16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 MAYIS 2020 4 EŞITSIZLIKLERI DERINLEŞTIREN KORONAVIRÜS KRIZI, NEOLIBERAL MODELIN TÜKENDIĞINI GÖSTERIYOR Popülizm tartışmaları Kriz siyasi sınırları yeniden yaratıyor ve toplumdaki kutuplaşmayı gözler önüne seriyor.“Popülist an”a yeni bir boyut kazandırıyor... Salgın otoriter çözümlere ya da demokratik değerlerin radikalleşmesine yol açabilir. Rosanvallon savının tersine, bugün sol kanatlı popülizm demokrasiyi tehdit etmekten ziyade, neoliberal postdemokratik düzene karşı doğan direnişi, eşitlik ilkesi doğrultusunda yönlendirmek için en iyi stratejiyi temsil ediyor. CHANTAL MOUFFE* Popülizmin Yüzyılı (1) adlı son kitabında, Pierre Rosanvallon liberalizm, sosyalizm, komünizm veya anarşizm gibi diğer modern ideolojilerin aksine, popülizmin hiçbir kapsamlı analiz çalışması ile bağlantılı olmamasına şaşırıyor. Oysa Rosanvallon’a göre, tutarlılık ve pozitif kuvvete sahip olan bu siyasi kavram ne resmileştirildi, ne de geliştirildi. Rosanvallon kitabında popülist doktrini tanımlıyor ve eleştiriyor. Bu doktrini şahsi değerlendirmesine dayanarak, pek çok kaynak kullanarak ve çoğu popülizm eleştirilerinin içerdiği klişeleri farklı biçimde yorumlayarak oluşturuyor. Rosanvallon’un popülizm tanımı, çoğu araştırmacının tez çalışmasına konu olan tanıma hiçbir katkı sağlamıyor. Bu tanıma göre popülizm, “katıksız bir toplum” ile “yozlaşmış bir elit” arasında yaşanan muhalefetten ve siyasetin “genel iradenin” doğrudan ifadesi (2) olarak düşünülmesinden ibaret. Aynı vizyonu “Popülizmin yüzyılı”nda bazı değişikliklerle buluyoruz. Çoğulculuk için mücadele Rosanvallon, popülizm kavramını başka açıdan incelemiş yazarların fikirlerini alıp içeriğini değiştirerek kendi savunduğu teze uygun hale getiriyor. Böylece benim çalışmalarımdan bazıları o kadar karikatürize edildi ki okurlarım ünlü bir tarihçi olmama rağmen, o eserleri gerçekten okudum mu yoksa metodolojik açıdan sorgulanabilir bir kötü niyet mi sergiliyorum diye merak ediyor.   Örneğin, Rosanvallon benim temsilci liberal demokrasiyi reddettiğimi iddia ederken “Solcu Bir Popülizm İçin” isimli kitabım bu stratejiyi çoğulcu demokrasi çerçevesine dahil etmenin ve politik liberalizm ilkelerinden vazgeçmemenin önemini vurguluyor. Oysa “Demokratik Paradoks” isimli kitabımda (3), Rosanvallon savının aksine, liberal demokrasinin iki uyumsuz mantığın son aşamada birlikte var olmasından kaynaklandığını açıklıyorum. Fakat çoğulculuğun, varlığını ancak eşitlik ve özgürlük kavramları arasındaki içsel gerilimin, kendini rakipler arası bir mücadele ortamında ve kavgacı tavır düzeyinde varlığını sürdürdüğünü iddia ediyorum. Aynı şekilde, Rosanvallon benim demokratik ifade özgürlüğünü mutlak çoğunluğu düzenleyici bir ufuk olarak önerdiğimi sanırken ben düşüncelerimin merkezine sosyal bölünme ve kapsayıcı bir uzlaşının imkânsızlığını koyuyorum.   Çeşitliliği, farklı tanımları da getiriyor... Ancak, kuramını kanıtlamayı amaçlayan bu çalışmanın, popülizm olgusunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmamasının nedeni, her şeyden önce koyduğu hedefin kibrinden kaynaklanıyor: Popülizm, teorisi yapılabilir ya da konsepti üretilebilir bir kavram değil. Çeşit çeşit popülizm vardır ve bu denli çeşitlilik de çelişkili yorum ve tanımların temel nedenidir. Popülizmin ilkelerini tanımlamak yerine, “popülistler” diye nitelendirilen çeşitli akımların uygulamalı siyasi mantığını incelemek gerekir. Bu yaklaşımı benimseyen Ernesto Laclau, “Popülist Mantık” isimli kitabında (4) aşağıdakiler ile yukarıdakiler, yönetenler ve yönetilenler arasında yaşanan muhalefet temelinde kurulan bir siyasi sınır oluşturma stratejisi olduğunu gösteriyor. Bu stratejiyi benimseyen hareketler her zaman bir hegemonik kriz modeli bağlamında tü rer. Bu açıdan bakıldığında, popülizm ne bir ideoloji ne bir rejim ne de belirli bir program içeriği olarak görünür. Her şey oluşturulan biz/onlar muhalefet taraflarının nasıl inşa edildiğine, içinde bulunduğu tarihsel bağlamlara ve sosyalekonomik yapılara bağlıdır. Farklı popülizmleri kavramak, onları Rosanvallon’un yaptığı gibi bir ideolojinin protesto gösterilerine indirgemek yerine, yola çıkışlarının konjonktürel özelliklerinden başlamayı gerektirir. Neoliberal hegomonya Popülizm çalışmasının konusuna açıklık getirmeyen Rosanvallon, bu çalışmasında kendi demokrasi anlayışının doğasını ve sınırlarını sergiliyor. Ona göre popülist ideolojiyi yapılandıran demokratik teori, mevcut demokrasilerin liberal ve temsilci doğasını sorgulayacak bir “sınırlı demokrasi modeli”. Bu adlandırmayı, üç özelliğe dayanan bir alternatif üzerinden dayatıyor: Doğrudan demokrasi, kutuplaşmış demokrasi projesi ve halk ifadesinin anında ve kendiliğinden oluşma anlayışı. Bu sözde popülist doktrin, SaintSimon Vakfı’nın eski sekreterinin daha önceki çalışmalarında geliştirdiği konsept ile uyuşmuyor. Felsefi olarak, neoliberal hegemonya altındaki sosyal demokrat partilerde egemen doktrinin karmaşık bir versiyonu hâkim. Bu doktrin 1980’lerde ve 1990’larda İngiltere’de Anthony Giddens ve Almanya’da Ulrich Beck gibi “üçüncü yol” teorisyenleri tarafından geliştirildi. Tezleri: Karşıt siyaset modelinin işlevselliğini toplumsal rakip kalmadığı için kaybettiği “ikinci moderniteye” girmiş durumdayız. Sınıflar gibi kolektif kimlikler de önemini yitirdi ve artık sağ ve sol fraksiyonlar kullanılmıyor. Potansiyel anlamda çelişen görüş farklılıkları devam etmekte ancak bu farklılıklar bireysel taleplerin çeşitliliği karşısında azalıp sakinleşiyor. Bu nedenle, Giddens’a göre çevresel, ailevi endişeler, kişisel ve kültürel kimliklerle bağlantılı bir “yaşam politikası”, “özgürleşme politikası”nın (5) önüne geçecek. Böyle bir anlayışın sosyal demokrat partiler tarafından benimsenmesi, 1980’lerden bu yana Batı Avrupa’ya hâkim olan sosyal liberalizmin kökenindeydi. Fransa’da bir “Merkezi Cumhuriyet” projesi, en hararetli takipçilerini Pierre Rosanvallon çevresinde ve Sosyal Bilgiler Yüksek Okulu’na (EHESS) (6) bağlı Raymond Aron Merkezi’nin entelektüelleri arasında buldu. Bu akım demokrasinin liberal boyutunu destekliyor: Halkın devlet yönetimine katılma hakkını bertaraf etme pahasına, ağırlıklı olarak anayasal çerçeveyi savunuyor. Liberalizmin toplumsal egemenliğin üzerindeki bu üstünlüğü, toplumsal bölünme, iktidar ilişkileri ve sınıf mücadelesi kavramıyla ilişkili olan karşıt mücadele biçimleri gibi olguların görmezden gelinmesine yol açıyor. Neoliberal küreselleşmede alternatifsizliğe odaklanan bu tür “postpolitik” vizyon, demokrasi için ilerleme oluşturmaktan çok, Peter Mair’in de gösterdiği gibi (7), siyasal sistemi “boşluğu yöneltme” görevine tayin ediyor. 2005 yılında, muhalif topluluklar arasında sosyal proje mücadele yokluğunun seçimleri anlamsızlaştırdığını ve sağcı popülist partilerin gelişmesi (8) için verimli bir zemin oluşturduğunu savundum. Böylece, popülist partiler kuruluş düzeni tarafından el konulan gücü halka iade edeceklerini iddia edebilirler. On beş yıl sonra, Avrupa’nın siyasi toplulukları bu varsayımı doğruluyor. Rosanvallon, popülist yükselişin sınırsız bir siyasi mutabakat modelinden kaynaklandığının farkında değil. Ona göre, bu yükselişi yalnızca hem sivil toplumun hem de demokratik kurumların yeniden biçimlenmesini sağlayan güçlü bir alternatif, yani “ikinci bir demokratik devrim”in gelişimi durdurabilir. Böylece Rosanvallon, demokratik kurumları çeşitlendirmeyi ve çoğaltmayı ve vatandaşlık faaliyetinin kapsamını genişletmeyi amaçlayan bir dizi ilginç teklifler sıralıyor. Örneğin, iktidara seçimler yoluyla yönetme yetkisi veren “yetkilendirme demokrasisine”, yetkinin iktidar tarafından kullanımını düzenleyen demokratik kriterlere tabi bir “yürütme demokrasinin” eklenmesini savunuyor. Ancak bu öneriler postpolitik anlayışın birer parçası oldukları için, toplumu yapılandıran kutuplaşmaları görmezden geliyor ve ayrıca neoliberal modeli de sorgulamadığından, bahsedilen “ikinci demokratik devrim”in popülist güçlerin gerilemesine nasıl yardımcı olacağını anlamak zor. Popülizmi siyasi sınır oluşturmak için bir strateji olarak görmek, Rosanvallon’un bakış açısı üzerinden göremediğimiz “popülist an” kavramını anlaşılır kılar. Bu hareketler hükümetlerin uzmanlar tarafından yönetilmesini ve siyasetin teknik meselelere indirgenmesini reddediyor. Partizan bir vizyona sahip olduklarını iddia ediyor lar ve uzlaşmacı yaklaşımın kusurlarını gösteriyorlar. Son olarak, postpolitik mücadeleye meydan okuyup vatandaşların kamu uygulamalarını izlemekle kalmayıp, kamu işlerini ilgilendiren kararlara katılmalarını talep ediyorlar. Partizan popülistlerin demokrasiyi vatandaşlarıyla sınırlama eğiliminde olanları, taleplerini “bağışıklık” ve yabancı düşmanlığı tipinde bir “sağ” popülizm üzerinden ifade ediyor, taleplerini birçok alana genişleterek derinleştirmek isteyen diğerleri ise bunu “sol” popülizm şeklinde ifade ediyor. Solcu popülist strateji, bu amaca ulaşmak için neoliberal düzen ve finansal kapitalizmden kopmayı öneriyor. Sosyolog Wolfgang Streeck’in (9) de belirttiği gibi bu kopuşun demokrasiyle bağdaşmaz olduğu aşikâr. Solcu popülist strateji, eşitlik ve sosyal adalet değerlerinin merkezciliğini üstlenebilecek yeni bir hegemonik oluşum hedefliyor. Böyle bir proje demokratik çoğulculuğu oluşturan kurumların yeniden yapılanması anlamına gelir. Uygulamak için, kolektif bir irade yaratmak uğruna güç ilişkilerini dönüştürebilen ve Gramsci’nin “mevki savaşı” olarak adlandırdığı yeni bir ekonomik ve sosyal model oluşturabilen bir “biz”i yaratmak ve demokratik mücadeleleri birleştirmek amaçlanıyor. Sömürü, tahakküm ve ayrımcılık koşullarıyla bağlantılı olan farklı talepleri dile getiren bu “biz” ile onun muhalifi, neoliberal güçlerin ve müttefiklerinin oluşturduğu “onlar” arasındaki çatışma Marksist geleneğin “sınıf mücadelesi” dediği kavramın güncel ifadesidir. Rosanvallon’un buna karşı olmasına şaşmamalı. Merkezci modelinin tutsağı olan Rosanvallon her türlü popülizmi demokrasiye tehdit olarak görüyor. Devlet büyük rol oynayacak Solcu popülist stratejisi, yeni bir sosyal sözleşmenin inşasını vaat eden Covid19 krizinden çıkış perspektifine özellikle uygun görünüyor. 2008 krizinden farklı olarak, bu kez karşıt projeler arasında bir çatışma alanı açılabilir. Güncel işlere basit ve kolay bir şekilde dönüş sağlamak mümkün görünmüyor ve devlet muhtemelen çok önemli, büyük rol oynayacak. Belki de ekonomiyi yeniden yapılandırmak ve sermayenin gücünü geri kazanmak için “devlet kapitalizminin” kamu gücünü kullanarak yeniden doğuşuna tanıklık edeceğiz. Bu yeni devlet tipi kendisini yönlendirecek siyasi güçlere göre az çok otoriter biçimlere bürünebilir. Bu senaryo ya sağcı popülist güçlerin zaferi ya da neoliberalizm savunucularının kendi modellerinin hayatta kalmasını sağlamak için son çırpınışları olarak hafızalara kazınacak. Ancak, bir “yeni yeşil anlaşma” çevresinde kolektif irade oluşturmayı amaçlayan solcu bir popülist strateji, bu krizi mevcut sosyalekonomik düzeni derinlemesine demokratikleştirmek ve gerçek anlamda ekolojik geçişi sağlayacak koşulları oluşturmak için fırsata dönüştürebilir. Eşitsizlikleri derinleştiren koronavirüs krizi, neoliberal modelin tükendiğini doğruluyor. Kriz siyasi sınırları yeniden yaratarak ve toplumdaki kutuplaşmanın varlığını yeniden gözler önüne sererek “siyasetin geri dönüşü”ne işaret ediyor. “Popülist an”a yeni bir boyut kazandırıyor. Onu ele geçirecek olan toplumsal güçlere ve onlar/biz muhalefetini oluşum yollarına göre, bu salgın otoriter çözümlerin kararlaştırılmasına yol açabilir ya da demokratik değerlerin radikalleşmesini sağlayabilir. Kesin olan bir şey var: Pierre Rosanvallon savının tersine, bugün sol kanatlı popülizm demokrasiyi tehdit etmekten ziyade, neoliberal postdemokratik düzene karşı doğan direnişi, eşitlik ilkesi doğrultusunda yönlendirmek için en iyi stratejiyi temsil ediyor. (*) Filozof. Pour un populisme de gauche “Solcu Bir Popülizm İçin”in yazarı Paris, Albin Michel, 2018. Çeviri Diane Dilek Cat 1 Pierre Rosanvallon, Popülizmin yüzyılı. Tarh, teori, eleşitirel Le Seuil, Paris, 2020. 2 Cf. Cas Mudde et Cristobal Rovira Kaltwasser, Popülizme kısa bir giriş, Editions de l’Aube, La Tourd’Aigues, 2018. 3 Chantal Mouffe, Demokratik paradoks, BeauxArts de Paris éditions, Paris, 2016. 4 Ernesto Laclau, Popülist mantık, Seuil, Paris, 2008. 5 Anthony Giddens, Modernite ve Kimlik, Polity Press, Cambridge, 1991. 6 François Furet, Pierre Rosanvallon, Jacques Julliard, Merkezi Cumhuriyet. Fransız istisnasının sonu, CalmannLévy, Paris, 1988. 7 Peter Mair, Boşluğu yönetme. Batı demokrasilerinin içinin oyulması, Verso Londres, 2013. 8 Chantal Mouffe, Mutabakat yanılması, Albin Michel, Paris, 2016. 9 Wolfgang Streeck, Zaman satın alındı. Demokratik kapitalizmin sürekli ertelediği kriz, Gallimard, Paris, 2014.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle