16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 ŞUBAT 2020 6 bu dövüş ASLINDA OYUNCULARI arasında uyum gerektiren sözde düşmanların meydan okuması Washington ile Tahran’ın Irak’taki kılıç dansı GILBERT ACHCAR* Körfez’deki Arap ülkelerin de, bir zamanların mezarlıklarda pala ile yapılan ve modern versiyonunda lazer kılıcın kullanıldığı kılıç dansı başlı başına bir paradoks; bu koreografik dövüş aslında başkahramanları arasında uyum olmasını gerektiren sözde düşmanların karşılıklı meydan okuması. Arap kamuoyunun önemli bir bölümü ABD ile İran’ın Irak’taki ihtilaflı ilişkilerini bu tür bir paradoks çerçevesinde değerlendiriyor. “Komplo hastalığına” tutulmuş olanlara göre, iki taraf arasında gizli bir anlaşma söz konusu; daha gerçekçi olanlar içinse her iki tarafın nemalandığı ve dolayısıyla devam ettirmeye niyetli oldukları bir karşılıklı meydan okuma... Böylece Washington bölgedeki protektoralarının (himaye) sadakatini sağlayarak milyarlarca dolarlık silahları satmaya devam edebiliyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, 2013 ile 2017 yılları arasında bu alanda gerçekleştirilen ithalatta ikinci ve dördüncü sırada yer alıyorlardı, 2018 yılında ise birer sıra yükselerek Amerikan silahı ithalatında birinci ve üçüncü ülke oldular; aynı yıl Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstititüsü SIPRİ’ye göre Riyad, savaş harcamaları dünya sıralamasında ABD ve Çin’in ardından üçüncü sırada yer aldı. Tahran için ise gerilimin sürdürülmesi, omurgasını askeriekonomik bir yapı olan Pasdaranların, yani İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’nun oluşturduğu rejimin katı ideolojik kanadının hâkimiyetini sağlamlaştırmasını sağlıyor. ‘İrangate’ skandalı Arapların tereddütlerinin yersiz olmadığını belirtmekte fayda var. ABD özellikle de Cumhuriyetçi yönetim dönemlerinde ve kırk yıl önce kurulan İslam Cumhuriyeti arasındaki ilişki oldukça kafa karıştırıcı. Tahran, Ronald Reagan’ın 20 Ocak 1981 tarihindeki göreve başlama töreni gününde ABD Büyükelçiliği’ndeki rehineleri serbest bırakarak olumlu yaklaşımını göstermişti. Gazeteci Seymour Hersh, tam on yıl sonra, Reagan’ın ekibinin 1980 yılından beri Tahran’a silah teslimatı için müzakereler yaptığını, teslimatın İsrail’in yardımı sayesinde yemin töreninden hemen sonra gerçekleştirildiğini açığa çıkarmıştı. Bu teslimat aslında 19851986 yıllarında yapılacak teslimatın ön çalışması idi. Skandal, Irangate olayının gündem olmasıyla patlayacaktı: Reagan yönetimi İran’a İsrail aracılığıyla silah teslim etmiş ve satıştan elde ettiği geliri ise Nikaragua’daki kontrgerillalara yasadışı yollardan ödemişti. ABD ve İsrail için amaç, 1980 yılında Irak’ın başlattığı İranIrak savaşının sürmesini sağlamaktı. 1991 yılında Washington tarafından ezilene kadar Irak, Tel Aviv’in başdüşmanıydı. 1981 yılında İsrail uçakları, Irak’ın savaşa girmesini fırsat bilerek Fransa’nın Saddam Hüseyin için inşa ettiği nükleer reaktörü yerle bir etti. 1982 yılında rüzgâr tersine dönüp Irak zor duruma düşünce Washington Paris’in Saddam rejimini desteklemesini anlayışla karşıladı, hatta Fransız Deniz Kuvvetleri’nin hava filosuna avcı uçaklarını ödünç verdi. İran bu arada toparlandı, 19851986 teslimatları 1988 yılında son bulan ve kazananı olmayan savaşta çok kan kaybı yaşayan iki ülke arasında denge kurulmasına katkı sağlamış oldu. Irak’ta Şii etkinliği Kuşkusuz George H. W. Bush yönetimi 1991 yılında Saddam rejimini, doğacak siyasi boşluğu İran’ın doldurmasından endişe ettiğinden, onu devirmemek için özen gösteriyordu. İki ülkeyi boğma stratejisi, ambargo ve yaptırımlar yöntemiyle 1990’lı yıllarda uygulanan “çifte çevreleme politikası” kapsamında gerçekleştirilecekti. Bu dengeleme George W. Bush başkanlığı döneminde son buldu. Bush yönetimi 2003 yılında Irak’ı işgal ederek sürüye kurdu doğrudan dahil etmiş oldu. Bu durum İran’a bağlı iki Iraklı Şii ana partisinin, ya ABD’nin suikastının ardından Tahran’da yapılan Süleymani’nin cenaze töreninde İran milliyetçiliği tavan yaptı. ni Dava Partisi ve Irak İslam Yüksek Konseyi’nin (ISCI) sürgündeki üyelerinin Irak’a dönmesine imkân verdi. Bu aynı zamanda, Washington ile Tahran arasında Irak toprakları üzerinde yarı dolaylı uzun işbirliğinin başlangıcı oldu. İran taraftarı iki Şii parti, Amerikan işgaliyle birlikte ülkenin yönetimine yerleştirildiler. Her iki parti 2003 yılında kurulan hükümet konseyinde temsil edildi ve sonrasında da 2006 yılında kurulan “daimi” hükümete kadar tüm geçici hükümetlerde yer aldı. 2005 yılından itibaren, Irak hükümetlerine bu iki oluşumun üyelerinden biri başkanlık yaptı: Dava partisi üyeleri İbrahim El Caferi (20052006), Nuri El Maliki (20062014) ve Haydar el İbadi (20142018) ve ardından Ekim 2018’den itibaren 2003 işgali itibarıyla kurulan tüm hükümet birimlerine katılmış olan ISCI eski üyesi Adil Abdulmehdi. 2006 yılından sonra işgal yetkililerinin, IŞİD’e karşı mücadelede Sünni Arap aşiretlerinden destek almayı öngören strateji değişikliği, Tahran’a bağlı partilerin hâkimiyetine karşı bir denge oluşturamadı. Bu partilerin hâkimiyeti, Lübnan modelinden esinlenilerek aynı işgal yetkilileri tarafından kurulan mezhebe dayalı seçim ve siyasi sistem tarafından meşru kılınmıştı. Iraklı Sünni Araplar, Baas Partisi eski üyeleri ve Saddam Hüseyin’in özel güçleri ile birlikte Amerikan işgaline karşı mücadele veren grupların üyelerini toplayıp bir araya getirdikleri havuzu oluşturmuşlardı; ancak aynı zamanda İran’a bağlı Şii partilerin hâkimiyetine karşı yeri doldurulamaz bir karşı kuvvet olarak algılanan Washington’ın birliklerinin gidişinden endişe eder olmuşlardı. Süleymani Rusya’dan yardım istedi Irak üzerinde hâkimiyet kuran Tahran destekçilerinin başında, 3 Ocak tarihinde ABD tarafından öldürülen Pasdaranların Dış Müdahale gücü olan Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani vardı. Süleymani, kendi bölgesel imparatorluğunun Arap vilayetlerinde İran’ın genel valisi olarak anılıyordu. Uzun yıllar Lübnan Hizbullah’ı ile sınırlı kaldıktan sonra İran’ın destek birlikleri, Irak işgali ve sonrasında, 2012 yılında iç savaşa dönüşen Suriye çıkmazı ve ardından Yemen olayları sonrasında önemli ölçüde büyüdü. Böylece İran yerel destekleri ile birlikte batı sınırından başlayarak Akdeniz’e kadar Irak, Suriye ve Lübnan’ı da içine alan bir jeopolitik ekseni kontrol eder oldu. Süleymani adı etrafında örülen “bü yük strateji uzmanı” namı, aslında gereğinden fazla abartılmış bir nam. Süleymani yönettiği hiçbir savaştan zaferle çıkmadı. İran’ın Irak üzerine el koyması ancak Washington’ın hoşgörülü desteği sayesinde mümkün olmuştu. 2013 yılından itibaren, Süleymani yönetiminde Lübnan ve Irak’tan katılanların yanı sıra İran’daki Şii Afgan mültecilerden oluşan Şii mezhep güçlerinin katılımı ile Suriye’ye gerçekleştirdikleri müdahale, Beşar Esad iktidarına geçici bir süre için yardımcı oldu. İki yıl sonra bu rejim yeniden darboğaza girdiğinde ise Süleymani’nin kendisi Moskova’dan yardım istemek durumunda kaldı. IŞİD, 2014 yazında SuriyeIrak sınırını yeniden geçip Irak topraklarının önemli bir kısmını almayı başarınca, İran’ın hâkim olduğu Bağdat hükümeti birliklerinin bozgunu tam bir felaketle sonuçlandı. Cihatçıların Tahran’ın da desteği ile başkente kadar ulaşmasından endişe eden Bağdat, Amerikan birliklerinin geri gelmesini istedi. Birlikler, Irak topraklarında IŞİD’e karşı Irak’ın pasdaranları olmayı hedefleyen Arap Şii partisinin milislerinin oluşturduğu, Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) ve Irak Kürdistan Güçleri ile beraber savaştılar. Suriye’de aynı IŞİD’e karşı ise ArapKürt güçleri ile işbirliği yaptılar. İran milislerini Süleymani’nin Ebu Mehdi el Mühendis takma adı ile tanınan ve resmi olarak Haşdi Şabi’nin ikinci ismi olsa da bir numarasından çok daha seçkin bir isim kabul edilen Iraklı sağ kolu aracılığıyla yönetiyordu. El Mühendis, 3 Ocak tarihinde Süleymani ile birlikte öldürüldü. İzlediği yol birçok şeyi açığa kavuşturuyor. Dava Partisi üyesi olan El Mühendis İslam Devrimi’nden sonra İran’a sığınmış ve 1980 yılında Irak’ın başlattığı savaşta ülkesine karşı İran saflarında yer almıştı. Pasdaranların dış operasyonlar kısmına katılan El Mühendis 1983 yılında Kuveyt’te Irak’ı destekleyen Fransa ve ABD büyükelçiliklerine saldırı, suikastlar gerçekleştirmişti. 2003 yılında Irak’a geri dönen El Mühendis, Başbakan El Caferi’nin güvenlik danışmanı olarak atandı, 2005 yılında parlamentoya seçildi ve beraberinde Tahran’ın da desteğiyle Kâtip Hizbullahı’nı kurdu ve yönetti. Yenilgiler aleni bir hal almaya başlayınca, işgal güçleri El Mühendis’in Kuveyt suikastlerının başında olduğunu keşfettiler (ya da tam zamanında hatırladılar). El Mühendis, 2011 yılında Amerikan askerlerinin gidişinden sonra İran’a resmi olarak tekrar döndü. Tazminat alması gereken Irak... Amerikalılar ile İranlılar arasındaki işbirliği Tahran’a bağlı Iraklıların aracılığıyla Donald Trump başkanlığında büyük bir olay yaşanmadan devam etti. Trump, Amerikan askerlerinin Irak’taki varlığına son vermeye yönelik bir arzu ifade etmedi hiçbir zaman, haklı olarak. Trump, ABD güçlerinin net bir çıkar söz konusu olduğunda devreye sokulması ilkesi konusunda seleflerine göre çok daha açık sözlü: Suriye’de Kürt güçleri yanında ya da Afganistan’da değil, Amerika’nın kendi topraklarında bulunmasının masraflarını (büyük ölçüde) karşılayan Körfez petrol krallarının yanında ve elbette ki Irak da yer alıyor. 2016 başkanlık kampanyasında da defalarca ifade ettiği gibi Trump, ABD’nin yıllar içinde savaş alanındaki desteğini telafi etmek için bu ülkenin petrol kaynaklarından pay alma hakkına sahip olduğunu savunuyor. Irak hükümetine de yine aynı mantık çerçevesinde yaklaşarak askerlerinin karşılığı ödendiği taktirde topraklarından çıkacağı cevabını veriyor. Oysa Washington’ın neden olduğu yıkımlar sonrasında ve hatta işgal sırasında uçup giden milyarlarca dolar için tazminat istemesi gereken Irak. Son aylarda Washington ile Tahran arasında Irak’taki ilişkilerin bozulmasının nedeni iki nokta ile açıklanabilir. Birincisi, Trump yönetimi tarafından 2018 yılında, 2015 İran nükleer anlaşmasının tanınmaması ile birlikte İran üzerinde ekonomik baskının büyük ölçüde artması. Tahran bu duruma Washington’ın Suudi müttefiklerine karşı Yemen’de Husilere aracı olarak cevap verdi; 14 Eylül 2019 tarihinde Suudi petrol tesislerinin İHA ve seyir füzeleriyle bombalanmasında olduğu gibi gerçek ya da sözde bir aracılık. Donald Trump’ın çok az tepki vermesi ise Riyad’ı kaygılandırmıştı. İkinci nokta ise çok daha direkt bir tehdit. Reuters ajansının Haşdi Şabi komutanları ve Iraklı güvenlik yetkiilileri ile gerçekleştirdiği görüşmelere göre, Süleymani ekim ortasında İran’a bağlı milis komutanların sağ kolu El Mühendis ile beraber Bağdat’ta bir araya getirmişti. Bu buluşma, İran egemenliğine, parlamento ve hükümetteki karanlık müttefiklerine karşı Iraklı Şiilerin 1 Ekim’de başlattığı ayaklanma sırasında gerçekleştirildi. Bu ayaklanma kuşkusuz mezhepsel biat aracılığıyla İran’ın Irak üzerindeki hâkimiyetini sorgulamaya iterek Tahran’da özellikle de Süleymani cephesinde büyük bir şok etkisi yarattı. Ekim ortasında gerçekleştirilen toplantının amacı, Irak’taki Amerikan Fotoğraf: AFP varlığına karşı, Tahran’ın da halihazırda uygun askeri olanakları yolladığı bir dizi operasyon üzerinde anlaşmaktı. “Süleymani’nin planı (…) artan kızgınlığı ABD’ye karşı yönlendirmek amacıyla askeri misillemeyi kışkırtmayı amaçlıyordu.” Kasımın ortasından itibaren İran’da dini rejime karşı halk itirazının patlaması, Tahran’da saptırma ihtiyacını artırmıştı. Aralık ayında Irak’ta Amerikan varlığına karşı İran taraftarı güçler tarafından gerçekleştirilen saldırıların nüksetmesi, ayın 27’sinde Kerkük yakınlarında Irak üssüne atılan otuz kadar füzenin iki Amerikalı müteahhidin ölümüne yol açması, üç Amerikalı ve iki Iraklının yaralanması ile zirve yaptı. Olaydan iki gün sonra, Washington’ın yanıtı ağır oldu, Kâtib Hizbullah üssünü bombalayarak yirmi beşten fazla milisin ölümüne ve onlarcasının yaralanmasına neden oldu. Ve böylece olaylar zinciri başladı. Kâtip Hizbullah’ın 31 Aralık’ta Bağdat’ın Iraklı resmi birlikleri tarafından korunan “yeşil bölgesi”nde ABD Konsolosluğu’na gerçekleştirdiği saldırı, Trump’ın kızgınlığını en üst noktaya taşıdı. İran’ın büyük kaybı... 19791981 arasında Tahran’daki büyükelçilik merkezindeki olayların hâlâ sıcak hatırası ve üstüne Libya Bingazi’de Eylül 2012’de büyükelçinin ve başka Amerikalı resmi görevlilerin hayatlarını kaybettikleri diplomatik binalara gerçekleştirilen ve sorumluluğun Trump tarafından Başkan Barack Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a atıldığı saldırı, Trump’ın güçlü bir yanıt vermesinde belirleyici oldu. Trump doğrudan en tepedekileri hedef almaya karar vererek Süleymani ve El Mühendis’in yok edilmelerini emretti. İran rejiminin bu suikasta yanıtı El Esad Üssü ve diğer tesisleri hedef alan ve kimsenin ölümüne neden olmayan balistik füzeler ile çok ölçülüydü. Amerikalı birliklerin yaklaşan saldırı hakkında uyarıldıklarını çok çabuk öğrendik. O kadar emin olmadığımız ise bu uyarıyı yapan kaynak. Her ne olursa olsun, Tahran’ın seyir füzesi ya da İHA yerine balistik füze kullandığında Washington birliklerine hazırlanma kolaylığı sağlayacağını bilmiyor olması mümkün değil. Operasyon böylece her iki tarafın da yiğitliğine leke sürdürmeden yeni bir emre kadar savaş merdivenlerini tırmanmalarını önleyen bir hal aldı. Şüphesiz İran itibarı yüksek ve değerli deneyimleri olan askeri bir komutanını, Süleymani’yi kaybetti. Ancak 1989 yılındaki Humeyni cenazesinden daha büyük bir ölçekte gerçekleştirilen cenaze töreni İran milliyetçiliğinin tavan yapmasına neden oldu. Ülkede rejim muhalifleri ve 1979’da devrilen monarşinin yandaşları da bu kutsal birliğe katıldılar. Ukrayna havayollarına ait sivil uçağın hata sonucu düşürülmesi (176 ölü) ile Tahran’daki arapsaçı durum, Kudüs Gücü Komutanı’nın naaşı etrafında başlayan hareket ile yarışamasa da baskıya meydan okuması dolayısı ile yabana atılamayacak bir rejim karşıtı protesto gösterisini tetikledi. Amerikan karşıtı seferberliğin önleyemediği durum ise Washington ile Tahran’ı sırt sırta koyan ayaklanma oldu. Irak nüfusunun büyük kısmının sinirleri ülkenin egemenliğini gülünç duruma düşüren iki devletin de çarpışmak için seçtikleri ülkelerinde hâkimiyet kurmaya çalışmalarından dolayı oldukça gergin. Irak’ın geleceği için devreye giren ve Şiiler ile Sünniler arasındaki mezhep ayrılıklarına riayet etmeyen bu halk mücadelesi büyük olasılıkla günümüzde en belirleyici öğe olacak. * Londra Üniversitesi Afrika ve Doğu Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) öğretim görevlisi, “Morbid semptomlar. Arap ayaklanmasının nüksetmesi” kitabının yazarı. Çeviri: Sedef Atam
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle