Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÖRÜŞ Turizm Uzmanı Yusuf Hacısüleyman 12 yhacisuleyman@yahoo.tr DOĞA TURİZMDE MARKA OLMAK Geçen hafta Antalya’nın Belek Turizm Merkezi’nde kısa adı BETUYAB olan Belek Turizm Yatırımcıları Birliği, “Turizmde Marka Olmak” konulu panel düzenledi. Aslına bakılırsa “marka” sözcüğü özel isim anlamına gelmektedir, yani her özel isim bir markadır. Ülkeler, bölgeler, şehirler birer marka olduğu gibi her insan da bir markadır. Burada önemli olan “iyi” marka olabilmektir. Kötü veya sıradan bir marka, yani kötü veya sıradan bir insan olmak yerine “iyi” bir insan olmak gibi bir şey bu. Dolayısıyla bundan sonraki panellerde panel başlığını “Turizmde iyi bir marka olmak” şeklinde değiştirsek daha doğru olur herhalde. Türkiye olarak turizmde iyi bir marka mıyız? Kuşkusuz evet! Ancak “iyi” olmak bazen yetmiyor satışları artırmak için. İyi bir malzeme üretebilirsiniz ancak bu size iyi satış yapacağınız, yani bu malzemeden çok satacağınız anlamına gelmeyebilir. Çok konforlu, iyi bir araba üretirsiniz veya günümüzün sonsuz seçeneklerinden örneğin iyi bir cep telefonu yaratırsınız ancak çok satamayabilirsiniz. Bugün en çok satan cep telefonu en iyi olan değildir. Müşterinin beyninde markanızın algılanma biçimi, tanınmışlığı, güvenilirliği ve fiyatı önemli birer kriterdir. Bu açıdan bakıldığında EXPO 2015’i neden İzmir’in değil de Milano’nun aldığını anlayabiliriz. Buradaki algılanma değerlendirmesinde, İzmir’in en büyük dezavantajı ülke imajının önünde bir imaj yaratamamış olmasındadır. Kendi ismi, yani markası da tanınmadığı için, yalnızca EXPO yapacağım diye ortaya çıkması ona bu yarışta en büyük engeli oluşturmuştur. Milano ise ülke imajına gereksinim duymadan kendi ismiyle yarışı kazanmış, üstelik de fazla zahmete girmemiştir. Tanınmışlık açısından da geri kalmış İzmir’in, turist potansiyeline bakarsak bunun da ne kadar olumsuz yönde etkili olduğunu görürüz. Geçen yıl Türkiye’ye gelen 23 milyon 340 bin turistin yalnızca 966 bin’i İzmir’e gitmiştir. Hangi açıdan bakarsanız bakın uluslararası yarışta dengi dengine aday çıkarmak gerekir. Bir sonraki EXPO’ya Antalya’yı aday göstermek otoritelerimizin aklına gelir mi acaba, gelmediyse bugüne kadar şimdi getirmiş olalım… Belek’teki panelde iyi bir Türkiye markasını nasıl yaratabiliriz konusunda uzmanlar farklı görüşler dile getirdiler, ancak yol haritasının bir maddesinde birleştikleri bir görüş ortaya çıktı: Markayı vurgulayan, özdeşleşen, çok uzun olmayan, akıllarda kalıcı bir slogan, yani bir söz. Türkiye bunu 56 yıl öncesine kadar uygulamaktaydı. Ancak son yıllarda sürekli değiştirilen sloganlar, turistlerin beyinlerinde kalıcı yerleşim bulamadı. Ülke tanıtımı sözel anlamda kullanılamadı ve yalnızca görsel düzeyde kaldı. Örneğin uzun süre Almanya’da kullanılan ve misafirperverliği öne çıkaran “Willkommen bei Freunden” (Dostlar arasına hoş geldiniz) sloganımız çok etkili ve zihinde kalıcı özelliğini kazanmıştı. Ama artık kullanılmıyor, her yıl yeni bir şeyler yazılıyor, mevsimlik gibi oldu. Oysa iyi markalar sloganlarını sürekli değiştirmez. “Hayatın gerçek tadı” dendiğinde bunun hangi içecekle özdeşleştiğini 30 yıldır biliyoruz, üstelik markayı hiç belirtmeden, öyle değil mi? Türkiye’nin de turizm açısından böyle bir tanıtıma gereksinimi var… Baharın müjdecileri Yazı ve fotoğraflar Zeki Oğuz S oğuklar devam etse, arada fırtınalar çıksa bile artık havalar git gide ısınmaya başlar. Kuşların çiftleşme zamanı baharla başlar. Şubatın yirmisinde birinci cemre havaya, bir hafta sonra ikinci cemre suya düştü. Martın ilk haftasında üçüncü cemreyle toprağa ve ağaçlara su yürümeye çoktan başladı. Cemreler havanın, suyun, toprağın ısınmaya başlaması demektir. Pir Sultan Abdal’ın güzelim şiirlerinde dediği gibi sarı çiğdemlertoprağı delip çıkmaya başlarlar. Kimi köylüler buna sarı çiçek, sarot da derler. Adını yaylalara bile vermiştir çiğdem. Pir Sultan’ı dinleyelim. “Sordum sarı çiğdeme/ Sen nerede kışlarsın/ Ne sorarsın ey derviş/ Yer altında kışlarım.” Gün vurdukça ilkin güneylerdeki karlar erimeye başlar. Cığıl cığıl sular akmaya başlar derelerde. Çiğdemler eriyen karı izleyerek gün yüzüne çıkarlar. Çiğdem çıkarda navruz toprağın altında kalır mı hiç? O da bütün güzelliği, görkemi, dayanılmaz kokusu ile toprağı yarıp çıkar. Güneş toprağı ısıttıkça toprak buğulanır, bahar kokusu siner havaya. Yine Pir Sultan şöyle dile getirir sultan navruzu. “Sultan navruz günü canlar uyanır/ Hal ehli olanlar nura boyanır/ Muhip olan bugün cemre do