Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
24 tkincikânun 1936 CUMHURİYET Dünyanın en yüksek tepesi Evereste çıkmak kabil olabilecek mi? 6u yıl yapılacak seferi hazırhyan J. E. Shiptonun şayani dikkat bir yazısı . 2 [•] Yumurta ihracatı Bugünlerde Almanyaya büyük bir parti yollanacak Yumurta mevsimi yaklaşmaktadır. Ânadoludan yeni ve çok taze mal gelmeğe başlamıştır. Bugünlerde Almanyaya büyük mikyasta ihracat yapılacaktır. Da ha başlangıcda Almanyaya göüderilecek olan bu büyük parti bundan sonra ve bilhassa yumurta ihrac mevsirainin tama men geldiği zamanlar için çok ümid verici ve sevinc uyandıncı mahiyettedir. Elde stok olmadığı için fiatler iyicedir. İhracat arttıkça fiatlerin de artacağı tah min edilmektedir. Ispanya ile yapılan klering anlaşması henüz Heyeti Vekilece tasdik edilmediğinden bu memlekete yumurta ihracatı başlamamıştır. Maamafih ihrac mevsi minin de henüz gelmemiş olması tasdik keyfiyetinin gecikmesinin bir endişe o Iarak telâkki edilmesine imkân bırakmamaktadır. Esasen Ispanya hükumeti de mukavelenin tasdik işini daha bitirme miş ve tüccara da mevsimin kontenjan miktan bildirilmemiştir. Ispanya Türkiye ticaret anlaşmasının hemen bugünlerde her iki hükumet tarafından tasdik edilmesi beklenmektedir. İki tarafh tasdik işi bittikten sonra ihracatın ve dolayısile yumurta fiatlerinin çok artacağı umulmaktadır. GüneşDil teorisine göre toponomik tahlil ANK ve ANKARA Ank kelimesi üzerinde çok durulacak önemli bir kelimedir. Bazı Sümer siteleri ona enki dedıler. Bir adı da Ea idi. Sulann müekkeli idi, her tanrı gibi onun da bazı vazifeleri vardı. «Eridu tanrısı Enki sular üzerinde hükmederdi. Akıl ve ferasetin, ilim ve hikmetin tanrısı idi. El işi ve yazı san'atını o buldu L. Woolley Das Trank opfer s. 75). Enki yüreği yufka, insanlar için iyilik ister ve düşünür iyi bir tanrıdır da. Sümer masallarında anlatıldığı gibi. «Tannlar gazabe gelmiş ve insan cinsini suda boğmak suretile yok etmeğe karar vermişîerdi. Yalnız Enki bu gizli kararı utamapiştiye açtı. Ayni,kitab s. 75». Ve Nuh bunun üzerine gemisini yaparak insan cinsini yok olmaktan kurtardı. Sümerde Enki insan adı olarak La kullanıldı. Enkidu Gılgamişin sadık yoldaşı onu ölümlerden, felâketlerden kurtardı. Enkidu Sümerde olduğu gibi (Eti) mitolojisinde de etkili ve kuvvetli bir rol sahibidir. Topraktan çıkarılmış Eti eserleri Enkiduyu (boynuzlu ve kuyruklu bir boğa adam «Homme Taureau» Contenau la civilısation des Hittit et des Mitanniens s. 235) şeklinde göstermektedir. Sümer masallannda bunun meziyetlerinden bahsedilirken denilir ki: (Kılgamişin harikulâde bir dostu vardı. Bu çok zeki, çok kuvvetli Enkidu idi. Denis Saurat Histoire des religions s. 108). Bugünkü türkçe lehçelerinde ank ve ona hısım kelimeler şunlardır: Ang = (Rodloff, 1183 karaim, sort) kabiliyet, istidad, feraset hatıra. Angu = (Radloff, 1187. Uyg. Levha manzara. Angarmak = (Radloff, 1187 kas) idrâk, akıl, fehim. « An = (Pekarski Yakut dili 1100) 1 mebde, menşe. 2 birinci, ilk. 3 yarık, kapı, geçit, kader, kısmet. An.k = (Radloff. 1231). 1) (Kırgız) doğru, dürüst, açık. 2) (Kırım) izah etmek. 3) (Kazan, Karayim) hazır. Ang, ong, ung = Akıl, gayrimezru, yemin (sağ) (Rad. 1. «ad., kaz., Krm.» (der = Yabanabat Ankara) (Rad. 1 alt., tel., kır., K. kır., tar., sağ., Koyb., kaç., Kom., Krm., Uyg., Çağ.»). Angalmak = Hayret etmek (Türk men.). Angın angun = Mamur (Der = Manisa, Gördes, Muğla). Angı = Hatıra (Oğ). Angu = Hayal, resim (Oğ.). Anglayış = İdrak (B. T. L.). Ankı = Gafil (İd. haş.). Eski ve yeni muhtelif Türk lehçelerinde ank ve anğ ile ilgili kelimelerin hep sinde şu manaları buluyoruz: 1 Kuvvet kudret, asil, yaratan. 2 Akıl, zekâ, feraset, uyanıklık. 3 Sadık, açık kalpli, dürüst. 4 Resim, hayal, ışık. 5 Su. ve Sümer mitolojisinde suların tannsı. Ahterikebir ankur biçiminde bir ke limenin «her nesnenin aslı» demek ol duğunu ve kelimenin arabca olduğunu söyliyorsa da aldandığı şüphesizdir. Kelimenin anlamlannı öğrendikten sonra Ankaramızm Güneş Dil teorisine göre analizini yaparak hakikata varahm. Kelimenin etimolojik şekli şudur: Not: (Ank da iki konson yanyana olduğu için konsonların arasında bir (ğ) aramak lâzımdır. Zaten kelime dikkatle telâffuz edilirse bu (ğ) kendisini gösterir). Pil üzerinde çalışmalar Şaka nîyetinel Eğer öyle idise?! Bazı Fransız gazeteleri son zamanlarda Lavalin iki sözile alay ediyorlardı. Hazret «Ben dünya sulhunun direğiyim, düştüğüm gün harb başlar» diyor muş. İki gündür harb filân çıkmadığına göre bu kehanetin mümini sadece La valden ibaretmiş, demektir. Bazı meşhur adamlar, bazı meşhur manzara ve «ilâve» lerile marufturlar. Heryonun piposu, Stalinin ava elbisesi, Hitlerin kâkülü, Göringin nişanlan, Lavalin de beyaz kıravatile sigarası gibi.. Çok sigara içen eski Başvekil parlamentodayken mütemadiyen, sigara sablan yere taşınır ve yeni paketler alırmış. Birisi: Reis cenablan, demiş, siz Başvekil ve Hariciye Nazınsınız. Bu kadar adamınız var. Kendiniz yorulacağınıza birisini yollayıp sigaranızı aldırsanız daha münasib olmaz mı? Laval gülmüş: Ya düştüğüm zaman? demiş. Sadece meb'us Laval kalınca ne yapanm? Nüktede durendişlik mi galib, yoksa tevazu mu, belli değil. Ancak kendi işini kendi gördüğü malum olan eski Başvekilin mevkii ensesi kadar kalın değilmiş ki radikallerin payandası alınınca gürleyip gitti. Eğer hakikaten dünya sulhunun di' reği Laval idise buyurun cenaze namazina! Everesten bir bafka görünüş (Bu yazıyı 1935 te dünyanın en yüksek tepesi Everestte (8882 metro) uzun tetkik ve keşiflerde bulunan heyeti sefe riyeye kumanda eden Mr. E. E. Shipton yazmıştır. Geçen hazirandan bu senenin sonlarına kadar devam eden mesaisi esnasında Mr. Shipton bu yıl Hugh Ruttledge heyeti seferiyesi tarafından Everestın zirvesine yapılacak tırmanmanın esaslannı hazırlamış, tetkiklerini yapımş ve bu yazısile bize beşerin şimdiye kadar muvaffak olamadığt bu işin esrarlı ve enteresan noktalannı anlahnıştır. Everest heyeti seferiyesi bu ayın sonunda lngiltereden hareket edecektir.) Maksadımızm husulü için doğrudan doğruya Eevereste gitmeğe hacet yoktu. Garbe doğru yürüyüşlerimizde şimdiye kadar kesfolunmamış ve insan ayağı değmemiş Nynno Ri ve Ama Drimiv zirvelerine temel