Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURÎYET 7 Ağustos 1939 KUçUkj hikâye İ Bir psikolog Sheridaudan leyiniz bakalım. siz hayatta ne yaparsınız? Büyük birşey değil herhalde... Çok çalışır, çok para kazanır ve çok harcarım... Biraz intizamsız bir hayat, fakat budalaca değil! Doğrusu evlenmelisi niz... Renand: Maalesef imkânsız, diye itiraf etti. Birisine bağlanmak size güç mü geliyor? İnsan sevdiği ve sevildiği vakit değil. Hem seviliyor, hem de çılgınca seviyorum... O halde evlensenize, ne beklivorsunuz? Bu da imkânsız, azizim Mösyö Grandchamp. Dostum evlidir ve, ba basma nisbet olsun diye, ayrılmanın lâfını bile ettirmiyor. Fakat evlenme sek ne çıkar sanki! Böyle de mes'uduz. Dostum nekadar bahtiyar olsa değer.' Kendisi o kadar tatlı, o kadar fedakâr, o kadar nükteli, hem de o kadar güzel ki! Sizin gibi bir arkadaştan gizli olmaz bakın. Renand cebinden bir resim çıkardı. Grandchampa uzattı. İhtiyar resme bir göz attı ve birdenbire kıpkırmızı oldu. Alnmm terini sılerek: Evet, dedi, gerçekten çok güzel, nefis bir kadın! Zavallı adam, tahmin ettiğiniz gibiresimde kızını görmüştü. Bugünden itibaren Grandchamp Renandı bir evlâd gibi sevmeğe başladı. Onun sayesinde pis bir damadın fenalıklanndan öç almış oluyordu! Ve sonra görünüşe bakılırsa, bu adam kızını mes"ud ediyordu. O zaman aklına gayet tabiî bir fıkir geldi. Bunu arkadaşına açtı, fakat sebeblerini açıkça anlatmadan Mösyö Renand, Parise döndüğü müz vak^t gene beraberce eğlenmekte devam edemez miyiz, dersiniz? Hertürlü delilık yapmağa hazırım, yalnız bir şartla.. Dostunuz da beraber gelmeli... Renand ne evet, ne de hayır, dedi. Birkaç gün evvel arkadaşına resmi gösterdıği vakit Grandchampın yuzühde beliren heyecana dıkkat ermi$ ve bunu, tahmin edilebileceği gibi, gerçek ten uzak olan sebeblere atfetmişti. Fakat elinde bulunan şeyi kaçırmak istemiyordu. Arkadaşının güzelliğmden değilse de, parasından korkuyordu. Kadınların fazıleti o kadar oynaktır ki: hele istekleri!.. ... Ertesi günü Renand gittikten sonra Mösyö Grandchamp mektub kutu sunda şu tezkereyi buldu: «Aramızdakı münasebeti buradn kesmek ve, müteessir olmama rağmen, emin olun, bundan sonra Parıste görüşmemek daha doğru olur. Açıkça konuştuğum için beni affedin. Niyetinizi i yice anladım. Sadece dostumla tanış mak istiyorsunuz, bana da saadetımi korumak düşüyor. Bir psikolog olmakla öğünebılirım!» VARAL Dinler tarihi Yazan: Doçent A. Hilmi Ömer Budda Viyanada meraklı bir hırsızlık Yazan: M. Turhan Tan Mücevherler içinde Ab Tarihî romam : 8 diHhamid turalı bir de Çakırcı. herşeyi anlamıştı ve ahklığmîn ağirlığindan kurtulmak için ölümü istemeğe başlamıştı yüzük varmış! Çakırcı ile Yunusun haykırmakla değil, kamçılanmakla da gözlerini açamıyacak bir durumda olduklarını gören genc Macar, oraya geldigeleli takmdığı finoluğu birden bıraktı, dörtyana sert sert emırler vermeğe koyuldu ve kısa bir zaman içinde Vidin valisini de, adamlarını da bağlattı, katırlara yükletti, ölü götürür gibi yola vurdu. Uyuşturucu maddeler kanştırılmış keskin şarabların ona kazandırdığı bu zaferden yenilenlerin haberi bile yoktu, hepsi sımsıkı bağlandıkları katırlar üstünde horuldayıp duruyorlardı. Yaksiç, şen bir evdi (acele, tehalük) ile kendi atına binip te oyun yerinden uzaklaşacağı sırada bir uş^ık geldi: Buyar, dedi, burada ayık bir çocuk var. Kollarını göğsüne kavuşturarak bizi gözetliyor. Bükreşten gelenlerden baska o'arak orada sızmamış bir adam bulunabilmesi Yaksiçin gözlerini dört açtı ve bağırdı: Ne duruyorsunuz eşekler, onu hemen yakalayın, ipe sarın, yanıma getirin. Uç beş dakika sonra on dört, on beş yaşlannda bir Türk çocuğu, ipler içinde, Yaksiçin yanına sürüklenmişti. Bu, a^lan yavrusunu andıran bir genc irisi idi. Pençesi henüz olgunlaşmamakla beraber gözlerinde taşıdığı kanın alevi, yap:h şmda yiğit bir ırkın bütün güzelliği beliriyordu. Yaksiç, bir iki saniye bu insan güzelini süzdükten sonra sordu: Senin burada işin ne? Çocuk rumence cevab verdi: Ben de Paşalıyım, ağamla birlikte Vidinden geldim. Ağan kim? Akıncı Kara Murad. Benim öz kardeşimdir, ağamdır. Nerede o şimdi? Kızıl cinli (şarab) içıp kendinden geçti, ipe sarıldı, bir katıra atıldı, götürüldü. Yaksiç, rumence konuşan aslan yavrusunu derin bir dıkkatle yeni baştan süzdü, kaşlarını çatarak bir hayli de düsündü, sonra hain bir gülüşle dudaklarını Sen, dedi, niçin içmedin? Ben daha çocuğum. Ağamın yaşına gelmeden öyle şeyler yapamam. Peki, şimdi ne düşünüyorsun, bizim yaptığımız şu işe ne diyorsun? Hiç, ne diyeceğim. Kancıklık, orospoğluluk! Demek biz kancığız, öyle mi? Kancığın da kancığı. Çünkü pusunuzu sofra başında kuruyorsunuz. Konuklannıza kıyıyorsunuz. Buna da peki. Yalnız birşey soracağım. Doğru söyler misin? Biz yalan bilmeyiz. Bılseydik pusunuza düşmezdik. Peki babayiğit, bana açık söylc. Bir gün eline fırsat geçse bizden öc almaya kalkışır mısın? Haydi bunu bileydin. Hiç ehme fırsat geçer de sizden bu kancıklığm hesabını sormaz mıyım? Oyleyse yürü, Bükreşe gidelım. Orada göreceğin şeylerle hıncın biraz daha artsın!.. Yaksiçin adını sormağa lüzum görmediği bu genc irisi Türk te bir katıra bindirildi, yola çıkıldı. Ancak gün doğduktan sonra gözlerini açabilen Çakırcı Hamza Paşa, kendini iple sanlı ve bir katıra bağlı bulunca ilkin düş görür olduğunu sandı, biraz sonra durumun acıklılığını anladı, utancından gözlerini yumdu, ölümünü dilemeğe koyuldu. Hiçbir şey bilmediği halde herşeyi anlamıştı ve alıklığının ağirlığindan kurtulmak için ölüme özlem beslemeğe başlamıştı. Birer birer ve yavaş yavaş gözlerini açan bütün Paşalılar da ayni düşünceye bağlanmışlar ve ayni özleyişe kapılmış lardı. Yalnız Yunus Bey, bir çuval gibi üstüne atıldığı katırdan bile yardım umacak bir şaşkınlıkla bu durumdan kurtulmak ihtiyacı içinde çırpınıyordu, için için ağlıyordu. #** Vilâd, bir konak yeri uzakta bekü yordu. Yanında bin atlı vardı. Eğer Demitriyosun uyuşturucu ve uyutucu şarablan, çıplak topuklu scfracıların, Bükreşte kurulan plânın canlanmasına, verımlı olmasına yetmezse Voyvada, yanındaki athlarla bir gete baskını yapacaktı, Çakırcı Hamzayı yüz elli kişiyi geçmiyenadamlarile uyurken yakalamağa sava şacaktı. Demitriyos Yaksiçin yolladığı müi deciler, kararlaşhrılan işin pek kolaylıkla yapıldığını haber verince Vilâdın gözleri parladı, sevincinden göğsü kabardı ve yerinde duramıyarak hemen atlandı, kalafattan gelenleri karşılamağa koştu. Yaksiç, şarab, saz ve beyaz topuk kuvvetile yenip ipe bağladığı Vidin valisini, katıra konulduğu biçimde Voyvadaya prezanta etti: İşte asaletmeab, dedi, sizi yakalayıp İstanbula götürmek istiyen adam. Şaşkınlıktan yolunu şaşırdı, Bükreşe geliyor! Vilâd, şerefsiz bir zaferin yersiz gururu içinde boynunu yükseltmeğe çalıştı, emir verdi: Bunlan katırlardan indiriniz, bir sürü biçimine koyunuz, Bükreşe kadar yaya yürütünüz. Onun dediği gibi yapıldı. Çakırcı tek, öbürleri çift olmak üzere uzun bir dizi yapıldı ve her sıra önündekiler arkasındaki çiftlere iple bağlandı, Bükreşe doğru sürütülmeğe başlandı. Uzun kamçılar, arasıra, vahşi bir kahkaha gibi bu dizinin sırtlannda çınhyordu. Vılâdla Demitriyos ta kulaklarına çarpan bu sesi duy dukça neşeden kablanna sığamaz olu yorlardı. Bükreşe yaklaşılınca büyük bir kalabalık karşıya çıktı. Vilâd, şarab sofrasında ve dostluk maskesi altında kazanılan bu büyük zaferin yıllarca dillerde gezecek bir biçimde kutlulanmasını istemişti, payitahtına o dileğini taşıyan sert emirler göndermişti. Genc, ihtiyar; dışi ve erkek herkes, elı kanh Voyvadanın zulmüne uğramamak için erkenden yollara dökülmüşlerdi, çarçabuk yapılan taklar altında ve etrafında bu kahramanca gelişi alkışlamağa hazırlanıyorlardı. Alay, şehrin dışındaki büyük meydana gelince Vilâd, atını ileri sürdü, uzun bir gevezelik yaptı, yirmi y.ldanberi Türklerle kendi arasında geçen işleri anlattı, bir zamanlar İkinci Murad tarafından Geliboluda nasıl zindana konuldu ğunu söyledi, oradan kurtulur kurtulmaz Macarlarla elbirliği yapıp giriştıği savaşları sayıp döktü, 1 444 teki Varr.a boğazlaşmasında ve Jan Hunyadla beraber bozguna uğradığı zaman Türklerden öc almağa yemin ettiğini hikâye etti ve sonra haykırdı: İşte bu öc şimdi alınmağa başlanıyor. Yaşasın Vilâd diye beni alkışla yın ve neler yaptığımı görün!. Herşey önceden düşünülmüş, hazırlanmışh. Bir tarafta sıra sıra kazıklar, bir tarafta kazanlar, tencereler, onlann biraz ötesinde bir sürü keçi, daha i'eride küme küme odun yığını göze çarpıyordu. (Arkası var) Sekiz günde, birbirlerinden ayrıla mıyacak kadar, arkadaş olmuşlardı... İkisi de ayni hastalıktan korkarak, bu su şehrine üç haftalık bir kür için gelmişlerdi. Fakat ilk görüşte, aralarmda bu kadar sıkı bir arkadaşlığm kurulacağını kimse ummazdı. Mösyö Leon Grandchamp altmış yaşında bir teci mendi. Ciddî bir adamdı. Mösyö Ber nard Renandnın ise, sonradan görme bir tipi vardı. Bu farklara rağmen, ve yahud da bunlardan ötürü, Grand champla Renand birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı. Ayni otelde oturuyorlardı. İlk tanışmaları da buradan başlamıştı. Daha şafak sökerken birbirlerine bağırarak hatırlanm sorarlar, sonra hiç değişmiyen bir programla, sıcak su kaynaklarında, öğle yemeğinde, briç par tisinde, kazinoda, akşam yemeğinde, geceleyin kabarede buluşurlardı. Gündüz gezintilerini hiç bırakamazlardı. Bazan Grandchampın, otomobilile ba zan da Renandnın otomobilile giderlerdi. Grandchampın otomobili güzeldi. Bunu bir soför kullanırdı. Renandmnkinde ise şoför yoktu. Ona bmen her dakika devrilmesi imkânmdan korkardı. Mösyö Grandchamp her zaman ar kadaşının yanına otururdu. Belki de onun yanında gencleştiğini hissederdi. Renand bunu düşündükçe koltuklarını kabartıyordu. Grandchampla arkadaş oluşu, başka birisini bulamamış olma sındandı. Fakat bundan hiç canı sıkıl mıyordu. Hatta yeni arkadaşını Paris te görüp görmiyeceğini bile düşünü yordu. İşler o kadar fena gidiyordu ki, tatil zamanında tanıdığı insanlan unutmanın sırası değildi. Şunu da itiraf etmeli ki Renand en ziyade yalnızlıktan korkardı. Mösyö Grandchamp olmasaydı o, ne yapardi? Bunu düşünmeğe bile cesaret edemiyordu. Bilerek veya bilmiyerek, kendisinden hiç ayrılma dığı için, arkadaşına karşı derin bir minnet duyuyordu. Bir yere yalnız girmek, Raoul Renand için geı<;ek bir azabdı. Kabarada masalarını, en iyi bir köşede tutmuşlardı. Birkaç çift dans edi yordu. Bazıları da yüksek taborelere oturmuşlar, birbirlerine fena fena hikâyeler anlatıyorlardı. Herkes elinden geldiği gıbi eğleniyordu. Grandchamp ile Renand ise bir köşeye çekilmişler, bir şampanya şişesi öhünde birbirlerine derd yamyorlardı. İçlerinden en ihtiyarı: Evet, evet, yalnız, tamamen yal nız yaşıyorum, dedi. Karımı kaybedeli on beş sene oldu ve o zamandanberi dünya ile her münasebeti kestim. İş ten çekildim. Kulübde birkaç arkada şım var, işte o kadar... Renand: Çocuğunuz yok mu? diye sordu. Bir kızım var, biricik ve çok güzel bir kızım. Fakat onunla, evlendiği gündenberi, yani on iki senedir, dar gınım. Çünkü bana sormadan herifin birile evlendi, şimdi hiç te mes'ud de ğil. Ne yapalım! Kız kendi istedi... İyi ama hep benden bahsediyoruz. E, söy Ahlâk zabltasi Yeni bir teşkilâtla 2 inci şubeye bağlandı îstanbul Emniyet Direktörlüğündeki kaçakçılık ve ahlâk zabıtalan bürosu polis ikinci şube direktörlüğüne bağlı idi. Fakat eski Emniyet Müdürü Fehmi bu iki büroyu ikinci şubeden ayırmış ve doğrudan doğruya Emniyet Direktörlüğüne bağlamıştı. Şimdi yeni bir teşkilâtla bu bürolar ikinci şubenin ayn bırer kısımlan haline getirilecek, memur sa yısı çoğaltılacak ve çalışma sisteminde ıslahat yapılacaktır. Ahlâk zabıtası başmemuru Mennan Karaköse Emniyet memurluğuna tayin edilmiş ve yerine ikinci şube parmakizi başmemuru Tevfik getirilmistir. Kaçakçılık bürosu başme muru Mazhar da Diyarbekir Emniyet Direktörlüğüne tayin edilmiştir. Mazharın yerine daha kimin geleceği belli degildir. |Adesemize çarpanlar İkinci şube direktörüne işten el çektirildi İstanbul Emniyet İşleri Direktörlüğü ikinci şube Direktürü Cemale Emnıjet Direktörlüğünce işten el çektirilmiş ve yerine eski Maraş Emniyet Müdürü Levhi tayin edilmiştir. Her işin bir yolu yordamı, her san'a tin bir usulü vardır, derler. Usul denilen pratiklik de hareketin geçeceği şartîara göre değişir. Dün adeseye çarpan şu manzara, kapı veya merdivenden dar olunca bir ev mabilyasının sokağa çıka rılmasında kullanılan usulü gösterıyor. Her halde kanapeyi dışarı çıkarmak ıçm kapıyı yıkmaktan hayırlı, değil mi? İzciler kongresi Zenginlik vergisi Stokholm 6 (A.A.) Arsıulusal Vaşington 6 (A.A.) Saylavlar sekizinci izciler kongresi dün, Prens Gus kurulu zenginlik vergisini onaylamıştır. tav Adolfun başkanlığı altında ve ara Böylece, M. Ruzvelt, büyük tecim ve Jarında Lord Baden Povel ile karısının endüstri şeflerinın kurmus olduklan ay'da. bulunduklan 150 şefin karşısında par rışık yöneye karşı bir zafer kazanmış oîaıacnto binasında açılmışnr. luyor. Profesörlerimizin sustukları, dinle nir gibi göründükleri bir yılda genc doçentler yorulmadan çahşıyorlar, ol gun ve dolgun eserler veriyorlar. İstanViyana zabıtası, 6 ve 30 temmuz arabul Üniversitesi Dinler Tarihi doçenti sında, basın servisi direktörü Her VilA. Hilmi Ömer Buddamn kendi kür helm Ottonun villâsmda yapılan meraklı süsünün ve dersinin adını vererek basbir hırsızlığı meydana çıkarmakla meştırdığı büyük kitab da o çalışmanm yegul olmuştur. ni ve pek önemli bir belgesidir. Villâ sahibile karısı bu tarihte ViyaDin, insanlarda fikrin doğuşile beranada bulunmuyorlardı. Bundan istifade ber başlar. Bu haysiyetle dinler tarihi eden hırsızlar, villâya girmişler ve birçok fikir tarihi sayılabilir. Bugünün gerçeyüksek değerde eşya çalmışlardır. Bunğe dayanan düşüncesi o tarihi k*ıcak ların arasında bir de mücevher dolu çeklıyan sayısız asırlardan süzüle süzüle mece vardır. şimdiki beyazhğı bulabilmiştir. O halMücevherlerin içinde en önemlisi, vakde dinler tarihi, insanların hamhktan olgunluğa konak konak, merhale mer tile İkinci Abdülhamidin malı olan bir hale nasıl geçtiğini gösteriyor demek yüzüktür. Bu yüzük gümüş bir halkaya tir ve şüphe yok ki tarihin belkemiği oturtulmuş ve üzerinde Abdülhamidin dir. Dinler tarihi bilinmedikçe insanlı turası kazılı bulunan iri bir zebcrced tağın tekâmül devreleri kavranamaz ve şından yapılıdır. Bunun çok kıymetli olduğu söyleni bu tarihi boşlamak medeniyet tarihini yor. kambur yapmak olur. Polis, hiçbir iz bırakmadan villâya Böyle iken bizde bugüne kadar ilmî anlama uygun düşecek bir dinler tari girip çıkan hırsızları araştırmaktadır. hi yazılmamıştır. Eğer hafızam beni aldatmıyorsa o tarihi kaleme almayı ilk düşünen rahmetli Ahmed Midhat E fendidir. O, îstanbul Darülfünununda, Din Tarihi okutuyordu. Bu ilgi ile o derin ve engin konuyu ele almak iste mişti. Fakat bir dinler tarihi yazmak lığın bir Hasan Mellâh veya Hüseyin Fellâh yazmıya benzemiyeceğini pek iyi bildiği için ortaya attığı esere «Te Belgrad (Özel) Fransız gazete dahülü Edyan» adını vermişti. «Dinlerin birbirine girişi> demek olan bu ad, cilerinden Gaston Şaron, hususî me dinler tarihini göstermekten nekadar murlardan Andre Vurmser, Sorbon Üuzaksa o eser de böyle bir tarih olmak niversitesi asistanlarından Fransova tan o derece uzaktı. Nekadar yazık ki Peren, Belçika tebaasından ve Brük Ahmed Midhattan sonra o değersizlik sel avukatlarmdan Moris Beble ile Yute olsun bir dinler tarihi yazılmadı, goslavyanın Suşak kasabasından olup frenkçeden çevrilmek yolunda yanhp Belçika tabiiyetine geçen Mariyan basılan bir iki kitab ise küçük bir alâ Krujiç ile aslen Yugoslavyamn Veli ka uyandırmadı. Zira tarıh gibi değil ka Govtza kazasından ve Kanada te masal gibi yazılmışlardı veya tercüme beasından Şlmon Horjiç Yugoslavya İç İşleri Bakanlığının yirmi iki tem olunmuşlardı. Doçent A. Hilmi Ömer Budda bir muz tarihli kararile Yugoslavyanın çok kaynaklara başvurarak yazdığı bu devlet sınırları dışarısına çıkarılmış kitabla bize gelişigüzel bir eser vermiş lardır. olmuyor, mıllî kütübhanemizin büyük Bu ecnebiler; Yugoslavyaya gelis bir boşluğunu dolduruyor. Bu sebeblc gelmez yerli komünistlerle ve dığer çektiği zahmet boşa gitmemiştir ve yaz yıkıcı unsurlarla temas edip buniar dığı kitab, daha çıkar çıkmaz hepimi dan siyasa mahkumları ve hapisaneler zin dikkatini çelmiştir. hakkında yalan yanhş haberler almışBen dört yüz sahife tutan eseri, mev lar ve bu haberleri tahkik ve tetkik etzuun büyüklüğüne göre, biraz küçük meden Yugoslavyanın iç durumu hakbulmuştum. İlk sahifede bunun birinci kında ecnebi memleketlere esassız cild olduğunu, ikinci cildin aynca ba malumat vermek maksadile Yugoslavsılacağını, ilk dinlerin ise üçüncü ve yaya düşman olan memleketlerin ba ajrı bir cild teşkil edeceğini görünce sınında neşir ve ilân etmişlerdir. o görüş değişti ve eser gözümde hakikî Buniar Yugoslavya hakkında ecnebi hacmini buldu. Yalnız ilk dinlerin sonbasınına gönderdikleri yazılarda Yu raya bırakılmasındaki faydayı bir türgoslavyanın mahkumlar ve mahpus lü kavrıyamadım. Hatta Hilmi Ömer lar memleketi olduğunu ve Yugos Bqdd~nın ön sözde bunun için ileri lavya hapisanelerinin mahbusları alasürdüğu sebeb de beni tatmin etmedi. mıyacak derecede dolu bulunduğunu O, metod ayrılıklarmdan dolayı ilk dinve bu mahkum ve mahbuslara hapisaler tarihini sona bıraktığını söylüyor. nelerde insanlığa yakışmıyacak bir suBu, koksüz bir ağac resmetmek gibi birşey oluyor. Bereket versin ki dallara. rette muamele edildiğini bildirmiş yapraklara, çiçeklere verilen renk, ziya lerdir. Bu ecnebiler temmuzun yirmi se ve ahenk çok güzel de ağacın köksüzlüğü göze çarpmıyor. Bununla beraber kizinde memleketten çıkarılmışlardır. ilk dinler tarihi çıkıp ta eser tamam olunca okuyucularm önce onu ve sonra bu birinci kitabı okuyacaklarma ben şüphe etmiyorum. .Kitab Hind dmlerinden başlıyor, Lâmaizmi ve Çin dinlerini göstererek bitiyor. Başta eski Hind medeniyetile Sü mer medeniyeti arasındaki benzerlik üzerine dikkat istiyen on beş yirmi satır var. Bu benzerlikle eski Hind dinlerinin eski Türk dinlerinden müteessir olduğu hakikatine işaret edilmek isteniliyor. Fakat bu büyük bahis, pek kısa geçiliyor. Mümkün ki gerekli olan bilgi ilk dinler tarihine bırakılmış olsun. Hind dinleri yüzlerce sahife tutmuştur ve gerçekten güzel bir biçimde tasHastalardan ikisi nif ,tahlil, teşrih olunmuştur, Öteden ürcfu hapisanesindeki mahkumîar beri Brahmanizm, Budizim, Caninizm. dan Mehmed, Osman, Ramiz ve Meh Hindovizm adları altmda dört orijinal med isminde dört kişi orada hasta^an şekle bağlanan Hind dinlerinin bütün mış ve İstanbulda tedavilerine lüzum incelikleri bu eserde canlandırılmakta gösterilmiş olduğundan buniar dün janve her dindeki evolosyonlar, meddücedarma refakatinde şehrimize çetinle zirler, değişiklikler geniş bir belâgatle rek Umumî Hapisaneye* konulmuşlar gösterılmektedir. Tarıhlerin sadece addır. Tedavileri bir ay kadar sürecek; larını yazıp geçtikleri Vedaların, Ma ondan sonra tekrar yerlerine göndenlenolarm hakikatini bu kitabda buluyor ceklerdir. ve anlıyoruz. Brahmaları, Sivaları, Vişnoları, Sarasvatileri, Parvatileri, Ya Almanyada neler oluyor? maları. Kamaları, Sumaları, Ganezaları ve bütün o sayısız ilâhlan, üâheleri, Berlin 6 (A.A.) Kim olduklan biBuddanın düşüncelerini gene bu eserde linmiyen bir takım kimseler, Ren böltatlı bir haz ile okuyabiliyoruz. Garbin gesinde, Solingendeki Hitlerci genclik Olimpini çok iyi öğrenmiş ve Jüpiter ocağının bütün eşyasını parçalamışlar, den Venüse kadar o mitolojik devrin evrakı yırtmışlar ve duvarlara: «Öç alıyoruz» yazılı yaftalar yapıştırefsanelerini bellemiş olan bizler, Hi mışlardır. malayaya dayanan bu büyük din tariBerlin 6 (A.A.) Çelik miğferlilehini de mutlaka öğrenmeliyiz. Çünkü Olimpin ilâhlarından ve ilâhelerinden rin organı olan haftalık Der Stalhelm berikiler çok daha insanî ve çok daha ı mecmuası kapatılmıştır. düşündürücüdür. Büyük bir boşluğumuzu dolduran bu ilk dinler kısmının çabuk basılıp çık Dmler Tarihinin kendi boşluğunu da masmı dileriz. yakında doldurmasını, yani ikinci cildle M. TURHAN TAN Yugoslavyadan çıkarılan ecnebiler Yanhş haberler işae edenler hudud harici edildi Buraya getirilen hasta mahkumlar En yeni ve en eski lokomotifler Almanyada şimendiferin işletilmeğe başlamasımn yüzüncü yıldönümü münasebetile şenlıkler yapılmaktadır. Bu resimlerden soldaki Alman demiryol ları genel direktörü Dorpmülleri en eski sistem bir lokomotifin üzerinde gbstermektedir. Sağdaki resimde ise en son sistem ^Rapide = En bazlı giden tren) lokomotifi görünüyor.