü ayrı süzdü, bir şeyler aradığı belli her iki salonun gürültüsü kı.laklanid ; . Onun gözlerinin tâ içine, kal rrnzda uğulduyor; konuşmJa^ kahpsf.ndan taş^n altın saç*arına baktı. kahalar birbirine karışıyordu. ÜsteSonra koynundan sabırsız bir hare lik F. Rıfkmın sesi de pek çıkmıyorketle bir çevre çıkardı. Çevrenin i du. Atatürk titizlendi. Etrafına göz çjr.de eskimiş, renri solmuş bir fo gezdirdi. Nasıl oldu bilmiyorum, tovraf vardı. Bir <,O» na bir de fo saklandığım yerden belki bEşımı bitografa baktı. Aradığmı bulmuş gibi raz çıkarmış olacağım, her "f hal ise birden yüzü kızardı, ölçüsüz bir se b?ni gördü (daha evvel söylemeye vinç ve heyecanla uzaktakilere unuttum, davetliler arasmdc resmî h&vkırmağa başladı: ^Hey, koşun. kıyafetli yalnız bendim) e'i'e işaret Bu "O» dur, ta kendisidir!.» erek yanına çağırdı: Sen askersin, dedi, haydi baEtraftan «O» nun geçeceği işitilm.ş, bir jandarma, köylerinin yakının kalım bize yardım et; sustur bunlaaan geçerken «O» nu görebilecekle n.. d*di. rir.i köylülere müjdelemiştL Bu sözlerl y«n şaka, yan clddî Yaklaşan kalabalık bir an içinde söylemisti. Bu hitabs, bu iltifata otomobilimizi sardı. Kimi onun elle mazhar olduğum için çok sevinmişrini, kimi ayaklarını, kimi otomobi tim. Fakat îstanbulun çok füzide bir limizin tekerleklerini öpmeğe, hepsi davetli topluluğuna nasıl: (Susunuz.) de sevinçten hıçkıra hıçkıra a&lama diyebilirdim. ğa. dua etmeğe başladılar. İJu kaKüçük bir jaşkınlık geçirdim. Alabalık içinde yırtık cebkenieri lçin tanın o müstesna bakışını bütün kuvden yarı çıplak yaralı vücudları gö vetile üzerimde hissediyordum. Daha riinen iht'.yarlardan, solgun, buruşuk fazla duramadım; süratle bütün sayüzlü nıneierden küçük çocuklar? lonu dolaştım: Münasib söz.'er söylikaîar bütün bir köy halkı vardı. yerek her grupu ayn ayrı sükuta Bu, Türk köylüsünün yıllardanberi davet ediyordum. Biraz sonra eski bc.uediğı, özledıği kurtar'cısma, e§ yerime geldiğim zaman, koca salonriz kahrair.anın tâ canınm ıçinden da çıt bıla yoktu. en yalansız, en temiz bağlanıçı, ş.ükranı idı. F. Hıfkmm okuduğu, Riîşeni Beyle Bayük günler görmüg kahraman, Atanın Selanikte birlıkte çahştıkları gerçek bir halk çocuğunun bütün ya zamana aid hatıralardı. Uzakta olşay:şına pek seyrek rastlıvabileceği duğum için iyice duyamaiırr Biraz bu unutuîmaz ve değer bi;ilrrıez da Bonra F. Rıfkı okumasını bitirerek k:kamn s°vmci içftıde kor.ııştu: yerine oturdu. Bu sırsda ihtiram ye< Arkadaşlar», dedi. «Sağolun, i rinde oturan ihtiyar, masaya tutunaçinızden birı olmak sevinci bana ye rak ayağa kalktı. Bunu gören Ata ter. İzmirde bizi bekliyen acele iş derhal yerinden fırladı, ona yaklaştı; lerımiz var. Müsaade edin de gide o zamana kadar farketmediğim iki lın, inşallah gene geliriz.» koltuk değneğini yanındaki iskemKöylüler ancak bu sözü aldıktan lenin "üzerinden alarak ihtiyarın kolsonra bizi sahvermeğe razı oldular. tuklarına sıkıştırdı ve onunla beraSsvmç ypşlarıle, nemlenmiş gözlerle ber, kolundan tutarak, kapıya kadar bizi uğurladılar. Tamamen gözden gitti. Meğer büyük bir hürmetle ukavboluncaya ksdar hayranlıkla ve sevgi i]e onları seyrettik. Oldukları yerde kınnldamadan durmuş, hâlâ bize bakan bu bir yığm Tü!: kövlüsü, uzakta güne^in ışığı alt:nda efsan^eşmiş, bronz bir heykel kümesi gibi hareketsizdı.» Münir Uras 11 J koşun, bu "O s Frenkîerin görüşile Koca Yusuf Tazan: İsmail Haîjib Sevük Güneşe lüzum kalmadan ziraat yapılabiîecek Yazan: R.dvan Tezcl 12 Yıl 1937 eğustosun içindeyiz. Toksthyanda düğün var; emekli alb?v Rüşeni Beyin kızı evleniyor. Benden daha genç blr arkadaşımla erkek tarafınm davetll^iviz. 01dukça çekingenim; muhiti yadırgıyacağımdan korkuyorum. Arkadaşımın zoru, eğîenebilmek ihtimalinin çoklı:ğu benı yumuşattı. Buna rağrr.en bıraz geç gittik. *** Tokatlıyamn her iki salonu tıklım tıkhm insan dolu.. tki ca2 birden faaliyette. Biz bir kenara çekildik kendımize uygun bir yer arı^oruz ve etrafı gözden geçiriyoruz: Pistte durmadsn dönen çiftler; ayakta dolaşan, mssalarda oturan srrokinli, fıraklı erkekler. muhteşem tuvaletli kadmlar... İç salonu boydan boya kaphyan; uzaktan gözükebi'ecek derecede heybetli bir büfe. Srnra renk, ışık, müzik.. Her jey hoş ve göz alıcı. Bir tanıdık bizi farkeder etmez yan.m:za koştu: (Geç kaldınız?) diye si^em etti ve derhal kolumuza girerek büfeye götürdü. Bir yandan elimize kadehlrri tutuşturuyor. bir yandan da şakalar yapıyordır (Dans etmİ3Tecek mısiniz, böyle sipsivri gelmek olur mu?) Büfe gerçekten zengin, bilhassa istakozlar pek iştiha çek.ci.. İlk kadehi henüz b;tirmiçtik ki bizi büfeye getiren tanıdık (Düğün sahiblerindendi) oracıkta bir kaç genç bavanla birden td.ışmamızı F9ğladı. Fakat şakpyı da elden bırakmıycrdu; bizi ki7İara göstererek: (Kalıblarına bakir.ayın bunlar çekingendirler. Dans etmek için kavalyellk Sdevini önce sizler yapma eri BISEKLETLER1 İKİ TEKERLEKLE DÜNYAYI FETHETTi ! \ hal yerde bulur.» Yusufun bu müthiş Liyonia kini: Beden terbiyesi profesörü Desbonnet taarruz sılâhmdan sonra onun müdafaa tLes Rois de la Lutta = Güreş Kralla kudreti için de şunu söylüyor: «Hasmın) isimii kitabında Yusuftan bahse lun hücumlannı hiçe indirmekte Yusuf derken, haklı bir girizgâh açıp, Iiyon'lu gayet raahirdl. Bununla beraber o biDoublier (Dubllye) nin klnini anlaür. zim güreşlerimizin inceliklerini kavraÇünkü blzim Koca Yusufun Avrupaya maktan uzakü. Işini hep ıSÜrprizli darj gitrr.csi gibi tarihî bir hâdisenin kaderi belerla gördü.» Hâlbuki Fournier'nin bu kinden do^du. Doublier jampiyon deminki güreşini naklettikten sonra ayluk için güreş«cek. Karşısına Fernand nı müellif şu satırlan yazar: «FournierSabes çıkar. Fransıı halkının çok sev nln kanaati şu ki Yusuf bizim oyunlan di^i Bordo'lu pehlivan. Fazla endaanlı şimdüik bilmiyor ama onlan çarçabuk öğrenebilecek. Şimdiye kadar gSstsrdive gövdeli dtğil; boy 1,71, kilosu 88, kat çok çevik. (S: 152) Igte bu Sabes ği soğukkanhlığının ondan sonra büsDoublier'ji de yenlnce güreş krah ol bütün artacağına şüphe yok. Zaten T du. Artık Liyoniunun kinine son yok. ku\'\ etine o ksdar emin ki...» (S: 335) Sabes'in geçirttiği telılike: Bu kinle TiJrkiyeye gidip Yusufla iki Bu güreşi Paul Pons «tarihî bir güarkadaşını (biri Filiz Nurullah, öteki Filıbeli Kara Osman) Parise getirdi. reş» diye dallandıra ballandıra anlaür: Sabös onlan bir kahvehanede görünce «Bu »efer kaışısma Sabes çıkıyor. Abir arkadaşma dedi ki: «Göreceksin, bu ğırlığı orta amma mahareti son derece. Gayet ilmî, gayet çevik. Güreşçilik maahmaklan nasıi yenecefim.» «Sabes, gürej sahnesinde Yusufa o haretinin son zirvesine varan adam. mukavemet edilmeı hamlesini yapü. Hahemin düdüğü üzerine o kadar yılYusuf. iki eli ileride, hamleyi kabul et dırımlama bir süratle Yusufu oyununa ti. Sonra. va sadece bir eliie, Sabes ır getirdi ki Türk pehlivanı iki omzu üen?es:ni korkunc şekilde yakalayıp onu zerine devrilmek üzereyken iki elile yere çarpıverdi. Hakem heyeti neticeyi dekorun desteklerini yakalamak sayeilân cdiyor: «Yusuf 4 ianiyede galib sinde kat'î bir maglubiyete uğrarnaktan kurruldu. Fakat bu doğru bir kurruluş gelmiştir.» Evet Llyon'lu Doublier lntikanvmı dejildi. Türkün ya diskalife edilmesi, tam almiîtı.» (S: 173) Haltuki Desbcn yahud nıağlub sayılması lâzım gelirdi. net'nin anlattığı bu sahno Yusufun Sa Eğer o halâskâr dekor desteği orada bes'le yaptığı ikinci güreştir. Bırinciin bulunmasaydı Yu^uf omuz üstü düşüp de Sabes, Yusufun kolunu ksptığı icin gitmiyecek rniydi? Meseîe münakaşa azkalsın onu yeneyazmışü. Paul Pons ediidi. Neticede güreşin ertesi akşam Atatürkü hâlâ gözlerirr^e takib e da <La Lutte» = Güreş» kitabında, sa tekranna karar verildi.» diyorum; dışarı çıkmak üzercler, bi hifelerle ve sahlfelerle,. en tarihî gü«Çabuk» i? görüşleri: raz sor.ra otomobillerine binecekler re} hâdlsesi diye, o kol kapma sahneslnl Bu birinci güreş içm dekor desteğine ve.. ballandıra ballandıra, anlatır durur o kadar kızıp hakemlerin Yusufu yeBirden geriye döndü; etrafma ba Şırndi her İki frenk müellifinin atla nilmiş saymamasma o kadar ha>ıfianan kındı, birisini arıyor gibi bir hali dıklarüe anlattık'.annı birleştirince her Paul Pons ikinci güreş için şunları kevardı, etrafındakilere bir şeyler söy iki pehlivanm hsr iki güreşini, yanm keler: «ikinci maça müthiş bir seyirci ledi, bir kaynaşma oldu; arkasında asır fnr.ra, tastampm öğrenmiş oluyoruz. kalabalığı geldı. Yusufun bizim Frankiler açıldılar. Bu sırada Ata beni sız güreşindcki oyunlara karşı korunYusufun vecizeleri: cördü, elile işaret ederek vanına çaPaul Pons Iiyon'lu Doublier'nln Yu mayı daha iyi anladığı görülüyordu. ğırdı. Koşarak gittim. Meâer beni sufu Avrupaya getlriş macera?mı anla Artık istihkar yerme gayet uyanık buarıyormuş. Elini uzatarak: tırken pehlivarumızm bazı vccizelerini lunuyor. Belli, hergiin geçtikçe onunla Teşekkür ederim çocuğum, de de an'nhyor: «Yusufu Parise getirmek güreşmek imkânsız olacak. Zaten ustası di. üzere Türkiyeye giden birim Doublier Doublier onu hizım güreşlerde terakki Saatlerce evvel yarı şaka. yarı cid çat pat türkçe bi'iyordu. Türk pebliva ettirip durmaktadır. Türk metodu şu: dî söyledıği sözleri yerine getirfliğim nma Şumnuda raslar. Yusufa mene [Çabuk. çabuk!» (Müellif bunu çaiçin bana iltifat ediyorlardı. Pek e jerlik yaparai< ona alafranga güreş öğ mouk, ç^mcuk diye yazar ve vite, vite hemmiyetsiz görünen bir hâdisejn, retecek. Bacaklardan turuimıyacağını demek oiduğunu söyler.) Bu taktik saböyle bfr zevk ve eğlence gecesinin «öyle\ince Yusuf hayret içinde kahr. yesindedir ki bütün hasımları Yusufun sabahmda unutmayışı beni hayrete E^ersize baçladılar. Yusuf bizimkinin karşısında iki dakikadan fazla duradüşürmüştü. Hâlâ elimı sıkıyordu, elini yakaladı. Elinin kırıldığını sanan mpdılar. (Anlaşıhyor ya bütün bu izabirden kendime geldim; egilerek bu Dcublier bırakması için bağınp yalvar hat Sabes'in de bu ikinci güreşte iki mübarek eli hürmetle öptüm. mağa mecbur oldu. Fena ha'de musta dakikadan fazla duramanığını bilvasıta Ihtiyar hocasmın koltuk değneği ribdi. Yusufa anlattı ki bö\ le bir idmr.n mlatmak içindir.) Bu «çabuk, çabuk» ni taşıyan, küçük bir hizmetinden yapılırken elin bu kadar fa?!a sıkılma sistemi gayet basit bir tarzda tatbik dolayı genç bir subaya iltlfatların fraa lözum yokrur. Yusuf dedi ki: «Biz ediliyor ve seyırciler için pek yavan oen büyüğünü esirgemiyen bu dev de öyle yanmyamalak yakalayı? olmaz. luyor.» (S: 339) Yusuf «çabuk» yerine aiamın; :r.illetinin kalbirıde neden Karşındaki ya hiç tutulmaz, ya tutu ıvavaş» güreşmek için paimnlann yapbu kadar yer ettiğini, o dü^oin gü lursa adamakıllı tutulur.» Sözünü ispat tıkları teklifleri hep reddetti. (Yalnız nünden sonra büsbü*.ün a^Jarrış bu için ustasmm elini tekrar yakalayıp, teklifıcri degil; masa üsrüne boylan lunuyorum. önüne geçilmer bir kuvvetle kendine boya dizilmiş çil çil Napalyon altınlaDr. Hayri Aygen cekti ve onu şiddetle büküp bir külçe nru da reddetti; sırf Allahın kendine Gülhane Tıb Akademisi halinde yere yığıverdl. Partönerir.in verdiği kuvvete nankörlük etmemek K.B.B. Asistanı yerden kalkmasma yardım ederken. için. Bu müminliği frenkler tabiî anlıalaycı bir tebcssümle: «Yustıf işte böyle yamazdı.) 13 çüreşir» dedi. (S: 32425) Parise gelirPehlivanl» patronun boz»i|inası: ken yolda partönerine diyor ki: «Gökte «Doublier» Yusuf yüzünden büyük nasıl yalruz bir güneş varsa eüreşte de paralar kazanıyor. Bir akşam gene güyalnız bir Yusuf vardır.» Arkanndan reşten sonra Yusuf, para cüzdanmı şunu da söyledi: «Bana güreşi öğreten babehâ bir servetle dolduran menejeAnkara ekspresinde altı sene evvel Pomak Osmandır. (*) Fakat o, bnna rini, sojoınup giyinmek için kendine tanıdığım, Riya?eti Cumhiir köşkü yenilmenin acısmı öğretemedi. Bu a c a\Tilan odaya çağ'.rttı. Doublier girer nün protokol memurlarından bir zat yı ben hep bajknlarına öğretüm.» (S: girmez, Yusuf âni bir harekelle kapının b^na Atafirk hakkında < j u hatırayı 328). anahtarım çevirir. Otekinin ne bağırnakletmişti: iki raiiellifia tasvirleri: masma, ne kımıHamasına meydan bıBir yaz gecesi köşkün alt salonunDesbonnet, pehlivan degll, gsdece rakmadan üzerine çullanıp para cüzdada oturuluyor, mernleket rreselele beden terbiyecisl ve spor profesörü. O rundaki blnlerle frankhk banknotlan rinden bahsediliyordu. Bira? sonra nun için daha bitaraf. Yusuf bahsine alarak kendi cebine yerleştirdi. Yusuf. yemek yenecekti. Davetli.n arasın şu eanrlarla başhyor: «Yusuf, korkunc kuv\'et kullanmak lureüle, adalete en da bulunan eski bir Ingiliz gazete ve dehşetli bir Türktü ki bütün güreş kestlrme yoldan varmamn çareslni cisi gecikince, Ata, bana: dünyasında ve güresçUerin hatırasmda bulmuştu.» (Bu adalete Fransız mene Telefon edip sorunuz, dedi, a yerine konulamaz bir adam diye anıla jer de bovoın eğmiş olacak ki Yusufun caba Mıster Londra saatile mi gele caktır.» Halbuki Paul Pons jampiyon clinden kurtulduktan sonra da hiçbir cekler? | luk kazanmış bir Fransız pehlivanı. şikâyette bulurımaz.) Müellif netice oHaldun Kemalî Aksüt | Yusuftan daha çok boylu ve daha ağır. larak yabuz şunu söyîüyor: «Bu hâdise Caddebostan Çıftehavuzlar ] Oyleyken Yusufla yapügı iki gureşte Doublier ile Türkün arasını açtı.» caddesi No. 84/2 I de çarpıhr gibi yere «rilince «Ne olFrenk müellifi bundan sonra, sahlfe|dun?» diyenlere: «Ustüme bir duvar ler dolusu «domuz eti» meselesini anlade\Tİldi sandım» diyen «dam, Ağa on br: Dinlerince, yasak olduğu için dodan iyice yandıgı için olmalı ki daha muz etinden nefret eden Yusufla arilk kısımlarda çunu söylüyor: «Yusuf kadsşlarma Doublier bir oyun oynagaddar, hain. merhametsizdl.» (S: 322) mak ister. Bir gün dana eti diye, loHattâ onun Türkiyede haydudlar reisi kantacıya hususî tertiblerle domuz eti olduğuna dair dalgalanan rivayetlerden pişirtiyor. Parçalar öyle seçilmiş, salI bahsetükten sonra bu kadar iftiradan çalar öyle tertib edilmiş ki Türkler | kendi de sıkılarak şu suretle rücu bunu dana eti diye iştahlı iştahlı yerler. j eder: «Fakat onun böyle haydudluğa Fakat sonra kendilerine oyun yapıldığı dair fena bir vakası bilinmiyor. Yalnız anlaşılmca... Yusufun delirmişçesine j şiddetli tabiati icataı vahşiyane hare hiddeti, bıçağını çekerek menejerini aı ketleri görülütdü, o kadar. Yusuf, he ra\7şı, kat'î bir cinayeü önlemenin tek | ıe kendisine karşı dayaülmasına hiç yolu Doublier'nin kaçıp saklanmasıdu". talıammül edemezdi.» O da öyle yapü! Paristeki ilk güreşler: Ajnerikadaki zafer: «Yusufa karşı çıkan ilk Fran«ız FePaul Pons Yurufun Amerikadski lanelon oldu. 90 kiloluk gövdesile hEsmı ferlerinl hulâsaten şöyle anlatır: «Yunuı yanmda pek hafif ve küçük kah sufa Avrupada ij kalmadı. (Nasıl gökte yordu. Bu Bordo'lu çok İyi bir güreşçi bir günej varsa güreşte de bir Yusuf mizdir. Fakat bütün hünerleri, tekniei, vardır) diye söylediği sözün doğruluğuherşe\i boşa gitti. Yaptığı bütün ham nu ispat için Amerikaya gitti. Amerileler bir duvara çarpar gibi eriyordu. kalılar, pnillî şampiyonlan Robert'ü* o Nihayet Yusuf onu yakalayıp sıkıştı meşhurlar meşhuru Yusufu yenmesini nnca güreş sahasını mağluben terke görmek uğruna, keselerini açıp pahalı derken: «Hayaümda hiç böyle sıkıştırıl pahab mevkiler aldılar. Yusufun Avğınıı bilmij'orum» dedi. rupadaki muvaffakıyetleri ona Ameri% «Ertesi gün Yusufa karçı Paul Four kada büyük bir alâka kazandırmışü. nier (Pol Furniye» çıkarıldı. Türkün Amerikalılarm ümidi hilâfma Robert | menejcri bundan çok korkuyordu. Ku yenildi. Fakat sporcu halk bu kuvvet Cihanşumul bir şöhret ve ra&bet, bir liste onu bir kenara çekip: «Yusufu harikası Yusufun galebesinden memmakınenın üstün randıman ve hakıki yenmeğe kalkma, mahvolurum!» de nun, onu coşkunlukla alkışladı. (S:357) dejerı sayesınde elde e d ı l ı r ! . . . Desbonnet de Yusufun Amerika zavince; Fournier • Zannetmem, dedi. müthiş kuvveri sayesinde o her türlü ferini şöyle anlatıyor: «Türk pehlivaBu gün,Kanadadan Javaya, PortekizI hücumları felce uğratabüir.» Doublier mr.m Aınerikada Rcbertie yaptığı maç den Hındislana, Ingıltereden Kapa [ öte yandan Yusufa da şunu söyledi dillore destan oldu; Robert ki Paul «Eser bu akşam karsma cıkanlacak o Pcns'u yenmişti; Amerikalılarm fikrinkadar dunyanın dört bucağında lanı da yenersen bütün isti!<:bnl bizim ce o artık her sampiyona karşı koyabiPHİLLtPS bisikletleri Ingıliz Bisıklet dir.» Fournier hasmını yenmek için liıdi. Maç Mndıson Square müessesesinSanayıınin en mukemmel örneğ"i olarak harikı^âde hünerler gösterdi. Fakat ne d e y a p ; H ı . Bina ağzma kadar dolu. Bu çare, Yusufun bir elonsesi ile onun da m a Ç ı Yur.anlı Pieri ile İngiliz pehlivanı tanmmakladır. Bir PHILLIPS'e sahİD yere kapanması bir oldu.» (S: 335) ihtiyar Tom Konon or^anize etmislorolanlar bu mnstesna rağbetın sebebini Ense peşrevi: dir. Sahnede iki güreşçi birbirine ta<pek alâ b ı l ı r l . . . Bir bisıklet almak Frerık müelliflerinin her ikisi de bi dim edildikten sonra, Yusuf, Türklerin zim «elense» ye «tirade & la nuque» di âdeti o]duğu üzere, meşhur el ensJİerinıyehnde ısenız onlara danışıni2. yor. Buna türkçemizde «ense peşrevi» ne baçladı. Rnbert her ense peşrevincle Aralannda balon lastiklileri de buluiiyebiliriz. Paul Pons Yusufun elense halıya kaparııyor, fakat çeviklis; sayeAmerikan I lerini şöyle anlatmaktad:r: «Onun ense sinde hemen ka.lkıyordu. nan 6 muhtdıf modeiı vardır. i peîrcvi bir darbede hasmı yere serive sampiyonu rinein etrafında dort dönüp Ba\ük mağazalarda satılmaktadır. I rir. Yusuf bunu o kadar ha'dmiyetle valcnlanmaTBaya ça!ı?;rken, hiddet i^inı îatbik edeliiiyor ki ona mııkivemete de kalan Yusuf .rakıbini punduna geı pek az insrn muktedir ob.H'ıir. (Ni'e tirip yak.ilar yakalamaz, zavallı Ro| kim o dev gövde.«ine ve o şsmpiyonlu hert'i, ringden bir buc.uk mctre mesafe ğur.a rağrr.en kendi de muk'edir ola ile ayrılmış olan seyircüerin arasına. madı.) Darbe o kadar önüne geçilmez kaldırıp fırlatıverdi.» ( 3 : 174). (Müellif faal şekilde indirilir ki insan kendini der bu hareketin sporculuğa uymadığı hak ğurladığı bu bahtiyar adam Atan:n Harb Akademisinde iken hocası imiş. *** Eğlence yeniden başlamıştı. Şimdi Atayı aramızda, âdeta içimizde buluyoruz: Sık sık dansa kalkıyor, kadrili idare eden O.. Kemancıya soloları O çaîdırtıyor, o kadar da güzel parçalar çaldırtıyor ki.. Şimdi bir küçük kız manzuma okuyor, biraz scnra başka bir küçüğe sualler soruyor: Soruiar çok enteresan. Aldığ: cevablar umumun takdirini kazanacak şekilde ve çocuğun yaşından umulmıyacak derecede mükeramel.. Ben, zevk, biraz da korku ıle bunlan seyrediybr, dinlıyorutn. Ve miun kün oldugu kadar uzakta auruyorum. Sıgaya çekilmek sırası bana da gelebilir. Takdir kazanmak var, ama rezıl olmak da mümkün. Bü>ük bir neşe ve heyecac içinde uzun bir yaz gecesi bitti. Scher vak; tin n sısli aydınhğı salonda •arked:ldiği bir anda; Ata ayqğa kalktı, etrafmdakiler de kalktılar. Artık gidir yorlârdı. G'.renler ayaca 'ıriıvor, selâm vaziyeti ahyor'ardı. Ata. güler yiızle herkesi selârr.lıyarak yürüdü, işte kapıdan çıkıynrlar. O anda içime bir gariblik çöktü. Bu gecenin bitmemesini ne kadar isterdim. Sevgilisi ile geceyi beraber geçirmek zevkina eren bahtiyarlar acaba benim gibi böyle derin bir sevinçle sarsılmışlar mıydı? Son zamanlarda, radyoaktif maddelerin kullanuması ile, şimdiye kadar yapılamıyan fcir çok taayjninler imkân çer çevesine girmiş bulunuyor. Esasen bu araştırmalar gözönünde turularak «atom enerjisinin barıştaki tatbikaü başlamıştır.» denmektedir. Tababet. kimya, ve bir çok dlğer sahalarda araştırmaya hız verildiği bir sırada, nebatlar metabolizmasında, ne gibi hâdiseler oiduğunu tayin etmek üzere de, gene radyoaktif maddelere başvurulmaktadır. Nebatlarm esrarlı kimyahanesinde vuku bu'.an kimyevî teamüllerüı, mahlyeti, ve bunlarm insanlar tarafmdan ev\ela lâboraruarda, ve sonra bunu takib«n smaî mikyasta, fabrikalarda tatbikı, fen adamlarmın tahakkukuna çalışüklan mevzulardır. Eskidenberi kökleşmiş bulunan bazı kanaatlerin, ilmin bir çok şubelerinde daima yeni hamlelere mâni olduğu, adeta «hız kesen» bir tesir yaptığı malumdur. Amcrikada, bu maksadla, bir çok prensiplerin yeniden tetkiki, ve modern ilim züıniyetile tekrar gözden geçirilmesi lüzumlu görülmektedir. Gene bu kabilden olmak üzere, güneş ışıgı olmadan nebatlarm neşvüneması. kabil olamıyacağı hakkındaki kanaat. bugüne kadar devam etmiş, son ramanlara kadar yapılan tecrübelerin müsbet bir netice vermemesi de, bu fikri takviye ermiştir. Nebatlann büyümesi irin güneş ışığından başka bir vasıta temin edilemez mi? Bugün, bu suale müsbet cevab verebilecek bir vaziyetteyiz. Gerçekten, bir çok lâboratuarlarm, karanlık mahzenlerinde, ve Vıu arada Glenn Dale istssyonunda, mnvaffakıvet'i tecrubeîer yapılmıştır. Mezkur lâboratuarda, flüoresan ışığın elverişü olup olmıyacağı denenmiş, flüoresan ampullerin az masrafa mukabil fazla ışık vermeleri dolayısile, muvafık olduklan anlaşılrr.ıştır. ikinci kademe, ne renkte flüoresan ışık kullanılacaSınm tayini olmuştor. Bu maksadla, muhtelif renklerde flüoresan ampuller kullanılmıs, bu tecrübeler sonunda, şayanı hajTet keşifler yapılmıştır. Bir çok renk veren ampuller arasmda, portakal sansından kırmınya kadar olan renkleri veren ampuller kullanıldığı zaman nebatlar, âni bir büyüme eöstermişlerdir. Demek oluyor ki, beyaz i!e maviye kaçan renkler, nebatlarm neş\ünemasına hizmet etmemektedirler. Hartâ, muvafık olan mezkur renklerin. güneş ısığından daha elverişli olduğu hayretle müşahede olunmuştur. TJçüncü kademe, îfik çiddetinin tesirini tayin olmuşrur. Bu maksadla, ışığın şiddetini, mevcud flüoresan ampullerin ssyısmı azaltarak, büyüme miktarlan tetkik olunmuştur. Muayj'en bir sahaya, 100 mumluktan asağı ışık düşürüldüğü zaman, buyümenin gittikçe arttığını tesbit etmişler, ^normal büjümenin hattâ 40 mumlu^ ışıkla bile kabil olacağıru görmüşlerdir. Tohumlarm büyümesi için mum «iddetinin 600 den aşağı olmamasa, muhltin ierin tutulmasile, daha az ışığın kftfi geleceğl anlaşılmıştır. Bütün bu arajbnnalann pratlktekl faydasma gelince: Alimlerin iddialanna bakılırsa, bu sayede, fazla ihtimam göstermeden sebze yetiştirmek kabil olacak, dolayısile işçilikten kazanılmış. olacakür. Diğer taraftan çok soğuk olan mıntakalarda, yer altında kazılacak, bir çukuı ile sebze yetiştirmek de mümkündüs, Z:r» çok soğuk mahallerde, toprak altındaki suhunet daima sabit bir değerdedir. Şu halda ısıtma keyfiyeti mevzuu bahsolmadığından, yeralfcnda, sadece flüoresan ampu!ün verdiği sıcaklık ve ışık kifayet edecektir. Kış bahçelerinde, rutubetin koctrol olunması başhbaşına bir mesele teşkil eder. Halbuki, yeraltında rurubetia kontroluna lüzum clmadığı gibi, yaa ve kış diye bir tefrik yapmağa da lüzum yoktur. Yeralb bahçeleri sayesinde havanın çok güneşli olmasmı vejahud don yapmasını da düşünmek manasızdır. Tcprak altında açılacak çukurun, ancak nebaü banndıracak kadar olması kâfidir. Gene tecrübenln ortaya koyduğa gerçeklere göre kırmızı cihetinden zengin olan ışık verilecek olursa, fideleı için en elverişli bir ışık sağ.anmış olur. Ma\i ışık verildiği takdirde, nebatlar kısa kalmakta, buna mukabil kalınlajmaktadır. Bu tarz sayesinde, bir çok bölmeîer kullanarak, aynı cinsten fideyi. bir çok renkler veren flüoresan ampullerle büjüterek, geniş bir araşürma yapmak imkânı bulunmuş oluyor. Işık verme müddetine geünce: Bu nebattan netata değişmektedir. Genel olarak, bu zaman 15 ile 24 arasındadır. Şu hale göre, sun'î blr şekilde, geoe va glındüzün imtidadmı da değiştirmek kabildir. Gene bu sayede, dunyanın çeşidli bölgelerir.de. muajjen zaaua ışık almakta olan nebadarı, sun'î şekilde tenvir ederek, karakterlerini değiştirebilrr.ijlerdir. Meselâ muayyen saat ı;ık verüdikten sonra, geceye tekabül eden bir zamanda, bir dakika kadar ışık verüecek olursa, nebat çiçek açmamaktadır. Bu usulün praük faydalar sağlayacağı sshalardan birisi, nadide çiçeklerin yetiştirilmesidir. Meselâ krizantem yetiştırilmesi senenin muayj'en aylarma inhisar etmektedir. Halbuki sun'î ışok» la, senenin her gününde çiçek açtara» bilmişierdir. Diğer taraftan sebze yetijtirirken, gece ve gündüz müddetini u zalöp, kısaltarak. sebzelerüî büyüme sir.i aeırlaştııinak veya tesri etmek do kabil olmuştur. Bugün için deneme safhasında olaa bu işin, yann için ekor.omik bir sınır içinde olmak üzere ticarî bir ölçüde yapılabileceği umulmaktadır. Çiçek va turfanIa sebze yetiçtirmek üzere, Amerikada, bu işe, büyük masraflar va emek sarfediH;ği düşünülürse. herhalde, gelecek için bir şeyler vadetüği kolayca anlaşılabiîir. «Asaba, Misler, Londra saatüe mi gelscskier)) SAYIN KIMYAGERLERE ve SATINALMA K0Mİ5Y0NLARINA Lâboratuarlarda kuUanılaeak iridiyumlu ve saf platinden marmıl alât ve her çapta kablar, en ince örgülü elektrot ve süzgeçler Kapahçarşı Kuyumcular 1214 No.da DAVTD ŞÜKRÜ'de bulunur. Eskilerle takas ve tamir de yapıkr. Telgraf ve telefonla sipariş kabul edilir. Tel: 24684 f DIŞTABÎBI • MUNİR 6ÜRÂY • • CİHANA ÜN SALAN HILLIP; r f | Ağıı ve Diş Rönlgeaî 19. Tel: 40527. ESASLI KEMAN Profesör SEYFEDDİN DERSLF? ASAL'm Talebesl tarafmdan verllir. Adr«s: Galatasaray Tosbağı sokak. Nergiz Apt. No. 22/4 SÂTILIK KELEFHE KÖŞK' Erenköy asfalt cadde üzerinde 10 dönümlük bskılmış bir bahçe içerisinde her türlü asrî konforu haiz kaloriferli, sıcak sulu ve parksh. dahilî ve haricî telefonu olan, içi dısı y;ğhboya, bol suyu ve kıymetli çara ve mevva ağaçlarile süslenmiş boş teslim köşk satılıktır. Lutfü Kurt, Taksim. Kristal Han No. 4; Telefon: 82817. kında profesörlüğü icabı uzun uzadıya mütalealar yürütür. Halbuki Robert, seyireilere verdiği övünme söylevinde: «Bu Türk ayısını bir çuval gibi aranıza atacağ:ım> dodiği için Yusuf sadece: Bire, körtebek! deyip or.un kendine vapamröıeını kendi ona yapıvermişti.» Boğuhiş fariası için: Koca Yusufun Bourgogr.e (Burgonyi) vapurile Amerikadan dönerken bir bu" dağına çarpma yüzünden vapurun b,ıtma=mdaki boğulma facia.sma karşı Paul Pons gayet tarafsız ve insanca bir <lıl kullanıvor. Öyle bir badirede herk?s birbirini tutmaz ş^hadetlcvdç bulunarağir.öan Yusuf'in boği'.lma anlarındaki vshşetine dair rivayetlere iştirak eder iyecesini söyler. Desbonnet ise o rivayetleri şişirip pişirerek yazmayı okuyucularmı heyecanlandırmak için daha uygun görmüş. Halbaki Dr. Behçet Vehbi B«y, o z^manki AngloSakson nıstbuatmın en ciddî neşrıyatmı takib ettiği ijin hâdiseyi. bizim bundan evvelki yazıda anlattığımız veçhile, en dcğru şekilde nakletti. Y^ısuf ki her güreşe başlsmadan önce iki rek'at naınaJ kılardı. Yeryüzündeki o en kuvvetli adamm bu hareketine freakler bıle hayr an olurmuş. Vapur batarken ölümüa karşısırda da bu iki rek'atlık namazıni bırakmadı. Bize düsen son söz: Yanm asırdrr At!as Oîcvanusunun Z5berc°d!i|ir.e gömü!en Koca Yusuf, rrhun etedılifın nur âlsminde aziz oisun. Istır'i Hahif» yf•^^tTK (*) Paul Pons Pomak •Pamongki» diye yazıyor. kelimesüj
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear