23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 İî.'ndtesrin 1338 CUMHUBİYET BUDAPEŞTE MEKTUBU Macarlar, Atatürk için ağlıyorlar Budapeşte bir şenlik için de çalkanırken birden bire mateme biiründü Budapeşte, 13 ikinciteşrin İki gündenberi Budapeştede halkm ve gazetelerin en çok meşgul oldukları şeylerden biri de Atatürkün ölümüdür. Halbuki bugünlerde bütün Budapeşte ve Macaristanın meşgul olduğu yalnız birşey vardı: Çekoslovakyadan tekrar Macaristana iade edilen topraklann ışgali. Macaristan bu hâdiseyi büyük şenlıkler içinde tes'id ediyer, işgal edilen sahanın en büyük şehri ve Macarhğın en eski merkezlerinden biri olan Kassa şehri, başta Kral Naibi Amiral Horty olduğu halde, bütün Macar devlet adamlarınm, meb'uslarınm, güzidelerinin ve gazetecilerinin toplandığı bir yer oluyordu. İşte, Maearislan ve Budapeşte böyle büyük bir şenlik içinde iken Atatürkün ölümü haberi geldi ve bu haber, bütün Budapeştede derin bir ieessür uyandırdı. Atatürkün, her yerde olduğu gibi, burada da haiz olduğu şöhretin derecesini anlamak için bütün kahvelerde, herkesin gazeteleri nasıl okuduklannı görmek, birbirlerile nasıl konuştuklarını işitmek lâzımdır. Ancak bu suretledir ki dünyanın nasıl büyük bir adam kaybettiğini anlamak kabil olurdu. Ölümü haber veren gazetelerde Atatürke aid makaleler, birinci sahifeleri işgal eüiler. Sahifeler hep onunla doldu ve Macaristanın büyük şenliğine, yani kurtanlan topraklara aid haberlerle makaleler, ve saire hep ikinci ve üçüncü sahifelere buakıldı. Atatürk.. Atatürk.. Bugün seni bekliyen ordu Nasıl konuşuyorlardı ? Nasıl konuşurdu? bize bıraktığın emaneti de öyle bekliyor. Kimse T Türk milletini bu emanetin başından ayııarnaz Atatürk geçmişte, gelecekte hiçbir kumandana, hiçbir kahramana, hiçbir hükümdara, hiçbir Fatihe nasib olmıyan bir manevî saadetle tek bahtiyar Şef olarak tarihin huzuruna çıktı Boşlukta hıçkıran sesler, ağırlaşmış hava zerreleri üstüne birer yumruk gıbı indi: Dan... dannn.. dannnn! Dolmabahçe kulesinin ihtiyar saati dokuzu çalıyor. Acı felâketten sonra, kalbi durup hareketten kesihniyen bu duygusuz saate içim sızhyarak baktım ve sonra denizin; maviliğinden birşey kaybetmiyen rengine, Saray bahçesinde sıkılmadan öbek öbek açan çiçeklere başımı çevirdim. Bütün bir milletin; onu tavaf etmeğe azırlandığı şu tarihî dakikalarda, nekadar isterdim ki yaşlarla sislenmiş gözlerim önünde, güzellıği ifade eden ne varsa, perde perde silinsin ve ben, bugün ondan başka hiç, hiç birşey görmeyim. Heyhatl. Yelkovanlar, akrebleri, ak rebler, yelkovanları takıb edıyor ve zaman denilen ırmak, hep böyle saatleri saatlere, günleri günlere boşaltarak şarıltısız ıkıp gidiyor. Ath ve motosikletli polislerle çevrıli aray kapısında sırmalı büyük üniformaan, güneşe kaşı ışıldıyan yüksek rütbeli ubaylar, dünyanın en Büyük Kumandaoı huzurunda yapacakları son geçid resmine çıkmak üzeredirler. Atatürk de, hazırdırl Estetik zevk sahibi vatandaşlann, nezareti altında onun tabutunu bütün gece, abaha kadar süslediler. Orgeneral başta olduğu halde, kurduduğu orduyu, rektörü, dekanları ve profesörlerile yetiştirdiği münevver genchği, ve bu arada yedisinden yetmişine kadar, hasetinin ateşile tutuşturduğu şehu ha,lk,ını, artık huzuruna kabul edebilir. Bazan, ayakları delaşan hatıralanm, gei geri gidiyor ve kendi kendime: Bugün, ne var?.. Onun müte madi bir hareket ve mütemadi bir yaratma kaynağı olan genc dimağınm artık önmüş Gİabilmesini, havsalam bir türlü almıyor. Şu yarım gövdesile, direkte asılmış gibi sallanan bayrak bile herşeyi ifşa ttiği halde, gene içimde şüphe var: Saııyorum ki, beklenmedik bir zamanda, aziyet birdenbire değişecek, ve Atatüık, >u mermer merdivenlerin basamaklannda, üzumsuz telâşımızı gülerek yüzümüze arpacak!.. Ne yazık ki, ondan beklenen bu mucize, ilk defa olarak vukua gelmedi, ve biz içareler, on bir sene evvel, halk mümesillerini büyük bir şetaretle davet ettiği üyük Muayede salonunda, Atatürkün ancak manevî huzuruna kabul edilmek erefine erebildikl Kapıdan içeri girdığim zamaa, tesiri ltında kaldığım his, larif edilemez bir ürpermeden ibaret oldu. Burada urperen yalnız canlı mahluklar değildi. Koca salon salkımları içinde gözyaşı damlaları gibi parlıyan geniş avizesinden tutunuz da yerlere kapanır tesiini veren muhteşem mermer sütunlanna adar, tepeden tırnağa ürperme içinde di. Gözlerimdeki yağmur bulutları sıyrıldığı zaman, görebildiğim manzara §u oldu: Atatürk, salonun; ilk Dil Kurultayı oplantılarını heybetli bakışlarile ıhata ttıği, her zamankı köşesınde ıdı. Fakat, Onun yüzünü artık göremiyorduk. O, şimdi şerefini kurtardığı Türk bayağile örtülmüş bir abanoz sandvıka içinde dı. Bu sandukanın etrafında alt; meş'ale, trafa nurdan perdeler örerek, durmadan •anıyorlardı. Atanm varhğını ihata etmek için, Parisinin bu manalı altı okundan daha manaremiz bulunamazdı. Zaten, k«ndisi de hayatmda, Türk miletinin en büyük rneş'alesi değil miydi?.. Ona gitgide yaklaşıyorum v« yakîaştıkça, üreğımin şiştiğini, gözlerimin büyülendiğini hissediyorum. Ellerinde çekilmiş kılıclarile, Atatürk huzurunda şeref nöbetı bekliyen genc suaylara ve tunc yüzlü Mehmedciklera, akaklarımda, uğultusunu duyduğum bir heyeranla baktım. Ordular yaratdn ada ma, aneak böyle kılıclı türbedarlar yaraırdı! Üstteğmen Fuad Kaleci, asteğmen Sami Küçük, asteğmen Avni Eksiz, as^ğ men Lutfi Amas, asteğmen Bezmi Kiş mirli... İçeri girdiğim sırada, ordu namma and çer gibi, dimdik vaziyet alarak, Büvük lünün başında nöbet bekliyenler, işte bunlard.1. Şu dakikada, tarif edilmez bir gurur çindeyim Kalbim, ınah^azasına "îğmıya Ebedî Şefîn tabutu karşısında KÛŞE PENCERE5İNDEN Ç Yazan: SALÂHADDİN GÜJSGÖR Mekteb talebeleri muallimlerile beraher Dolmabahçeden çıkıyorlar çelenklerini de getirdiler. Atanın dizleri dibinde yatan bu çiçek şekline girmiş sevgi sembolleri, onun manevî şahsiyetine: İşte biz buradayız!.. Senin yanın dayız!.. Görüyorsun ya, sana Ankara nın kalbini getirdik!.. der gibi ve tabutuna sarılıp onu teselli eder gibi idiler. Büyük ölünün ziyaretçileri, program sırasile salonun kule kapısından geçerek bahçeyi dolaşıyor, muayede salonuna giriyor ve Atanın huzurunda iğildikten sonra, öteki kapıdan çıkıyorlardı. Geniş avizenin altında, çiçeklerîn birrbirine karışan kokusile burası bir kış bahçesine dönmüştü. Daha sonra akşama doğru, Orgeneral Fahreddin Altayı da, nöbet yerinde, çekilmiş kılıcile gördük. Türbesi, şerefli Türk ordusunun, şe refli kumandanları tarafmdan birer emirber neferi gibi, beklenilen bu Büyük ölünün, nekadar şerefli bir adam olduğuna bu manzaradan daha canlı şahid mi aranırdı?.. Ordunun geçişini, sivil erkânın geçîşi takib etti ve nihayet, Rektör Cemil Bilselin yaşlı gözlerile piştarlığını yaptığı büyük irfan kafilesi, Atatürkün Cumhurîyeri emanet ettiği genclik göründü: Yüksek tahsil gencliği!.. Üniversiteli çocukların, hep bir arada, yüzleri, sandukaya dönük, yalnız gözlerini ve ruhlarını konuşturarak, Atayı huşu ile öyle bir tavaf edisleri vardı ki, bu gencliğe güvenmemek, nankörlük lerin en büyüğü olurdu. **• Gazetelerin, halkın ve utnum! efkârın gösterdiği bu heyeean arasında Maearistan parlarnentosunda yapılan tezahür, Macar milletinin bu ölümden nekadar mü teessir olduğunu gösteren daha yüksek bir hâdıse oldu. Dünkü celsesinde Macaristanın yeni hayatına aid gayet mühim kararlar vermek ve istirdad edilen topraklan|> idaresi hakkında bir kanunu münakaşa etmek üzere toplanan parlamentoda, dün, Reis Doktor Kornis herşeyden evvel ayağa kalkarak söz aldı. Ben de bu içtimada hazır bulunuyordum. Reis, meclise Atatürkün vefatı haberini verdi. Bu sözler üzerine bütün meb'usların çehrelerinde derhal samimi bir keder ye teessür gölgesi peyda oldM O *aman reis |U sözleri ilâve etti: «• Evet, dünyada ilk defa olarak hakikaten «Gazi» unvanını taşımaya hak kaza,nmış olan bir insan vefak etti. Çünkü Atatürk, o büyük askerî dehası gayesinde vatanının bütün düşmanlannı yendi ve malik olduğu teşkilâtçılık kuvveti saye * sinde de milletinin vücudünü parça parça olmakUn kurtardı. Cihan Harbinden sonra galiblerin diktatlanna karşı ilk defa olarak isyan etoaiş ve bu isyana kalkmak için kendisinde cür'et ve cesaret hisseyleroiş olan yegâne adam Odur. Sevres muahedesini porselen bir kâse gibi bir darbede parça parça eden Odur. Evet, galibler karşısında o muahedeyi parçaladı ve milletini kurtardı. Atatürk kendi ruhunu milletinin büyük kuvvetlerine karşj sarsılmaz bir iman iîe doldurmuştu. O, harbden sonra gelmiş elan devlet adamlan arasında siyasetini, mılietinin maddî ve manevî kuvvetlerine tamamen muvafık bir surette bina edebilmiş olan ilk devlet adamı oldu. Atatürk kudretli bir asker, hakikî manasile bir gazi, önüne geçen herşeyi yıkıp geçen hakikî bir Aşil'di. Türkler ona çek haklı olarak Atatürk dediler ve kendilerine baba tanıdılar. Hakikaten de O, milletin seven ve mületi için uğraşan bir babası olmuş ve vata nını pek az bir zamanda feyizli bir terakki ve inkişafa doğru sevketmişti. 19!S de Türkiye, mağlub, perişan, her tarafı düşmanların işgali altında bulunan harab bir memleketti. Yirmi sene sonra, bugün Türkiye, dahüde feyizle inkişaf eden ve haricde yüksek bir mevki sahibi bulunan bir memleket oldu. Bu işi yapan Atatürktür.» Reis bu sözleri, çok hararetli bir dille, çok yürekten ve hatta arada bir tee^sürle titriyen ve kısılan bir sesle söylemişti. O, bu sözleri söylerken, bütün parlamento azaları, bütün samiler, herkes ayağa kalkrmşlafc Büyük Atatürkün bu samimî mersivesini baslarmı önüne iğerek dnıleiiıislerdi. Nutuk bitince, parlamentoda mÜ2a kere edılen pek mühim bir ruzname bulunmasjna rağmen reis, celseyi Ataürkün hatıra*ını taziz için, bir saat tatil etmişti. Meb'uslar hüzün içinde, müteessir, dağıld lar. Ben de dışan çıktım. Bınayı terkett^im zaman, karşımda sisli bir hava içınc, beyaz köpüklerile Tuna dalgalana jl1 3a!ana akıyor ve sanki P d,a a"' anzimat devrini garba doğru temayül, medeniyet güneşine karşı yürek açış diye tanımak ve tanıtmak istiyen tarihçiler vardır. Meşrutiyet yıllarını ve hâşâ sümmehâşâ Atatürk inkılâbını da o devrin tekâmülü olarak izah etmeğe kalkışan içtimaiyatçılar görülmüştür. O telâkki ile bu izahın nekadar yersiz olduğunu tebarüz ettirmek için biz, Tanzimat devrinde en mühim ve temeddün bakımmdan en nazik mevzular üzerinde nasıl konuşulduğunu, bütün mazi devirlerini bir hamlede yıkıp yepyeni bir devir kuran Atatürkün de ayni mevzulara nasıl temas ettiğini gösteren birer örnek veriyoruz. 1869 yılında, yani Tanzimatın kurulduğu günden tam otuz yıl sonra hükumetin himayesile İstanbulda bir gazete çıkmağa başlamıştı: Adı Terakki, mesleği ve hedefi de kadın hukukunu müda faa!.. Bu gazetenin birinci sayısında ve başmakale yerinde şu satırlar okunuyordu: «Rical ve nisa min haysüssure yekdiğerine beraber ve min haysül'intifa' ahedühümanın aharına ihtiyacı mukarrer ise de Allahın sınıfı rical« ihsan buyurduğu büyük kudret ve kiyaset iktızası ve Erricalü kavvamune alennisa hükmü âlisî veçhile erkekler tabiatile kadınların idara ve terbiyelerine, infak ve iaşelerile mü * kellef ve memur olduklan gibi kadınlaf dahi mazereti bedeniyeleri, yani derkâı; olan acizleri ve nehafetleri icabınca va« sıtai taayyüş olan kesbü kâr zımnındaf bizzarure ihtiyar olunacak zahmetleri tahammülden tabiî muaf olarak yalnız emrl mezkur üzere müdir ve müdebbirleri oan zevclerine hüsnü hizmet ve itaat ve çocuklarm emri te'dib ve terbiyelerine endi rahatlarmı feda edercesine dikkat etmeğe memurdurlar. İşte bu daküaya mebni kadınlara riyaset ve imamet hakkı verilmemiş ve miras keyfiyetinde de kadın, erkekten dun sayılmıştır!..» Büyük Şefi son ziyaretten çıkanlardan bir grup Biraz sonra, orta tahsil çağındaki Atatürk kızları bu acıklı sahnenin dekoru arasında göründükleri zaman, hiç kimse kendinî tutamadı. Şimdi, muayede salonunun gantş kub besi altında, hıçkırıklarla sarsılan göğüslerin iniltisi var! Bu hıçkırıklar, bize de sirayet etmekte gecikmiyor. Ve hep birlikte, kız, erkek, genc ıhtıyar, dünkuler, bugünküler, hatta biraz sonra, yarmkiler başbaşa verip paylaşmağa çahştığımız müşterek büyük acı için ağlaşıyoruz. Atatürk, belki de bu ağlaşanlara, ruhunun en gizli yerinden gülümsüyor: Ne var? diyor, bakın, ben ağlıyor muyum? Şimdiye kadar, benim ağladığımı gören oldu mu?.. Sakm, siz de ağla maym!.. Fakat bu sefer, ilk ve son defa, onu dinletniyoruz. îşte bir adam ki, onun huzurunda iğilmek için, kıt'alar aşarak gelmiş: Eski Efgan Krah Amanullah Han... Gözlerine sıçrıyan ruhunun ateşile adeta kavrulmuş halde... Ona yaklaşırken sendeüyor, kendini yerden yere atmamak için, bütün gayretini sarfediyor. Nihayet, o da boşandı. Ipek bayrağın kolları arasında ebedî uykusuna varan Atatürkü, namaza duran bir mürnin vecdi ile, rüku edercgsine se lâmladı ve sonra, gözlerinde iri yaş damlalarile, mütevazı, sessiz kalabahk arasına kanştı. Londradan Pekine, Nevyorktan Transuval'e kadar, beş kıt'amn alâka ve sevgisini Ankaranın üzerinde, kendi kalbile birleştiren Büyük adamm ölmedığine, ölemiyeceğine bu alâka ve sevginin engin tezahürlerini göstererek, müsterih olmak hakkımız değil midir? ? Yalnız, bu ara, mazur görsün bizi... Taşkınız. İçimiz gam yükile doldu ve gözlerimiz, damla damla zehirle dolu birer kâse oldu. Bıraksm, bizi ağlıyalım! Halk, yavaş yavaş içeri doluyor. Çarşaflannı sırtından attığı, kafes ardmdan ay dınlığa çıkardığı haminneler, avaz avaa, sarsıla sarsıla: Atam^z! A.tamız! diye bağırışıyorlar. Aralannda bayılanlar da var. Bazıları sandukanın üzerine kaDanmak ister ken, güçlükle menedılivor. Fakat asıl, mühim olan şey, bu acıklı matern sahneler» geçerken hiçbir intizamsızlık yukua gel miyor. Onu daha evvel görmek kaygusile, itişip kakışanlar yok!.. Kudüsteki meşhur Süleyman mahedi nin ayakta kalan tek duvarı ö<vinde, tarih kurulduğu gündenberi, belki bu kadar ağlıyan olmadı! Ve Atatürk, geçmişte, gelecekte hiçbir kumandana, hiçbir kah ramana, hiçbir hükümdara, hiçbir fatihe nasib olmıyan bir manevî saadetle. bütün bir milletin önünde baş kesip, yas döktüğünü, ruhunun aynasından seyreden, tek bahtiyar Şef olarak tarihin huzuruna cık Şimdi Atatürkün ayni mevzu üzerinde nasıl konuştuğunu dinliyelim: «Bir içtimaî heyet iki cinsten, erkek e kadından yalnız birinin asrî icabları iktisab etmesile iktifa ederse, o içtimaî heyet yarıdan fazla zâf içinde kalır. Bir millet terakki ve temeddün etmek isterse . ilhassa bu noktayı esas tutmak mecbude kadınlarımızın her hususta yükselmeerini temindir. rvadınlarımız âlım ve müefennin olacaklar ve erkeklerin geçtıkeri bütün tahsil derecelerinden geçecekerdir. Kadmlar içtimaî hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirınin yardımcısı olacaklardır.» Ve şu esasları ortaya koyuyordu: A Erkek ve kadın için ferdî ve siasî haklar noktasından bir fark olmamalıdır. B Vazifeler noktasından da kadın ve erkek arasında fark yoktur. C Türk kadını Türk yurdunda Türk erkeğinin sahib olduğu her hakka ve vazifeye iştirak edecek, hatta icabında sker dahi olacaktır. Türk kadınının esasen bu cevherde bulunduğuna şüphe yoktur. O, memleketin mukadderatını dare eden siyasî zümreye geçmek arzusunu izhar ederken milletin vatandaşlara tahmil ettiği vazifelerin hiçbirinden de uzak bırakılmıyacağını düşünmüştür. Atatürk yalnız konusmuyordu, kadını kafesten ve öksüzlük cehenneminden ahp hür bir hayata, medeniyet cennetine kavuşturuyordu. Bugün yedi yaşmdan yetmiş yaşma kadar her Türk kadınımn gözünden dökülen yaşlarda o kurtulu şun şükranını da dizi dizi inci halinde görmek mümkündür. Şükranla matemın ayni gözyaşı içinde birleşmesi çok hazin. Ne yapahm ki talih, Türk kadınına böyle bir ağlayışı reva gördü. Siyahlar giyinmiş gene kızlar hıçkıra hıçkıra Dolmabahçeden ayrılıyorlar Subaylar Dolma'bahçeye giriyorlar ahdetmiş değil miydi?.. cak gibi çarpıyor: Onun, o kadar acı olan ölümü bile, bi« Atatürk.. Atatürk.. diye bağır mak istiyorum, bugün senı bekliyen ordu, ze karalar bağlatmadı. bize bıraktığm mukaddes emaneti de böyle bekliyor Atatürk! Hiçbir kuvvet, Türk Saat 10... Muayede salonunun kapı milletini, bu emanetin başından ayıramaz. sında kıhc ve mahmuz şakırtıları duyul Senin adını taşıyan bayrak, şimdi sev du: Ordunun «teşrifata dahib olan erkâgili arkadaşm İsmet İnönünün ehnde eski nı geliyor! si kadar keskin bir silâhtır. En başta Orgeneral Fahreddin Altay.. Türk milleti, bir nöbetçıden, diğer bir Daha geçen seneki manevralarda Atanöbetçiye devredıldi. Emanet ise, yerli ye türkle yanyana görmeğe o kadar ahştığırir.de duruyor. mız kumandan... Ve arkasmda AkademiMüsterih ol! Vatan istikametinden ku sinden başlıyarak, topçusu, piyadesi, malağına hiçbir yırtıcı ses gelmiyeeek ve se kineütüfeği, süvarisi, nakliyesi, denizı ve ni derin uykundan uyandırmıyacak. Silâh havasile bütün bir ordunun güzideleri... ve ülkü arkadaşın îsmet İnönü; milletin, Ebedî Şefin bulunduğu tarafa göz senin kadar güvendiği adam, i§ başında gezdirjyorum: Sandukanın üstündeki ipek dır!» bayrak, sanki arada bir kımıldıyor ve AAtatürk de, sanki, şu dakikada, yahut tatürk, kapandığı penceresiz hücresinin güllerin ve türlü çiçeklerden örulmüş taeı içinden o harikulâde tevazuu ile, gruplar nın ortasmda, altı meş'alenin birb.rine ka halinde ziyaretine gelenlere, «buraya karışan ışığını içerek, b^zj d,İn]iyor, biziro dar niçin zahmet ettiklerini» soruyordu. içimizi dinliyordu. Nöbetler bu sırada gene değişti. Ve iki Onun allara bürünen ebedî köşkünün General, biri Osman Tufan, öteki Nuri bir hususiyeti de, üzerinde yası hatırlata Yamut, kılıclarını kınından çıkararak, Acak hiçbir renk ve hiçbir nişane bulunrna tatürkün tabutu etrafında yer aldılar. ması idi. Baştanbaşa koyu kırmızı kumaşİfte çelenkleri getiriyorlardı. En başta larla döşenmişti. Cuinhur Reisi jsmet İnönünün çelengi var. Türk milleti, onu başmda gördüğü gün Birax sonra, Büyük Millet Mecüsinin, denberi, ya« tutmamağa, yaslı almam.ağa iiiein, Bajvekilın ve Mareşalın M TURHAN TAN Yahudi meselesi Vaşington 16 (a.a.) Ruzvelt, dun akşam gazetecilere beyanatta bulunaıak Almanyada Yahudıhk aleyhindekı ha reketlerin Amerika halkı üzerinde derin bir tesir bıraktığını söylemiştir. Mumaileyh, Amerikanın Berlin sefiri Wilson'un Vaşington'a çağırılmasını bizzat istediğini söylemiştir. Nevyork 16 (a.a.) Gazeteler, asgarî 700,000 mülteci Yahudiyi alabi'ecek emin bir mıntaka aranmasını temınen İngiltere hükumetile birlikte bir plân hazırlanması için Amerika sefiri Kennedy tarafmdan sarfedilen gayretleri tebarüz ettirmektedirler. Kennedy tarafmdan sarfedilen gayretler şimdiye kadar İngilterede, Holandada, Fransada, Danimarkada, Belçikada ve İsvicrecİe müsaid bir şekilde karşılanmamıştır. Bu memleketler kendi toprakîarında esasen çok miktarda Yahudi bulunduğunu bildirmislerdir. hl SALÂHADDİN GÜNGÖR
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear