Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
afedersiniz mülteci Bir süredir annemin sağlık sorunları dolayısıyla ezeli yerleşim yerimiz Çeşme’deyim. İstanbul’dan uzaklaşmış olmak belki sinir katsayısı olarak belli bir düşüş yarattı lakin burada da konular ve konulara bakış açıları neredeyse aynı. Eve günde iki posta gelen “geçmiş olsuncu”ların en büyük sıkıntılarından biri ne sıcaklar ne de kurulamayan koalisyon. Herkesin diline bir “Güzel şehrimiz İzmir’i bile Suriyeliler doldurdu” türküsü var ve İzmir böyle akınları hiç sevmez, bilirsiniz. İzmirli diyegeldiğimiz insan kitlesinin çoğu 1912’de Balkanların çeşitli yerlerinden göçmüş olmayı adeta Avrupa Birliği’nin bir parçası olmakla bir tutsa ve bir gurur nişanı gibi göğsünde taşısa da, sevmezler yabancıyı. Haksız da değillerdir. Yabancı, hele ki aç, çaresiz, işsiz, parasız yabancılar, güzel İzmir’in yaşam kalitesini aşağılara çekerler! Çeşme’nin inci tanesi sokaklarına, o yıllarca emek vererek verandasına begonvil sardırılmış yazlık evlerinin önüne dilenci aileleri, seil inşaat işçileri yakışmaz! Çocukların gece yarılarına kadar oynadığı parklarda yatıp kalkan, ne idüğü belirsiz insanların şimdiye kadar oluşturmadılarsa da, gelecekte güvenlik sorunları oluşturacağı aşikardır. Üstelik bu yabancılar bir de Çeşme üstünden Yunan adalarına, yani Avrupa’ya kaçmak istemekte ve güzel denizimizde boğulmak suretiyle bizi çok üzmektedirler. Olacak iş değildir, bu daha nereye kadar böyle gidecektir? Yabancı, hele ki aç, çaresiz, işsiz, parasız yabancılar, güzel İzmir’in yaşam kalitesini aşağılara çekerler! İZMİR yönetimin itine kaldı. Şimdi Afrikalı mültecilerin çaresizce kaçmaya çalıştığı Avrupa ülkeleri, onları Akdeniz’in sularında boğulmaya bırakıyor. Ortadoğu savaşlarına en çok silahı yetiştirmiş bulunan ABD’ye, İngilitere’ye, Fransa’ya girebilmek için değil mülteci, bazen iş güç, mal mülk sahibi olmak bile yetmiyor. Uluslararası organizasyonlar ise “Boğulmasınlar da besleyelim mi?” tarzında ellerini havaya açmış durumda. Utanmasalar “Bizde de işler kesat biliyon mu kanka, varsa siz bize bi sakal atın” diyecekler. Halbuki yapılacak çok iş var. Nefreten, şikayeten, dışlama ve ötekileştirmeden ziyade, öncelikle hükümetin, sonra sivil toplumun olabilecek en barışçıl şekilde bu yaraya merhem olması gerek. Lakin başımızda her içdış politika sorununu kendi sarayına yeni bir altın varak imkanı olarak görenler oldukça, bizim halkımız da nefret dilini bırakamayacak gibi görünüyor. Halbuki az önce söyledim; dünya bizim evimiz. Bütün dünya, hepimizin. Sevgi pıtırcığı ekşi Sözlük Hadi bizim ulusalcılığın kalesi İzmir’i bir kenara bırakalım. Ülkenin aydınlık ve hata radikal sesi Ekşi Sözlük’te “Suriyeli Arsızlığı” başlığına tıklayalım hep beraber. Modern, eğitimli, kafası çalışan Ekşi Sözlükçüler, etralarında gördükleri her Suriyeliden o kadar rahatsız olmuşlar ki, sövmelerini sayfalara sığdıramamışlar. Türkiye’nin Suriye iç savaşındaki giderek belirginleşen rolü, yahut gelen insanların UNHCR verilerine göre yüzde 25’inin 18 yaş altı çocuklar olması bile umurlarında değil. Bu insanlara yapılan en temel eleştirilerden biri “savaşmadan ülkelerinden kaçtıkları”. Her beş entry’de bir, bizim vatanımızı nasıl savunduğumuzdan bahsediliyor lakin bildiğim kadarıyla sözlükçüler arasında İstiklal Savaşı gazisi de pek yok. Üstelik anlaşılan hiçbiri açıp Suriye tarihini okumaya tenezzül etmemiş. Baas Partisi’nin az buz değil 1963’ten beri ülkenin başına nasıl çöktüğünü, onyıllardır muhalefetin inanılmaz zulümlerle bastırılmasını, 2011 Arap Baharı 12 sonrası bizzat sivil halka ateş açan devlet ordusunu, köylere atılan kimyasal silahları falan hiç iplemiyorlar. Hata “Madem ülkende 5 yıldır savaş vardı neden üredin? Gelenlerin çoğu bebek!” diye kızıyorlar Suriyelilere. Ve kendilerince, çook haklılar. liyor. AKP’nin dünyada eşi benzeri görülmemiş politikası, toplumdaki hoşnutsuzluğu kabartan sebeplerin başında gelse de, hesap sokakta dilenen çaresiz insanlara kesiliyor. kahrol dünya! Dünya bizim evimiz. Böyle yazdığımda gerçekten Norveç’ten Kaliforniya’ya, And Dağları’ndan Himalaya zirvelerine kadar her yer biz insanlar için varmış, hepsi bize kucak açmak için hazır bekliyormuş gibi geliyor. Oysa günümüzde dünyada gidecek yeri, yaşayacak toprağı olmayan, insan hakları ihlalleri, savaş, açlık vb. sebeplerden yer değiştirmek zorunda kalan 50 milyona yakın insan var. İşin kötüsü bu insanların yüzde 85’i fakir 3. dünya ülkeleri tarafından misair edilmeye çalışılıyor. Ve evet, canım ülkem de bu fakir ama onurlu muhitlerden biri. Dünya kurulduğundan beri adil değildi lakin son birkaç yüzyıl gerçekten fakir ile zengin, gelişmiş ile geri kalmış, keyi yerinde ile çaresiz arasındaki farkı iyice belirginleştirdi. Batı dünyası dünyanın pek çok ülkesindeki zenginliği lıkır lıkır içtiği bu yüzyıllar sonunda gelişti, serpildi, güzelleşti, medeniyet ve sosyal demokrasi keyi sürdü. Gariban Afrika, boynu bükük Ortadoğu ve Asya ise dünyanın çöpüne, Medya zaten bildiğiniz gibi Hrant Dink Vakfı tarafından yürütülen “Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi” konulu çalışma da benzer veriler ortaya koymuş. Yani halk nefret kusarken medyamız elbet armut toplamamış. Gerek halkları bizonlar şeklinde ayrıştırarak, gerek Suriyeli mülteciler yerine sadece yetkili Türklerin ikirlerine başvurarak, üstelik temel/ evrensel insan haklarına zerrece değinmeden haber yapmaya devam etmişler. Tüm bu haberlerin işaret etiği noktada, mültecilerin şu anda oluşturduklarından çok daha büyük sorunlar oluşturmasına kesin gözüyle bakılıyor. Turizmi baltalayan da onlar, ekonomiyi çökertenler de. Hükümetin mülteci politikası (bedava sağlık hizmeti, üniversiteye sınavsız giriş, yiyecek yardımı, gelenlerin denetimsiz bir biçimde büyük şehirlere salınması vb.) sanki bizzat Suriyelilerin kabahati gibi yansıtılmaya devam edi Deniz Özturhan @yanilgi 5 TEMMUZ 2015