26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 Mart 1937 CUMHURİYET Dün Alayköşkünde toplandı, bazı temenniler izhar edildi Eski müstemlekelerini almadan iktısadî refaha Normal bîr çocuğun dört aylıkken elini uzatabil Türk Güzel San'atlar Birligi yıllık kavuşamıyacağım anlıyan Almanya, şimdi bütün mesi, altı aylıkken oturabilmesi ve on dört aylıkken kongresini akdetmistir. Birliğin yıllık fa" aliyetleri hakkında idare heyetinin faalikuvvetile bu emelin tahakkukuna çalışıyor et ve maliye raporu okunmuş ve müna" ilk heceleri telâffuz etmesi lâzımdır Yazan: Prof. Dr. Kadri Raşid Anday Dünyaya gelen normal bir çocuğun dknağ faaliyeti standarise bir surette mahdud olarak tejekkül etmiş bulunur. Haricle ifadesi yalnız ağlamaktan ibarettir. Diğer faaliyetlerden yalnız emme işini zahiren arzuya tabi gibi yaparsa da aslında onun da inikâstan farkı olmadığı cihetle asabî cümlesinde volontinin eseri görü'emiyen ve kendısmde yalnız ağlamak, emmek ve nefes almak gibi yaşamak inikâslan olan bir canlıdır. Lâkin gene standarise bir tarzda ve hemen daima muayyen yaşlarda bütün eksikler tamamlanmaya başlıyacaktır. Faraza görmediği kanaatini veren gözleri biraz sonra ışığa karşı, daha sonra renklere ve şekillere karşı alâkadar ola cak; işitmediği kanaatini veren kulaklan yavaş yavaş sadaya hassasiyet gösterecek ve dogduğu vakit tutamadığı başını ikinci, üçüncü aylar zaıfında dik tutmağa başlıyacaktrr. Dördüncü, beşînci aylar zarfmda ken<Eskie uzardan şeyleri tutmak için elini faaliyete getirecek ve temas ettiği şeyleri tutmağa başhyacak ve biraz sonra tuttuğu şeyleri ağzına götürecek ve böylece istikarnet ye mesafe hususunda meleke peyda edecek ve bu roaddelerle tanışıklık hâsıl edecektir. Beşinci, alrmcı aylar zarfmda düz yerde oturtulduğu vakit oturuş müvazenesini temin edecek ve istinadsız olarak otur muş vaziyette durabilecektir. Gülmek hassası üçüncü, dördüncü aylarda teşekkül edecek, evvelâ ya annesini ve yahud emziğini gördüğü vakit güle cektir. Yani ilk hayatî faaliyetler tegaddiye aid mikâslardan ibaret olduğu gibi ilk ruhî faaliyetler de gene gıdaya aid âmillerle başhyacaktır. Yeni doğmuş olan çocuğun ilk haftalar zarfında yüzünde görülen tebessüm alâmetleri ruhî bir gülme olmayıp inikâsî takallüslerden ibarettir. Dişlerini yedinci aydan itibaren çıkarnvaya başlaması lâzım gelen çocuğun 12 ile 14 aylar zarfında yürümesi ve gene bu yaşlarda anne, baba gibi basit kelimeler söylemesi ve 1 8 2 0 aylar zarfında ufak cümleler yapmağa başlaması ve nihayet iki yaşından itibaren de benliğini tanıyıp ehemmiyet vererek sözlerine «ben» kelimesini kanştırması bu standarisation icabatındandır ve çocuğun zekâsmm ve skıirleruıin teşekkülünü takib hususunda mühim kıymetleri haizdir. Şu devirleri uzartan ve hatta kısaltan çocuklar yakından mütaîeayı hak ederler. Faraza yeni doğan bir çocuğun zaman zaman ağlamağa, ya doğar doğmaz, yahud doğduktan 24 saat sonra memenin veya emziğin dudaklanna temas etmesi üzerine emmeye başlaması lâztmdır. Hayatın devamı için tabiarin çocuğa pek kuvvetle izafe ettiği bu emme faaliyetinin bu devirlerde başlamaırrası cümlei asabiyesinin rahim dahilinde vâsıl olması lâZ n gelen bu derecedeki teşekkülü temin M edemediğini gösterir. Bu hal bazan eksik doğmuş olan çocuğun tabiî olarak hak kıdır. Nitekim bu suretle eksik doğmu olan çocuk birkaç gün kaşıkla beslenerek ekâmül için lâzım gelen zaman kazanıınca memeyi emecektir. Lâkin böyle bir eksikliğin olmadığı ve yahud doğarken kısmen hırpalanmış gibi bir ârıza bulunmadığı halde doğdukan bir veya iki gün sonra memesini emmeye teşne olmıyan bir çocuk yakından mütalea edilmeğe şayandır ve belki bu al asabî merkezlerin teşekkülünde mü him bir gecikmeye veya noksana delâlet edeT: Hayatı devam ettirecek olan bu mühim inikâsı dogma devrine yetiştirememek oldukça ehemmiyetli bir noksandır. Asabî cümlenin teşekkül eksikliği bazan daha derin olur ve çocuk nefes almak hususunda eksikler yapabilir. Faraza doğduğu zaman birkaç saat muntazam nefes aldrktan sonra nefesler azalır; çocuk adeta nefes almayı unutmuş bir vaziyete düşer. Smaî teneffüsle o faaliyet uyan dmhrsa da birkaç dakika sonra ayni nefes ataleti başlıyacaktır. Tabiî bu gibi erde hayatın devamı pek şüphelidir. İlk haftalar zarfında gözlerinin ziyayı vr eşkâli takib etmemesi tabiî iken bazı çocuklann bilâkis ilk günlerden itiba ren sabit bakışlarla ziya ve eşkâli takib ettikleri ve böylece tekâmül devrinin kısalması manzarasını gösterdikleri vâki dir ki bu da yakından takibe ve sebeblerini tesbite muhtac bir meseledir. Nitekim kafanm üst tarahnda bmgıldak denilen yıanuşak kısmm yedinci sekizinci aylar sonunda sertleşmesi lâzımken bazan doğuştan itibaren, bazan da ilk aylar zarfinda sertleşmesi de standarisationa muhalif olduğundan mütaleaya ve emaresini bulmaya muhtacdır. tkinci, üçüncü aylar zarfında başmı tutamıyan bir çocuğun bu halinin sebebi aranmaİKİır. Ayni suretle dört, beş ay sonunda verilen şeyleri tutup ağzına götürmiyen ve arbna aylar zarfında isti nadsız oturamıyan çocuk kuvvetle nazan dikkati celbetmelidir. Dişlerin altı ayda başUanası lâzımken bunun gecıkmesi bazan kemik zaafmdan, bazan da teşekkül zaafmdan ileri gelirse de çok defalar da tamamile nonnal olduğu halde ilk dişlerini on, on iki aylık iken çıkaran çocuklara tesadüf ediiir. Bazan da bilâkis ilk aylar zarfında diş çıkaran ve yahud, hatta dişle doğan çocuklar vardır. Bu acelede gayritabiî bir hal olup herhalde ciddî bir tıbbî muayene ile ehemmiyeti ve sebebi tayin edilmeli dir. Lâkırdınm gecikmesi de şayanı dikkat tir: İlk kelimelerin on iki ay ve cümle yapmanın on sekizinci, yirminci aylar zar fında başlaması nonnal ise de, ilk kelı melerin değrl de cümle yapmanın yirm: ayda başlamamasını müellıflerin bir kıstnı cümlei asabiye eksikliğine atfederler. Fakat çok defa normal çocuklann fasih lâkırdıya, yani cümle yapmaya iki buçuk, üç yaşında başladıklan vâkidir. Bunun zekâ eksikliği te'.âkkisi için başka avan zın da bulunması lâzımdır. Yürümek meselesi de ayni suretle telâkki ediiir: 1 2 1 4 ay arasında yürii miyen çocuklarda zekâ eksikliği arama dan evvel kemiklerde, mafsallarda v < muhit sinirlerinde bir ânza buhınup bu kaşa edilmiştir. Bundan sonra Tüık mi" marlannm meslekî ihtiyaclan ve müstakbel bir mimarlık kanunu hakkında alâkadar makamlar nezdinde teşebbüste bu " unulması temenni edilmiştir. Alayköşkü binasınm tamamen Türk ,üzel San'atlar Birliğine tahsis edilerek Birliğin burada daimî bir malzeme ve mimarî fotoğraf sergisi vücude getirmeini ve bu dokümanlarla beynelmilel m r marî ve resim sergilerine iştirak etmeği temin maksadile alâkadar makamîar nezdinde teşebbüslerde bulunuîmasını kongre temenni etmiş ve yeni idare he yetini vazifedar kılmıştır. Bundan baş * ka mimarî müsabakalar açılması, yapı işlerinin yalnız mimarlara tahsis edilmesi ve mimarlann memleket mimarlığı, kültür işlerinde vazifelendirilmesi temenni edilmiştir. Neticede yeni idare heyeti intihabına .;eçilerek Zeki Sayar, Faruk, Çeçen, Adaman, Seyfi Arkan, Sezai Ergüç, Adnan Yazıcı, Arif Hikmet Holtay seçilmişlerdir. Müfettişliğe Samih Kaynak seçilmiştir. Berlin (Hususî muhabirimizden) Büyük Harb felâketinden ve nasyonal sosyalist rejimin kuruluşuna takadddm r eden son içtimaî buhranlardan son a. Almanya, bugün gene eski kudretini ve mevkiini elde etmeğe başlamış bulunu or. Fakat, Almanyanın bugün en mü" him derdi müstemleke meselesidir. Aî manyayı idare edenler, bu toprağm 66 buçuk milyon insanı ilelebed besliyemiyeceğini iddia ediyor, müstemlekesiz Al" manya, eski refahına ve iktısadî kalkın masma kavuşamıyacaktır. Almanyaya müstemleke lâzımdır, diyorlar. x Bugün Afrikadaki eski geniş toprak lannı konferanslarla, müzakerelerle gerı istiyen Almanya, bu hak teslim edilmezse, yann Avrupa sulhu için en büyük bir tehlike olabilir. Çünkü, kilometro murabbaına 142 kişi isabet eden bugiin" kü Alman toprakları, bu kadar nüfusu doyuracak kabiliyette değildir. Bu müstemleke meselesi nutuklarla. kitablarla, radyo ile, bir kelime ile haşmetlu propaganda hazretlerile halk* ve gencliğe çok güzel aşılamyor. Alman yanın bir kanş müstemlekesi yoktur; fakat büyük şehirlerde ve hatta kasabalar" da, eski müstemleke memurlannın resmî elbisesi, tüylü yeşil şapkasile dolaşmak tan hoşlanan gene ve yaşlı insanlar sık sık görülür. Hiçbir re»nî sıfat ve salâhiyeti olmıyan bu adamlar, Alman mille" tine eski refahını hatırlatan, ona esk; müstemlekelerini unutturmamak istiyen millî propagandanın gönüllü ve canlı timsalleridir. sinin elinde, birer torba görürsünüz. Her çocuk kendi evinde boşalan konserve kutulannı, çöplüğe aulacak kemikleri, patates kabuklarını mektebine taşıyor, mü" dürlük odasındaki sepetlere boşalt'yor. Talebeler ve mektebler arasında bir müsabaka halinde devam eden bu boş konserve kutusu, kemik ve patate? kabuju toplama isi, Alman sanayiinin muh tac olduğu birçok maddeleri, çöpluğe a" tılmaktan, mahvolmaktan kurtarıyor. Almanvanın bugünkü kalkmmasında propaganda en büyük ışi görüyor. Hari" cî propagandadan bahsetmiyorum. Bahsedeceğim kudret dahilî, millî propagatr dadır, halka millî ruhu, içtimaî tesanüd fikrini, azamî tasarruf gayretini, nikbirr iği ve enerjiyi aşıhyan propaganJadır. Bu kuvvet, modern vasıtalardan ısti ade ediyor: Filhn, radyo, gazete. Nasyonal sosyalist rejim, 12 kuv vetli radyo istasyonundan memlekette a" dedi 10 milyonu bulan radyo makineleile sayısı hiç olmazsa 30 40 milyona varan bir dinleyici kütlesine hergün ea kuvvetli, en müessir propagandayı yapr yor. Halk millî kalkınma için seve seve fedakârlık yapmasını radyodan öğteni yor, ayni kuvvetli propaganda sinema dan da böyle istifade ediyor: Halka evvelâ İspanya ihn'lâlinden, Amerika gre" vinden acı sahneler, bunlann arkasmdan da bugün artık sükuna kavuşmuş, eski refahına doğru yüriimeğe başlamı?, saadete namzed olan Almanyanın hasad bayramından, yeni Alman sanayünden milyonlarca insanın kalb ve ruh beraberVersailles muahedesinin ağir hüküm liğinden nikbinlik ve ferahlık verici sahleri çoktan parçalanmış olmakla beraber, neler gösteriyor. Bu müessir silâhlann millete çok ağır işler yüklenmiş bulunu tesiriledir ki bazan kasabda et ve bak yor. Evvelâ bugünkü imkânlar içerisinde kalda yağ bulamıyan halk bedbinleşmr iktısadî katkmma, malî tedbirler ve bil ~ yor ve sabretmek, tahammül göstermek, hassa ileri teknik, memleketten harice bazı mahrumiyetlere rağmen daha çok para çıkmamasına çalışryor. Bugün Al " çalışmak, memlekete daha çok faydal; manya, benzinini, kavuçuğunu ve sana olmak lüzumunu anlıyor. Halk, bugün yiinin muhtac olduğu birçok iptidaî mad eski muhariblerin, dün gene kızlann, ev deleri sun'î olarak kendisi yapıyor. U velki gün şimendifer memurlannın elle fak bir hesab, Almanyanın sucuk ima rinde dolaşan iane kutulanna beş on felâtında kullanılan barsaklar için harice nik atmaktan çekinmiyor ve ayda, hiç her sene milyonla para verdiğini mey olmazsa, dört beş defa ortaya çıkan bu dana çıkarmıştır. Bu hesab Almaa kira" ianelerden şikâyet etmeği aklma getir yagerini, teknisiyenini yeni bir enerjile miyor. Biliyor ki bu toplanan paralar, faaliyete sevketmiş ve neticede ağacdan, Almanyanın kalkmmasına sarfediîecek" sellülozdan ihtiyaca bol bol tekabül e tir. Onun için seve seve veriyor, sevine sevine topluyor. decek kadar sun'î barsak yapılmıştır. Propaganda, bugünkü imkânîar içe risinde iktısadî kalkınma için halkı sefer ber ediyor, meselâ israfa karşı mücade" le açıyor. Halk, münevverler, genclik ve hükumet elele, başbaşa veriyor. Aile babası, evde boşalan diş macununun, çöplüğe atılacak tüpünü sabahleyin işine gi" derken sokağm başındaki kutuya atmak" tan millî bir haz, ve millî bir gurur du yuyor. Gene kız kreminin, hasta Üâcının tüpünü ayni kutuya bırakmaktan zevk duyuyor. Boş tüpler kutuda birikıyor ve hükumet memurlan sokak başlanndak kutularda toplanan bu boş tüpleri fabrikalara taşıyorlar. Netice göğüs kabarta" cak kadar büyüktür: Almanya artık baş ka milletlerin kurşununa, kalayına ye niden milyonlarca mark vermiyecektir Ayni ruh, ilkmektebde ve lisedeki Alman çocuğuna da aşılamyor. Sabahleyin, sc kaklan dolduran küçüklerin hemen hep" yor, o da srvışacak şimdi, kes önunü! Orhan sertabibe doğru yürüdü: O taksile biz geldik, dedi, hasta yoktu içinde. Sertabib hemen ona döndü: Ya... dedi, öyle mi? Safa geldiniz, buyurun Orhan Bey, buyurun, hayırlı haber inşallaıh? Hastamız nasıl Orhan yazı masasınm yanındaki kolruğa oturdu: Hiç iyi değil, dedi, bu sabah îîyevr düşmedi. Bir menenjit tüberkülözden korkuluyor. Onun için doktoru görmek istiyorum. Gelir nerede ise. Şapkasını burada bıraktı, uğramadan gitmez. Ayakta duran Necatiye de yer gösterdikten sonra kanapede oturanlara döndü: İç antre müsaid olsa taksileri oraya aldıracağım, hastalan indirdikten sonra iyice dezenfekte ettirmeden alıkoymıyacağım. Fakat yer müsaid değil. Masasının başma oturdu. Bir elile kalemini hokkaya batırdıktan sonra havada tutarken, öbür elinin üç parmağmı ayakta bekliyenlere doğru salladı: Ver! Zayıf ve yüzü sapsan bir kadın ona bir demet, buruşuk, muameleli kâğıd uzatb. Masaya doğru bir adım atarken bayılmak üzereymiş gibi sallanıyordu. Temmuzun en sıcak günlerinden biri ol Çocukta zekâ ve sinir nasıl teşekkül eder? Çocuk bakımı Güzel San'atlar Birliği kongresi ALMANYA MEKTUBLARI Propaganda kuvvetile yükselen bir memleket Siz de bir sınayın küçük bayan! olejden çıkma olduğunu yal~ dızlı bir titre, önemli bir firma gibi imzasmın üzerinde pırıl ~ datan küçük bir bayanımız bana şöyle bir mektub yolluyor: «Az emek, çok kazanc. İşte yazıcılarımızın yaptığı iş!.. Masa başma topla nıyorsunuz, dedikodulu, kahkahalı, çe " idli bir konuşma arasında automatique ir vaziyette birşeyler çiziktiriyorsunuz, adına fıkra veya musahabe diyorsunuz. Yazı süzecek bir süzgec, kelimelerin çürüğünü sağlamından ayırd edecek bir calbur icad oîunsa ve yazıcılanmızm e ;erleri o süzgecden geçirilip o kalburla elense gazetelerimizin sahifeleri baştan ~ başa alacalı kalır, yarı yanya boşalır. unmadığını araştınnaslı. Bazan da bunardan hiçbiri mevcud olmadığı halde kâfi miktarda yürüme idmanı yşptırılmadığmdan dolayı yürüyemiyenlere tesadüf ediiir. Bu gibiler idman sayesinde bir, iki hafta zarfında yürütülebilen çocuklardır. Bunlardan üç, dört yaşına, hatta bir tanesinin altı yaşına geldiği halde bir köşede oturtulmaktan, meşgul olmamaktan dolayı kötürüm telâkki olunmuşken bir kaç haftalık gayretten ve idmandan sonra mükemmelen yürütebildiklerim var dir. İste bu sebebi eîden hiçbiri bulunmadığı halde yürüyemiyen çocuklarda sinir, yahud zekâ eksikleri aramak hakhdır. Mekteb yaşlanndaki çocuklarda zekâ eksikliği hocalannm nazan dikkatini celbetmekte gecikmez. Bu eksiklikler ekseriyetle çocuğun dikkatini tesbit etmetnesı suretile kendisini gösterir. Lâkin bunlann bir kısmı da iyi görememekten veya işitememekten dolayı derslerini iyi anlıyamamaktan ileri gelebileceği cihetle, bu suretie ayni yaştakilerle terakki edemiyen mekteb çocuklannın göz, kulak ve boğaz muayeneleri tamamlandıktan sonra, eğer çocuğun noksanlan oralardaki bir ânza ile ifade olunamazsa zekâ teşevvüşüne atfetmek kabildir. Lâkîn bunlardan bir kısmmın da terbiye icabı sun'î olarak husule getirilmiş dikkatsizlik ve sersem lik olmadığını tahkik ettikten sonra tam hüküm vermek lâzmdır. Yarri terbiye icabı yorulmuş, teşviş edilmiş (çok üzerine düşerek, çok tazyik edilerek sersemletilmiş) dimağlann tedavisinde evvelâ mu hiti değiştirip çocuğu bir zaman istrrahate ve sükune bıraktıktan sonra dershane ye almakla iyilik elde edilebileceği cihetle bunlan da asıl muhtacı tedavi zekâ eksik'erinden ayırmak icab eder. Bu meselelerde en mühim nokta teşhisin mümkün olduğu kadar erken yapıl masmdadır. Çünkü zekâ noksanlannm te davisine nekadar erken başlanırsa netice nm de o kadar verimli ve çabuk olacagı nı ve tedavi geciktikçe tamir edilebil mek hassasmm azalacağını bilmek lâzım «Romanlarınız da öyle. Bir sürü lâf, bir >nğın kelime. Fakat bu bereketin ya~ nında acıklı bir fikir kıtlıgı göze çarpı yor. Fikirler, bu sahifeler arasında ge nis bir tarlaya atılmış ve yeşermemiş bir avuc tohum halinde. Biz okuyucular, keime kalabahğı içinde bir fikir kmnhsı bulabilmek için uzun zahmetler çekiyo ruz, göz nuru döküyoruz ve ekseriya birşey bulamıyarak elimizdeki kitabı fır" atıp atıyoruz. «Darılmaym amma sizde, hepinizde bir hokkabaz hali var: Dolu gösterdiği " niz boş çıkıyor. Bari bu hüneriniz için yüksek fiat istemeseniz!.. Romanlarmız, o kupkuru romanlannız birer liraya, hata daha pahalrya satılıyor. Emeklerinize kazanclarınızı insaflı bir nisbete niçin bağlamıyorsunuz? Sabnmızı istismar etiğiniz yetmiyor mu ki paramızı da heder ettiriyorsunuz...» Bu mektuba karşı ilkin Şeyh Galfem meşhur Fahriyesini ele alarak cevab verecektim, «Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz lördün mü bu vadii kemini Divanyt)l« sanma bu zemini Engüşti hata uzatma öyle Bir fıkramıza nazire söyle» diyip susacaküm. Sonra bunu, hedef olduğu muz haksız tarize ve taarruza karşı kâfi bulmadım, meşhur bir fıkrayı da ceva bıma ilâve etmek zorunda kaldım: Herifin biri kılıcile gelişigüzel oyna * yıp dururken silâh iğrilir, kullanılmaz hale gelir. Acemi silâhşor bu halden üzülür, şuna buna sorarak usta bir kilıc yapıcısı öğrenir ve ona başvurup silâhı uzatır, iğriliğini düzeltmek için kaç ku ruş ücret istediğini sorar. Usta «elli kuGene ayni hamiyet on, on beş gün ruş» cevabmı verince muvafakat eder. de bir, tek kab yemk yiyerek memleke* Kılıc sahibi, yaya dönmüş olan silâhm tin iktısadî kalkmmasına kannca kad uzun ameliyelerle düzelebileceği kanaarince yardım eünekten ayni tadın anla tinde. Halbuki usta, pazarhk biter bitmez tılamaz zevkini duyuyor. kılıa, oturduğu keçenin üstüne koyuyor Millî hedefe vannak için ilk iş: İküve şöyle bir iki kıvranıştan sonra demiri sadî kalkınmadır. düzelterek sahibine uzahyor. Acemi si " Alman ailesi içinde de evlenecek gene lâhşor şimdi pişmandır, üç beş saniye kız şöyle methediliyor: «Muktesid, ça lışkan ve sıhhatli.» Almanyayı iktısad içinde başanlmış bir iş için elli kuruş çalışma ve sıhhatli bir nesil, mev'ud sa~ vermemek azmindedir. Fakat bu fikrini açığa vurur vurmaz usta, kılıcı tekrar e" adete eriştirecektir. Almanyada okuyan Türk çocuklan line alıyor ve eskisi gibi iğrileşrjrerek serna, Türk münevverlerine çalışmak ka sem sahibine veriyor: dar lüzumlu ve memlekete karşı borc sa Haydi, diyor, sen de benim gibi yılacak bir iş daha düşüyor: Gönnek, yap, şöyle bir kımıldanrp demiri düzelt!.. dikkatle ve ibretle gönnek, ve bir gün bu Yazılanmızı kof, romanlanmızı pa ruh insicamını bizim halkımıza da bü halı bulan küçük bayanın da bir smayr yük mikyasta aşılıyabilmeL şa tenezzül buyurmalannı dilerim!.. dir. Pr. Dr. Kadrl Raşid Anday Adnan Cahid ötiihen duğu halde mavi zemin üzerine beyaz ve kırmızı, yuvarlak benekli, entariye benzer kalın bir rob ve üstüne açık kahve rengi yün örme bir ceket giymişti; siyah Ijaşörtüsü kaşlarına kadar alnını ve çenesinin yansma kadar bütün boynunu kapattığı için, limon biçimi ufarak bir boşluk içinde sapsan yüzü büsbütün küçülüyordu. Elleri de sanydı. Sıska bir kolun çakıltaşı gibi sivrilmiş bilek kemiği ucunda, üstüne ince ve şeffaf, kauçuktan bir eldiven geçirmiş iskelet parmaklan hissini veren, kirli san, kemik çubuklar halinde masanın ortasma doğru yürüyordu. Orhan bu elde avuc ve et namına hiç birşey yok sandı. Başhekim de kadının evrakından evvel yüzüne bakarak: M. TURHAN TAN Cumhuriyetin edebî tefrikası: 4 B i Z İNSANLAR Yazan: Peyami Safa Şapkasını çıkararak başını iyice arkaya salıvermişti. Bir tırtıl hareketile uzanıp kısahyormuş gibi görünen yarı kapalı, sü" zük ve yayvan gözlerile Necatiye şu korkuyu verdı: Galiba mağlub olmuştu. Biraz sonra doğruldu ve mırıldandı: Fena. Hastaneden çıktığı andanberi bu kelimeyi üçüncü defa telâffuz edıyordu. Fakat bu sefer ağzından bütün ruhunun iştirakine benzer kuvvetli bir nefes te çıkmıştı. Kendi de bu sesten korktuğu için vücudü karmakanşık hisler ve reflekslerle bir an sallandıktan sonra: îki gecedir üç saat bile uyumadım, dedi, yorgunluktan olacak, bu felâkete karşı içimde bir istinad noktası bulamıyorum: Muvazenemi bulamıyorum. Necari onu hafif bir munakaşa ile tahriic ederek dağılmış kuvvetlerini toplıyabilmesine fırsat vermek için: Hangi felâket? dedi, iş daha o raddeye gelmedi ki? Herhangi bir felâket ihtimaline karşı, demek istiyorum. İyi olacaksa düşünülecek bir mesele kalmaz; ben fena ihtimale hazırlanmak istiyorum ama muvaffak olamıyorum. Resmî hastanenin kapısı görünmüştü. Önünde kadın ve erkek, eski elbiselerinin içinde, iyice farkedilmiyen kafa, omuz ve bacak çizgilerinden başka, vücudlerinin endamı kaybolarak üstüste yığılmış, tortop olmuş ve gözleri yoran bir vuzuhsuzlukla sokağm manzarasma yapışmış insanlann kalabahğı vardı. Önü kapalı, dik yakalı, hastane hademelerine mahsus kıyafete benzer kahve rengi bir ceket giymiş, kasketini arkasma doğru atmış, kır saçlan altında uçarak, topallıya topallıya koşan yaşlıca bir adam, yanlarından geçerek başka istikamete giden bir otomobilin peşine düşmüş, bağırıyordu: Dur, şofor, dur! Numaranı aldım, belediyeye haber veririm. c Orhan ve Necati, hastanede, sertabibin odasma girdikleri zaman, içeride iki kişi oturuyor, iki kişi de ellerinde birer kâğıdla yazı masasının yanında, ayakta beklyordu. Arkasını onlara dönerek yanıbaşmdaki pencereden hastanenin büyük parmaklıkh kapısma bakan sertabib, ayakta, uzaklara seslenmek istiyen bir adamm geniş el hareketlerile, evvelâ muhatabmın bakışlarım kendisine çekmek ihtiyacınm gerdiği kollannı ileri nzatıyor, sonra geri alarak, henüz boşaltamadığı bir öfkeyi azar azar dağıtmak ister gibi kafasını iki yana sallıyordu. Arkasındaki ayak seslerini duyunca hemen geriye döndü ve içeriye girenleri başile selâmladıktan sonra, kanapede oturan iki kişiye bakarak: Ne yapmah, bilmem ki?.. dedi, sokak köşelerine adam mı koymalı? Bu taksiler hastaları bırakıp kaçıyorlar. İhtiyar kapıcı da peşlerinden yetişemiyor. Çünkü bu otomobilleri yakalarsam bırakmıyorum, içine formalin, asidfenik sıktırıyorum. Tabiî arabayı fena kokutuyor, Bu da şoför hazretlerinin işine gelmiyor. Hastaları bırakınca dümeni kırrp sıvışıyorlar. Mikrob yuvası. Şimdi o otomobile başka bir müşteri binecek. Farzedelim ki içinden biraz evvel tifolu bir hasta çıkmış. Bulaşmasına nasıl mâni olacağız? Tekrar pencereye gitti ve dışanya bağırdı: Sadık!.. Ötekini kaçırdm, bari şunu yakala... Nah, bak! Manevra yapı ne gelmiş pantalonunun sol dizkapağı yamalı, geniş omuzlanna göre kafası ufarak, burnu yassı ve gözleri içeri batık, otuz beş yaşlannda kadar görünen sarışın bir adam kâğıdlannı uzattı. Sertabib o nun yüzüne bakmamıştı. «Şu ilmühaber, şu muayene numarası, şu rapor...» diye kâğıdlan kanştırıyordu: Oo!.. dedi, bu ne? İlmühabere posta puîu yapıştırmışsm. lmzalıyan na~ sıl da farkına varmamış? Biz çakarız oğlum, haydi bunu değiştir, ben görmemiş olayım, sonra cezası vardır. Evrakı hastaya doğru itti; fakat onu oradan almasmı beklediği el hâlâ gö rünmediği için hastanm yüzüne baktı. Hasekide yer bulamadın mı? diye Adam, gözlerinde hiçbir anlayış belir " sordu, bizde de yok. Hem bana kalırsa, meden, sabit ve şaşkın duruyordu. Ser " hanım, sen sıtma değil, bir «ikten> geçi tabib kâğıdlan tekrar aldı ve rapora bir riyorsun. Anladın mı? Sanlık olmuşsun, göz atü: H a ! . . Bir «otit skleröz»... Ku sanlık... Ayağa kalkb ve kadının gözkapakla laklan duymuyor! Zile bastı ve kâtibi çağırttı; yelek cenndan birini dışarı çevirerek tekrarladı: Sanhk! Diş etlerini göster baka binden bozukluklar çıkararak: Şu raporun pulunu düzeltiniz, de~ yım... Hah!... sanlık... yann uğra... yatmana lüzum yok sanırnn... mütehassıs di, bu hastayı da bekletmeden polikli bir görsün bakalan. Haydi... evrakm dur niğe yollaym, sonra gelip evrakmı bu ~ radan alm. Kulaklan işitmiyor, hızlıca sun burada... Kadın uzaklaşırken iri vücudlü, üstü söyleyin biraz! lArkasî ror] başı boya lekelerile dolu, muşamba hali
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear