25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 İkinciteşrin 1938 CUMHURÎYET Iktısadî hareketler KOŞE Kurbağa yutunuz! Yazan: SEUM SIRR1 TARCAN Geçen gün, eski talebelerimden üç beş genc gelip beni buldular. Hepsi de heyecanlı idi. Hatta biraz sinirlenmişler. Biri lâkırdısını bitirmeden öteki atılıyor : Aman efendim bu kadarı da fazla! Sizden ne istiyorlar bilmem ki? Bir diğeri : Çekememezlik, kıskançlık, fazilete düşmanlıkü Bir üçüncüsü : Müsaade edin de anlatayım : Geçen pazar günü akşam üstii çay içmek üzere Nurosmaniye kapısmdaki kazinoya girdik. Tam oturmuştuk, yanımızdaki masada hararetli, hararetli bir konuşma! Kulak misafiri olduk. A... Sizden bahsediyorlar: Söylemiştir! Söylemiştir! Boşboğazı cehenneme atmışlar, odun yaş! diye bağırmış! Ona da Allah bir çene vermiş. Geveze mi geveze! Şarlatanın biri! Öteden biri atıldı: Azizim ben onu Meşrutiyetin ilânında tanıdım. Başına bir sürü insan toplamış, sokaklarda bağırmaktan sesi kısılmıştı. Onda konuşmak bir illet! Şimdi de radyoya musallat olmuş, söyler ha söyler. Çocuk terbiyesi! Spor! İçtimaî hayat! Seyahat! Herifin bilmediği yok be! Bir üçüncüsü: Desene allâme!! Dayanamadım lâfa kanştım: Bayım beğenmiyorsan o söylerken radyonu kapa. Biz beğeniyoruz. Tenkid etmek kolaydır. Haydi sen de söyle de, bakalım kaç dinleyici bulursun? Neyse biraz ağız dalaşı yaptık. Onlar sustu, biz de sesi kestik, yoksa kavga hazırdı. Gencler anlatırken ben gülüyordum. Nihayet en ateşlisi: Gülüyorsun, birşey söylemiyorsun hocam! dedi. Söyliyecek birşey yok, yalnız benim şimdiye kadar uğradığım düşnamlan size anlatsam aklmız durur. nMeydana düşen kurtulamaz senki kazadant Buğday îhracatımız Aylardanberi bir tevakkuf devresi geçirmekte olan buğday ihracatımız için ümidli bir zaman başlamış gibi görünü yor. Son günlerde yapılan taleblerden ve iç piyasada fiatlarm bugünün bey nelmilel ihrac piyasasına uyacak bir seviyeye doğru inmek temayülü göstermesinden ihracata tekrar başlanabileceği umuluyor. Daha dün denilebiîecek kadar yakm bir tarihe kadar dünyanın başlıca buğday ve un ithalâtçısı memleketleri arasında yerleşmiş bulunan Türkiye, bilhassa birkaç senedenberi buğday ihrac eden müstahsil memleketler meyanında mühim bir mevki almağa başlamıştır. 1932 yılında memleketimizden henüz buğday çıkmıyordu. Buğday ihracatçıhğımız 1933 senesinde, yani bunadn beş yıl evvel başlamıştır. O sene, l ,096,000 liralık buğday ihrac etmiştik. Ertesi sene ihracatımızm yekunu dört milyon lirayı geçmekle beraber 1936 senesinde ihracat yekunu iki milyon kiloyu bile doldura mamıştı. Geçen sene Buğday ihracatı mızın birdenbire 7,885,000 liraya tereffü ettiği görüldü. Bu senenin ilk sekiz ayında da buğday ihracatı faaliyeti hararetle devam etti. Bu sekiz aylık devre zarfında 4,073,000 liralık buğday sattık. Fakat ağustos ayında başhyan durgunluk, yavaş yavaş çoğalarak bugüne kadar geldi. Ağustosta ancak 154 liralık buğday satmıştık. Geçen bir ay içinde ise ihracat yapıldığını hatırlamıyoruz. Buğday ihracatımızm bu şekilde durmasının sebebi, ne Türk buğdayının kalitesinin bozulmuş olmasından, ne elimizde ihrac edecek buğday bulunmayışmdan ve ne de bu sebeblerin birleşmesile buğdaylarımıza talib çıkmamasındandır. Bugünkü vaziyetin sebebi, sadece beynelmilel piyasaya bazı gayritabiî arzlar yapılması yüzünden fiatlarm düşük ol masıdır. Bazı memleketler kilosu yüz paradan mütemadiyen buğday satmakta dır ki, bu hal, bizim yüksek kalan iç piyasa fiatlarımızla ihracat yapmamıza imkân bırakmamıştır. Daha evvel bulunacak bir formülle ihracat imkânını temin etmek, iç piyasa için çok faydalı olurdu. Herhalde, bundan sonra beynelmilel piyasaya uymak mecburiyetinde olduğumuzu nutmamak lâzımdır. ŞEHRiN İÇİNDEN PENCERESİNDEN Hazan Bakınız başımdan geçen vak'aJarın birini size anlatayım: 1910 da, yani sizler doğmadan evvel, İsveçten İstanbula döndüklen sonra jimnastıği kız mekteblerine de sokmak için kadın muallim yetiştirmek lâzımdı. Halbuki o tarihte genc erkek muallimlerin kız mekteblerinde ders vermesine müsaade etmezlerdi. Hele cimnastik yaptırmaları kat'iyyen caiz değildi. Maarif Nazırına gittim, siz beni beden terbiyesi umumî müfettişi yaptınız. Fakat ben neyi teftiş edeceğim? Mekteblerde henüz bu dersin hocaları yok. Vakıâ Muallim Mektebinde erkek mektebleri için muallim hazırlıyorum amma, kızlar ne olacak? Maarif Nazırı zeki ve uyanık bir zat olduğundan bana sordu: Ne düşünüyorsun? Düşündüğüm, İstanbulda her ilkmektebden birer kadın muallim alıp bunlara Cağaloğlunda tatbikat mektebinin salonunda perşembe ve cuma öğleden sonra ikişer saat ders vermek. Nazır biraz durakladı: Dedi kodu olur! dedi. Aman efendim, her yenilik biraz fena karşılanır. Ne yapalım? Ben taşlanmağa razıynn! Peki öyleyse, yalnız başörtüleri hem kalın olsun, hem de saçlarının bir teli dışarda kalmasın! Bir de yeldirmeleri aşık kemiklerine kadar uzun olsun. Aman bu hususlara dikkat et! Ben elli kadar muallimhanunla işe başladım. (Tabiî bu hizmet fahrî idi) Aradan bir ay geçti. Refikama imzasız bir mektub: «Hanım, hanım! Akhnı başına al, kocan elinden gidiyor! Bir sürü genc kızlan başına tonlamış fingirdesip duruyorlar. ve saıre.» İkinci ayın başında bir sıcak havada gene bir cuma günü bağıra çağıra hammlara ders veriyordum. Hademe nefes nefese yanıma koştu: Nazır geldi! dedi. Gidip karşıladım. Dersi seyretti. Sonra beni bir kenare çekti: Gösterdiğin sabra hayret ettim. Tebrık ederim. Yalnız (cebinden çıkardığı üç mektubdan birini bana verdi) şu mektubu oku! dedi. Sadırazama hitaben birkaç imza ile yazılı olan bu curnalda şöyle diyordu: «Memlekette namus kalmadı. Genc bir zübbe cimnastik yaptırmak bahanesile afif kadınların göğüslerini açmış, türlü rezaletler yapıyor. Bu hal maazallah bir isyana sebeb olabilir. Bu kepazeliğin önünü almanızı istirham ederiz.» Diğer iki mektubun biri Şeyhülislâma, biri de Dahiliye Nazırına idi. Sadırazam Maarif Nazırına, bir gün habersiz git de işi gözünle gör! demiş. Maarif Nazırı benim kan ter içinde ders verdiğimi görünce bana sordu: Bu telâkki karşısında derslere devam edecek misin? Müsaade ederseniz! Ben bu iftiraları, bu tezvirleri zaten göze almıştım. dedim. Aradan bir hafta geçti, bu sefer ben bir imzasız mektub aldım: Akıl ve hayale sığmayan galiz küfürlerle dolu idi. «Nazıra hoş görünmek için onun da huzurunda masum kızlan hoplattın, sıçrattın. Elbette ettiğini bulacaksın. Allahın gazabına uğra!» Başkası olsa belki bu hakaretlerden sonra bu işten vazgeçerdi. Sebat ettim ve altı ay bu vazifeyi elimden geldiği kadar iyi yapmağa çalıştım. Ha, bak unutuyordum. Bu müddet zarfında ve ondan sonra maruz olduğum her türlü iftiraların karşısında kurbağa yuttum! Gencler telâş içinde sordular : Aman efendim kurbağa yutulur mu? Bakın size anlatayım, nasıl yutulur? O tarihte Fransada bir (Dreyfus) meselesi vardı. Bütün Fransız gazeteleri bu Yahudi zabitin bir ecnebi devlete satılmış olduğunu yazıyor ve onun idamını istiyordu. Yalnız bir ses bu adamın lehinde yükseldi. O bigünahtır! Masumdur! Bu yapılan şey bir iftira, bir tezvirdir! dedi. Bunu yazan, söyleyen, haykıran (Emile Zola) idi. Tabiî galeyanda olan Fransız efkârı umumiyesi üstadın aleyhine dönd'd. Bütün gazeteler büyük harflerle: (Emile Zola) Yahudi! diye ağır ithamlarla dolu makaleler yazdılar. Zola bu tecavüzlerin hiç birine cevab vermedi. Bir gün tilmizleri üstadın ziyaretine gittiler: Nedejı kendini müdafaa etmiyorsun? Ne diye bu haksızlıklara, bu hakaretlere cevab vermiyorsun? Izin ver de biz senin avukatlığını yapalım! dediler. Zola gülerek şu cevabı verdi : Kurbağa yutunuz! Benim asçım sabahları bana bir kurbağa getirir. Ben onu ciy çiy yutarım. Önceleri biraz ağır geliyor, midemi bulandırıyordu. Şimdi artık alıştım. Gözlerimi kırpmadan yutuyorum. Halkın haksız hakaretleri bir kurbağdan da ağır değildir ya? Benim midem alışıktır, onları kolayca hazmediyor. Sizlere de tavsiye ederim, benim gibi yapınız. Kurbağa yutunuz! demişti. Fransız dilinde bu bir darbı mesel olmuştur. Bir haksızhğa, bir tezvire, bir iftiraya tahammül edip de ses çıkarmıyanlara «o, kurbağa yutmuştur» derler. Haydi çocuklarım göreyim sizi! Kurbağa yutunuz! dedim ve gülerek ellerini sıktım. azan, tabiatin hüzne kapıldığı mevsımdir. Bu mevsımde gök ağlar, yer kurur. Ağaclar, büyük kudretin mahzun durumuna saygı göstermek ister gibi yavaş yavaş yapraklarını dökerler, matemî bir uryanhğa bürünürler, cıhzlaşan kollarını bükerler, aylarca ve aylarca tabiatin tebessümünü beklerler. Rüzgârlar bu mahzun günlerin ağlıyan sesi, yağmurlar da gözyaşı dır. Bazan o ses hırçın bir feryad olur, kıt'adan kıt'aya geçer. Bazan o yaş, pamük zerrelerine inkılâb eder ve bu zerrelerden kürenin üstüne kefenler örülür. Şark şairleri hazanla çok meşgul olmuşlar ve tabitain bu mahzun günlerini hazin hazin terennüm edip durmuşlar dır. Tevfik Fikret bile: faslı huzal Şu kırdığın mütehassis, nahif dallardan Şu doktuğün müteverrim, zavallı yapraklar Zavallı aczi hayat Bilir misin nasıl izharı derd eder, ağlar? Hazan, hazan, yme sen ey remide Radyo doktoru hastalarını birer birer tanıttı « Şu gördüğünüzün karnında ur var şu zavallı sinir buhranı geçiriyor» Radyoların ucuzlatılacağına dair ku lağımıza gelen haberlerden, ancak hahrlıyabildim ki benim de bir radyom vardı. Bu söz, «cebimde bir mendilim var!» denıek kadar manasız birşey amma, bu yazıyı, bir radyom olduğunu size haber vermek için yazmıyorum. Hoyrat ellerde, vakitsiz yıpranan ka dın tenleri gibi, b'tesi berisi kurcalana kurcalana, taraveti kaybolan zavallı 937 cnodeli radyomu, dün akşam alıcı gözile şö}le bir tetkik ettim: Gözleri, lâmbalan artık eskisi gibi görmüyordu. Ağzı oparlörü eskisi kadar yüksek konuşmuyordu. Hele kısa dalgalarda, sesi, ikide bir ürkekleşjyor, kâh ileri, kâh geri giderek, söylenen şarkının yarısını odanın içine boşaltıyorsa yarısını da boşluğa çekip götürüyordu. Sesleri, sık sık boğazında düğümlenen spikerler, sanki hep birden, gırtlak veremine tutulınuşlardı. Dün, artık kararımı verdim: Radyom belli ki mühim bir hastalığa yakalanmıştı. Onu, tedavi ettirmek gerekti. Verdiğim kararın hetnen tatbıkatına geçtim. Hastamı bir otomobile atarak, doğruca hastanesine götürdüm. Içeri girdiğim zaman; ameliyat masası üzenne yatmlan htiyar radyolardan biri, bar bar bağırıyordu. Istırabı çok fazla olacaktı. Radyo doktoru, elinde nişterile, barsakları dışan uğrıyan zavallı hastanın ötesine berisine dokunarak, kulağına çarpan seslerden sıhhî ârızasını keşfetmeğe çahşıyordu: İş kolay gelsin! diyerek yanına soculdum. Başını bile çevirmeden cevab verdi: Mersi... Radyo doktorunun bu kadarcık bir cevabla yakasım bırakmak niyetinde değildim: Seni, bir parça meşgul edeceğim amma, kusura bakma... diye söze başladım. Elindeki (pens) i bırakmadan, yarım ağızla bir «estağfurullah» savurdu. Ben, devam ettim: Radyo hekimliği gerçekten zor bir !.. dedkn, hastalarınız, vakıa konuşan cinsten amma, papagan gibi, ezberlediklerini tekrar ederler. Nerelerinde, hang' hastalık olduğunu onlara sormadan siz keşfetmeğe mecbursunuz!.. Muhatabım, ilk defa olarak, beni alâka ile dinlemeğe başlamıştı. Radyo tarnirciliğine verdiğım kıymet, onu mütehas'is etmiş olacaktı. Hastasını, kendi hallne terkederek, birkaç dakika için benimle korıuşmağa razı oldu: Siz, diyordu, bu işi hek'VnliSe benzetmekle hiç yanılmıyorsunuz! Radvo, tamir etmek, bir hastalığı iyi etmek kadar yorucu ve hele çok düşündürücü bir istir! Önünüze kapalı bir kutu getirirler: Al, bu radyoyu, derler... Calışmıyor. Kusuru neresinde ise ara, buî... Eğer, bu işte uzun zaman çalısmannışsanız, radycdan az bucuk anlamakla hastalık şundan ileri geliyor, diye, hemen teşhis konuduramazsınız! Bu kapa'ı kutuyu evvelâ açacaksınız. Tellerini b'rer birer yoklıyacaksınız. Her yoklayışta, k'!lağınız gelen seste olacak. Bozukluk a caba nerede?.. Lâmbalarda mı, bobi"de mi, kondansatörde mi, oparlörde mi? Burası ,üstünkörü bır muayene ile anlaşı' maz. Bıkmadan, yorulmadan, makineyi konuşturup susturarak, kafanız, kolunuz kulağmız, çözünüz hep hastanın üzerınde, durmadan çalısacaksınız. Bazı radyoların hastalığı, çok gizli yerlerinde olur. Meselâ içerisinde bir küçük tel kopuvenr Makinenin bütün azasını birer birer söküp çıkarmadıkça, bu kapalı teli bu'a mazsınız! Ve bulamadığınız müddetçe de sıkmtıdan bunalır durursunuz! Meselâ bakınız, şu zavallınm larnında, ur vardı. Lâmbalar arasından jeçen tellerin içine bir yabancı maddenin girmesi bu uru vücude getirmişti. Ameliyat muvaffakiyetle neticelendi, hasta d* kurtuldu. Biraz sonra, ayağa kalkıp, sahibinin kolları arasında evine gidecek. Şu 938 modeli radyo da, ikide bir sinir buhranları geçiriyordu: Tellerin bozukluğu yüzünden!.. Amma, nasıl sinir buhranları?.. Düğmeyi çevirir çevirmez, radyonun bütün azası spazmoza tutuimuş gibi sarsılmağa başlıyordu. Bağlanacak devreye gelen bir akıl hastası da ancak böyle nöbetler geçirir. Neyse, hastalığı keşfedip, boşalan sinirleri, vidalarla sıkıştırdık. Hasta sakinleşti. Bir iki saata kadar taburcu edeceğiz! Bakınız, şu yerde yatan da, bir yar:m bunaktır!.. Uzerinden geçtiği istasyonları unutur; ayni istasyonda, bazan ses vcrir; bazan da ses vermeden, geçip gider. Onun da akhnı başına getirmek için, hayli güçlük çektik. Radyolarda en mühim hastalık, (hezeyan) hastalığıdır. Bu hastalık, tedavi edilmez. Çünkü, radyonun kullanılamıyacak hale gelişine alâmettir. Hezeyan hastahğına tutulan radyo. adeta sayıklamağa başlar. Sözleri hemen hiç anlaşıknaz! Böyle radyoları kutudan tabutuna koyup, bitpazarmdaki eski radyolar mezarhğına doğru yola çıkarmaktan başka çare yoktur. Radyo hastanesinin genc doktomnu, kendilerinin değilse bile, sahiblerinin sabırsızlıkla tedavilerini bekledikleri radyolarile baş başa bırakarak aynldım. Ben dışan çıkarken, radyo doktoru kulağı iltihablandığı için ses almıyan bir radyonun oparlörü başında nazik bir ameliyat için hazırlık yapıyordu. Demekten, hazanla hasbıhal etmekten geri kalamamıştı. Şairlerin şu verdiğim örnekte de görüldüğü üzere hazan günlerinde dık katlerini ve rikkatlerini en ziyade tahrik eden yapraklardır. Biz garb Türkleri sonbahar günlerinde kuruyup, solup yere dökülen bu yapraklara kazel diyoruz. Azerî lehçede kazel, hazıl olarak kullanılıyor. Nitekim Beyanî adlı bir şair, şu şiirinde o tasarrufun güzel bir misalini vermiştir: Ağlaram ağlar kimi (gibi demek) Derdim var dağlar kimi Hazıl olam tökülem Yirane bağlar kimi Gene bizim şairler, hazanda bahtsız lığın timsalini bulmak istemişler ve hayat tatsızhklarını hazana benzeterek tasvir etmişlerdir. Meselâ Nabi: baharın gormuşuz Biz neşatın da, gamın da ruzgârın gormt.şüz Bağı dehrin hem hazanın, hem Der. Recaizade Ekrem de bir hayat faciasını anlatmak isterken: Daha cihanı bilmeden gitti bir melek Daha baharı görmeden hazana erdi bir çiçek dnana F. G. Çukurovada son portakal rekoltesi Bu seneki mahsulün az olacağı anlaşılıyor Adana, (Hususî) Mevsimi yaklaşmakta olan portakal, limon ve mandalina meyvalarının mıntakamızdaki vaziyetini şöylece hulâsa edebiliriz: Dörtyolun bu yılki portakal rekoltesi, 25 milyon kadar tahmin edilmektedir. Geçen yıl rekoltesinin 45 milyon aded olduğuna göre, bu yıl mahsulünün azlığı, filhakika göze batacak derecededir. Fakat bu hal, biraz da normal telâkki edılmelidir. Çünkü esasen portakal mahsulünün bir yıl fazla, diğr yıl az olması tabiîdir. Şimdiden bin aded portakal alivre 8 8,5 liradan satılmıya başlanmıştır. Bu yıl Dörtyoldan, ihraca âmade bulundurulacak ayni kalitede portakal mikdarı 150 bin sandık olacaktır. Limon ve mandalinaya gelince, bunlar da bilhassa soğuk vurması yüzünden geçen yıla nazaran azdır: Bu yıl 100.000 aded limon, 40.000 aded mandalina elde edileceği tahmin olunmaktadır ki ancak dahilî ihtiyaca kifayet edebilecektir. Portakal ve mandalinacılık bakımından her yıl daha geniş mikyasta ehemmiyet alan Mersinin bu yılki rekoltesi hakkında salâhiyettarların verdikleri malumata nazaran mahsul miktarı şöylece tahmin olunmaktadır: 10.000.000 aded portakal, 5.000.000 aded limon, 3.500.000 aded mandalina ve 300.000 aded turunç.. Bu yılki mahsulün geçen yıldakinden evsafça daha üstün olacağı da söylenmektedir. Ancak, Mersin portakallarınm mühim bir kısmının Yafa cinsi portakal olması ve bunların haric piyasalarda emsaline rekabet etmesi imkânsız derecede, dahilde yüksek fiatlarla satılmakta bulunması sebebile memleket dışına buradan portakal ihrac edilmesi ihtimali varid sörülmemektedir. Beyitini yazar. Fakat söz götürmez bir hakikat var ki o da hazanın düşün dürücü bir şiir olan hüznünü ömrü hazana ermiş olanların herkesten ve hatta tabiatten daha ziyade anlamakta olmalaıdır. Bu hakikati tel tel işlenmiş gümüş bir kaside gibi başlannda taşıyanların hüznünü mazur görmeliyiz!... M. TURHAN TAN H: Mersinde Bay Kâmil Toksöze: Stanley Lane Poole'un eserîni büyük âlimimiz Bay Halil Etem. aslından daha güzel olarak ve birçok ilâveîer yaparak Duveıl İslâmiye Tarihi adile tercüme ve neşretmiştir. M. T. T. SALÂHADDİN GÜNGÖR Beynelmilel marşandiz konferansı Sofya (Hususî) Sofyada toplanan beynelmilel marşandiz konferansı Al man murahhası doktor Muller'in riya setinde üç gün müzakerelerde bulun duktan sonra kapanmıştır. 1939 senesi ilkbaharmdaki konferans Montrö'de, sonbahar konferansı da Stokholm'de toplanacaktır. Bulgar murahhaslarmm ileri sürdüğü beş teklif kabul edildıği için Bulgar ihracatı gelecek seneden itibaren daha teşkilâtlı olarak yapıla bilecek ve vagon buhranmın önüne ge cilecektir. Peştede toplanan beynelmilel demiryolu kongresi Peştede toplanan Avrupa sürat ka tarları Toros ve Semplon ekspresleri beynelmılel kongresine giden delege lerimiz dönmüşlerdir. Kongre, Toros ve Semplon ekspreslerile beynelmilel Avrupa demiryolları vakit, hareket ve münakalesi olmak üzere üç konferans ha linde çalışmıştır. Kongrede yurdumuzu alâkalandıran enteresan kararlar alınmıştır. Semplon ekspresi hareket ve varış saatleri Londradan itibaren her geçtiği memlekette tesbıt edilen nisbetlerde kısaltılacak ve bu suretle Londra yolu 24 saat azalmış olacaktır. ı Zonguldakta bir resim sergisi açıldı J Selim Sırrı TARCAN ı Çorumda Çocuk Esirgeme faaliyetleri J Sergide teşhir edilen Ali Karsanın bir tablosu Şubesi» ve «Müstakil Ressamlar ve Heygeltraşlar Birliği» san'atkârlariyle Akademi profesörlerinin (108) parça eseri toplanmıştır. Geçen yıl açılan birinci resim sergisindeki eserlerden büyük bir kısmı satılmıştı Bu seneki eserlerin de satılacağı ümid edilmektedir. Amerikada toplanacak konferanslar Vaşington 6 (a.a.) Bır yandan Lima'da bir panamerikan konferansı ce reyan ederken, bir yandan da 10 ve 11 ılkkânunda Vaşingtonda panamerikan Çorum ( HUSUM ) Bu\ UK Cumnuınei bayramımız şerefme şehrimizde Çocuk Esirgeme Kurumu mekteblerimizden seçtiği vüz otuz fakir ve demokrasi lehinde bir konferans toplakimsesiz yavruyu, giydirmek suretile, sevindirmiştir Yukarıdaki resim, se narak faşizmin Amerikaya nüfuzu rae selesini görüşecektir. vindirilen yavrulan İnkılâb ükmektebinin kapısı önünde göstermektedir. Zonguldak (Hususî) Zonguldak Halkevinin ikinci büyük resim sergisi, 28 ilkteşrin cuma günü törenle açılmıştır. Hükumet ve memleket ileri gelenleri, öğretmenler, mühendisler, resmî ve hususî müesseseler mensublarile büyük bir münevRadyo doktoru, sözünü burada kese ver kütle, açım töreninda hazır bulunmuşrek, ameliyat masası üzerine yatırdığı has tur. Sergide «Güzel San'atlar Birliği Resim talarını bana birer birer tanıttı:
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear