Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Mayıs 2017 Çarşamba Akademi 7 >> yerini teknik beceriye terketti. Üniversiteler toplumu dönüştürecek insan yetiştirmek şöyle dursun giderek düzenin çarklarını yağlamakla görevli memur yetiştiren meslek okullarına dönüşmeye başladı. Öğrencilere piyasa fırsatlarından yararlanmayı öğreten girişimcilik dersleri, girişimcilik enstitüleri ihdas edildi. l Bilginin kamusallığı Neoliberalizmin üniversiteler ve eğitim sistemi üzerindeki etkisi bununla sınırlı kalmadı. Kimi mal ve hizmetler kamusallık özelliği taşır; yani bunların tüketimi paylaşıma açıktır. Bu mal ve hizmetlerin bir diğer özelliği de piyasa mübadeleleri dışında fayda veya zarar üretmeleridir. Örneğin güvenlik hizmeti bu özellikleri gösterir. Güvenli bir ortamdan herkes yararlanır, yararlanma engellenemez. Kamusal hizmetlerin varlığı serbest piyasa mantığı açısından sorunlara yol açar. Ekonomi teorisi serbest piyasaların bu tür mal ve hizmetleri optimal düzeyde üretemeyeceğini gösterir. Bu da serbest piyasa rejiminin vaat ettiği denge ve refah maksimumunu engelleyen piyasa çöküşlerine yol açar. Bu nedenledir ki liberal iktisat doktrinine göre kamu otoritesinin asli görevi piyasa çöküşlerini engelleyecek önlemleri almaktan ibarettir. Örneğin güvenlik hizmetlerinin sağlanması piyasalara terk edilemez. Devlet topladığı vergilerle bu hizmeti gereken düzeyde kendisi sağlar. Bilim yoluyla erişilen bilgi de güvenlik hizmeti gibi kamusallık özelliği sergiler. Aynı şey eğitim hizmetleri için de geçerlidir. Yani devlet eğitimi piyasalara havale etmeye kalkarsa eğitimde piyasa çöküşü yaşanır. Bu nedenledir ki liberal devlette temel eğitim mecburidir; devlet vergi toplar, okul açar, bütün çocukları zorla okula gönderir. Kısacası kamusal hizmet açığının devlet eliyle kapatılması piyasa ekonomisinin gereğidir. Öyle olmakla birlikte kapitalizmin sabrı da sınırlıdır; sermaye birikimi zora girdiğinde piyasa yasaları bir yana bırakılır, öncelik ve çabalar pazarın genişletilmesine odaklanır. Otuz küsur yıldır süren küreselleşme neticesinde eğitimin başına gelen de budur. Kapitalizm eğitim alanını yeni bir pazar olarak değerlendirme peşinde. Ancak piyasa yasaları değişmiş değil, kamunun eğitimden giderek çekilmesi bir yandan yeni pazarlar yaratırken diğer yandan eğitimde çöküşü yaygınlaştırıp derinleştiriyor. Bütün bunların etkisiyle üniversite kültürü de değişti, üniversitenin hakikati araştırma görevi gündemden düştü. Üniversitenin piyasalarca denetlenmesi için kredi derecelendirme kurumlarının işlevine benzer işlevler, puanlama ve sıralamalar icat edildi. İş çevrelerinin yönetime ortak edilmesi gündeme geldi; performansa dayalı ödüllendirme yöntemleri geliştirildi. Kimi üniversiteler direnmeye çalışsalar da gidiş bu yönde. Ancak bu gelişmeler sonunda üni Türkiye’de modern üniversite Cumhuriyet’in bir projesidir. Çok uzun sürmese de başarı kazanmış bir projedir. Ankara Üniversitesi’ni tamamlamak üzere kurulan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin giriş kapısı inşaatı. versite bir yandan geçmiş birikimlere sahip çıkarken öte yandan yeniyi inşa etme misyonunu yitirmektedir. Mevcut düzeni sorgulamaktan uzak düştüğü ölçüde eskiyi tekrarlayan kısır bir makinaya dönüyor, neticede toplum kendini yenileyerek geleceğe taşıma kabiliyetini kaybediyor. Bugün olan budur. l Türkiye’de durum Türkiye’deki durum bu genel gidişin de ötesindedir. Siyaset dünyası piyasacı anlayışı adeta tabiat kanunu zannediyor; ama bilgiye dayalı kazanç yerine çevre talanıyla rant yaratma öne çıkıyor. Liberal görüşün sözcüsü konumundaki aydın ve akademisyenlerin durumu da farklı değil. Bu insanlar taraf oldukları görüşe en büyük hizmeti o görüşü sorgulayarak yapacaklarını bilmiyorlar. Bayat bir ezberi tekrarlamaktan ileriye gidilmiyor. Bu durumun daha derinde bir başka nedeni de var. Türkiye’de üniversite toplumsal işlevi açısından Avrupa üniversiteleri gibi olmadı. Batıda üniversite öncelikle bilim ve teknolojiden yararlanarak zenginleşen burjuvazinin bilgi talebine cevap veriyordu. Oysa Türkiye’de ne Osmanlı döneminde ne de Cumhuriyet’te bilim üreten, bilgiden yararlanarak zenginleşen bir sınıf oluşabildi. Bilime sınıfsal bir talep olmayınca toplumun da gerçek anlamda bir üniversite talebi olmadı. İlerleme bilginin çoğalması demektir. Bilgi bazen toplumun değişimi ile birlikte çoğalır, bazen de devrimler sonucunda bir proje olarak. Bizde modern üniversite Cumhuriyet’in bir projesi olarak ortaya çıktı. Başarılı da oldu. Örneğin birbirlerini tamamlayacak şekilde önce Ankara, ondan on yıl sonra Orta Doğu Teknik üniversitelerinin kurulmasıyla bu yolda önemli mesafeler katedildi. Ama bu dönem çok uzun sürmedi. 1968 olaylarının ardından iç ve dış konjonktürün etkisi ve 12 Eylül darbesiyle birlikte üniversitelerin piyasa ihtiyaçlarına göre yeni baştan yapılandırılması süreci başladı. YÖK sistemi ihdas edildi. Bu süreç halen devam ediyor. Bugün Türkiye’de 200’e yakın üniversite var. Hemen hepsi bilim kurumu olma iddiasında. Ama toplum sorunları karşısında sesleri çıkmıyor. Sorgulama ve eleştirme gibi bir görevleri olduğu akıllarından geçmiyor. Pek çoğu paraları yettiği ölçüde vitrinlerini doldurarak müşteri olarak gördükleri öğrencileri cezbetme peşindeler. Saygın istisnalar elbette var; ama çoğu akademisyenlerin emeklerini sermaye edip dökme suyla değirmen döndürme misali, gerçek bir talebe cevap vermeyen “bilim üreterek” prestij kazanma derdinde. Önlerine çıkarılan her engele rağmen özveri ve bilim tutkusuyla didinen genç akademisyenleri kendi yağlarıyla kavrulup kimsenin okumadığı makaleler yazmaya zorlayarak toplumdan büsbütün koparmayı marifet sayan rektörler az değil. Bilim ile mühendisliğin farkını bile anlamayan bu ülkede mühendislik bölümleri dolarken fen, matematik, felsefe ve beşeri ilim bölümleri boş. Her şeyi mühendislikle halledeceğini sanan Osmanlı zihniyeti Cumhuriyet’in bunca çabasına rağmen dipdiri ayakta. Kontenjanı dolmayan bölümlerin kapatılması dahi söz konusu olabiliyor. Bilim politikası olmadan bilim ve teknoloji olmaz. Politika üretmek bizatihi bilimsel araştırma konusudur; Türkiyede sistemik ölçekte bilim üretilemediğinden politika üretme kabiliyeti de gelişmedi. Ekonomiden sağlık ve eğitime, enerji ve çevre sorunlarından tarıma, dış politikaya, bölgesel eşitsizliklerden etnik sorunlara kadar herhangi bir alanda üniversitelerin söyleyeceği dişe dokunur ne var? Her alanda paçamıza yapışan beceriksizlikler bu gidişin doğal neticesidir. Piyasa mentalitesi o noktaya vardı ki dünya deyim yerindeyse bir nevi realiteyi inkar dönemi yaşıyor ve Türkiye de bundan masun değil. İçinde bulunduğumuz durumun birçok sorumlusu vardır ama en büyük sorumluluk bu duruma karşı çıkması gerekirken sesini çıkarmayı bile beceremeyen aydınlara, üniversitelere aittir. n