19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bir trans kadın Esmeray: “Hayatımı tiyatroyla idame ettirmeye çalışıyorum. Tiyatrodan geçim sağlamak neredeyse imkansız bir şey. Fakat ben tek kişilik oyun sergilediğim için prodüksiyon masrafı filan çok olmuyor, bir şekilde az bir para kalıyor bana. İnsanın yaşaması için biraz da para kazanması gerekiyor tabii ama benim önüme hedef olarak koyduğum şey para değil. Tiyatroyu seviyorum. Ukalalık mı yapacağım bilmiyorum ama sanat bana her şeyin üstü gibi geliyor. Siyasette kendimi ifade edemeyeceğim dürüstlükte koyabiliyorum kendimi ortaya. Öyle bir alan...” Yaptığı şeyi standup'tan ziyade, çağdaş meddahlık olarak addediyor. Oyunda dalgasını geçerek aktardığı üzere, insanların kimi zaman itham yollu dile getirdiği şekilde “kadın olmuş, yetmemiş, bir de üzerine feminist olmuş” bir tip: “Türkiye'de çağdaş meddahlık yapan çok az, hele hele kadın hiç yok gibi... Kendi başıma farklı bir şey yapmaya çalışıyorum. Küfür dilini, o malum eril dili kesinlikle kullanmayacağım, kullanırsam da ironi çerçevesinde kalacak dedim en başta. Feminist teoriye her zaman inanıyorum. Feminizm, bir ideoloji değildir, değişkenlik gösterir her zaman, gelişir kendi içinde... Sistemler içinde toplumsal cinsiyetçiliği sürekli sorgulayan, eşitliği, fırsat eşitliğini savunan bir teori biçimidir. Feminist gruplarla ilişkilerim her zaman için sürüyor. LGBTİ hareketin içindeyim zaten, bir de son zamanlarda kurulan Hêvî LGBTİ hareketinin yönetimindeyim.” Tiyatroda mektepli olmadığının, alaylı olduğunun altını çiziyor. Yine de eğitim şart düsturundan yola çıkıp Mezapotamya Kültür Merkezi'nde tiyatro kursuna katılıp “kendince” bir eğitim almış. En büyük kaygısı doğallığına halel gelmesinden yana. “Tiyatroculardan çok olumlu eleştiriler aldım. Fakat, ilginçtir şu dediğim dedikodu, kıskançlık olarak da alınmasın ama tiyatroyla bir şekilde ilgilenip ondan sonra çeşitli nedenlerden dolayı bırakmış insanlardan, bilgiçlik taslayan tavırlar gördüm. Yapıcı bir eleştiri de değil getirdikleri.” Ankara, İzmir, Eskişehir, Van, Diyarbakır, Mersin, Çanakkale, Adana, Bartın gibi farklı illerin yanında, birçok Avrupa turnesinde, yaşadıklarının genelde olumlu şeyler olmasından dolayı mutlu. “Özellikle köylü kadınların tepkileri çok güzel oluyor” diyor: “Hayatıma girmiş bir adamdan bahsederken o gece karıkoca olduk diye anlatıyordum mesela bir seferinde, o kadar oyunun içine girmiş ki 'Oohhh!' deyiverdi bir köylü teyze. Ne oldu teyze, dul musun, diye sordum; 'Hayır yavrum, senin için sevindim' dedi. O kadar hoşuma gidiyor ki böyle şeyler.” ELLERİNDE SİLAH YOKTU BARIŞ ŞEHİDİ DİYEMEZSİN Oraya barış için gitmiş, elinde çiçekler, boya fırçaları, oyuncaklar olan, basın açıklaması yaparken ölen insanlara şehit diyemezsin. Demokrasi şehidi de diyemezsin, barış şehidi de diyemezsin. Onların elinde silah yoktu. Barış elçilerine de biz şehit dersek nasıl olacak da olacak. ANTİMİLATRİST BİR İNSANIM Mutlu bahislerden dem vuralım kuzum, havasındayız ama biraz da kendimizi telkin edercesine. Yoksa canımız fena sıkkın. O gün yine berbat bir güne uyanmışız, günün gerisi, daha da berbat gelmiş. Ne yapsak, ne etsek, laf yine dönüp dolaşıp memleket ahvaline bağlanıyor. “Ölmüşüz ağlayanımız yok, öyle bir durumdayız” diyor Esmeray: “Ben antimilitarist bir insanım. Hangi sistem gelirse gelsin, askerin ve silahın olduğu bütün sistemler beni rahatsız eder. Mücadelemi ona göre veririm. 40 yaşımdayım, bu zamana kadar hiç bu kadar boğulduğum bir sistem biçimi görmedim. Korkunç şeyler olmuştur elbet, bir Kürt olarak ben çok yaşadım böyle şeyleri, tanıklık ettim. Gözümün önünde Kürtçe konuştuğu için kadınların kafasına dipçikle vuran asker gördüm. Bunların hepsi oldu fakat burada başka bir şey var. Bu sivil dayatma, başka bir şey. Daha beter nefesini kesiyor. Çünkü eskiden asker bir yerdeydi, senin dar da olsa, nefes alabildiğin bir hayat alanın vardı neticede. Şimdi hem asker var, hem de askerden daha beter sıkıştıran bir hükümet biçimi var. Bir yandan da iyi oluyor, bir deşifrasyon döneminden de geçiyoruz. Kimin ne olduğu iyot gibi çıkıyor ortaya. Suruç olayında, gazeteci, tırnak içinde, güya aydın bir insan, 'A, ölenler 30 kişiymiş, ben 300 sandım' diyebiliyor. Diyarbakır'da bomba patlıyor mitingde, ölenler var, başörtülü, mümin olması gereken bir kadın gazeteci, 'N'olmuş, Demirtaş'ın sazı mı patlamış?' diye dalga geçebiliyor. Bu nasıl bir vicdansızlıktır? Biz nasıl bu duruma geldik ve nasıl bu insanlarla birlikte yaşayacağız? İnsanların ölmesi sana nasıl bir fayda getiriyor, bu nasıl bir şeydir, anlamam mümkün değil.” Dili çok önemsiyor. Nasıl ve nerede durduğun kadar önemli, bunu nasıl ifade ettiğin... Hatta ifadenden doğuyordur belki duruşun, o derece mühim: “İnsanlar artık her ne oluyorsa, çocuklarla kadınlara olduğunu görsünler. Yaşanan savaşta 1718 yaşında çocuklar ölüyor; o kerli ferli erkeklere hiçbir şey olduğu yok. Yan gelip yatıyorlar, cukka para dolduruyorlar ceplerine. O gencecik insanların ölmemesi için herkesin çocuğuna sahip çıkması lazım. Ne için bütün bunlar? Toprak mı? 17 yaşında çocuğun öldüğü toprakta yaşamak istemiyorum zaten ben. Ben nasıl o toprağın üzerinde rahat edeyim, benim huzurum için falan ölmesin kimse. Altı yıldır hiçbir şey olmuyordu; kan durmuştu, silahlar susmuştu, en asgari düzeye inmişti talepler, şimdi ne oldu da seçimin ertesi günü bir anda en başa dönüverdik? Her iki tarafın da savaşın diline dikkat etmesi lazım. Bizim yapmamız gereken, kavgayı durdurup sonuna kadar barış dilini kullanmak. Muhalefet edenler de düşüyor aynı tuzağa. Oraya barış için gitmiş, elinde çiçekler, boya fırçaları, oyuncaklar olan, basın açıklaması yaparken ölen insanlara şehit diyemezsin. Demokrasi şehidi de diyemezsin, barış şehidi de diyemezsin. Onların elinde silah yoktu. Barış elçilerine de biz şehit dersek nasıl olacak da olacak?” Oyuna girene kadar dut gibi kararıyoruz ikimiz de. Azıcık aşk meşk konuşalım bari diyoruz ki mutlu aşk yoktur, o da ayrı. Yine de morali bozmamak lazım. 40 yaşında ilk kez gözüne aşkla bakan bir adam gördüğünü, hayatında ilk kez aşka inandığını söylüyor. Bitmiş bir hikaye maalesef. Tam detaylara girecekken, kulis vakti gelip çatıyor. “Gel girelim” diyor, “oyunda anlatıyorum zaten, orda dinlersin.” Dinledim. Size de tavsiye ederim. YENİ OYUNUNDA 9 AYRI KADINI CANLANDIRACAK Oyunları otobiyografik, dolayısıyla, hem evladiyelik, hem de gelişmeye müsait. Sekiz yılı devirmiş olan Cadının Bohçası'nın artık cepte olduğunu, eğitim seminerlerinin programlarında yer verilen, sosyal sorumluluk projesi gibi bir hâl aldığını söylüyor. Tatavla Sahne'nin Eylül ortası gibi başlayacak yeni sezonunda, bir hafta Cadının Bohçası'nı, bir hafta Yırtık Bohça'yı, bir hafta da Kestirmeden Hikayeler'i oynayacak. Bir de Eraslan Sağlam'ın yöneteceği yeni bir proje var ki bahsederken gözleri parlıyor: “Nezihe Meriç'in Sular Aydınlanıyordu oyununu sergileyeceğiz. Tek kişilik bir oyun ama farklı kadınlar var sahnede; dokuz ayrı kadını canlandıracağım.” 23 AĞUSTOS 2015 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle