Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İZMİR 5 EGE’NİN İMBATI Serdar Kızık serdarkizik@cumhuriyet.com.tr ÇAKIRHAN’IN AKYAKASI Bu köşede hep, yurdumuzun güzelliklerinden, ülke koşulları güç olsa da bu güzelliklerin getirdiği yaşam coşkusundan söz ettik. Dağını, taşını, denizini, ormanını, rüzgarını anlatmaya çalıştık ve bunların bize yansımalarını. Ama hep “insan” dedik... İnsan olmasa, insan görmese, insan yaşamasa, bu güzelliklerin, bu doğanın, bu coğrafyanın anlamı ne ola ki? Dünyanın anlamı ne ki? Bu yazıda bu kez daha kalın harflerle, “insan” diyeceğiz yeniden. Garip bir çelişki belki ama, bir ölümle beraber, bir ölümün ardından “insan”a bakacağız bu kez. Güzellikleri yaratan, yaşamı derin bir estetikle, oya gibi, dantel işler gibi hazırlayan, büyük bir özenle bize ve diğer canlılara sunan bir insan... Nail Çakırhan... Asırlık bir çınar, geride mücadele dolu onurlu bir yaşam bırakarak aramızdan ayrıldı. Yaşamı boyunca sömürü düzenine karşı yürüttüğü mücadele, onun asıl karakterini oluşturuyor. Bu yazıda asıl, kimliğinden, kişiliğinden yansıyan, en önemli saydığım yaratısından söz edeceğim... Akyaka’dan... Akyaka’yı yıllar önce ilk gördüğümde bu güzelliğin altında yatan asıl unsurlardan birisinin de “insan eli” olduğunu bilmiyordum, düşünmemiştim. Sonradan öğrendim, Akyaka’yı Akyaka yapan, Çakırhan... Yıllar önce Gökova’da altı yedi haneli küçük bir mahalleyken, doğduğu topraklara, Ula’ya dönen Cakırhan’ın Akyakası... Yörenin kültürünü, yaşam biçimini esas alıp, doğayla bütünleştiren, kendi elleriyle yaptığı evi, mimari bir örnek olarak ortaya koyan, benimseten Nail Ağabey... Güzel insan ve onun aydınlık üretiminde yan yana omuz omuza duran eşi, değerli biliminsanı Halet Çambel... Onun yakın arkadaşı, bir yanıyla öğrencisi, cennet Gökova’nın kimliğine, huyuna, havasına, suyuna uygun tesisini Çakırhan’dan esinlenerek yapan Turizmci Hamdi Yücel Gürsoy’a kulak verelim en iyisi: “Nail Ağabey olmasa Akyaka olmazdı. Nail Ağabey’i tanımasam bugünkü otelin yerine beş katlı beton diker, para kazanmaya bakardım. O bana, “tesisi şöyle yap böyle yap” demedi ama hep ışık oldu, yol gösterdi. Buraya beş altı katlı otel dikseydim sonradan utanırdım. Ondan çok şey öğrendim...” Ben de öğrendim yıllar içinde. Halet Hanım, Nail Ağabey, İlhan ve Oktay ağabeylerin, Hamdi Bey’in dost sohbetlerinde. Ne inanılmaz insan öyküleri, ne büyük yaşanmışlıklar... Neredeyse Türkiye’nin bütün tarihi... Yıllar önce İstanbul’da yiğit devrimci Zehra Kosovalı‘dan, Batum’dan İstanbul’a, küçük bir teknede ve büyük bir fırtınalı gecede öyle bir “geri dönüş hikâyesi” dinledim ki, inanılmaz... İki kaçak Nail Ağabey ve Kosovalı, ölümle kalım arasındaki fırtınalı bir yolculukla hasret kaldıkları topraklara, Anadolu’ya dönerken Moskova’da bıraktıkları çocuklarının öyküsü ne olağanüstüdür! Asırlık çınar Nail Ağabey hep güzellikle, ışıklarla kal. Akyaka evlerini nedense soluk alıp veren bir canlı gibi algıladığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü temelleri Çakırhan... leri hariç olmak üzere) kullanıcılara açık olmakla birlikte yer darlığından rahat gezilemiyor. Fotoğraf çekilmesine de izin verilmiyor, daha doğrusu Ankara’dan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden izin alınması gerekiyor. Müze memuru Ali İhsan Yıldırım’ın kısa açıklaması ile ve kendisinin bastırıp küçük bir ücretle sattığı kitapçık ile yetinmek zorunda kalıyoruz. Orijinal eserler zaten gösterilmiyor. Mimari açıdan da özgün bir bina olan Necippaşa Kütüphanesi, çiçek ve ağaçların yer aldığı küçük bir bahçe içinde klasik bir Osmanlı yapısı. Üzeri kubbe ile örtülü kare bir mekanın önündeki revak kısmı da camekanla kapatılarak kütüphaneye ilave edilmiş. Kitapların bölgenin nemli toprağından etkilenmemesi için yerden yükseltilerek yapılmış olan binaya yarım daire şeklindeki bir merdivenle giriliyor ve revak bölümü geçildikten sonra kitapların bulunduğu odaya ulaşılıyor. Burada ise tarihi kitaplar ayrıca bir ahşap oda içinde korumaya alınmış İbni Sina’nın “KitabüşŞifa”sı, Kâtip Çelebi’nin “Cihannüma”sı, Şeyh Bedreddin’in “Cami’u’lFusuleyn”i, ayrıca çeşitli el yazması tıp, astronomi, matematik, felsefe, mantık, coğrafya kitapları bu bölümde saklanmaktadır. Tire için çok önemli bir miras olan Necippaşa Kütüphanesi, hiç kuşkusuz tarih ve kitap sever herkesin görmesi gereken bir yer. Geçen yıl bir eposta grubu topluluğu oluşturan İzmirli Gezginler’in düzenledikleri ilk gezi için Tire’yi seçmeleri bir tesadüf olmasa gerek. ozkantimur@yahoo.com