vazifesi gören dağ silsilelerini, tabiî manzarası son derece güzel sırtlari uzun uzun seyretmek fırsatını da elde etmiştik. Tibetlıler mutad yoldan aynlışımıza iyi nazarlarla bakmış olsalardı belki buralarda daha fazla tevakkuf eder, bu havali hakkında daha mufassal tetkiklere girişirdık. Maamafıh diğer bakımlardan Tibetlilerden 1933 yılında olduğu gibi son derece nezaketle muamele gördük. Bıze çok misafirperverlık gösterdiler. Her yerde bızi çok rahat ettirdiler. Bu saf ve sade insanlann kendilerine mahsus hayat felsefeleri hepimizi o derece tesir altında bıraktı ki garb medeniyetine karşı besledıkleri lâkaydıyi hoş görür olduk. 1935 monsoonu bu sene çok geç başladı. 26 hazirandan evvel yağmurlar, Tibet yaylâlannı istilâya başlamamıştı. 4 temmuzda Rongbuka vâsıl olduğumuz zaman oradaki manastınn eski dostumuz ihtiyar papazı sağ ve salim bula rak o kadar sevindik ki sanki kendtmizi Everesti fethetmiş sandık. Bizi çok iyi kabul ederek mevsim hakkında kıymetli malumat verdi. Tahmin ettiğimiz gibi Everesti baştanaşağı monsoon karile örtülü gördük. Fakat yukarı doğru yol aldıkça son derece berrak ve güneşli günlerle karşılaştık. Bu suretle Everestte iyi hava bulmak ümidleri gitgide kuvvet buluyordu. Dağın şimal sırtını tetkik için Spenderi Rongbuk vadisinde bırakarak biz şark Rongbuk cümudiyesini keşfetmek üzere o tarafa doğru yol aldık. (3) numaralı kampın biraz üstünde 1934 senesinde yanında hiçbir Avrupalı olmadığı halde Tıbetten, Evereste giderken yolda ölen Maurice Wilsonun ce sedile karşılaştık. O zaman kendine refakat eden yerlilerden Rinzing de cesedi bulduğumuz zaman yanımızdaydı. Rinzing bize Wilsonun Evereste çıkmak gayesile buzlu sırtlara tırmanmak için muhtelif tecriibelerde bulunduğunu yana yakıla anlatıyordu. Wılsonun yiyeceği boldu. Çünkü 1933 te bizim tarafımızdan bu mahalde bir mahzen içinde uzun zaman yetecek kadar yiyecek bırakılmıştı. Bu mirasa konan Wilson kendi getirmiş olduğu yiye ceklerle birlikte uzun zaman dayanabi lirdi. Tahminimize göre Wilson çadınnda uyurken ölmüştü. Yattığı yerin üze rinden rüzgâr çadınn bağlannı kopar mış, zavallı bu hal karşısında bile uya namamış. Bunun için onun sadece so ğuktan ve vücudce fazla yorgun olmasından öldüğünü kabul etmek lâzım geli yordu. Wilsonu çadınnın yanında bir yere gömerken hepimizin gözleri yaşarıyordu.. Şımal cephesinde çığlann büyük tehlikeler teşkil ettiği hakkında şimdiye kadar yalan yanlış birçok yazılar yazilmif.hr. Beace bilhassa bu cephede çığlann ba$ka yerlere nazaran daha tehlikeli olduğunu izah etmek güçtür. Fakat buna sebeb ihtimal ki 1922 deki büyük çığ olabilir. Biz de bu inanca göre, buralarda daha tedbirli hareket ediyorduk. *** VİLÂYETTE Yeni maiyet memuru Hukuk mezunlanndan Adil Vilâyet maiyet memurluğuna tayin ceklerimizi saklamak için kazdığımız mahzenin de yerliyerinde bulunduğunu görerek çok sevindik. Bu havalide üç günlük sıkı bir mücadeleden sonra Everestin şimali şarkî sırtının eteğinde bir kamp kurduk ve buraya on beş günlük bir müddet için yetecek erzak ve mahrukat depo ettik. Kempson, Warren ve ben yanımızdaki dokuz yerli ile bu kampa yerleştik. *** Plânımız buradaki üssülharekeden bilıstifade 26,000 kadem irtıfaa muvak kat hafif bir çadır kurarak vaziyeti tetkikti. Ayni zamanda buralardaki vaziyet hakkında birbirini tutmıyan tetkik ve raporlann hakikate ne derecelerde uygun olduğunu da tahkik edecektik. Elimizdeki malzeme, yiyecek ve insan kuvveti bilfiil Everest zirvesine tırmanmak teşeb büsleri için kâfi idise de, kar vaziyetinin müsaadesizliği bizi bu arzumuzdan vaz geçirecek derecede idı. Ayni zamanda bu mevkie kadar nisbeten müşkülâtsız olarak tırmanmış olmaklığımız, hafif ağırlıklarla ve küçük bir heyeti seferiye ile Everest zirvesini fethetmenin daha kolay olaca ğmı ispat etmiş bulunuyordu. Rongbugdan çıkıp bir hafta içinde bu mevkie kadar gelişimiz bizi epeyce yormuştu. Bunun için hem havaya alışmak, hem de dinlenmek üzere üç gün istirahate karar verdik. Rüzgânn çok kuvvetli olarak esmesine ve bizi fazlaca rahatsız etmesine rağmen geceleri müstesna, pek fazla şikâyetimiz yoktu. *** Havanın iyileşmesini dört gün kadar bekledik. Bu esnada sırta doğru bir tır manma tecrübesi de yaptık. Vaktimizin bol ve esas işimizin de Everesti monsoon esnasında tetkik olduğundan fena havada kendimizi zorlamak istemiyorduk. Bu nun için ağırlıklarımızm ve malzemenin kısmı küllisini burada bırakarak başka zirveleri tetkik etmek üzere (3) numaralı kampa indık. Hava iyileşince gene yu kan çıkacaktık. (Arkası var) kadar süratli idi ki, bütün dikkatimi o noktaya, tehdid altında bulunan o mevzie vermiş olmasaydım, bunu asla his sedemiyecektim; paltom, rüzgâra maruz kalmış gibi şöyle bir kınşu, bir kuş ka nadınm okşayışına benzer yumuşak bir temas hissettim ve... Ve, birdenbire, hiç tahmin etmediğim bir şey oldu. Elim, anî surette yukan kalkmış ve hırsızın, ceketimin içine giren elini yakalamıştı. Bu haşin müdafaa plânını tasarlamış değildim. Elim, gayriih riyarî, hesaplamnadan yapılmış bir ha reketle, otomatik bir surette, sadece sevki tabiî ile kalkmıştı. Ve şimdi, soğuk ve titrek bir yabancının elini tutmuş sıkıyor, kendi hareketimden kendim korku ve hayret duyuyordum. Müthiş bir şeydi bu! Hayır, ben bunu istiyerek yapmış değildim. O lâhzayı tasvir edemiyeceğim. Başka bir adamın vücudünden bir parçayı zorla elimde ruttuğumu düşündükçe korku iliklerime işliyordu. O da benim gibi korkudan dona kalmıştı. Benim iradesizliğım ve itidalsizliğim onu sahvermeme nasıl mâni oluyorsa, o da, kendinde, kurtulacak cesareti ve soğukkanlılığı öylece bulamıyordu. Me Armud dil olsaydı ! Taksi ücretleri Uk açılışta 15 kuruşa indirileceği söyleniyor Şoförler cemiyeti son zamanlarda bazı şoförlerin taksilerin on kuruşa adam taşımaları hakkında yaptıkları müracaate muarız bir cephe almış ve bu işi mu vafık görmemiştir. Cemiyetin noktai nazarına göre bugün mevcud olan taksi müşterisi buhranını büsbütün artıracaktır. Bunun için cemiyet bu şeklin aleyhinde dir. Bir muharrir. şöyle bir fıkrayı aynen tercüme etmiş (sanki diğerleri değilmiş gibi!) babasınm bahçesinde bir armud ağacı varmış (neden ayva değil de armud?) ve bu armud ağacının birçok dal* larile, dallann ucunda meyvalan... Aca(D (2) (3) (4) ba babası kaç tane elma toplıyacakmış? Ankara = ağ + an ağ + ak + Yüz mü, yüz elli mi? Hayır hayır bilef (5) (6) mezsiniz. Çünkü babasmın bahçesindeki ar + ağ ağac elma değilmiş ki, armudmuş!» (1) ağ = ana köktür, asıl esas, sa İyi ki meyvalann tahassüs kabiliyeti hib, kudret manalarını verir. yok, yoksa zavallı armud kendine izafc (2) an = ektir. Bu anlamlan süje edılen böyle armudca bir nükteye kimbiveya objenin en yakın sahada muhitine lir nekadar kırılırdı? ve bitişiğine götürür ve süje veya obje Duçe söziinU tutmuş ! ile ana kökün çok yakın bir münasebe tini ifade eder. Ogaden çölünün yakıcı sonsuzluğunda bir Italyan kolu güçlükle, cepheye doğru ilerliyordu. Hararet derecesi bu kış gunünde 40 dereceydi ve askerler boşuboşuna, sığınacak bir gölge anyorlardı. Vapurların devri Henüz Vekâletten bir tebliğ gelmedi Kempsonun Alplerde ve benim de Himalâya dağlarındaki tecrübelerimiz epeyce uzun senelerin mahsulü olduğu halde ve her ıkımız de buradaki kar vaziyetini çok yakından tetkik etmemize rağmen «çığ» tehlikesini kendi hesabımıza kayde şayan görmedik. Maamafih umumî manzara itibarile şimal cephesini 1933 tenberi bir hayli değişmiş bulduk. O zamanki yolumuzun orta kısımlan ve bilhassa bu kısmın üzerinde 12 metro yüksek]iğindeki buzdan duvar o kadar değişmişti ki b uvaziyet 1933 te böyle olmuş olsaydı, burayı o zamanki şartlar altında aşmak hemen hemen imkânsız denilebilir. Buna mukabil otuz kırk metro sağdaki bir buz parçası bir dil gibi uzamış ve (4) numaralı kampa bundan istifade ederek çıkmak daha kolaylaşmıştı. Fakat buz tabakasının üstü de öyle kaygan bir hale gelmişti ki buraya çadır kurmak imkânsız bir hale girmişti. Maamafih buraya çıktığımız vakit eski kampın bulunduğu (*) tlk yazı evvelki günkü sayımız • yerin iki buçuk metro derinliğinde mon3adır. soon karile örtülmüş olduğunu ve yiye Vapurculuk şirketine aid vapurların Denizyollan idaresince satın almması hakkındaki Vekiller Heyeti kararnamesi henüz şehrimize tebliğ edılmemiştir. Kararname bugün gönderildiği takdırde hazır olan satış mukavelesi iki tarafça derhal imzalanacak ve tasdik edilmek üzere Iktısad Vekâletine gönderilecektir. Iktısad Vekâleti tarafından mukavele tasdik edilir edilmez, şirket seferlerini Buna mukabil Şoförler cemiyeti baş ka bir formül için Belediyeye müracaat durduracak ve vapurların devir ve teslimine başlanacaktır. Küçük vapurların etmiştir. Cemiyetin gösterdiği bu şekil teslim ve tesellümü herbiri için yirmi dört Belediyece tetkik edilmekte olan teklifle saat sürecek, büyük vapurlar da birer birleştirilmiştir. Belediye taksilerin açılış birer ancak bir iki günde devredilebile ücretini indirmek istemektedir. Taksi açıcektir. Bu vaziyete göre teslim ve tesellış ücretleri evvelce 26 kuruş olarak tes lüm muamelesi şubatın onuna kadar sübit edilmişti. Halbuki o zamandanberi recektir. hayat şeraiti çok değişmiş olduğundan Satış mukavelesine göre vapurların bunun değiştirilmesi muvafık görülmek 900,000 lira tutan bedelinden 200.000 tedir. Taksi açılış ücretlerinin 15 kuruşa lirası şirketin borclarma karşı bankada indirilmesi çok muhtemel görülmektedir. açık tutulacak, diğer 200,000 lirası mukavelenin imzasından sonra verilecektir. Muhtelit mahkemelerdeGeri kalan 500,000 lira da Denizyollan idaresince bir sene içinde tediye edilecekTürk Fransız mahkemesi tir. Şirketin tasfiyesi dolayısile kırk kadar Henüz işlerini bitirmiyen Türk Fran memur açıkta kajmaktadır. Denizyollan sız muhtelit mahkemesinin bir sene daha idaresi memura ihtiyacı oldukça bu mevazifesine devam etmesi muvafık görül murları tercihan alacak, haricden başka memur almıvacaktır. müştür. miş...» Tlarakmalar gitgide hızla yük seliyor, ve korku, soğuk bir halka gibi, bizi hâlâ biribirimize kenetliyordu. Nı hayet, başımı ondan tarafa çevirmek cesaretini buldum. Gözü, gözüme ilişti. Bu ıslak gözler «aman! Allahaşkına beni ele verme!» diye yalvanyor, onun nefe sini kesen bütün korku sanki bu iki kü çük, yuvarlak gözden dışan fışkırıyor, incecik bıyıkları titriyordu. Benim sa rahaten görebildiğim onun bu alabildi ğine açılmış gözleriydi; yüzü, o zamana kadar hiç gbrmediğim, ondan sonra da hiçbir kimsede raslamadığım bir dehşet ifadesi arkasına gizlenmişri. Bir insanı, hayat ve mematı benim elime verilmiş bir esir, bir köpek gibi karşımda yalvarır görmekten utanc duydum. Bu korku, bana, zelil göründü, gözlerimi öteye beri ye çevirdim. O, bunun manasını anladı. Artık, kendisini kat'iyyen ele vermiye ceğimi biliyordu. Bu itimad ona yeniden kuvvet verdi. Yanımdan ebediyen uzaklaşmak istediğini keşfediyordum. Dizinin, dizimdeki tazyıkı yavaş yavaş gevşedi, kolunun vücudümdeki ılık temasının a zar azar hafiflediğini duydum. Zanaatındaki mükemmel erbablığını tekrar ele Güneşin tahammül edilmez sıcaklığile tere boğulmuş bir asker, yanındakine, y%vaşça söyledi: Duçenin daima hakkı vardır! Arkadaşı hayretle sordu: Nasıl? O Italyanlara güneşli bir memleket vadetmemiş miydi? Işte görüyorsun, sözünü nasıl tuttu!.. Italyan askeri haksızlık etmiş doğrusu.. Pusulada âlemi uhrevinin ezelî güneşine kavusmak ve cennetiâlâda daha doğrusu cehennemi süflâda ebediyen terlemek t« vardı. SAKACI Zeytin müşterileri Bu sene zeytin fiatları da oldukça yüksektir. Son zamanlarda Rusyadan başka Romanya da bizden zeytin almağa talib olmuştur. Bazı tüccarlanmız Romanya zeytin alıcılarile temaslara başlamışlar dır. Bu sene zeytinyağı piyasası rekolte < • nin azlığı yüzünden oldukça yüksektir. Fiatlann yüksek oluşu ihracata imkân bırakmamaktadır. Yalnız bir kısım tüc carlar mevcud imkânlardan istifade ederek Japonyaya zeytinyağı ihracı için çalışmaktadırlar. almış, şöyle hafif bir dürtüşle benden uzaklaşıp, yan tarafa süzülüvermiştı. Bir hamle daha yaptı ve kalabahktan sıy nldı. Fakat onun vücudüme yaptığı sıcaklık kaybolunca, içim bir vicdan azabile doldu. Onu böyle terketmeğe hakkım yoktu. Bu yabancıya, sebeb olduğum korkudan dolayı tazminat borclu bulunuyordum, cahili bulunduğum bir san'atı, kendi de farkında olmadan bana talim eden bu adama bir ücret vermeliydim, benden alacağı vardı. Alelâcele, kala balığı yararak cümle kapısına seğirttim. Fakat zavallı adam beni görmüş ve maatteessüf maksadı yanlış anlamıştı. Bahtsız mahluk, akıbet kendisini ele verece ğim zehabına düşmüş ve loş dehlizi dolduran kalabalığa karışmış, kaybolmuş tu. Peşinden yetiştiğim sırada işişten geçmiş bulunuyordu; merdivenin altbaşın * da, sarı bir leke halinde, onun dalgalana dalgalana uzaklaşan paltosunu görebıldim. Çabucak gözden kayboldu. Ders, başladığı gibi, hiç umulmıyacak bir tarzda bitmişti. BİR SAN'ATIN İÇYÜZÜ 15 Yazan : Stefan Zweig Müthiş bir sabırsızlık içinde beklerken, bir yandan da, ılık ve emniyet verici varlığım göğsümün üzerinde hissettiğim cüzdanımda kaç para bulunduğunu süratle hesablıyordum. Zihnimiz kesemize takılınca, vücudümüzün her tarafı, sinirlerimiz, dişlerimiz, ayak parmaklanmız derhal hassaslaşır. Şimdilik, cüzdamm yerinde duruyordu; taarruzu korkusuz, metin, bekliyordum. Fakat, garibdir ki, bu taarruzu istiyor muydum, yoksa bundan korkuyor muydum, bunu kat'iyyen kestiremiyordum. Bu noktadaki duygu lanm müphem, adeta taksime uğramış gibiydi. Bir taraftan, bu budalanın he sabına düşünüyor, onun benden uzaklaşmasını temenni ediyor; diğer taraftan da, içimde dişçi kerpeteninin, ağnyan dişine yaklaştığmı gören bir hastanın duyacağı korkuya benzer bir takallüsle, onun şaheserine, kat'î darbesine intizar ediyor dum. Fakat o, benim bu tecessüsümü sanki cezalandırmak istiyormuş gibi, ağır alıyordu. Eli mütemadiyen duraklıyordu, fakat ben, bu elin, benim pek yakınımda bulunduğunu hissediyordum. Bu el ih tiyatla, santimetro santimetro ileriliyordu ve ben, zihnim tamamile bu sürekli te masa takılmış kalmış olduğu halde, düşünce kabiliyetim ikileşmiş gibi, bir yandan da, müzayedeyi takib ediyordum: «Üç bin yedi yüz elli... Istekilisi yok mu?... Üç bin yedi yüz altmış... Üç bin yedi yüz yetmiş... Üç bin yedi yüz seksen... îsteklisi yok mu? Yok mu isteklisi?» Çekiç indi. Mezad bitince, kalabalı ğın gevşemesinden hasıl olan hafif dal ga, bir kere daha bana kadar geldi... Bu sefer hissettiğim şey bir elin teması de ğil, bir yılanm hızla kayması, bir nefesin geçişi gibi bir şeydi; o kadar hafif, o zad memuru, hâlâ «dört yüz elli... Dört yüz altmış... Dört yüz )*tmiş...» diye bağırmağa devam ediyordu. Ben, hâlâ, hırsızın elini sımsıkı tutuyordum. Ara mızda geçeni hiç kimse görmemişti; oracıkta, iki kişi arasında oynanan bu faci anın kimse farkında değildi; bu garib mücadele ancak ikimiz arasında, son deıeceye kadar gerilen sinirlerimiz arasın da cereyan ediyordu. Mezad memuru hâlâ bağırıyordu «beş yüz otuz... Beş yüz kırk... Beş yüz elli» Nihayet, nefes alabildim; bütün bu hâdise on saniye ancak sürmüştü. Eli bıraktım, çekildi ve san paltonun yenine saklandı. «Beş yüz altmış... Beş yüz yetmiş... Beş yüz seksen... Altı yüz... Altı yüz on...» Ora da, rakamlar, biribiri ardınca sıralanıyordu; ve biz, ayni sırla biribirimize bağlanmış, ayni macera ile kötürümleşmiş, yanyana duruyorduk. Onun, bana yaslanan vücudünün ılıklığını el'an duyuyordum. Tazyiki altında kaldığım yükten kurtulunca, kaskatı kesilen dizlerim titremeğe başladı ve bu titreme yanımdakine de sirayet etti sandım. «Altı yüz yirmi... Altı yüz otuz... Kırk... Elli... Altmış... Yet BlTTl