Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
104 numaralı kadavra İlginçtir, birçok ülkede olmayan göz yaşartıcı bir yasası var Türkiye’nin; organ ve beden bağışını mümkün kılan 2238 sayılı yasa bu ve 35 yıldır yürürlükte. Ben de bu yolu seçtim ve birkaç gün önce kendimi “komple” bağışladım; Cerrahpaşa Tıp’ın Anatomi Kürsüsü nerem işe yarıyorsa onu kullansın... Genç yaşlarımda, başkalarının kaybı üzerinden yaşadığım ciddi bir ölüm korkusu, zihnimde iki kez 46 sayısıyla yan yana düştü. Birinde babam ölecek diye ödüm patladı, ötekinde “Benim de zamanım daraldı” diye. 15 yaşındaydım sanıyorum; bir kış günüydü, evde hasta yatıyordum. Radyonun akşam haberleri bülteni, sahibi olduğum ilk uzunçalar plaktaki sesin ölümünü duyurdu: “Nat King Cole dün gece Kaliforniya’da geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Kadife sesli Amerikalı şarkıcı 46 yaşındaydı.” Üzülmek değil, korktum. Babam 48 yaşındaydı ve bütün o yaştakiler gibi ölüme epey uzaktı. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: “Babamdan gençmiş, öyleyse o da çok yakında ölecek…” İkinci korkuyu 20 yıl sonra yaşadım. Bu gazetede yazıişleri masasına oturalı henüz birkaç ay olmuştu. Her sabah ilk ben gelirdim gazeteye (öyle sanıyordum; meğer Hasan Cemal daha da erken gelir, bizim kata uğramadan odasına çıkarmış), benden hemen sonra da kültürsanat şefi Aydın Emeç. “N’aber” diye girer, yazıişleri masasına oturmasıyla kalkması bir olur, biriki lafladıktan sonra odasına giderdi. Bir sabah gelmedi Aydın Emeç, onun yerine Hasan Cemal indi beti benzi atmış olarak. “Bizim Aydın ölmüş gece” dedi, “uykuda uyanıp karısından biraz su istemiş, dönüp yine uyumuş ve uykuda kalpten 10 Dr. Nicolaes Tulp'un Anatomi Dersi, 1632, Rembrandt gitmiş. Gencecik adamdı yahu.” Kaç yaşındaydı? “46 galiba.” 46 ha! Demek 10 yıl sonra da ben… Bu yüzden, Nobel Edebiyat ödüllü Fransız felsefe starı Henri Bergson’un 1932’de yayımlanan Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı’ndaki “İnsan öleceğini bilen biricik hayvandır” önermesini parlak buldum, hiç tartışmadım bile. Önermenin fiyakasını bozanın dişi bir goril olduğunu ise bilmiyordum, bu yazı vesilesiyle yeni öğrendim. Gary Kowalski’nin The Souls of Animals adlı kitabından özetleyeyim: 1971’de San Fransisko hayvanat bahçesinde, bugüne kadar hakkında birçok belgesel, film yapılıp kitaplar yazılan bir ova gorili doğar: Koko. Zoolog Francine Patterson kafasını bu gorille iletişim kurmaya takar ve 20 yıl boyunca Amerikan İşaret Dili’nin bir versiyonunu ona öğretmeye çalışır. Kaliforniya Goril Vakfı’ndaki bu çalışmadan da alnının akıyla çıkar; Francine ve Koko, Goril İşaret Dili denebilecek bir dille konuşabilir hale gelirler. Vakfın başka bir çalışanı, Maureen Sheehan da bir gün işi felsefeye döküp Koko’nun ölüm hakkında ne düşündüğünü öğrenmek ister. “Goriller ölünce nereye gider?” Cevabı veda öpücüğüdür Koko’nun: “Rahat bir deliğe.” “Goriller ne zaman ölür?” “Hastalanınca/yaşlanınca” işareti yapar Koko. “Ölmek sana ne hissettirir: Mutluluk, hüzün, korku?” Cevap “Uyku”dur… Bunlar Kowalski’nin kitabının 1999 baskısında yer alan ve Koko’nun henüz 500 kelimeyle konuştuğu 20'li yaşlarının cevapları. Bugün 44 yaşında olduğu ve kelime dağarcığının geometrik olarak arttığı düşünüldüğünde, Koko’nun “Öleceğini sadece insan bilir”e nanik yapmakla kalmayıp “Farkınız, bu bilginin yarattığı korkuyla ölümsüzlüğe kafayı takmanız olabilir ancak; korkacak ne var, hepimiz uyuyacağız işte. Ama siz çok önemlisiniz ya, kazık kakacaksınız dünyaya” diye dalga da geçmiş olabileceğini varsayabiliriz… Ve haklıdır Koko; hayvanlar (ve bitkiler) ölümlü olmanın dayattığı en basit şeyi yapar, türün devamı için ürer durur ama bu Kadavra eksikliği çekildiği için üniversitelerde plastik maketlerle anatomi dersi yapılıyor. Alev Er bize yetmez. Gılgamış’tan Büyük İskender’e, Musa Peygamber’den Yeşua’ya; hepsinin “iki denizin buluştuğu yerde”ki ölümsüzlük suyunu arama maceralarını üçdört bin yıllık destanlarda, kutsal kitaplarda okumuşuzdur. Çin’de Xi’an kazılarında ortaya çıkartılan 10 bin kişilik kiremit asker ordusu, kurucu imparator Çin Şi Huang’ın 2 bin 300 yıl önce ölürken devletini de yanında götürme çabasının hüzünlü kanıtıdır. Miletoslu İsidoros’un Ayasofya’sı, Michelangelo’nun Musa ve Davut heykelleri, da Vinci’nin Mona Lisa’sı, “Peygamber ya da imparator 23 AĞUSTOS 2015